İtalya'da Faşizm

























































İtalya'da faşizm

Genel özet.
1919'da, Benito Mussolini tarafından İtalyan Savaş Birlikleri («Fasci Italiani di Combattimento») adı altında kurulan ve halk arasında «Kara Gömlekliler» denilen topluluğun simgelediği siyasî bir hareket olan faşizm, 1921'de parti kimliği kazandı, sonra, İtalya'nın ekim 1921'den temmuz 1943'e kadar yaşayacağı bir rejime dönüştü. «Faşizm» sözcüğünün anlamı sonradan genişleyerek totaliter doğrultudaki her türlü milliyetçi diktatörlüğü, hatta, bir grup veya bir kişinin otoritesine ve şiddete dayalı her türlü davranışı ifade etmeye başladı. Axes

İtalya'da faşizm hızla büyük toprak sahipleri ve sanayicilerin çıkarlarına hizmet etmeye yöneldi. Fa­şistler, muhafazakârlarla anlaşarak 1921'de 25 sandalye ile parlamentoya girmeyi başardılar. Ama esas etkinlikle­ri şiddet eylemleriydi. Faşistler 1922'de bir genel grevi kırdılar ve kara gömlekli 30 000 yandaşla « Roma'ya yürüyüş » ten sonra (27-30 ekim), Kral II. Vittorio Emanuele, Benito Mussolini'yi hüküme­ti kurmakla görevlendirdi.
Faşistler, başlangıçta yalnızca koalis­yon hükümetinin bir üyesi iken, devleti ele geçirmeye giriştiler. Partiye katılma­larla seçim yasasını kendi lehlerine de­ğiştirmeyi sağlayarak, seçimlerden son­ra mecliste ezici bir çoğunluğa ulaştılar (1924). 1924'te sosyalist Giacomo Matteotti'nin öldürülmesi olayında olduğu gibi muhalefete karşı şiddete başvurdu­lar. 1925-26 yıllarında çıkarılan « faşistleştirme » yasalarıyla kendileri dışında­ki parti ve sendikaları kapatırken, faşist olmayan milletvekillerinin de parlamen­to üyeliğini kaldırdılar. Böylece tam bir diktatörlük dönemi başladı. Bütün ikti­darı ellerinde toplayan faşistler, soylularkesimine hoş görünmekle birlikte, ken­di kadrolarını daha çok küçük burjuvazi içinden seçtiler. Rejim önce ekonomide liberalizmi savundu, 1929 Laterano Antlaşmaları'yla Kilise ile devleti uzlaştırdı. Büyük bir ekonomik atılıma ve pres­tije dayalı bir dış politika (Fiume limanı­nın [bugün Rijeka] ilhakı) yönelerek hal­kı harekete geçirdi. İtalya'yı 1930'da et­kisi altına alan ekonomik bunalım, bir dönüm noktası oldu. Büyük işletmeleri kurtarmak için müdahale eden devlet, dış dünyada maceralara yöneldi: Al­manya'ya karşı kurulan ittifak içinde yer aldı. Totaliterizm güçlendi, savaşta­ki vurucu birliklerden esinlenerek yeni bir insan tipi yüceltildi. Faşizm öncesi İtalya'daki burjuva yaşayış biçimi yargı­landı, dilde arılaştırmaya gidildi. Nasyonal-Sosyalizm'e özenilerek 1938'de Yahudi karşıtı yasalar çıkarıldı. Bunlar halk arasında fazla bir yankı uyandırmadıysa da İtalya'nın uğradığı askerî başa­rısızlıklardan sonra Almanya'nın 1943'te Duce'yi kısa ömürlü ve kanlı « Salo Cumhuriyeti » nin (Salo'da kuru­lan İtalyan Sosyal Cumhuriyeti) başına geçirmesi, felaketle sonuçlandı. T.L.

Birinci Dünya Savaşı'nın ardından yönetici sınıfların yakalan­dığı bir çeşit hastalık gibi gösterilen, italyan düşünür Abruzzes Benedetto Croce'nin deyişiyle, İtalya'nın özgürlükçü tarihinde bir parantez olarak tanımlanan faşizm, bununla birlikte, ülkenin birliğinin sağlanmasından sonra, yapılanmasının tamamlanama-masını açıklayan karmaşık bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır. 
Aslında, İtalyan ulusal devleti geç kurulmuştur. Piemonte-Sardinya çevresinde bir İtalya Krallığı'nın kurulması (1861) için 1860-1870 arasını beklemek gerekmişti. Papalık ile bir anlaşmazlık kay­nağı olan Roma'nın ilhakı, ancak 1870 sonbaharında gerçekleş­miştir. Tepeden inme uygulamaya konan Ulusal Rönesans (Risorgimento) halk yığınlarına ulaşamamıştır. 1912 yılında genel seçimin kabulüne kadar 1848 Anayasası'na (lo Statuto) göre işleyen siyasî sistem, vergili seçim rejimi uygulandığından geleneksel yüksek ta­bakanın tekelinde ve egemenliğindeydi. İtalya, savaşın eşiğinde, yasaların belirlediği ülkesiyle gerçek ülkesi arasındaki kopukluğun sancısını çekmekteydi. Katoliklerin seçime katılmayı reddetmele­ri, gerçek anlamda siyasî partilerin olmayışı, çoğunluk oluşturabil­mek için sürekli bir uyuşma bağdaşma arayışı, çıkar sağlayarak adam satın alma alışkanlığının yarattığı olumsuzluklar, siyasî ya­pının meşruiyetini yok eden öğeler halindeydi. Bu sıkıntılar, sanayileşmiş Kuzey bölgesi (Cenova, Milano, To­rino) ile tarımla uğraşan Güney (Mezzogiorno) arasındaki eşitsiz­likleri ortaya çıkartan ekonomik bir gelişmeyle daha da ağırlaş­mıştı. 1880-1890 arasındaki hızlı büyüme, ülkenin içinde bulun­duğu dengesizliği artırmış ve gelişmiş Kuzey ile, geleneklere sap­lanıp kalmış bir Güney arasında neredeyse sömürgecilik ilişkile­rine yakın ilişkiler kurulmasına neden olmuştu.


Dengesiz gelişme, halk yığınlarının siyasî yaşama katılmayışı , milliyetçi gruplarca dile getirilen iktidar tutkusu, Birinci Dün ya Savaşı patlak verdiğinde, ülkeyi başıboş bir sürüklenmenin içine atmış gibiydi. Axis



Ulusal kimlik bunalımı
Benito Mussolini'nin becerisi, ülkede tam da ulusal bir kimlik bunalımının ilk çizgilerinin belirmeye başladığı bir anda, bu sıkıntılardan yararlanmayı bilmek olmuştur. Patlak veren savaşa katılıp katılmama konusundaki ulusal tartışma bu yolda bir açılıştır. Eski bir öğretmenken, Reggio Nell'Emilia Kongresi'nden (1912) sonra sosyalist partinin devrimci kesiminin sözcülüğüne gelen Mussolini, partisinin karşı çıkmasına rağmen, savaşa katılınmasından yana bir tavır aldı. Ekim 1914'te partiden ihraç edilip, Avanti gazetesinin yönetmenliğinden alınınca, başlıca eylemi, devrimci ilke olarak siyasi gidişe müdahale edebilmek için bir devrimci eylem birliği kurmaya ka rar verdi ve Il Popolo d'İtalia adlı gazetesi aracılığıyla, mayıs 1915'te İtalya'nın, İtilaf Devletleri yanında savaşa girmesinde etkili oldu.

Bununla birlikte, savaşın açtığı yaralar olmasaydı, faşizm gerçekleşmeyebilirdi. Savaştan sonra, ülke, o zamana kadar burjuvazinin önderliğinde toplumun gelişmesine yön vermiş olan pozitivizmin ve ilerleme düşüncesinin reddinde somutlaşan, görülme miş bir manevî çöküntü içine girdi. Eski tarafsızlık yanlılarına kar şı büyük bir hınç duyan eski savaşçılar, siyasî sistemin açılma için büyük bir istek duymaktaydı. Buna ek olarak, ülke, sanayide 1919'dan beri Güney'in geri kalmışlığının getirdiği yük yüzün den, işleyişi pamuk ipliğine bağlı bir üretim aygıtını parçalayan ağır bir dönüştürme kriziyle karşı karşıya kaldı. Axis


Demokraside bunalım
İtalyan demokrasisi 1919'da bir çıkmazın içindeydi. Halk siyasî hayatın dışında kalırken, Katolikler papayı yoksul bırakan devlete küskündü. Savaş eko­nomisini yeni koşullara uyarlamadaki sıkıntılar, enflasyona ve işsizliğe yol açtı. Güney'deki büyük topraklar (latifundia) ile Kuzey'deki fabrikalar işgal edildi. Bu arada milliyetçi hareketle de yoğunlaşmıştı.

Faşistler, 1919 nisanından başlayarak tedhiş ve yıldırma politikasını uygulamaya koyuldular. Sosyalist «Avanti» gazetesinin (bir zamanlar Mussolli'nin başyazılarını yazdığı gazeteydi «Avanti») binası faşist saldırısına uğrayan yerlerin başında geliyordu. Faşistlerin organı İl Popolo d'İtalia, inanılmaz bir ikiyüzlülükle, bu eylemlerin «işçi sınıfına karşı değil, bolşevizme yönelik olduğunu» yazmaktaydı. Sosyalistlerin bu konuda pasif bir tavır takınmaları, yeni kurulan komünist partisinin işine yarayacaktı. Parti, Gramsci'nin yönetiminde «Ordine Nuovo» (Yeni Düzen) adlı bir yayın organına da sahipti.


Fiume olayı
İtalya, 1915'te Londra'da yapılan görüşmelerde müttefiklerden kendisine vaat edilen Dalmaçya kıyılarını ala­mamıştı. Bu sırada meydana gelen bir olay simgesel değer kazandı. Olay daha önce Macaristan'a bağlı liman kenti Fiume'de gerçekleşti. Liman, İtalya ile Yugoslavya arasında anlaşmazlık konusuydu. Savaşta gösterdiği kahramanlıklardan dolayı ulusal kahraman ilan edilen ünlü şair Gabriele D'Annunzio, bin kadar lejyonerle eylül 1919'dan ocak 1921 'e kadar limanı işgal etti. İtalyan otoritelerinin karşı çık­masına rağmen gerçekleştirilen bu eylem sırasında D'Annunzio, daha sonra faşist gösterilerin temelini oluşturacak kitle tö­renlerinin ilk örneklerini sergiledi. Ayrıca, anarşist Errico Malatesta, denizci sendikaları ve bir olasılıkla komünist Antonio Gramsci ve Lenin'Ie bağlantı kurarak, dev­rimci bir eyleme de girişti.

Bu ortamda faşistler 1920 sonlarında sol partilere ve koo­peratiflere karşı saldırılara gi­riştiler. Faşist hareket, muhafa­zakâr kesimin gözünde düzenin güvencesi durumuna geldi. Bu onların desteği Mussolini'ye iktidar yolunu açacaktı.       
Faşist totolitarizm
Faşizmin geleneksel dikta­törlüklerle ortak özellikleri vardı. Bütün iktidarı elinde tutan hükümet, atamalarda kasaba belediye başkanlarına kadar tek söz sahibiydi: bütün yetkiler merkez yönetiminde, yönetim de Mussolini'nin elindeydi. Toplumu denetlemek için kullandığı başlıca araçlar, faşist olmayanlardan arındırılmış bir devlet aygıtı ile yargısız tutuklama ve sürgüne gönderme yetkisi bulunan bir polis örgütüydü.

Faşist devletin kuruluşu
Faşizm, tek bir parça olmaktan çok, geleneksel güçlerle, bunla­rın tarihini belirleyen faşistler arasındaki dalgalı ilişkilerin sonuç­larının yol açtığı karmaşık bir harekettir ve bu hareket birçok ev­reye ayrılabilir.

İktidara gelişten, Mussolini'nin diktatörlüğe geçişine damgası­nı vuran 3 ocak 1925 tarihli ünlü konuşmasına kadar ortaya çıkan ilk anlaşma, geleneksel yönetici sınıfların yararına, faşist hareke­tin zararınadır. Mussolini'nin iktidara gelmesini onaylayan mu­hafazakârlar, sadece yürütme erkinin güçlenmesiyle yetinebilirlerdi. Bu açıdan bakıldığında, Mussolini, ülkeye düzeni geri geti­ren adam olarak görünüyordu. Liberal bir çerçeve içinde ekono­mik kalkınmanın öne çıktığı bu ilk evrede, muhafazakârlar, ordu­nun ve monarşinin yapıcı desteğiyle, faşist hareketi yola getire­cek bir konum elde ettiler. Mussolini, faşist kitle demokrasisinin simgesi olan vurucu faşist güçleri dağıtarak, ocak 1923'te, onları, Gönüllü Milis Kuvvetleri'ne katma yoluna gitti. Böylece, faşist hareket başına buyrukluğunu büyük ölçüde yitirdi.
Bu ilk anlaşma, faşistlerin gerçekleştirdikleri şiddet olaylarını açıkça kınayan sosyalist milletvekili Matteotti'nin, haziran 1924'te katledilmesinin başlattığı siyasî krize bir çözüm bulmak amacıyla 1925 yılı başlarında yeniden ele alındı.

Giacomo Matteotti 'nin öl­dürülmesi
Sosyalist milletvekili Giacomo Matteotti'nin öl­dürülmesi, başlangıçta faşizmi önemli ölçüde tehdit eder göründüğü halde, aslında rejimin faşizme mutlak bir biçimde dönüşmesine yol açan bir olaydı. İtalya'-daki 6 nisan 1924 seçimleri faşistler tarafından yü­rütülen tedhiş ve baskı eylemleri arasında yapılmış, parlamento açıldığında muhalif partiler Mussolini'yi, «anayasaya aykırı» davranmakla ve seçimleri baskı al­tında yürütmekle suçlamışlardı. 29 mayısta sosyalist milletvekili Matteotti çok sert bir konuşma yapmış, se­çimlerde yapılan yolsuzlukları bir bir açıklamıştı. Mat­teotti, Meclisin «yasa dışı» olduğunu ilân ediyor ve seçimlerin yenilenmesini istiyordu. Matteotti, bir sos­yalist toplantısında da şöyle diyecekti: «İtalyan dene­yinin dışında, faşizmin, uluslararası bir yanı vardır. Sa­vaşın zararlarını kendi ödemek zorunda kaldığını gö­rünce, burjuvazi baş kaldırmış, korunma yolunu faşist diktatörlüklerde bulmuştur, özgürlüklerinizi bütün gü­cünüzle savununuz!»
Mussolini hükümetinin güven oyu almasından üç gün sonra, 10 haziran 1924'te evinden çıkan Matteotti, faşistler tarafından kaçırıldı. Zorla bir otomobile bin­dirilmek istenen Matteotti, bu kaçırmaya karşı çıkınca öldürüldü.

Matteotti'nin öldürülmesi, faşizmin karşılaştığı en büyük bunalımı doğurmuş, faşist iktidarın düşmesi beklenmeye başlamıştı. Faşist partisi içinde bile bö­lünmeler oluyordu. Uzun süre Matteotti'nin cesedinin bulunamayışı bu bunalımı daha da arttırdı. Sonunda kaatiller yakalandı ve bunlarla ilişkide olan faşist par­tisinin ileri gelenlerinden Marinelli ve Cesare Rossi tutuklandı. Faşizm yanlısı gazeteler bile faşizme saldı­rıyordu. Bunun üzerine Roma dışındaki faşist milisler eyleme geçirildi ve Bologna'da büyük bir toplantı ya­pılarak faşist ruh canlandırılmağa çalışıldı. Dışardan Roma'ya faşist birlikler getirildi. Bu sırada Matteotti'­nin cesedi Ouartarella'da bulunmuştu. (Bu nedenle bu bunalım dönemine Ouartarellista adı verilir.) Matteot­ti cinayeti, parlamentoda da söz konusu edildi ve fa­şizmin tarihinde karşılaştığı en büyük muhalefet eyle­mine yol açtı. 13 haziran tarihli meclis toplantısına, olayı protesto için katılmayan muhalefet, 24- 25 hazi­ran günü tartışmaya katıldı. Albertini, Abbiate, Carlo Sforza sert bir biçimde cinayeti eleştirdiler; cinayet­ten, hükümeti ve Mussolini'yi sorumlu tuttular. Musso­lini ise, cinayeti faşizm düşmanlarının hazırladığını ve kendisinin olayla bir ilgisinin bulunmadığını (!) ileri sürüyordu.

Matteotti'nin kaatillerinin duruşması, komik bir bi­çimde sonuçlandı: Mussolini temize çıkartıldı. Karara göre, öldürme olayında bir kasıt yoktu!.. Matteotti, karşılıklı dövüş sırasında öldürülmüştü!..
Faşist Partinin mu­hafazakâr ve milliyetçi yoldaşları, işi sağlama bağlamak için Mussolini'ye olan güvenlerini tazelediler. Mussolini, 3 ocak 1925'te, es­ki rejimin sonunu ve faşist devletin kuruluşunu ilan etti. Faşist Par­ti dışında bütün partilerin kapatılması, 1926'da çıkartılan faşist ya­salar, yeni bir sendikal düzenin yürürlüğe konması diktatörlüğe ge­çişi iyice pekiştirdi. 1929'da imzalanan Laterano Antlaşmaları Pa­palık ile 1870'ten beri süren çekişmeye son verdi. Bu arada, faşist hareketin başlangıç döneminin temsilcisi Roberto Farinacci'nin parti genel sekreterliğinden alınmasıyla (30 mart 1926), Faşist Par­ti, parti olarak siyasî müdahale gücünü tamamen yitirdi.

1929-1936 arasını kapsayan üçüncü evre halkın rejimi kabul­lendiği yıllardır. Yasal yetkilerini genişleten Mussolini, eski yöne­tici sınıfların aleyhine olarak (liretin değerinin yeniden belirlen­mesi, 1926-1927) özerkliğini iyice ortaya koydu. Bu yeni durum kitleleri, dogmalarla ve ateşli söylevlerle harekete geçirerek, mil­liyetçiliğe dayanan yeni bir laik devlet kurmayı hedefleyen Duçe'nin (Mussolini'nin aldığı unvan: «Şef») karizması sayesinde gerçekleşti. Bu siyasî simgeler bütünü içinde Duçe odak noktası­dır; Duçe dogması, 1920'li yılların sonunda, kurulmakta olan ye­ni bir İtalya efsanesiyle sıkı paralellik içinde gelişti. Bu alanda, Agro Pontino bataklıklarının tarıma elverişli hale getirilmesi veya 1929 yılının büyük bunalımına karşı kampanyalarla, 1933'te Sı­naî Kalkınma Enstitüsü'nün kuruluşu geniş kitleleri harekete ge­çirip, onlarla bütünleşme isteğini açığa vurdu.
Ama, faşizmin özü, sadece halkın desteğini kazanma arayışın­dan ibaret değildi. Rejimin asıl hedefi, insanı değiştirmek ve sonuç­ta faşist kuşaklar yetiştirmekti. Vatikan ile 1931 'de patlak veren Ka­tolik Eylem bunalımı, okullar, düşünce yaşamı ve sendikalar üze­rindeki denetim baskısı, Faşist Parti'nin totaliter bir mekanizmaya dönüştürülmesi, bu geniş kapsamlı hedeflere birer cevaptı.
Yoğun bir kalkınma seferberliği sonucunda, faşist rejim, özel­likle köylü ve işçiler arasında büyük ölçüde benimsendi. Etyopya Savaşı (1935) da, rejimin ulus çapında saygınlığını güçlendirerek, bu kitlesel kucaklamayı genişletti.
Bununla birlikte, faşist rejim, 1936 yazından başlayarak, gele­neksel yönetici sınıftan gelen üyelerle uzlaşmaz faşistler arasında gerçekleştirilen anlaşmanın sorgulanmaya başlamasıyla bir tıkan­ma sürecine girdi. Bu bozuşmanın nedenleri arasında, Nazi Almanyası ile yakın ilişkiler, İtalya'nın İspanyol İç Savaşı'na Franco'nun yanında katılması, kendi kendine yeterlik siyasetinin uy­gulanmasıyla birlikte gelen ekonomik ve sosyal sıkıntılar önemli yer tutmaktaydı.Mussolini, olası bir istikrarsızlığı önlemek amacıyla, 1930'lu yılların sonundan başlayarak, rejimin totaliter temelini güçlendir­meye karar verdi. Anayasa kurumu, eski Temsilciler Meclisi'nin yerini alan ve güvenilir ve hiç bir çıkar gözetmeyen öğelerden oluşan Faşistler ve Korporasyonlar Meclisi'nin kurulmasıyla (1939) yeniden biçimlendirildi. Bu arada, faşist mekanizma, «ye­ni insan»ı harekete geçirmek ve «kokuşmuş» burjuva değerlerini yıkmak için gerçek bir ideolojik savaş başlattı. Bütün bunlar, fe­nin (siz biçimindeki hitap) kaldırılması, vo/'nin (sen biçimindeki hitap) kabulü, Roma usulü kaz adımı yürüyüş, Yahudi karşıtı bir, rejimin sertleşmesine damgasını vuran maddeleriyle, ünlü 1938 «kültür devriminin» konusuydu.



Hedef, muhalefeti sindirmek İtalyanlar'ın ne düşünmeleri gerektiğini onlara dayatmaktı. Mussolini, « daima haklıdır » gibi sloganlarla ifade edilen bir kült haline getirilmişti. Her alanda eleştirel düşünce yok edilmişti: italyanlar « inanmak, itaat etmek, (ve) savaşmak » zorundaydılar. Bu programın uygulanabilmesi için halkın, bir örgütler ağı ara­cılığıyla sıkı bir çerçeve içine alınması gerekiyordu. Bu örgütler ağının başında « devlet hizme­tindeki sivil milis » olan Ulusal Faşist Parti (Partito Nazionale Fascista, PNF) bulunuyordu. Partinin 1939'da 2,5 milyon üyesi vardı. Her kademeden memurlar, öğretmenler ve yüksek düzeyde devlet görevlileri, subaylar, fiilen parti üyesi olmak zorundaydı. Resmî sendikalar da işyerlerinde işçileri örgütlemişti: 1939'da 4,6 milyon üyesi olan Dopolavoro'lar (Opera Nazionale Dopolavoro) (« işten sonra ») işçileri boş za­manlarında yalnız bırakmıyarak tatil gezileri, spor ve kültür fa­aliyetleri düzenliyordu.



-Gençliğin örgütlenmesi

Asıl çabalar, faşist ruha göre biçimlendirilecek olan gençlik üzerinde yoğunlaştırılmıştı: bu ruh, devlet kültü ve militarizme dayanıyordu. Çocuklar dört yaşında yavrukurt oluyor, sekiz yaşında Balialla (Antik Roma'da bir çocuk kah­ramanın adı) veya Piccole Italiane (Küçük italyanlar) örgütüne geçiyordu. Bu çocuklar üniforma ve oyuncak silahlarla resmî geçitlere katılıyordu. 14 yaşında Avanguardisti veya Giovani Italiane, 18'inde ise faşist gençlik örgütüne alınıyorlardı. Öğren­cileri içine alan başka örgütlerde vardı. Bu şekilde örgütlenmiş gençlerin sayısı, 1939'da sekiz milyonu buluyordu. Zorunlu üyelik bir anlam taşımıyor, Ulusal Faşist Parti'nin kısaltılmış biçimi PNE baş harflerinden dolayı şaka yollu ailevî zorunluluk nedeniyle eğlence konusu oluyordu.




Krallık, ordu ve köklü ku­rumlar, faşizm öncesinin alış­kanlıklarını ve ilkelerini koru­maktaydı. Rejimin resmî des­tekçisi konumundaki Kilise'nin yayımladığı mesaj, iktidarınkinden çok farklıydı. Lisedeki faşist eğitim, klasik öğretim sistemine yapay biçimde ek­lenmişti. Faşizmle yetişen genç aydınlar ise, ilan edilen resmî düşünce ile gerçek arasındaki farkları gördükçe resmî söyleme sırt çeviriyordu. Bunlar, 1945 sonrasında kurulan İtalyan de­mokrasisinin kadrolarını oluş­turdular. Bu totaliter proje, kullanılan araçlara ve uygulanan baskılara rağmen başarısızlıkla sonuçlanacaktı.
Dış politika

Faşizm, sömürge fetihlerine çok geç katılan ve Birinci Dünya Savaşı'nda umduğunu bulamayan bir ülkenin hayal kırıklıklarından yararlanmıştı. « Proleter ulus » efsanesi, Roma Imparatorluğu'nun anıları ve rejimin gösteriş merakı duygulan coşturmayı hedefleyen abartılı söylemlerden güç alıyordu, işin aslı, Mussolini'nin « sekiz milyon süngü » seferi gerçekleşecek bile olsa, bunu yürütmeye araç-gerecin yetmeyeceğiydi.

Yıllar boyunca bir sertlik politikası izlendi. 1923'te Korfu'da Yunanistan'a yöneltilen saldırı İngiltere'nin müdahalesiyle durduruldu. 1933'ten sonra İtalya, Almanya'ya karşı Batı demok-rasilerini destekledi. Temmuz 1934'te Avusturya'nın Alman­ya'ya ilhakı girişimini (Anschluss) boşa çıkardı ve nisan 1935'te de Stresa Konferansı'nda Hitler'i yalnız bırakmak için Fransa ve İngiltere ile ittifak kurdu.

Daha sonra her şey tersine döndü. Mussolini halkı seferber etmek ve liberal İtalya'nın başaramadıklarını faşizmin başa­rabileceğini göstermek istiyordu. Dönem, sömürge maceralarına atılmaya uygun olmadığı halde, İtalyanlar’ın 1896'da Adva ye­nilgisiyle geri çekilmek zorunda kalacağı Etyopya’nın fethine girişti. Oysa Etiyopya, Milletler Cemiyeti üyesi bağımsız bir ülkeydi. Bu ope­rasyon İngiltere'nin sert tepkisiyle karşılaştı, İtalya böylece demokrasi cephesinden ayrılmış oluyordu. Mayıs 1936'da Etyopya resmen işgal edilmişti.
Tem­muzda Mussolini isyancı İspanyol generallerine teknik yardımda bulundu, daha sonra asker gönderdi, İtalya 1937'de, Al­manya ile Japonya arasında 1936'da imzalanmış olan ve Komünist Enternasyonal'i hedef alan Antikomintem Paktı'na girdi; aynı yıl Milletler Cemiyeti'nden ayrıldı. 1938'de Hitler'in Avusturya'yı ilhakına tepki gös­termedi. Münih görüşmelerinde Çekoslovakya'nın parçalan­masına destek verdi. 1939'da Arnavutluk'u işgal etti. 1940'ta yakın çevresinin karşı çıkmasına rağmen Fransa'nın yenilgisinden yararlanma isteğiyle İkinci Dünya Savaşı'na girdi. Ama İtalya için savaş peş peşe yenilgilerle so­nuçlandı. Bu başansızlıklar, haziran 1943'te rejimin çök­mesine yol açarken yarımadanın kuzeyinde Garda Gölü üzerinde Almanlar, Mussolini'ye yapay bir devlet kurdurdular. « Salo Cumhuriyeti » adı verilen bu yapay devlet varlığını nisan 1945'e kadar sürdürdü. 
Yararlanılan Kaynaklar:

1. Thema Larousse
2. Axis2000
3. Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi
4. Ana Britannica









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder