Almanya'da Nazizm

Nazi Almanya’sı ve Nazizm
Nasyonal sosyalizmin kısaltması olan «nazizm» terimi, hem bir ideolojiyi (Hitler'in ve partisinin ideolojisi), hem siyasî bir hareketi, hem de Hitler'in iktidarı ele geçirdiği 30 ocak 1933'le III. Reich'ın yıkıldığı 8 mayıs 1945 arasında Almanya'da egemen olan siyasî rejimi belirtir. Axis 2000

arasında Almanya'da egemen olan siyasî rejimi belirtir. Axis 2000
Genel bakış:
Demokratik  Weimar Cumhuriyeti 1918 hezimetinden doğdu, komünistlerin ve aşırı sağın mu­halefetiyle karşılaştı, geleneksel sağdan pek destek görmedi ve 1929 bunalımın­da dağılarak, 1933'te yerini Nazi devleti III. Reich'a bıraktı: Nazilerin önderi (Führer) Adolf Hitler, bütün iktidarı elinde topladı. Sol, güçsüz ve bölünmüştü: örgütleri yok edildi, önderleri sürgüne veya toplama kamplarına gönderildi. Muhafazakârlar herhangi bir tepki gösteremediler. Katolik hiyerarşi komünizm düşmanı hareketi destekledi, ar­dından rejimle uzlaşmaya girdi. Lutherciler iktidara boyun eğdiler.
Gençliğin askerî birlikler gibi örgütlenmesi ve reji­min paganizmi, Vatikan'la naziler ara­sında bir gerilime yol açtı; ama geç ka­lınmıştı. Muhalefetin ortadan kaldırıl­masında terör büyük rol oynadı. 1933 ve 1935'te yargısız tutuklama kurumsallaştırıldı: devlet içinde devlet olan SS'ler (Schutz Staffel; koruma birliği) toplama kamplarının yönetimini üstlen­diler. Bütün bunlara rağmen, işsizliğin önlenmesi ve diplomatik başarılar, hal­kın rejime bağlanmasını sağladı. Her an her yerde propaganda yapılıyordu. Na­zi Partisi, tüm toplumu saracak bir ör­gütlenme ağı kurmuştu. Nazi projesi totaliter bir projeydi: bireyin hayatında­ki her şeyden; tatilden, eğitimden ve kültürden, yönetim sorumluydu. Ve re­jimin kültürel çabası, « zararlı » kitapla­rın ve « yoz » sanatın imha edilmesine dayanıyordu.
Nazizm ırkçı teorilerini de uygula­maya koydu: baskıcı önlemler ve şid­det, Almanya'daki Yahudilerin yarısını 1939'dan önce ülkeyi terk etmek zo­runda bıraktı. 1940'a gelindiğinde, « imha » kelimesi artık yüksek sesle söylenir hale gelmişti. Alman « ırkı »nın dinamizmi sağlamak için, « üstün » insanların doğumu teşvik edildi; bu ırkın « saflığı »nı korumak içinse « ırklar arası » evlilikler yasaklan­dı, zorunlu kısırlaştırma, özürlülerin yok edilmesi gibi önlemler uygulandı. Ulusal gelenekleri koruma adına kırdan kente göçe karşı verilen mücadele ve yalnızca savaş hazırlıklarına adanan bir iktisadî politika, devlete ve onun çılgın öğretilerine boyun eğen Almanya görüntüsünü tamamlamaktaydı. T.L.


Hitler'in ilk dönemi
Hitler 1924 ve 1925'te ce­zaevinde, sonradan Kavgam adını alacak olan kitabını yazdı. O sırada 36 yaşındaydı. Avus­turyalı bir gümrükçünün oğlu, başarısız ve öfkeli bir ressam ve Birinci Dünya Savaşı'nda Bavyera ordusunda savaşmış bir asker olan Hitler, 1919'da Versailles Antlaşması uyarınca yeniden kurulan kısıtlı Alman silahlı kuvvetleri Reichswehr'de karşıdevrimci propaganda subayı olarak görev yaptı. 1921'de küçük bir parti olan, milliyetçi, Yahudi aleyhtarı ve antikapitalist Alman İşçi Partisi'nin denetimini ele geçirerek adını «Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi» (Nazionalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei/NSDAP) veya Nazi Partisi olarak değiştirdi. Ordunun desteğiyle Nazi Partisi, 8 000 olan üye sayısını 1922-1923 arasında 55 000 e çıkardı ve Münih'te bir darbe girişiminde (9 kasım 1923) bulundu. Darbe girişimi başarısız oldu. Hitler, 9 ay tutuklu kaldı, afla serbest bırakıldı.

Kavgam, hem bir otobiyografi, hem de partinin « Kutsal Kitabı» olmaya aday, ideolojik bir inanç belgesiydi. Bu kitabında Hitler, aşırı düşüncelerini ve dünyayı egemenlik altına alma tasarılarını anlatıyordu. «Doğada göz­lemlenen aristokratik ilke» adına, insanlar arasındaki eşitsizliği vurguluyordu. Hitler bu ilkeye dayanarak kitabında öfkeli bir Yahudi düşmanlığı ve çok aşırı bir ırkçılık kurumu oluşturuyordu; o kadar ki « En uygar ırkın temsilcileri daha aşağı konumda sürünürken, kökeni açısından yarı maymun olan bir varlığı, örneğin avukat olarak eğitmek caniyane bir çılgınlıktır » diye yazmıştı.

Hitler'e göre Germenler, « üstün ırk » tı, dolayısıyla diğer ırkların zararına kendileri için gereken « yaşam alanını » sağ­lamak zorundaydılar. Bu amaçla, önce Almanları tek bir devlet çatısı altında toplama çağrısı yaptı. Sonra sıra fetihlere gele­cekti; ama denizaşırı sömürgeler değil, Doğu Avrupa'da toprak elde edilmeliydi. Hitler, Yahudi aleyhtarlığı, antimarksizm ve demokrasi düşmanlığını sıkı bir bağla birleştirmişti: demokraside, « gücün ve enerjinin vazgeçilmez hakkı olan imtiyazlardan, işe yaramaz kalabalıkların sayıca çokluğu uğruna fedakârlık edi­liyordu ». İdeal olan, tek kişi yönetimiydi: bu tek kişi, tabiîdir ki kendisi olacaktı. Almanya'nın Versailles Antlaşması ile uğradığı aşağılanmanın anısı, Hitler'in Fransa'yı « ezilmesi » gereken bir « can düşmanı » olarak görmesine yol açmıştı. Her ne olursa olsun Fransa ezilmeliydi. Bu ırkçılık cinneti nefretle iç içeydi: 1923-1925 arasında, Ruhr işgali sırasında sömürge birlikleri kullandığı için Fransa'yı, « Avrupa toprakları üzerinde bir Afrika devleti » olarak ni­teliyor ve « Ren'in zenci kanıyla kirlenmesine yol açarak beyaz ırkın varlığını tehlikeye atmak »la suçluyordu.

İktidara yükseliş
Münih'teki başarısız dar­benin ardından (kasım 1923) Hitler, « yasal yoldan », yani propaganda ve gözdağı verme yöntemleriyle iktidara gelmeyi amaçlıyordu. Ülkede bir demokrasi geleneğinin bu­lunmayışından, milliyetçi duy­gulardan ve çöküş saplantısından yararlandı. Weimar Cumhuriyeti'nin doğal destekçileri olan muhafazakâr partilerin güçsüzlüğünü fırsat bildi. Muhafa­zakârlar iki karşıt görüşün, Nazi Partisi ve Komünist Parti'nin muhalefetiyle karşı karşıya kalmışlardı. 1929'daki ekonomik bunalıma çözümler önermesi Hitler'e geniş halk desteği ka­zandırdı. Eylül 1930'da nazilerin altı milyondan fazla oyu vardı. Bu rakam temmuz 1932'de yaklaşık 14 milyona ulaştı. Başlangıçta çekimser davranan iş adamları, işçi hareketlerine karşı nazileri desteklediler. Franz von Papen'in, ardından general Kurt von Schleicher'in başba­kanlık dönemleri de nazilere yarar sağladı. 30 ocak 1933'te yaşlıcumhurbaşkanı Paul von Hindenburg, her şeyden önce bir iç savaşa yol açmamak için Hitler'i başbakanlığa atadı.

Naziler kurdukları azınlık hükumetiyle tüm devlet organlarını ele geçirdiler. Parlamento (Reichstag) dağıtıldı ve parlamento binası ateşe verildi (27 şubat). Ardından Komünist Parti bu yangından sorumlu tutularak yasa dışı ilan edildi. Temel özgürlükler askıya alındı ve tutuklamalar arttı. Mart se­çimlerinde naziler oyların yüzde 44'ünü aldılar; Katolik ve mu­hafazakârların desteği Hitler'e yetmişti. Sonrasında muhafa­zakârlar hükümetten yavaş yavaş ayrıldılar; ardından Hitler, sendikaları ve zamanla tüm partileri kapattı ve toplama kamplarını açtı.


Reichstag yangını
Alman mitolojisinde Walhalla, ateşe verilerek es­ki tanrılar öldürülür.
Nasyonal sosyalist mitolojisinde, Reichstag (Parla mento) ateşe verilerek eskipartililer öldürülecektir.

30 ocak 1933'te başbakan olan Hitler huzursuz­dur; genel seçimlere bir kaç ay vardır. Rejim için bü­yük tehlike olan Thaelmenn'ın komünist partisi, her ne pahasına olursa olsun, ezilmelidir. Hitler, «işçi sınıfı­nın gücünü kırmak, onu başsız bırakmak ve partisini yıkmak gerek» demektedir.

(...) 

Hitler'in başbakan olduğunun ertesi günü, 31 ocak 1933'te Göbbels güncesine şunları yazdı: «Führer ile olan konuşmamızda sosyalistlere karşı açılacak müca­delenin ana hatlarını çizdik. Şimdilik doğrudan doğru­ya karşı - tedbirler almaktan kaçınacağız. Devrim giri­şimi bundan önce alevlenmelidir. Uygun bir anda dar­bemizi indireceğiz.» Nazilerin gittikçe artan kışkırtma­larına rağmen, seçim kampanyası sırasında ne komü­nistlerin, ne de sosyalistlerin herhangi bir girişimi gö­rülmedi. Hitler sosyal demokratların toplantılarını ya yasak ediyor, yada S.A kabadayıları aracılığıyla dağıtıyordu. Bellibaşlı sosyalist gazeteler de kapatılmış Katolik Merkez Partisi bile nazi teröründen kendini kurtaramadı. Katolik sendikaların lideri Stegervva bir toplantıda söze başlayacağı sırada «kahverengi gömlekliler» tarafından dövüldü; Brüning de başka toplantıda, bir çok yandaşı S.A kıtaları tarafından dövüldüğü için polise başvurmak zorunda kaldı.

Bütün bu teröre rağmen, Hitler, Göbbels ve Göring'in bekledikleri «devrim» bir türlü «alevlenemedi Mademki bu işi kışkırtmayla yaptıramıyorlardı, böy bir şey uyduramazlar mıydı acaba?

27 şubat günü, akşamın saat 9'unda Reichstag alev alev yanmaktaydı, Van der Lubbe adında bir Hollandalı, suç üstü yakalanmıştı. Lubbe« komünist» diye damgalandı; cebinden komünist partisinin kartı (!) çıkmıştı! Kundakçılık suçu solculara yüklenince, yangın bir «komünist ayaklanmasının ilk işareti» olarak gösterildi. Böyle bir ayaklanmayı da ancak faşist diktatörlüğün önleyebileceği (!) besbelliydi!..

Birkaç dakika içinde olayı duyan nazi liderleri yangın yerindeydi. Alman Reich'ının başbakanı şöyle ba ğırmaktaydı: «bu tanrısal bir belirtidir! Şimdi artık sosyalist vahşileri demir yumrukla yok etmemize kimse enge olmayacak!» Sonra bir ingiliz gazetecisine dönerek ek liyordu: siz, Almanya tarihinde yüce ve yeni bir döne min tanığısınız. Bu yangın onun başlangıcıdır.»

Sıra parti içi muhalefetten kurtulmaya gelmişti. Partinin ilk milis örgütü olan Ernst Röhm'ün SA'ları (Sturmabteilung, hücum kıtası) « kahverengiler dışarı, kızıllar içeri » sloganıyla, halktan yana bir « ikinci devrimi » istiyorlardı.
Hitler sırtını, bunlara karşı bir güç olarak 1925'ten beri örgütlediği SS'lere (SchutzStaffel, savunma art birliği) ve ordudaki soylu subaylara dayadı. 30 ha­ziran 1934 günü (« uzun bıçaklar gecesi ») 1200 kişi tutuklandı, resmî açıklamaya göre 77 kişi idam edildi. Asıl kurban sayısının 300'ü bulduğu tahmin edilir. Bunlar arasında popülist nazizm kuramcısı Gregor Strasser, Zentrum ve finans çevrelerinden bazı kişiler (nazilerle doğrudan bağı olmayanlar) ve bizzat Röhm de vardı.


SA’ların tasfiyesi
Nazi Partisi’nin içinde karşı-devrimin komünizme olduğu kadar, kapitalizme de karşı olduğuna inanan kişiler de vardı. Bunlar 1933'te ikti­darın ele geçmesinden sonra, «ikinci-devrim» sloganını or­taya attılar. Bu unsurların başında Röhm yönetimindeki S.A (hücum taburları) örgütü içinde, iki milyona yakın ada­mı olan Röhm vardı. Nasyo­nal sosyalist sloganlara ken­dini kaptıran milyonlarca kü­çük burjuva ve işsiz «Antikapitalist» vaadlerin yerine ge­tirilmesini istemekteydiler. Hücum taburlarından gelme, gözü aç gençler, nasyonal-sos-yalist «işyeri hücreleri »ne üye işçiler, patronların masasına yumruk indirip ücret arttırı-mı, işyerini denetleme hakkı ve hatta işyerinin millileştiril-mesini istiyorlardı. Her biri, kendi peşine takılmış kalaba­lıkların sayısını arttırmak zo­runda olan ayak takımı ön­derleri de, partinin, hücum taburlarının, «işyeri hücrele­rinin kapılarını ağzına ka- dar açıyorlardı. Böylece, ister hatasını kavramış ve doğru yola gelmiş, ister görevi gere­ği «sızmış» militan olsun, bir­çok eski marksist «kahveren­gi ordu» saflarını genişlet­mekteydi.

Bu kaynaşma günlerinde Hitler, sürekli olarak, «ikinci-devrim» aleyhtarı konuşma­lar yaptı. Ordudan, sanayici­lerden Röhm'ün ayak takımı­nın ezilmesi için sürekli bas­kılar gelmekteydi.

Reichswehr (Alman Ordu­su) şefleri, nasyonal sosya­lizme karşı değildiler. Hatta tam tersine, ona yandaştılar; Almanya'nın askerî gücünü yeniden sağlama amacı peşin­de koşan Hitler'den çok hoş­nuttular. Hattâ ilke olarak, ordu ile rejimin birbirine kaynaşmasını bile benimse­mişlerdi. Ama tek bir koşul­la: bu kaynaşma ayak takı­mındaki aşırılara yaramama-lı, Hitler bir an önce bu aşı­rıları dizginlemeliydi.   İlkba- har başlarında Baltık'ta yapı­lan kısa bir donanma gezisin­de Hitler, bu isteklere boyun eğdi: Röhm, subay dernekle­rinden çıkarıldı. 1934 hazira­nı başlarında da, birkaç haf­talığına, kendisine «mecburi izin» verildi. S.A'lar (hücum takımları) da, 1 temmuzdan başlamak üzere, bir aylığına «izine gönderilmiş»lerdi. Bu süre boyunca, S.A'ların üni­forma giyme hakkı olmaya­caktı.

Bu tedbirlerin sonucu, kay­naşmanın durulması değil, daha da artması oldu. Büyük kapitalistler gittikçe daha büyük bir korkuya kapıldılar. 28 haziranda Hitler, görüş­mek üzere Krupp'u ziyarete, Essen'e gitti. 29 haziran ta­rihli Völkischer Beobachter gazetesinde çıkan demecinde, savunma bakanı general von Blomberg, Şansölye'ye son­suz destek için söz verdi ve aynı anda, Reichswerhr'i «alarm durumu»na geçirdi. 30 haziran günü Hitler, en eski çalışma arkadaşlarını öl-dürterek «temizledi». Öldürü­lenler arasında Röhm ve Gre­gor Strasser de vardı. Kur­banlardan birincisi için uy­gun bulunan bahane, «kötü huyları» yani. cinsel sapıklı­ğıydı. Bütün Almanya'da «ikinci-devrim» yandaşı yüz­lerce insan öldürüldü. Reichs­wehr, perde arkasındaydı ama, Münih'te olduğu gibi, her an karışmağa hazır bek­lemekteydi. Kıyımı izleyen gün, general von Blomberg, «alarm durumunu» kaldırdı ve Führer'i «hain ve asileri te­peleyip ezmiş olması»ndan dolayı kutladı. Nazi tarihine «Uzun Bıçaklar Gecesi» dive geçen bu «tasfiye» işlemini gerçekleştiren S.S'ler olmuş­tu.
Nazizmin devrimci kanadının tasfiyesi, muhafazakârlar ile Hitler arasındaki bağları sağlamlaştırdı. Nitekim muhafa­zakârlar, Führer'in ülke yöne­timiyle ilgili totaliter projelerini görmezlikten gelerek, hiçbir biçimde karşı durmadılar. Ağustos 1934'te Hindenburg öldüğünde, ülkede Hitler'e karşı koyacak güç yoktu. Savaş sonrası koşulların yarattığı cahil kışkırtıcı Almanya'nın tek hâkimi olmayı başarmıştı.

Bir ideoloji ve bir parti

İktidarı ele geçirmenin ve kitleleri harekete kazanmanın aracı, Nazi ideolojisinin temsilcisi Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi'dir (Nationalsozialistische Deutche Arbeiterpartei, NSDAP) Bu, herkesin, lideri Führer'e (Führerprinzip) itaat etmek zorunda oldu­ğu, antidemokratik, militarist ve son derece katı hiyerarşik düzene dayalı bir örgüttür. Bir kitle partisi olan NSDAP'ın ocak 1933'te 2,5 milyon üyesi vardır. Parti, Hitler'in ve henüz tam olarak aydın­lanmamış nedenlerle mayıs 1941'de İngiltere'ye gidene kadar onun yardımcısı olan Rudolf Hess'in sultası altındadır.
Hitler'in, 30 ocak 1933'te, Cumhurbaşkanı Hindenburg tarafından şansöl­yeliğe (başbakanlık) atanmasından sonra, NSDAP, kamu yaşamı­nın bütün alanlarıyla ilgilenme ve devlet kuramlarını denetleme işini üstlendi. Çok sayıda kuruluş, NSDAP'a bağlandı veya katıldı: nasyonal sosyalist hekim, yargıç ve öğrenci birlikleri gibi meslek kuruluşları; Nasyonal Sosyalist Halkın Refahı Örgütü; 1 aralık 1936'dan başlayarak, bütün kız ve erkek çocuklarının üye olamak zorunda olduğu ve çok geçmeden üye sayısı 5,5 milyona ulaşan Hitlerci Gençlik gibi kitle örgütleri. Ayrıca, Robert Ley'in başına geçirildiği Alman Emek Cephesi (Deutsche Arbeitfront); 1933'te bütün sendikaların kapatılmasından sonra kurulan ve 24 ekim 1934 tarihli yasayla örgütlenen bu kuruluş, ulusal topluluk içinde işçilerle işverenler arasında dayanışmayı savunmakta ve Neşeli Güç (Kraft durch Freude) adlı yan kuruluşuyla, bütün nüfusu, eğ­lence etkinliklerine varıncaya kadar saflarında örgütlemektedir.

NSDAP'ın örgütlenmesi, bütün Alman topraklarının küçük küçük bölgelere ayrılmasını da sağlamakta; böylece, parti organları devlet organlarının yerini almaktadır. Bölgesel örgütlenme birimi, kabaca Reichstag'ın bir seçim çevresine tekabül eden Gau'dur. Bu birimin başında Gauleiter bulunur. Büyük Almanya (Avusturya, Dantzig, Südetler, vb) ile bütünleştirilmesi öngörülen fethedilen topraklar, 1938'den sonra yeni Gau'ları oluşturacaktır. Her Gau, her birinin başında bir Kreisleiter bulunan çevrelere (Kreise) bölünmüştür. Yerel düzeyde gruplar da vardır. (Orstgruppe). Böylece, her Almanın, her yerde ve her koşulda hazır olan ve kendisi için rejimi temsil eden Nazi partisinin bir görevlisine işi düşmektedir.
Partinin kuruluşlarından biri çok önemli bir rol oynamaktadır. SS (Schuftzstaffel, koruma birliği). 1923'te kurulan SS, başlangıç ta sadece, Adolf Hitler'in kişisel küçük muhafız birliği NSDAP'ın bir kitle örgütü durumuna gelmesi ve SA (Strumabte-ilung, hücum kıtası) önderlerinin, «uzun bıçaklar» gecesinde 30 haziran 1934) ortadan kaldırılmasıyla, SS, ideoloji ve âri ırkın bekçisi, nasyonal sosyalist devrimin başlıca yürütme kurulu durumuna geldi. SS, ta 1931'de, NSDAP'nin içine sızmış olabilecek muhtemel sabotajcılardan veya ajanlardan temizlemek için bir daire kurmakla görevlendirilmişti. Ağustos 1923'te partiye üye olan ve Ernst Röhm'ün yanında Münih darbesine (birahane darbesi) katılan Heinrich Himmler, 1929'da SS'lerin Reichsführer'i yapılmıştı. Himmler, Reich polisini kendi kuruluşuyla bü­tünleştirmeyi başardı. «Sadık Heinrich», 1936'da, bütün polis ör­gütünün başına getirildi. Sadece Hitler'e itaat eden Himmler, bir­çok birlikten oluşan bir örgütü yönetmekteydi: üyeleri militan­lardan oluşan ve işlerinde çalışmaya devam eden genel SS (All­gemeine SS); 22 haziran 1941'de SSCB'ye karşı başlatılan saldı­rıdan sonra, Wehrmacht'in yanında gerçek bir ordu durumuna gelecek kadar büyüyerek savaşın sonunda 900 000 kişiye ulaşan ve işgal edilen ülkelerde yabancıları da saflarına katan silahlı SS (Waffen SS); toplama kamplarının denetimini sağlayan kurukafa birlikleri (Totenkopfverbande); Alman halkının ırk âriliğini (saflığını) korumak ve yeni toprakları sömürgeleştirme ve Almanlaştırma çalışmalarını örgütlemekle görevli olan Irk ve Sö­mürgecilik Dairesi; SS tarafından denetlenen işletmelerden ve toplama kamplarının yönetiminden ve işgücünden sorumlu Os­wald Pohl yönetimindeki Merkezî Ekonomi ve Yönetim Dairesi (Wirtschafts und Verwaltungshauptamt, WVHA). Ancak, özel­likle, korkunç Reich Merkezî Güvenlik Dairesi (Reichssicherheitsauptampt, RSHA), 1939'dan başlayarak, gizli devlet polisi Gestapo (Geheime Staat Polizei), Güvenlik Dairesi (Sicherheits­dienst, SD) ve kriminal polis Kripo'yu Reinhard Heydrich'in yönetiminde çatısı altında topladı. 

Savaşla birlikte, SS'in gücü do­ruk noktasına ulaştı. Sadece Reich değil, işgal edilen topraklar ve sürekli gelişen toplama kampları ağı da, örgütün denetimi altına girdi. Yahudi soykırımı, SS tarafından gerçekleştirilecektir.
Axis2000



Nasyonal Sosyalist Toplumda Yaşam
Hitler, 24 mart 1933'ten (o gün, tevkif edilen komünist ve sosyalist milletvekillerinin bulunmadığı parlamentodan olağanüstü yetkiler almıştı) 1945 yılına kadar, nazi dikta­törlüğünün tek lideri oldu. Nazi Almanyası'na Hitler III. Reich adını vermişti. Hitler'e göre Mukaddes Roma - Ger­men imparatorluğu, I. Reich, Bismarck'ın 1871'den 1919 yı­lına kadar süren Almanyası ise II. Reich'di.


Hitler diktatörlüğü, dış po­litika alanındaki saldırgan po­litikasını Ein Volk, Ein Re­ich, Ein Führer (bir ulus, bir devlet, bir önder) sloganına dayandırdı. Bu slogan Almanya'nın sınırları dışında yaşayan bütün almanları bir tek devlette toplama anlamı­na geliyordu. Ama bu da yet­meyecek ve Hitler, Lebens­raum (hayat alanı) sloganıy­la, alınanların bulunduğu bir­çok ülkeyi de ilhak etme yo­luna gidecekti.

Hitler Almanyası'nın ekono­mi politikasına gelince, önce şunu belirtmek gerekir ki bir «faşist» yada «nasyonal sos­yalist» ekonomi sözkonusu değildir. Faşist ekonomi ilk kez, 1914-1918 savaşı sırasın­da Almanya'da Kriegswirtsc­haft (savaş ekonomisi) adı altında uygulanan ve «gü­dümlü» kapitalist ekonomi adı verilen sistemin daha de­ğişik bir biçimidir.


Ekonomideki tekelleşme eğilimini naziler vargüçleriy-le destekledi. 15 temmuz 1933 tarihli bir yasayla, Reich eko­nomi bakanı, «birleşme yada kaynaşmanın işletmenin, üre-timin ve topluluğun tümünün yararları bakımından gerekli görüldüğü durumlarda, paza­rı düzenlemek amacıyla işlet­meleri sendikalar, karteller, konvansiyonlar yada benzeri anlaşmalarla birleştirebilme, yada bunları zaten var olan işletme ortaklıklarına katma» yetkisini aldı.
Bu yasa, hızla uygulanma­ya kondu. Yoğunlaşmanın adamakıllı ileri bir düzeyde olduğu sanayi dallarında, 1933 temmuzu ile kasımı ara­sında, zaten var olan 30 kar­tel yeniden örgütlendirildi, karşı gruplar da bu örgütlen­me içine alındı, her üyeye kendi payına düşen üretim ni­teliğini gerçekleştirme mükel­lefiyeti yüklendi. Yoğunlaş­manın daha düşük bir düzey­de yada kartelleşmenin daha zor olduğu sanayi dallarında da, 38 yeni kartel kuruldu: dokumacılık, kâğıt sanayii, gıda sanayii vb.

Nasyonal   sosyalist   parti, iktidara gelir gelmez, »son yıl­larda girişilen bütün devlet­leştirme denemelerine son verileceğini de» açıkladı. Dev­let işletmeleri yeniden özel işletmeler haline getirildi. 1931'deki banka iflaslarından sonra devlet denetimi altına giren bankalar, yeniden özel­leştirildi. Gemi yapımı ve iş­letme şirketleri de özel girişi­me devredildi, belediye işlet­meleri dağıtıldı.
Nasyonal sosyalist devletin, güçsüz düşmüş sanayi ve banka işletmelerini besleyip desteklemesi gerekmedi. Ken­dinden önce gelen hükümet­ler bu işle zaten ilgilenmişler­di. Nasyonal sosyalist devlet, hisse senetlerini yarısından fazlasına sahip bulunduğu bu işletmeleri millileştirmek için, varolan koşullardan ya­rarlanma yoluna da gitmedi. Tam tersine, olanak bulur bulmaz, bu senetleri eski sa­hiplerine geri verdi. Reich an-eak, başka türlü davranmasına olanak yoksa, özel giri­şimin yerini aldı: örneğin, özel sermayenin yatırım yap­maya yanaşmadığı verimsiz alanlarda işletme kurmak gi­bi... Devlet bu işletmelere, karma ekonomi ortaklıkları biçimini verdi: yatırılan ser­maye için belli miktar temet­tü garanti etti, bütün zararla­rı ise üzerine aldı. Sonuç­ta devletle büyük sermaye iyice içiçe geçti. Devletle özel sanayiin sıkı bir biçimde içi­ce geçmeleri konusunda Go­ring Werke'ler bünyesine ka­tılan dev Rheinmetall Börsig şirketinin denetleme kurulu, iyi bir örnektir. Bu kurulda yer alan büyük sanayi temsil­cisi dört kişiden ikisi I.G Far-ben'den (Börsig ve Kari Bosch), biri Deutsche Bank'-tan, öbürü de Dresden Bank'-tandı. Öteki üyeler arasında ise şunlar vardı: nasyonal sosyalizme yanaşan eski aris­tokrasinin temsilcisi Saxe -Cobourg - Gotha Dükü; iş çevreleriyle olan sıkı ilişkile­riyle tanınan iki devlet tem­silcisi (devlet bakanı Trende­lenburg ile maliye bakanlı­ğından bir temsilci); ordu temsilcisi olarak savaş ba­kanlığındaki savaş ekonomi­si bürosu başkanı olan emek­li albay Thomas. Nihayet, Göring - Werke'lerin iki, ka­musal nitelikli bir kredi ku­ruluşu olan Reichskreditgesellschaft'ın da bir temsilcisi.
Büyük yol yapımı gibi ba­yındırlık yatırımları ile bir yandan işsizler çok az bir üc­ret karşılığı çalıştırılırken, öte yandan ekonomik buna­lım aşılmağa çalışıldı. Ama bunalımın aşılması, ancak ye­ni pazarların ele geçirilmesiy­le mümkün olabilecekti. Nas­yonal sosyalizm, iktidarı ele alır almaz, yeniden silâhlan­ma işine milyarlar ayırdı. Tü­ketim malları sanayii durgun­luk içinde yüzmeye devam ederken, ağır sanayi tam ran-' dımanla çalışıyordu. Bir ör­nek vermek gerekirse; 1931'-den beri üç yüksek fırını sön­müş durumda olan Krupp şirketi, 1935 kışında, bunları yeniden yakmak durumuna geldi; 1935 yılı 1 mayısında da Krupp, personeline yük­sek fırınların, çelikhanelerin, hadde makinalarının, meka­nik imalat atölyelerinin, üre­tim kapasitelerinin son sınırına kadar zorlanarak çalıştı­rıldıklarını açıkladı. (The Banker adlı ingiliz dergisi, 1933 - 1934 ile 1936- 1937 malî yılları arasındaki silâhlan­ma harcamalarını 30 milyar markın üzerinde tahmin et­mektedir). Maliye Bakanı Reinhardt, Almanya'nın «ikti­sadî kalkınmasının», ülkeyi 40 milyarlık bir borç altına soktuğunu açıkça belirtti. Ağır endüstri patronları bü­yük kârlar sağladı. Mark'ın tedavülü arttı, lüks tüketim gelişti. Völkischer Beobach-ter, «yeniden silâhlanma bü­tün ekonomiye, büyük çapta, devletin ihtiyaçlarını karşıla­ma hizmetine koşmuştur» diye yazmaktaydı: «ordu ih­tiyaçları için alımlar, ekono­mi için bir Tanrı lütfudur.»
Bayındırlık ve silâhlanma harcamaları ülkede gizli bir enflâsyonun egemen olması­na yol açtı. Halk tasarrufları­nı devlet senetlerine yatırma­ya zorlandı. Böylece gerçekte, halkın birikimleri, zorla, bü­yük sanayi emrine verilmiş oluyordu.
Gerçekte, Hitler yönetimi alman tröstlerinin bir kuk­lası olmaktan öteye gideme­miştir. «Çok dar bir alana sı­kıştırılmış bulunuyoruz. Öte­ki devletler gibi biz de sö­mürge istiyoruz. Almanya gü­neşteki yerini almalıdır» de­nilir ve «Alman Bayrağı'nm Okyanuslarda dalgalanacağı» ileri sürülürken, gerçekte bü­yük kömür, çelik ve öteki ağır endüstri tröstlerinin yö­nelimleri dile getirilmiştir. Alman faşizmi döneminde, hükümetin ekonomik danış­manlar kurulunda Vögler, Reusch, Thyssen, Krupp, von Bohlen, Bosch, K.F Siemens, Frovvein, Cuno gibi banker ve tröst krallarının bulunma­sı, basit bir rastlantı değil­dir. Devletin daha birçok ma­kamlarına büyük sermayenin temsilcileri yerleşmiştir. Al­manya'nın savaşçı, emperya­list politikası gelişip faşizm, işçi sınıfını ezen, her türlü demokratik hak ve eylemini yasaklayan bir nitelik aldık­ça da, sermayenin naziliğe olan güveni ve desteği art­mıştır. Sermaye, alman faşiz­mine yardımının karşılığını, sadece 1933 - 1936 yılları ara­sında net kârını % 433 oranında artırarak almıştır.

Ekonominin bu çarpık ya­pısı içinde dış ticaret açığı büyümeğe başladı, kapalı ekonomiye yönelindi. Gıda maddeleri kıtlığı kendini iyi­ce duyurdu. Göring şöyle di­yordu: «Yeni silâhlanma bize dev bir çalışmaya mal oldu. Dışardan satın almak zorun­da olduğumuz ham maddele­re gereksinmemiz vardı. So­run, dövizlerimizi maden cev. heri mi, yoksa başka şeyler mi satın almak yolunda kul­lanacağımıza karar vermek noktasında düğümleniyordu. Ya tereyağı satın alacaktık, ve o zaman da özgürlüğümüz­den vaz geçecektik; yada oyumuzu özgürlüğü seçme yolunda kullanıp tereyağın­dan vazgeçecektik.» Kısacası, sıkıntı çeken tüketiciye Göb-bels şu öğütte bulunuyordu: «Kemerlerimizi sıkalım. Bize bundan yarar var!»

Öte yandan kırlık kesimde de, bütün tarım sendikaları kapatıldı, işsizlik sigortası uygulanmadı, feodal işletme yöntemleri uygulanmağa baş­landı; ücretler asgarî düze­yin altına düşürüldü. İşsizler ve gençler zorla büyük top­rak sahipleri emrinde çalıştı­rıldı. Tarım işçilerinin mali­kâneleri bırakması yasaklan­dı. Nasyonal sosyalizm, tarım proletaryasını toprağa daha sıkıca bağlamak için nakdî ücretin yerine, aynî ücreti koydu. Yalnız birkaç bölgede uygulanan eski Heuerlinge sistemi yeniden canlandı­rıldı (Heuerlinge, büyük toprak sahibinin, kendisine bir parça toprak verdiği, karşılığında da efendisine günlerce bedava çalışmak zo­runda olan bir tarım işçisiy-di). Oldenburg köylülerinin önderine göre Heuerlinge sis­teminin yayılması «köylerden kentlere göçenleri durdurma­nın ve tarım emekçisini top­rağa bağlamanın en etkin yo-lu»ydu... Hitler hükümeti ta­rım kesimini kartelleşmiş sa­nayilerle çepeçevre kuşatmış ve böylece pazarları ve kövlü-lerin üretimini, sanayi kartel­lerinin olduğu kadar ticaret tekellerin de boyunduruğu altına sokmuş oluyordu.
İşte nasvonal sosyalist kar-şı-devrimin alman halkına ön­gördüğü yaşam bu olmuştu.

Kaynak: D.ve K.D.A

1933-1939
Kaba kuvvet dönemi
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI (Harbi Umumî) ertesi kimse yeni bir çatışma beklemiyordu. Almanya'nın silahsızlandırılması genel bir si­lahsızlanmaya doğru gidişe benzemek­teydi ve Milletler Cemiyeti'nin kurulu­şu da büyük umutlar uyandırmıştı. Üs­telik cephelerden dönen savaş yorgun­ları, yaşadıkları dehşet yıllarından son­ra barışa sahip çıkmakta kararlıydılar. Ne var ki barış antlaşmaları bazı ülke­ler için pek de tatminkâr olmamıştı. Milliyetler ilkesine her zaman uyulma­mış ve antlaşmaların yeni devletler bünyesinde, önemli oranlarda azınlıkla­ra yer verilmişti. Almanya, (Versailles Diktası, dediği) Versailles Antlaşması ile getirilen şartları protesto ediyor, Maca­ristan ve İtalya barış antlaşmalarının yeniden gözden geçirilmesini istiyordu. Ayrıca, Çekoslovakya, Romanya ve Yu­goslavya, Fransa'nın desteklediği bir « Küçük Antant » oluşturmuş, Macaris­tan'a cephe alıyordu. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun çok sayı­da küçük devlete bölünmesi Merkezî Avrupa'nın dengesini bozmuştu. Ardı alınmaz uyuşmazlıklar, geçimsizlikler içinde olan bu devletler, aralarında iyikötü birleşip de Almanya'nın devletler üstünde egemenlik kurma niyetlerine karşı duracak halde de değildi.

Bu durum, ekonomi alanındaki milli­yetçiliğin, siyasî ve askerî milliyetçiliği -adeta doğrulamak istercesine- destek­lediği 30'lu yıllarda daha belirgin bir hal aldı. 1929 Dünya Ekonomi Bunalımı'ndan derinlemesine etkilenen birbi­rinden kopuk demokrasiler, baş göste­ren ve tırmanışa geçen totaliter rejimle­re karşı koyacak güçten yoksundu. Diplomasi kurallarına uyma ve imzası­na sadık kalma ilkelerine bağlılığın yeri­ni dünya politikasında, demokrasileri oldubittiler karşısında bırakacak kaba kuvvet dönemi alıyordu. Japonya hima­ye bölgesini, adı da değişerek « Mançukuo » olan Mançurya'ya kadar genişlet­ti ve Milletler Cemiyeti'nden çıktı (1933). Aynı yıl Hitler, Şansölyelik ma­kamına geldi ve Cenevre Silahsızlanma Konferansından çekilen Almanya da Milletler Cemiyeti'nden ayrıldı. Millet­ler Cemiyeti'nin yaptırım tehdidine al­dırmayan İtalya, 1935'te Etyopya'yı iş­gal etti. Savaşı « hukuk dışı » eylem sa­yan Briand-Kellogg Antlaşması ruhu çok eskilerde kalmıştı.

Belirsiz bir barış
Daha 1934 temmuzunda Hitler, Avusturya'da nazi azınlığın bir darbe girişimi ça­basını el altından destekliyordu. Şansölye Dollfuss'un bir suikaste kurban gidişinden sonra Avusturya'yı Almanya ile birleştirme girişiminin başarısızlığına sebep, Avusturya devletinin direnişinden çok, sınır boyunca çok sayıda asker yığan İtalya'nın kararlı tutumuydu. Ne var ki, Alman­ya'ya karşı kurulur gibi olan bu karşı cephe, Mussolini'nin Etyopya'ya savaş açması üzerine (ekim 1935-mayıs 1936) dağıldı. Bu savaş Milletler Cemiyeti'nin iki üyesini karşı karşıya getiren bir anlaşmazlığa dönüştü, ama İtalya ile Almanya'nın birbirine yaklaşmasını sağladı. Roma-Berlin « mihver »inin kurulması, Milletler Cemiyeti'nin ifadesi ve teminatı olmak istediği ortak güvenliği tehlikeye düşüren bir gelişmeydi.

Almanya, halkoyuna başvurarak ocak 1935'te Saarland'ı geri almış, dış politikada hareketlenmeye başlamıştı. Versailles Antlaşması'nın şart­larına uymak niyetinde değildi; 7 mart 1936 günü Alman birlikleri, Ren bölgesini işgal etti Berlin'in bu kaba kuvvet kullanımına, önce karşı duracakmış gibi davranan Fransa sonunda pes etti. Ve bu geri adım savaşa giden yolda esaslı bir aşama oluşturdu. Müttefikler Fransa'ya olan güvenlerini kaybettiler. Reich ile zaten saldırmazlık paktı imzalamış olan (1934) Polonya, yüzünü büsbütün Almanya'ya döndü; bu arada Belçika tarafsızlık politikasını daha çok benimsedi. Çekeslovakya-Yugoslavya- Romanya anlaşması (Küçük Antant), değildi. Etyopya olayında güvenilirliğinden çok şey kaybeden olan Milletler Cemiyeti, 1937'de İtalya'nın üyelikten çekilişine de karşı duramadı. Berlin-Roma mihveri Avrupa'yı ortasından ikiye bölmüş, Fransa'yı Polonya ve Çekoslovakya gibi müttefiklerinden ayırmıştı. Almanya ve Japonya'yı, daha sonra İtalya, İspanya ve Macaristan'ı bir araya getiren komünizm karşıtı pakt (Antikomintern Paktı, 1936) demokrasilerle faşist devletler ve dikta yönetimleri arasındaki uçurumu genişletiyordu.

Savaş kaçınılmazdı

İspanya'da iç savaşın sürdüğü yıllarda, italya ve Almanya bu savaşa, milliyetçi Franco kuvvetlerinin yanında fiilen yer alarak katılıyordu. Bu arada « hayat alanı» peşinde olan Hitler de, vaktiyle kaybettiği toprakları Almanya'ya yeniden kazan­dırmakla meşguldü. İtalya onunla birlikte, Amerika Birleşik Dev­letleri izolasyonist siyasetinde bir değişiklik yapmıyor, demokrasiler ise -özellikle ingiltere ve Fransa- bölünmüşlük ve ka­rarsızlıktan kurtulamıyordu. Oysa Avusturya ile Çekoslovakya'nın bağımsızlığı ciddî tehdit altın­daydı.

1938 şubat ayında Hitler, Avusturya şansölyesi Schuschnigg'i, nasyonal sosyalist Seyss-Inquart'ı içişleri bakanı olarak kabinesine almaya zorladı. Bu son ültimatomu da alan Schuschnigg istifa etti ve Seyss-lnquart başbakanlık kol­tuğuna oturdu. Düzeni sağlama gerekçesiyle, yeni içişleri bakanı, Alman kuvvetlerinden yardım istedi: 13 mart günü Avusturya, Almanya ile birleştirilmişti (Anschluss). Avrupa, olayı protesto ederek görevini (?) yaptı. Hitler'in şimdi hedefi Çekoslovakya idi. Bu amaçla ise, üzerinde üç milyon Almanca konuşan insanın ya­şadığı Südeder bölgesinin Al­manya')«»>geri verilmesini iste­mekle başladı (21 eylül 1938). Bu sanayi bölgesi Çekoslovakya için hayatî önemdeydi. Prag kısmî seferberlik ilan etti. Savaşın eli kulağındaydı.
İngiltere, sorunun diplomatik yoldan çözümlenmesini teklif etti: 29 eylül günü Hitler, Mussolini, Daladier (Fransa başbakanı) ve Chamberlain (İngiltere başbakanı) Münih'te bir araya geldiler; Çekoslovakya ve SSCB görüşmelere katılmadı. Barışı kurtardıkları hayalini gören Fransa ile İngiltere, Almanya'nın toprak taleplerini kabul etti. Kendi kamuoylarınca da des­teklenen Chamberlain ve Da­ladier yatıştırma siyasetleriyle bir çatışma tehlikesini önle­diklerine inandılar. 15 mart 1939'da Hitler, Çekoslovakya'yı işgal etti. Chamberlain için de, Fransa için de bu, hayallerinin sonuydu. Hitleri ancak bir savaş durdurabilirdi. •

Polonya, Çekoslovakya devletinin parçalanmasında küçümsenmeyecek bir rol oy­namış ve daha 1938 ekiminde Cicszyn bölgesini işgal etmiş, sıra Polonya'ya gelmişti. Hitler, Doğu Prusya'yı Almanya'dan ayıran koridor sorununu ve serbest şehir durumuna getirilmiş olan Dantzig'in (bugün Gdansk) statüsünü ele almak niyetindeydi. İngiltere erken davranarak (31 martta) Polonya ile bir ittifak anlaşması hazırlamış, Paris ise bu ülke ile arasındaki 1921 anlaşmasını doğrulamıştı.
Nisan ayında Wehrmacht, Polonya'ya saldırmaya hazırdı. Aynı zamanda Hitler, İtalya ile olan bağları sıkılamaya da önem verdi; 22 mayısta, İtalyan ve Alman dışişleri bakanlan Ciano ile Ribbentrop, bir saldırı ant­laşması olan Çelik Pakt'ı imza­ladılar Ama İngiltere ile Fransa bu kez -ülkelerinde sağ kesimden ve bağımsız sosyalistlerden « Dantzig için ölmek »isteme­diğini söyleyenlerin de çıkmış olmasına rağmen- bir saldırıya uğraması durumunda Polonya'ya karşı yükümlülüklerini yerine getirme kiaranndaydı. Fransa ile arasında Almanya toprakları bulunan Polonya'nın savunu­labilmesi için SSCB'nin yardımı da gerekliydi; bu çatışma patlak verince Moskova'nın ne yapacağı belli değildi.

Nisan-ağustos arası İngiliz-Fransız-Sovyet görüşmeleri çetin geçti. Moskova'nın takınabileceği tavır konusunda Londra ile Paris arasında da görüş birliği yoktu. Baltık ülkelerinin çıkarları konusundaki farklılıkların da aşılması yoluyla siyasî bir anlaş­manın geliştirilebileceği umuluyordu. 23 ağustosta Alman-Sovyet saldırmazlık paktının imzalanması, müttefikler cephesinde şaşkınlık yarattı; pakta bağlı gizli bir protokol, Polon­ya'nın bu iki ülke arasında bölüşülmesini öngörmekteydi. Artık savaş önlenemezdi. Wehrmach 1 eylül günü Polonya'ya girerek, İkinci Dünya Savaşı'nı başlatmış oldu. İki gün sonra İngiltere ile Fransa da, Almanya'ya karşı savaş ilan edecektir. Axis2000
Yararlanılan Kaynaklar:
1. Thema Larousse
2. Axis2000
3. Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi
4. Ana Britannica

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder