Minos-Miken

















































Girit uzun zaman gelişmemiş, az nüfuslu bir ada olarak açık denizde bir kenarda kalmıştır. Girit'te yerli vahşi hayvan yoktur; ne tilki, ne kurt, ne kartal, ne baykuş. Akrep, engerek yılanı ve zehirli bir örümcek dışında (ki bu örümcek türüne kıta üzerinde rastlanmaz) zararlı hayvan da yoktur. Kyklades'ten ve Ege'den gelen uygarlık akımlarının da bu adaya çok zayıf yansımaları olmuştur. Hellespont (Çanakkale) yakınında Troya kentinin parladığı yıllarda bile Girit karanlığa gömülmüş bir adadır. Biraz aydınlanması İÖ 2500 yılında başlar. Tanrı Zeus'un Europa'yı Fenike kıyılarından kaçırıp Girit'e götürdüğü efsanede hakikat payı olduğunu düşünebiliriz. İki ayrı dönemde adada saray-kentler kurulmuştur. Birincisi 2000-1700 arası, ikincisi 1700-1400 arası. Bu tarihlerden de anlaşıldığı gibi ada, Ortadoğu'daki deniz ulaşımıyla birlikte gelişmiştir.

Adada kurulmuş birçok saray-kent içinde en güzeli Knossos'tur ama bu tek örnek değildir. Bunlar, acaba E. van Effenter'in ileri sürdüğü gibi Yunan modeli bağımsız kentler, site-devletler midir? Bu sarayların sahibi, Knossos'un efsane kralı, yani hem tanrı hem prens olan Minos'tur. Bu kentler belki de aynı zamanda bir ekonomi biçimi, üretimin birleştirilip yeniden paylaştırıldığı yerlerdi; yakın kentlerin zanaatçı ve tüccarlarının siparişlerini aldıkları ve dış alışverişlere daha bilinçli olarak katılmanın tasarlandığı merkezler. Çünkü 1700-1450 yılları arasında en parlak çağını yaşayan bu gelişme, Yakındoğu'nun genel ekonomik kalkınmasıyla aynı tarihe rastlar. Büyük imparatorlukların aydınlığı Girit uygarlığının aynasında yansır ve bu ışıklar buradan uzaklara yayılır. Denizi hiç boş bırakmayan Girit gemileri saray-kentlerin en güzeli Knossos'un ününü dört bir yana duyururlar.
Daha önce de söylediğimiz gibi Knossos'ta ve Doğu Girit'te (adanın uygarlık ışığı gören tek yanı) 1450'ye doğru her şey yıkılır. Acaba bugün Santorini dediğimiz Thera yanardağının patlaması sonucu mudur bu yıkılış? Genellikle akla en yakın varsayım olarak kabul edilir bu. Yoksa Mikenlerin şiddetli bir baskını mı söz konusudur? Klasik varsayım budur. Ya da sosyal patlamalar mı? Nedeni ne olursa olsun Girit uygarlığı İÖ 15. yüzyılın ortasında çökmüştür.

Biz bu uygarlığı yarım yamalak tanıyoruz. Dini hakkında bilgimiz kıt. Ağaç, direk, çift ağızlı balta, boğa boynuzları, tören kurallarına göre düğümlenmiş eşarp, yılan, kumru, boğa gibi bazı kutsal hayvanlar türünden simgeler... hepsi bu. Bir de tarihöncesinin karanlıklarından ve ilkel anlayışlardan gelen Ana-Tanrıça'nın egemen olduğu anlaşılıyor. Ama elindeki yılanı bir süs eşyası gibi sallayan bu zarif ve genç tanrıça bütün Ege çevresinde yüzlerce örneği bulunmuş etine dolgun bolluk heykellerinden öyle uzak ki! İnce balerin vücutlu genç kadınların eteklerinin uçuştuğu kutsal rahibe danslarıyla, Mezopotamya'nın donuk ihtişamı içinde Tanrıça İştar'dan kutsal emanetleri alan kralın temsil edildiği Mari freskleri arasında ne ilgi var?

(…)
Giritlilerin dinlerini incelediğimizde onun aynı dönemde komşu bölgelerde mevcut bazı kültlerle benzerlik gösterdiğini görmekteyiz. İlk olarak onların kültünde de büyük bir Doğa Tanrıçası vardır. Bunun yanında da diğer tanrılar vardır. Bu tanrıça, Anadolu'nun ünlü doğa tanrıçası Kybele ile bazı benzerlikler göstermektedir. Sözkonusu tanrılardan birinin ise her yıl ilkbaharda doğumu şenliklere, ölümü kışın bazı yasiara yol açan Anadolu'nun genç tanrısı Attis'le benzerliği vardır. İkinci olarak yine Anadolu'da olduğu gibi bu Kybele ile Attis'in birleşmesi sonucunda doğaya bereket geldiği inancı mevcuttur. Giritliler ayrıca bu tanrı ve tanrıça yanında boğaya da tapmaktadırlar.

Törenlerine gelince, Giritlilerde törenler esnasında müzik eşliğinde danslar yapıldığı ve bu danslarda insanların vecde (extase) eriştikleri düşünülmektedir. Tanrılara çeşitli kurbanlar, içki, eşya sunma adetleri vardır. Çifte ağızlı balta da önemli bir semboldür.

Giritlilerin öteki dünya hakkındaki düşüncelerini bilmiyoruz. Ancak ölümden sonraki hayata inanıyor gibidirler. Çünkü ev şeklinde mezarlar yapmakta ve bu mezarlara ölünün hayattayken sevdiği ve kullandığı bazı eşyalar koymaktadırlar. Demek ki onların insanın öldükten sonra bir hayat süreceğine ilişkin bir inançları mevcuttur. Başka deyişle bunlarda "ölüler kültü" olduğu anlaşılmaktadır.

Ahmet Arslan- İlkçağ Felsefe Tarihi I




Girit'te insanı büyüleyen, doğru ya da yanlış, "başka" olduğunu düşündüğümüz bir uygarlık fikri vardır: Öyle bir uygarlık ki her şey güzelliğe ve yaşama sevincine yönelik; bütün bunların içinde savaşın yeri yok. (Zaten Girit kentleri surlarla çevrili değildir.) Knossos fresklerinde rahip-kral zambaklar arasında yürür, sarı, mavi, beyaz açık renkler giyinmiş kadınlar, göğüsleri dışarıda, mavi zeytin ağaçları altında oturan kalabalık seyirciler önünde dans ederler. İnce vücutlu cambazlar bir boğanın boynuzları arasında oynarlar. Yalın ve güçlü bir doğalcılığın her şeye egemen olduğu sahnelerdir bunlar: Bir ot parçası, bir demet safran çiçeği ya da susam, bir vazo cilası ya da bir duvar sıvasının kızıl rengi üzerinde beyaz zambaklar, soyut diyebileceğimiz kesintisiz bir motif içinde birbirine sarılmış kamışlar, çiçek açmış küçük bir zeytin dalı, bir ahtapotun kıvrılmış kolları, yunus balıkları, bir denizyıldızı, kanatlı bir mavi balık, hepsi başlı başına birer tema ve hepsi şaşırtıcı bir yaratma özgürlüğü içinde ele alınmış. Gerçek dışı neşe dolu bir âlemde mavi bir maymun safran çiçekleri topluyor, üzerlerinde yabangülleri açmış kırmızı, sarı, mavi beyaz alacalı kayalara konmuş firuze renkli bir kuş; bir yabankedisi, sarmaşık dalları arasından arkası dönük zavallı bir kuşu gözetliyor ve yeşil bir at güleryüzlü iki tanrıçanın bindiği arabayı çekiyor.



Girit uygarlığından sonra gelen ve Miken uygarlığı dediğimiz uygarlık (adını Argolis'teki Miken sitesinden alır) uzun zamandır onun etkisindedir. Giderek tehlikeli olmaya başlayan çırak, ustasını ortadan kaldırmış olabilir mi? Neden olmasın? Belki de sadece boş bulduğu meydanı işgal etmiştir. Gerçek olan şu ki Miken, Tirins, Pilos, Argos, Teb, Atina gibi Miken kentleri Girit'in birdenbire ortadan silinmesinden sonra da gelişmelerini sürdürmüşler, Girit üslubu büyük saraylar kurulmuş, Miken ticaret adamları Giritliler gibi denizlere açılıp Ege'de güçlerini kabul ettirmişlerdir. Kıbrıs'a, Mısır'a, Anadolu'ya, Suriye ve Lübnan'a esaslı bir şekilde yerleşmişlerdir. Yakındoğu'nun her köşesinden Miken vazoları çıkar, daha eskiden Girit vazolarının çıkması gibi. Ama hava değişmiştir: Miken kentlerinin gözleri başkalarının topraklarındadır, kavgacı olmuşlardır, hatta zaman zaman birbirlerine rakip bile olmaktadırlar. Kale duvarları içine kapanmışlardır. Sonunda onları bekleyen trajik bir yazgıdır: Knossos'u ortadan kaldıran felaketten daha karanlık bir facia Miken'in de sonunu getirecektir.

Fernand Braudel-Akdeniz, Mekan ve Tarih- Metis Yayınları

Mykenai

Kuyu mezarlar

Mykenai'da gün yüzüne çıkarılan ve “kuyu" mezar olarak bilinen mezarlar iki grupta toplanmıştır: Heinrich Schliemann ve Valerios Stais (1857- 1923) tarafından 1870'li yıllarda kazılan ve görece daha yeni olan (MÔ 1 600-1500) A Halkası ile daha eski olup (MÔ 1650- 1550) George Mylonas (1898- 1988) tarafından l950'lerde kazılmış olan B Halkası. Bu halkalar içerisinde yer alan mezarlarda Ege bölgesinde keşfedilmiş en büyük hazinelerden biri bulunmuştur; Myken uygarlığının kökeninin bu kadar uzun süre tartışma konusu olması kısmen bu keşiflere bağlıdır. Mykenai'daki kuyu mezarlar, toprağa kazılmış dörtgen kuyulardan oluşur. En dipte, ahşap bir örtü veya taş bir levhayla kaplı bir tür bölmede bir veya birkaç ceset yer alırdı. Mezar ve çukur toprakla doldurulurdu ve o bölge bir mezar taşıyla işaretlenirdi.

Mezar buluntuları

Cesetler altın varakla süslenmiş kefenlere sarılırdı, bazen de yüzlerine altın maskeler takılırdı. Hepsi erkek altı yetişkin ile cinsiyeti belirsiz bir çocukta altın maskeler olduğu tespit edilmiştir. Genelde ölünün yanına birçoğu değerli veya egzotik malzemelerden, olağanüstü işçilik eseri nesneler konurdu: bazıları oyma figüratif sahnelerle ve savat tekniğiyle süslenmiş bronzdan kılıçlar ve hançerler; altın, gümüş veya taştan vazolar; mücevherler; bazıları Girit'ten ve Kykladlardan ithal edilmiş keramik eserler. Kuyu mezarlarda bulunan malzemeleri üslup açısından en iyi niteleyecek özellik, münferit nesnelerin eşsizliğidir; her bir nesne birer sanat eseri olarak algılanmış gibidir, dolayısıyla sipariş ü[1]zerine yapıldığı sanılır, bu da bu nesneleri imal eden zanaatkarların eski modellerden örnek almayıp yeni örnekler yarattığını düşündürür.

Toplumsal yapı

Dolayısıyla Myken uygarlığı büyük bir "patlama"yla, Ege dünyasında daha önce eşine rastlanmamış büyüklükte ve yoğunlukta bir zenginlikle başlar. Savaşçı yönlerini ve müthiş zenginliklerini sergileyerek kendilerini gösteren yönetici gruplar ortaya çıkar. Bu grupların hammadde edindi­ği geniş coğrafi bölge Baltık denizinden (kehribar) Yakındoğu'ya (metaller, fildişi, sedir ve abanoz gibi değerli tahtalar), hatta Girit ve Kykladlara (keramik eserler) kadar uzanır. Dolayısıyla Mykenai'daki kuyu mezarlar, Myken uygarlığının gelişiminden sorumlu olan seçkin sınıfın "soylu" mezarlarıdır. A Halkasının, inşaatından yüzyıllar sonra taştan bir siperle çevrilip anıtsallaştırılmış ve şehrin surlarının içine alınmış olması da, MÔ XIII. yüzyılda Argolis bölgesinin en büyük merkezinde iktidar sınıfının atalarına atfettiği öneme işaret eder. "Myken" teriminin kullanımı, Bronz çağında Yunanistan'da gelişmiş olan uygarlığın, ülkeye geldiğinde zaten tanımlanmış olup günümüzde "Myken" adını verdiğimiz özelliklere sahip bir etnik gruptan kaynaklandığı fikrini temel alır. Ancak bu varsayım, arkeolojik veya dilsel açıdan temelsizdir. Ayrıca kuyu mezarlardaki malzemeler üzerinde yürütülen incelemeler sonucunda maddi kültür düzeyinde belli yerel kültür çevrelerinden -yani Yunanistan'ın Orta Bronz çağından, Yeni Saray döneminde Girit'ten ve Kykladlarda gelişmiş olan kültürlerden- kaynaklanan katkıları belirlemenin mümkün olduğu görülmüştür. Zaten Myken maddi kültürünün gelişiminin ardında sayısız dürtü yatar ve Minos dönemindeki Girit bunların başında yer alır.

Hammaddeler üzerinde kontrol

Kuyu mezarların sahipleri olan seçkin sınıfların oluşumuna dair en çok kabul gören teze göre, bu sınıflar doğudan ve batıdan Ege bölgesine hammadde (kalay, altın, bakır) akışını kontrolleri altına almayı başarmış ve siyasi iktidarlarını da bu beceriye dayandırmışlardı. Ancak Girit'teki saraylardan bazılarının da yeni “Myken" efendilerine Girit'in sahip olduğu insan kaynaklarına (zanaatkarlara) erişme imkanı sağlamış olacağını göz önüne almak gerekir. En eski Myken mezarları MÔ 1650'lere uzanır ve Orta Yunanistan ile Peloponnessos bölgesi arasında yer alırlar. Sonraki yüzyıllarda Myken uygarlığı kuzeyde Olympos dağına ve Ambrakia körfezine, doğu ve güneyde de Kykladlara, On İki Adalara ve Girit'e kadar uzanır. Myken yönetici gruplarının ticari açıdan Ege bölgesinin dışına yayıldığını da göz önünde bulundurmak gerekir. Myken devletlerinin Akdeniz'de geliştirmeyi başardığı kapsamlı ilişki ağı, Anadolu'nun Ege kıyısından Yakındoğu'ya, Orta ve Batı Akdeniz'e kadar uzanır

Myken idari sistemi

Kuzeyde Thessalia'dan güneyde Girit'e ve doğuda Rodos'a kadar birbirinden çok farklı coğrafi bölgelerde ve farklı kronolojik dönemler farklı tarihsel bağlamlarda gelişen Myken uygarlığı, yekpare bir oluşum olarak algılanmaz ve özellikle kapsadığı topraklar anlamında bölgesel açıdan büyük farklılıklar sergiler. Bu kadar çeşitlilik gösteren bir oluşum ayrıntılı bir şekilde incelenemediği için burada oluşturulacak tablo, coğrafi açıdan en önemli bölge olan kuzeydoğu Peloponnessos ve yazılı belgelerin büyük kısmının tarihlendirildiği MÔ XIII. yüzyıl açısından geçerli sayılmalıdır. Anakaradaki bazı saraylarda (Mykenai, Pylos, Thebai) ve Girit'te (Knossos, Khania) bulunan Linear B dilindeki bazı tabletler, Myken idari sisteminin yeniden kurgulanması için birincil kaynaktır. Bu tabletler pişmemiş kil[1]den yapıldığı için, içinde bulundukları yapılan yok eden yangınlarda pişerek daha da sağlam hale gelmiş ve sarayların sonunu getiren felaketleri atlatarak günümüze ulaşmıştır. Bu tabletlere kil tazeyken, Minos dili Linear A'dan türemiş ve yaklaşık 89 işaretten oluşan Linear B dilinde idari konularda çeşitli kayıtlar kazınmıştır. 1952'de İngiliz Michael Ventris ( 1922-1956) tarafından yapılan çözümlemeler sayesinde Linear B, Yunancanın arkaik bir formu olarak tespit edilmiştir. Linear B dilinde tabletlerin bulunduğu bütün arkeolojik alanları genelde bağımsız devletlerin başkentleri olarak kabul edilir. Myken döneminde Yunanistan, bir saraya bağlı küçük devletlerden oluşurdu. En azından tabletlerde, sarayların üstündeki bir sisteme dair herhangi bir iz yoktur ve münferit devletler arasında, diplomatik ilişkilerin düzenlenmesini sağlayan bir hiyerarşi olup olmadığı tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Saray sistemi de, bürokratik bir kadro tarafından idare edilen ve kaynakların merkezileştirilmesi ayrıntılı bir kontrol mekanizmasını temel alan karma[1]şık bir ekonomik örgüt olarak tanımlanabilir.

….

Myken seçkin sınıflarının ekonomik kaynakları kontrolleri altında tutmasına izin veren stratejilere gelince, en önemlileri arasında tarımsal ürünlerin ve asgari geçim kaynaklarının -azık şeklinde veya bayramlar ve şölenler yoluyla- dağıtımının yer aldığı kesindir. Ancak atalara ve tanrılara sunulan adaklarla ilgili mekanizmanın, dolayısıyla da din tekelinin uyguladığı kontrol de bu süreçte önemli bir rol oynar. Hem saraylarda, hem de mezarlar bağlamında konum ve itibar oluşumuna, saray sisteminin dayandığı kaynakların merkezileşmesiyle bağlantılı olan zenginlik gösterişi de aracı olur. Saraylar ve kaleler, Myken uygarlıklarına özgü yapılardır. Saraylar, iktidardaki seçkin sınıfların idare ve ikamet merkezi olan karmaşık mimari yapılardır. Argolis bölgesindeki başlıca iki merkez olan Mykenai ve Tiryns, hakim konumlarda yer alıp surlarla çevrili oldukları için birer kale olarak da tanımlanabilir. Mykenai ile Tiryns'te, Messenia bölgesinde Pylos'ta ve Lakonia bölgesinde ki Sparta yakınlarında saraylar (Menelaion ve Aghios Vasilios) gün yüzüne çıkarılmıştır.

Myken uygarlığının çöküşü

Akdeniz'i boydan boya kaplayan uluslararası ticaret ağının ortadan kalkması, MÖ XIII. yüzyılda (Geç Helladik IIIB'nin sonu) Myken toplumunun yok olmasının sayısız sonucundan sadece biridir. Gla kalesi XIII. yüzyıl başlarında (Geç Helladik IIIB) yıkılırken, Mykenai, Tiryns, Thebai ve Pylos sarayları ve Sparta'daki Menelaion tapınağı aynı yüzyıl sonlarında tamamıyla yok olur. Yunan anakarasında bu tarihten sonra en az yüz mekan yıkılmış veya terk edilmiştir. Thebai gibi bazı mekanlar ancak yüzyıllar sonra yeniden iskan edilir ve Yunanistan'm kırsal bölgelerinin büyük kısmı bomboş kalır. Girit'te xın. yüzyıl boyunca belli başlı mekanlarda Genel anlamda bir yıkını genel bir yıkım yaşanır ve bu merkezlerin hepsi yüzyılın sonuna gelmeden terk edilir. Dolayısıyla Myken devletleri ortadan kalkar ve onlarla birlikte Ege'de yüzyıllar boyu yazı, ileri düzey mimari, prestijli eşyalarda uzmanlaşmış zanaatkarlık ve II. binyılda Yunanistan'da oldukça yüksek bir düzeye erişmiş olan fresk tekniği de kaybolur.

Antik Yunan, Ed.Umberto Eco, II.Binyılda Ege Bölgesi, Anna Lucia D’Agata, Alfa Yayınları


AKHALAR

Yunan dünyası, XV. yy sonu ve XIII. yy başı arasında Akhalar’ın egemenliğinde birçok prensliğe bölünmüştü. Bu prensliklerin hepsi de tahkim edilmiş bir kentin etrafında örgütlenmişti. Bütün kentlerde aynı mimari yapıya sahip bir saray bulunuyordu: merkezde toplantı yeri olarak kullanılan büyük bir salon (megaron), salonun ortasında, tavandaki açıklığın tam altında, önünde sütunlu bir giriş (propylaion) bulunan büyük bir ocak. Yüzyıllar boyu Yunan uygarlığına damgasını vuran en etkileyici yapılar bütünü Mykenai’dekilerdir. Efsaneye göre kale bedenleri Kyklopslar tarafından inşa edilen Mykenai’de ünlü Agamemnon hüküm sürmüştür. Mykenaililer savaşçı bir halktı, Kumandanları keskin kılıçlar, mızraklı savaşçıları ise zırh, miğfer, baldır zırhı (knemis) ve kalkan taşırdı. Mykenai saraylarının duvarları av ve savaş sahnelerinin tasvir edildiği fresklerle süslüydü. M.Ö. XV. Yy.da Akhalar, Knossos’ta Minos sarayına yerleştiler. XIV. ve XIII. yy’larda ticaretle uğraşmaya başladılar, Suriye, Sicilya ve güney Italya ile ticaret yaptılar.

Akha toplumu hiyerarşik bir yapıda örgütlenmişti. Her prensin etrafında « arkadaş» denen görevliler bulunurdu. Prens, özgür insanlardan vergi alan ve onlara angarya uygulayan kent ileri gelenleriyle feodal bir ilişki sürdürürdü. Saray ve tapınak yazıcıları Girit yazısını uyarlamış, h
âlâ çözülemeyen bu yazıdan farklı olarak bugün çözebildiğimiz yeni bir yazı icat etmişlerdi (Lineer B). Bu yazı, günümüze birçok belge (döküm ve sayım cetvelleri, vergi yükümlülerinin listeleri vb) bırakan titiz bir yönetimin gereksinimlerine karşılık veriyordu. M.Ö. 1280’e doğru çıkılan bir sefere ilişkin kayıtlar da günümüze kalmıştır. Bu belki de Kral Agamemnon’un giriştiği ve Homeros destanlarında anlatılan Truva savaşıdır. Sonuç olarak bu savaş daha sonra Dorlar tarafından yok edilen bir uygarlığın giriştiği son büyük harekattır.
Théma  Larousse




Bronz Çağının Saraylarından Arkaik Yunanistan'ın Şehir Devletlerine

İstikrarsızlık dönemi

Yunan tarihinin Myken çağı ile polislerin [şehir devleti] oluşumunun atfedildiği iki "güçlü" dönemi arasında yer alan karanlık çağlar, düpedüz birleştirilir ve ana özellikleri yoksulluk, toplumsal durgunluk ve kültürel soyutlanmışlık olan tek, uzun bir dönem olarak algılanır. MÖ XII ve XI. yüzyılda ilk olarak yerleşim modellerinde ve geçim stratejilerinde ani bir değişim yaşanır. Örneğin Argolis bölgesindeki yerleşim yerlerinin sayısındaki azalma, XIII. yüzyılda başlamış olan bir eğilimin devamı niteliğindedir. Peloponnessos'ta küçük boyutlu yerleşim yerleri ortadan kalkar ve nüfus belirli bölgelerle sınırlıdır ve sadece Tiryns, Mykenai ve Pylos gibi  sınırlı sayıda merkezde yoğunlaşır. Yerleşim yerleri dönemi uzun zamandır iskan edilen merkezlerde süreklilik gözlemlenir. Ancak Messenia, Boiotia ve Thessalia bölgelerindeki çeşitli merkezlerin terk edilmiş olmasından ve Yunan anakarasında toplulukların yer değiştirme göstergelerinden anlaşıldığı üzere, bu dönem aynı zamanda büyük ölçekli bir istikrarsızlık dönemidir. Kykladlarda ve Doğu Girit'te yerleşim yerlerinin kıyıdan uzaklara, yüksek yerlere taşınmış ve müstahkem hale getirilmiş olmasından, en azından Doğu Ege'de denize yakın yerleşim yerlerinin güvenli sayılmadığını anlayabiliriz.

Önceki dönemle bağlantılı unsurlar

Bu arada Orta Yunanistan'da, Attika'da Atina ve Perati, Euboia'da (Eğriboz) Lefkandi ve Lokris'te Kynos gibi çeşitli merkezlerden XII. yüzyılda katmanlı bir toplumun oluştuğu ve saray çağının seçkin sınıflarının özelliklerini kısmi olarak muhafaza ettiği anlaşılmaktadır. Bu döneme ait vazolarda resmedilmiş olan savaşçı mezarları, savaş sahneleri ve savaşçı figürleri, askeri komutanın toplumsal açıdan ne kadar önemli olduğunu gösterir. Saray toplumuna özgü cenaze töreni, yani birden fazla ölünün bir arada gömülmesi uygulaması ve av faaliyetlerinin yanı sıra bu dönemde savaş ve nakliye gemileri de kullanılmaya devam edilir. Gemilere dair resimler günümüze ulaşmıştır; gemilerin donatılmasının kayda değer  servet ve işgücü, dolayısıyla da bu gemilerin silahlanmasını unsurlar sağlayabilecek seçkin bir sınıfın varlığını gerektirdiği bellidir. Bu durumda XII. yüzyılda saray sistemine özgü unsurların muhafaza edilmekle kalmayıp bazı merkezlerin siyasi-toplumsal düzeni açısından temel önem taşıdıklarına dair kesin göstergeler söz konusudur.

Demir

MÔ XI. yüzyıl ortalarında yeni bir kırılma yaşanır. Birden fazla cesedin beraber gömülmesi uygulaması ve bireysel gömülmenin ağırlıklı olduğu yeni mezarlıkların kullanılmaya başlanması, bu dönemde ortaya çıkan yeni unsurlardır. Ancak en büyük etkiyi yaratacak değişiklik, demirin ve demirle bağlantılı olarak metalin eritilip yan sıvı halde işlenmesini temel alan tekniğin kullanımıdır. Bronz elde etmek için gerekli olan ve Kıbrıs ile Doğu Akdeniz kaynaklı olan bakır ve kalayın tersine, Yunanistan demir yatakları açısından oldukça zengindir. Bu durum, yeni bir malzemenin benimsenmesi açısından büyük bir dürtü oluşturmuş olmalıydı. Demir işleme tekniğiyse Kıbrıs'tan ithal edilmiş olmalıydı.

Bölgesel farklılıklar

MÔ XI. yüzyıl ortalarından itibaren Ege bölgesi açısından üniter bir gelişmeden söz etmek mümkün değildir ve farklı bölgeler farklı seyirler izler. Atina ve Argos gibi bölgeler hızla gelişir ve bölgesel bir birleşme süreci başlatırlar. Başka bölgelerdeyse apaçık bir gerilemeye tanık olunur; örneğin Aitolia'dan Akhaia'ya ve Lakonia'ya kadar uzanan bölgede durum böyledir. Burada XII. yüzyılda kullanımda olan merkezlerin terk edildiği ve Batı Yunanistan ile Adriyatik kıyıları arasındaki ilişkiler ağında kesintiler yaşandığı görülür. Lakonia bölgesinde çöküş XII. yüzyıl sonlarında başlar ve bölgenin X. yüzyıl ortalarına kadar iskan edilmediği anlaşılır. XI. yüzyıl sonlarından itibaren ve X. yüzyılın tamamı boyunca Yunanistan'da civar bölgelerle ilişkilerde kesinti yaşanır. Toplumsal düzene gelince, Myken uygarlığının çöküşüyle şehir devletlerinin oluşumu arasındaki yüzyılların başlıca özelliği, yine münferit mekanlar arasındaki farklılıklardır. En büyük farklılık, apaçık hiyerarşik belirtiler sergilemeyen bir toplumsal yapıya sahip merkezler ile sıradışı bir zenginliğe sahip merkezler ve gelişmiş bir toplumsal yapıya sahip merkezler arasında gözlemlenir.

 Antik Yunan, Ed.Umberto Eco, II.Binyılda Ege Bölgesi, Anna Lucia D’Agata, Alfa Yayınları




Yunan Coğrafyası


Minos Sanatı

Miken Sanatı

1 yorum: