Rusya 19.Yüzyıl

Rusya Tarihi- Romanovlar- 19.yüzyıl

Genişleme ve reform dönemiDevrimci savaşlar ve Napolyon savaşları sırasında Rusya Fransa'nın karşısında, birleşik güçlerden yana yer almıştır. İmpa­ratorluğun istilası, Fransızların, 1812 Borodino zaferi ve Mosko­va yangını, yurt çapında (Lev Tolstoy'un Savaş ve Barış [Voync i Mir] adlı kitabında çok güzel anlattığı) bir seferberlik başlatmış­tır. General Kutuzov'un birlikleri tarafından hırpalanan, soğuk nedeniyle zayıf düşen ve «yangın» taktiğiyle aç kalan Fransız or­duları 1812'den itibaren bozguna uğramaya başladı. 1815'te, Napolyon'un aldığı yenilgi, Rus ordularını Paris'e kadar getirmiş ve imparator I. Aleksandr (1801-1825), Viyana Kongresi'nin (1815) ve otuz yıl boyunca Avrupa güçler dengesinin hakemi olmuştur.
Pavel'den sonra tahta çıkan oğlu I. Alek­sandr , Rusya'yı kuşatan düş­manlık çemberini kırmak için İngiltere ve Fransa'yla ilişkileri düzeltmenin yanı sıra Prusya ve Avusturya'ya karşı yakınlaşma politikası izledi. Bu barış ortamında gerçekleştirmeye çalıştığı reformlar, Napoleon'un 1805'te Avrupa'daki savaşı yeniden başlatmasıyla kesintiye uğradı. Birbirini izleyen yenilgiler üzerine Tilsit Antlaşması'yla (1807) sağlanan barış, Napoleon'un 1812'de Rusya'ya saldırmasıyla bir kez daha bozul­du. Napoleon'u bozguna uğratan Rus ordularının batıya doğru başarılı ilerleyişi ve Aleksandr'ın yeni bir ittifakın yaratılmasın­da oynadığı büyük rol, Rus Çarlığı'nı Avru­pa'nın önde gelen devletleri arasına soktu. A.B. 


Kafkasya'da Rus hâkimiyeti artmaktaydı (1811'de, Gürcis­tan'ın teslim alınması, 1828'de doğu Ermenistan'ın ilhak edilme­si). Buna paralel olarak, imparatorluk, Balkan ülkelerinin Os­manlı Devletine karşı yürüttükleri bağımsızlık savaşlarını des­tekleyerek (1820'li yıllarda) Balkanlar üzerindeki etkisini güçlen­dirmeye çalışmaktaydı.

Bu arada, Avrupalıların oluşturduğu güç-birliği ile karşı karşıya kalan Rus imparatorluğu, Kırım Savaşı'nın (1854-1855) ardından imzalanan Paris Antlaşmasıyla (1856) Bo­ğazların denetimini ele geçirmekten vazgeçmek zorunda kal­mıştı. Batı'da Polonya'nın kararsız bağımsızlık isteği (1815'te Varşova bölgesi, hiçbir zaman Rus İmparatorluğu'na bağlanmamış, «Kongre krallığı»ndan oluşmaktaydı) 1831 ayaklanmasın­dan sonra kanla bastırılmıştı.


Yönetim mekanizması. Yekaterina sonra­sında Senato'ya temsili bir nitelik kazandı­rarak bu organı iktidarın odağı durumuna getirmeye çalışan soyluların çabalan sonuç­suz kaldı. Böylece otokratik yönetim yapısı korunurken, temsili kurumlar danışma organlarıyla sınırlandırıldı. 

Aleksandr döne­minde devlet işlerini yürütmek üzere oluş­turulan bakanlıklar eşgüdümü sağlama açı­sından bir komite altında bir araya getirildi. Gerçek anlamda bir kabineye denk düşme­yen bu düzenleme, yalnızca içişlerinin bütü­nüyle Aleksey Arakçeyev'e bırakıldığı dönemde etkili bir işlerlik kazandı. Komitenin varlığına son vermemekle birlikte bakanla-n doğrudan kendine bağlama yoluna giden Nikolay, iktidar yetkilerini önemli ölçüde özel kalemine ve bu kalem bünyesinde oluşturulan dairelere kaydırdı. İç güvenlik­ten sorumlu üçüncü daire, otokrasi karşıtı güçleri sindirmede ve halkı denetim altında tutmada en önemli araç durumuna geldi.

Çarlık düzeninin başlıca dayanağı, çara bağlılık temelinde örgütlenmiş olan bürok­rasiydi. Rus bürokratları arasında paye ve statü önde geldiğinden, katı hiyerarşik sis­tem yetenekli kişilerin yükselmesine pek olanak vermiyordu. 19. yüzyılın ilk yarısın­da alt kademe memurların sayısının üç kat artmasıyla bürokraside büyük bir şişkinlik başladı. Genelde yetersiz bir öğrenimden geçen ve düşük ücretler alan geniş memur­lar ordusunda kayırıcılık, rüşvet ve yolsuz­luk son derece yaygındı. Yetki ve sorumlu­lukların aşın merkezileşmesi nedeniyle bürokrasi çok ağır işliyordu.

I.Nikolay'ın hükümdarlık dönemi (1825-1855), Fransız Dev­riminin düşüncelerinden etkilenerek, çarlık rejimini serbestleştirmek isteyen subay ve soyluların komplo girişimi olan, dekabrist, ayaklanmasının (14 aralık 1825) başarısızlığının ardından gelen muhalefet hareketlerinin bastırılmasıyla geçmiştir. Aslında hiç halk desteği olmayan bu hareketin ezilmesi (çeşitli idamlar ve Sibirya sürgünleri) II. Aleksandr'ın (1855-1881) yönetimine kadar her türlü soylu muhalefetine son vermiş ve ülke 1848 yılındaki devrimci dalgadan etkilenmemiştir.
Bu dönem, üniversite ve kolej sayısının hızla arttığı, gazetele­rin ve bilimsel yayınların (Yurt Yıllıkları, 1838) geliştiği ve özellik­le de, Rusya'nın toplumsal gerçeklerinin ağırlığını yansıtan güç­lü bir yazar kuşağının (Puşkin, Lermontov, Turgenyev, Gogol, Dostoyevski) doğduğu bir dönemdir.

XIX. yy'ın ilk yarısı, aynı zamanda belli bir ekonomik geliş­meye de damgasını vurmuştur. Katı gümrük duvarları ile (1822) korunan, pamuğa dayalı tekstil sanayii gelişmiş ve başkente ya­kın köylerde modernleşmeye başlamıştır. Zanaat ve imalat et­kinliklerinde çeşit artmıştır; aslında 1850’den önce gerçek an­lamda ekonomik bir hareketlilikten söz edilemez. Rusya'nın, Batı kapitalizminin gerisinde kalması dört nedenle açıklanabilir: XVIII. yy boyunca, ekonomi alanında teşvik edici bir rolü olan devletin bu alanda pasif kalması; özel teşebbüsün genellikle az olması; sayıca (1851'de nüfus 70 milyondur) önemli olmasına karşın, iç pazarın yeterince hızlı bir gelişme kaydedememesi (ulaşım zorlukları, toprakların genişliği); son olarak da nüfusun büyük bir çoğunluğunun toprağa bağlı olması.
(Köylülerin)Özgürlüksüzlüğü bazen o kadar büyük olabiliyordu ki, Rusya'da ve Polonyanın bazı yerlerinde olduğu gibi, topraktan ayrı olarak satılabilen taşınır bir mal olan köleden hemen hemen hiçbir farkı kalmıyordu.
(1801 'de Gazette de Moscou'da şöyle bir ilan yayımlanmıştı: "Satılık: Terbiyeli ve görünüşleri iyi üç arabacı, yanında her ikisi de farklı el işlerinde becerikli ve güzel görünüşlü 18 ve 15 yaşlarında iki kız. Aynı evden, biri 21 yaşında, okumayı, yazmayı, müzik aleti çalmayı bilen araba kullanan, diğeri bay ve bayanların saçlarını yapmakta usta, aynı zamanda piyano ve org çalan iki berber.". Serflerin büyük bir bölümü ev işlerinde çalıştırılırdı; 1851'de Rusya'da bütün serflerin yaklaşık yüzde 5'i evlerde çalıştırılıyordu. ). E.Hobsbawm, Devrim Çağı, Dost Kitabevi



En önemli' ekonomik ve toplumsal sorun, tabiî ki Avrupa Rusyası'nda köylülerin yarısının, bu yüzyılda hâlâ serflikle geçiniyor olmalarıydı. Bu arkaik sistem, özerk köylü komünlerinde (mir) korunduğunu düşündükleri Ortaçağ Rus geleneğini savunan Slavseverler (Kireyevski, Aksakov, Homyakov, Samarin) ve Batı tarihinin, Rusya tarihine öncülük etmesi gerektiğini savunan Ba­tı yanlılarının tamamı (Herzen, Bielinski, Granovski, Kavelin, Annenkov) tarafından mahkûm edilmekteydi. Ama genellikle kendileri de soylu olan bu intelligenstia üyeleri, toplumdan soyutlanmışlar ve sisteme sıkı sıkıya bağlanmış ve köylülerin özgürleştirilmesinin ayaklanmalardan başka bir işe yaramayacağı fikrinden çekinen toprak aristokrasisi ile karşı karşıya kalmışlardı.

Rusya'da bir reform çağının başlaması için, kurumsal zayıflık­ları ortaya çıkaran 1856 Kırım yenilgisini ve daha liberal bir çarın tahta geçmesini beklemek gerekmişti. Serflikten kurtulan köylü­lerle ilgili 19 şubat 1861 tarihli kararname, Rus köylerindeki eko­nomik ve toplumsal güç ilişkilerinde köklü değişikliklere yol aç­mıştır. Bu kararname, peşinatı devletin ödediği geri satın alma yoluyla, bütün eski serflere, bölgelere göre değişen boyutlarda, ama genellikle serf olarak işlediklerinden daha küçük, bir toprak parçası verilmesini sağlamıştır. Bu reform, bir yandan, kırsal eme­ğin bir bölümünü, sanayi kesiminde çalışmak üzere serbest bı­rakmış; öte yandan küçük toprak parçalarını satın almak için uzun yıllar borçlanan köylülerin büyük çoğunluğunu yoksul dü­şürmüştü. Her ne kadar yeni kararname, eskiden senyörlerin yet­kisi altındaki malî ve hukuksal görevleri devrettiği kırsal komü­nün yapısını güçlendirmişse de, toprak bölünmesini engelleye­memiştir; eski sertlerin büyük bir çoğunluğu kendi paylarına dü­şen toprağın yanı sıra, kiraladıkları toprakları da işlemek zorunda kalmışlardı. 1880'de köylüler, 33 milyon hektar toprağı geri al­mışlardı ve 25 milyon hektarı kiralayarak ekiyorlardı
.
Aynı biçimde, yönetimde, hukuk sisteminde ve orduda da re­formlar yapılmıştı. 1864'te, zemstvo (yerel meclisler) oluşturuldu: bu meclisler, ancak belirli bir vergi ödeyenlerin katıldığı bir se­çim sistemiyle seçilmiş toprak sahipleri, şehirli ve köylü temsil­cilerden kuruluydu. Yolların bakımı, sağlık ve eğitimle yükümlü bu meclisler, yeni orta sınıfa iktidar mahkemeleri önünde halkın ihtiyaçlarını dile getirme imkânı tanımaktaydı. Aynı yıl gerçek­leştirilen bir reform, görev dokunulmazlığı verilen yargıçların bağımsızlığını sağlayarak, yargı ve yönetimi birbiriden ayırmış­tı. Askerî alanda tertiplerin yeniden düzenlenmesi ve 1874'te zo­runlu hizmetin yürürlüğe girmesi, güçlü bir emperyalist siyase­tin koşullarını hazırlamıştı. Oysa bu dönemde, ülke hedeflerinin büyüklüğü, ekonomik koşulların zayıflığıyla çelişmekteydi.
Eğitim ve düşünce akımlarıAleksandr dö­neminde yasayla düzenlenen eğitim sistemi­nin yeni üniversite ve okullarla yaygınlaşma­sına, aynı zamanda "zararlı düşünceler"i ön­lemeye yönelik sıkı bir denetim eşlik etti. Nikolay'ın yönetiminde okullarda daha öz­gür bir ortama izin verilmesine karşın, üni­versite öğrenimini soylu ve varlıklı çevrele­rin çocuklarıyla sınırlamaya yönelik sistemli bir çaba başladı. Gene de küçük memur, es­naf ve papazların oluşturduğu bir kesimden gelen yeni bir aydın tabaka ortaya çıktı.
Doğrudan siyasal eleştirilerin sert cezalarla karşılaştığı ağır baskı ve sansür ortamında, düşünce akımları ancak felsefe ve edebiyat alanında ifade olanağı buldu. Aydınlar ara­sındaki değişik eğilimler Slavofiller ve Batılılaşma yanlılan biçiminde bir kutuplaş­ma yarattı. A. Herzen, V. Belinski ve M. Bakunin gibi adların temsil ettiği Batılılaşma akımı, Avrupa tipi bir burjuva liberalizmin­den çok, radikal bir siyasal dönüşümü savu­nuyor ve otokrasinin dayanağı olan Orto­doks Kilisesi'nin etkisini kırmayı hedef alı­yordu. Buna karşılık Petro döneminde Ba-tı'ya açılmanın sağlam geleneksel yapıyı boz­duğunu öne süren Slavofillerin programı, Rusya'ya özgü kurumlan ve Ortodoksluğu temel alan evrimci bir gelişme çizgisine da­yanıyordu. İki akımın temsilcileri zaman za­man belirli noktalarda buluşabiliyor, aynca bazı görüşlerle birbirlerini etkileyebiliyordu.

Sanayi devrimi ve muhalefetin yükselişi
Her ne kadar serfliğin kaldırılması Rusya'yı doğrudan doğru­ya kapitalist aşamaya soktuysa da ilk sermaye birikimlerinin za­yıflığı ve kendini büyük taşra burjuvazisine dönüştüremeyen toprak aristokrasisinin durağanlığı ekonomideki gecikmenin te­lafi edilmesine izin vermemiştir.

1880'den sonra sanayideki gelişmenin seyri, yoğun demiryo­lu inşaası, demir-çelik ve metalürji sanayilerindeki gelişmelerle birlikte ani bir hız kazanmıştır. Yüzyılın sonunda, Moskova, Nijni-Novgorod, Kırım, Baltık ülkeleri ve Ukrayna'yı bağlayan demiryolu ağı 25 000 km uzunluğundaydı. 1891'de, Sibirya ve imparatorluğun güneyindeki bölgelerin değerini artıran Transsibirya hattının yapımı başlamıştı. Farklı ulaşım araçlarının, ticaret filosunun, liman donanımlarının modernleştirilmesi devlet, özel sermaye ve özellikle Batı kapitalizminin katkılarıyla finanse edil­mişti: 1900'de, demiryollarına yatırılan sermayenin en az yüzde 72'si dış kaynaklıydı- bu sermaye özellikle de 1887'den beri Rus­lara borç veren Fransız ağırlıklıydı.
Ülkenin sanayi coğrafyası 1890'lı yıllardan başlayarak gözle görülür bir değişikliğe uğramıştır. Vaktiyle sanayileşmiş bölgeler, farklı bir şekilde gelişmişti (Moskova bölgesi en canlı ekonomik merkez olurken, Ural Bölgesi eski durumunu korumuştu); üretim yöntemleri modernleşmişti (Sen -Petersburg'daki Putilov fabrika­sı, 1913'te, makine yapımı için 13 000 işçi istihdam etmişti); Uk­rayna'da tahıl üretimi ve metalürji sektörü bir arada görülmek­teydi; pamuk sanayisi batıya (Narva, Riga) uzanmaktaydı.

Sanayideki bu hareketlilik, sayısal açıdan halen sınırlı (1913'te toplam 128 milyon olan nüfusun 3 milyonu) olmakla birlikte, se­falet içinde ve belediyelerdeki temsil sisteminden dışlanmış bir halde yaşadıkları şehirlerde yoğunlaşmış ve ciddi bir toplumsal sorun oluşturan proletaryanın doğmasına neden olmuştur. Öte yandan köylülerin durumunda, yaşam koşullarının giderek kötü­leşmesi ve statü eşitsizliğinden kaynaklanan gerilimler görül­mektedir.
Giderek yaygınlaşan yoksulluk, 1870'li yıllardan başlayarak güçlü bir muhalefet akımını beslemişti. Mutlakıyet rejimine mu­halif ve reformların hayal kırıklığına uğrattığı yeni bir orta sınıf intelligenstia'sı olası bir devrimin zeminini Rus köylü kesiminde gören popülist bir öğreti geliştirmiştir. Barış yanlıları, Bakunin ve Lavrov, genellikle olaylara kayıtsız kalan kırsal kesimi siyasallaştırmak için 1874'te bir «halka yöneliş» hareketini başlattılar. Bu başarısız deneyimin ardından gelen şiddetli baskı, popülistlerin bir bölümünü terörizme yöneltti. 1879'da kurulan «Halkın öz­gürlüğü» örgütü, II. Aleksandr'ın hayatına mal olan suikastı ha­zırlayıp gerçekleştirdi (1881).

Serfliğin kal­dırılması ve reform. Rusya'yı ileri Batı ülke­lerinin düzeyine çıkarmak amacıyla köklü değişiklikler yapılması gerektiğini gören II. Aleksandr, toprak sahiplerinin sert muhalefetini belirli ödünlerle yumuşatarak 3 Mart 1861'de serfliği kaldıran bir kararname yayımladı. Bu kararnamede on milyonlarca ki­şi özgürlüğe kavuşturulurken, uzun vadeli bir ödeme programıyla eski serflere belirli ölçüde toprak dağıtıldı. Mülk sahibi geniş bir köylü sınıfı yaratma çabası toprak sahipleri­ne verilen tazminatları karşılamak için köy­lülerin ağır bir borç altına sokulması ve bir­çok bölgede köylülerin topraklarını ellerinde tutamaması gibi nedenlerle başarısızlığa uğ­radı. Buna karşılık toprak sahiplerinin eko­nomik dayanaklarının zayıflamasıyla feodal ilişkilerde hızlı bir çözülme süreci başladı.

Serfliğin kaldırılmasıyla birlikte toprak sa­hiplerinin yerel yönetimdeki ağırlığı da kırıl­dı. Daha önce toprak sahiplerince seçilen ye­rel yöneticilerin, merkezden atanması ilkesi getirildi. Kökeni çok eskiye dayanan köy ko­münü sistemi, devlet adına vergi toplamayı sağlayan bir araç olarak düzenlendi. Bu re­formların ardından 1864'te, zemstvo de­nen yerel yönetim meclisleri oluşturuldu. Üyeleri seçimle belirlenmekle birlikte oy ve sandalye dağıtımı sayesinde toprak sahibi soyluların büyük bir ağırlık taşıdığı zemstvo'lara eğitim, sağlık, yol yapımı ve başka yerel işlerle uğraşma yetkisi tanındı. Aynı yıl yargı alanında yapılan geniş çaplı bir reform­la düzenli ve modern bir adli sistem kuruldu.

Aleksandr bu tür reformların yanı sıra si­yasal alanda da bir yumuşama başlattı. Bir­çok mahkûm ve sürgünü bağışlayarak baskı ve kısıtlamaları hafifletti. Liberal çevrelerin temsili bir yönetim oluşturulması yönünde­ki isteklerine sert biçimde karşı çıkarak, otokratik düzeni koruma yoluna gitti.

Başa geçen III. Aleksandr (hd 1881-94) babasının bir süre önce ele aldığı meşruti düzene geçiş tasansını bir yana bırakarak eğitimi sınırlama, zemstvo'ların çalışmalan-nı engelleme ve köy komünleri üzerinde da­ha sıkı bir denetim kurma gibi baskıcı ön­lemler aldı. Olağanüstü yetkilerle donatılan ve maddi koşullan düzeltilen bürokrasi, et­kili bir baskı aracı durumuna geldi. Öte yandan ekonomik gelişmenin yarattığı yeni toplumsal güçler ve gerginlikler yeniden et­kili bir muhalefet doğurdu. Merkezi hükümetin otoriter tutumunun da etkisiyle zemstvo'lar içinde güçlenen ılımlı liberal ha­reket, otokrasiyi korumada direten II. Nikolay'ın (hd 1894-1917) çar olmasından sonra daha da yaygınlaştı. Aydınlara ve ser­best meslek sahiplerine dayanan radikal akımlar boy gösterirken, sosyalist harekete temel oluşturan sanayi işçileri ile özellikle Orta Volga bölgesindeki köylüler arasında da bir hareketlenme başladı.

Devrime doğru
Rusya, dış dünyaya her zaman güçlü görünmekteydi. Ülkenin Doğu'ya yayılması 1860'ta Vladivostok'un kurulmasıyla somut­laşmıştı. Bu tarihten başlayarak Rus filosu Kuzey Pasifik'te ser­bestçe yol almıştır. Rusya, Çin'deki üstünlüğünü korumak için, Ja­ponya ile savaşa girer ama iki yıl süren kara ve deniz savaşlarının ardından 2 ocak 1905'te teslim olmak ve göz koyduğu veya daha önceden istila etmiş olduğu bütün toprakları (Güney Sahalin ve Kore) Japonlara bırakan bir anlaşma imzalamak zorunda kalır.
Yine 1905'te Sen-Petersburg'daki bir halk gösterisi kanla bas­tırılmıştı (9 ocak, Kanlı Pazar). Büyük bir hızla, tüm ülke ayaklanma haline geçmişti ve hükümet Meşrutiyetçi Demokrat Parti (1905 sonbaharında kurulmuş olan KD) programına uygun ola­rak, seçimle işbaşına gelmiş bir Yasama Meclisi'ni (Duma) kur­mak zorunda kalmıştı. Meşrutî bir monarşinin yürürlüğe girme­si, köylerdeki ayaklanmalar, ordudaki (Potemkin ayaklanması) veya şehirlerdeki (Sen-Petersburg ve Moskova'da Sovyetlerin kurulması) devrimci çalkantıları durduramamıştı. Baskı korkunç­tu. İki kez feshedilmiş olan Duma, 1907'de yeniden kurulmuştu («Senyörler Duması») ama bu Duma'da muhalefet hiçbir biçim­de temsil edilmemekteydi. Moskova sovyeti dağıtılmış, basın sı­kı bir denetim altına alınmış ve toplantılar neredeyse yasaklan­mıştı. Meşrutî monarşi, toplumun gereksinimlerine karşılık vere­mez hale gelmiş ve Stolıypin'in yaptığı reformlar (toprak dağıtı­mı, çalışma koşullarının düzenlenmesi) 1905'te başlayan dev­rimci süreci durdurmaya yetmemişti.

Şehirli nüfus arttıkça, büyük bir hızla gelişen bir toplum kar­şısında çar II. Nikolay devlet işleriyle pek az ilgilenmekte ve ik­tidar temel demokratik hakların gerekliliğini görmemezlikten gelmeyi sürdürmekteydi, iktidardaki bu tembellik ve zayıflık, Birinci Dünya Savaşı'nın yol açtığı büyük kayıplar ve ülkedeki genel kızgınlık şubat 1917'de tüm Rus toplumunun imparatoruk rejimine karşı ayaklanmasına ve bu rejimin ölüm fermanını imzalamasına yol açmak üzere bir araya gelmişti. Axis

Kaynaklar:
Axis 2000 
Ana Britannica
Théma Larousse
Times Dünya Tarihi Atlası 

Rus İmparatorluğunun sürekli yayılması ve Osmanlıların kalıcı geri çekilmesi. Balkan milletlerinin bağımsızlığına, Kırım Savaşına (1854-1856) ve 1914 kriziyle sonuçlanacak bir dizi karışıklığa yol açtı. Osmanlıların çöküşü yüzyıl ilerledikçe daha da belirgin görünüyordu. Bu Ruslar için tamamen arzu edilen bir şeydi. Boğazlar üzerinde yeniden Hristiyan hakimiyetinin kurulması, Üçüncü Roma mitosunu, formüle edilmesinden beri Çarlık Rusyasının nihai amacını oluşturmuştu. Boğazlara egemen olmak, Rusya'nın sıcak sulara sınırsız olarak açılması rüyasını gerçekleştirecekti. Dostoyevski'nin 1871 de zafer beklentileri içinde söylediği gibi: "Konstantiniye bizim olacaktır!" Diğer güçler için "Avrupa'nın hasta adamı"nın çöküşü birçok tehlike içermekteydi. Britanya, Hindistan'a olan iletişim hatlarından kaygı duyuyordu. Avusturya kendini güneydoğu sınırında Rusya tarafından desteklenmiş bir devletler güruhu tarafından tehdit edilmiş hissediyordu. Almanya kendisinin askeri gücünü bir gün elinden alabilecek tek kara gücünün yükselişinden kaygı duyuyordu,

Rusya'nın önlenemez yayılması 1683-1914 yılları arası dönemde ortalama olarak günde 140 km2 olarak hesaplanmıştır. Napoleon Savaşlarının kazancının ardından, ana ivmeler artık Çin ve Japonya aleyhine, Rusların bazen "Orta Güney" dedikleri Kafkaslar ve Orta Asya'ya yönlendirilmişti. Ne var ki, Avrupa da hoşgörünün sınırlarını sürekli zorlayan Ayı'ya karşı bağışık değildi. Rusya'nın Yunan bağımsızlık savaşına müdahalesi alarm çanlarını çalmış ve Edirne Antlaşmasından (1829) kazancı Tuna deltasının ufak bir köşesiyle sınırlandırılmıştı.

1831'de olduğu gibi 1863'te de Rusya'nın Polonya'nın nominal bağımsızlığını ihlali, Britanya ve Fransa'nın sert protestolarına yol açtı. Fakat bu kendilerinin de gem vurmak zorunda oldukları Polonya toprağına sahip olan Berlin ve Viyana için kötü değildi. Böylece hiçbir şey yapılmadı. Rusya'nın 1853'te Tuna prensliklerine ilerlemesi Avusturya'dan ivedi bir askeri reaksiyona ve Kırım Savaşına öncülük etti. Bundan sonra St. Petersburg Avrupa'da doğrudan ilhakların pahalıya mal olacağını ve imparatorluğun bazı yerlerinin üstün donanmaya sahip güçlerden gelebilecek saldırılara açık olduğunu anladı. Kuzey Amerika'dan çekilme kararı alındı ve 1867'de Alaska ABD'ye cüzi bir miktar olan sekiz milyon dolara satıldı. Mülk daha başka yerlerde daha kolay alınabilirdi.
 
1859'da yarım yüzyıllık bir vahşet  ve yağmadan sonra, Kafkasların dağ kabilelerinin fethi tamamlanmış ve Çeçen kahraman (Şeyh) Şamil ele geçirilmişti. 
1860'tan sonra Amur ve deniz illeri Çin'den, 1864 te Türkistan İran'dan 1875'te Sakhalin ve Kuriller Japonya'dan alınmıştı.


Bütün bu kazançlar daha sonra kaybedenler tarafından "eşit olmayan anlaşmaların" meyvesi olarak adlandırılmıştır. I900'de Mançurya'nın Ruslar tarafından işgali anlaşmazlığa ve Rus-Japon savaşında yenilgiye yol açtı (1904-1905). 1907'de İran'ın İngiliz ve Rus etki alanına ayrılması, Britanya'nın birkaç on yıldan beri Orta Asya hakkındaki kaygılarını sona erdirirken, Rusya'nın Basra Körfezi hakkındaki niyetleri konusunda kuşkular yarattı.

Kırım Savaşı (1853-1856), Britanya ve Fransa'nın Osmanlılara, Rusların Osmanlıların Hıristiyan tebaasını koruma emellerine karşı yardım etmeye karar vermesiyle başladı. Avusturya derhal Tuna prensliklerini işgal etti ve Batı güçleri de Sardinya'dan yardım alarak Kırım'a ceza amaçlı bir harekât yaptı. Kötü siper savaşı, kolera ve korkunç kayıplara rağmen, Sivastopol'ün kuşatılması başarıya ulaştı. Paris Barış Anlaşması (1856) Karadeniz'i silahtan arındırdı, Osmanlıların Hristiyan tebası üzerinde ortak bir Avrupa mandası oluşturuldu ve Osmanlı İmparatorluğuyla prensliklerinin bütünlüğünü garanti altına aldı.

Bütün bunlara rağmen yirmi yıl içinde Ruslar Balkanlara geri döndüler. Bu kez açılış üç Osmanlı ilinde birden eşzamanlı başkaldırılarla gerçekleşti; Bosna, Hersek ve Bulgaristan. Sırbistan ve Karadağ'ın askeri müdahalesi, Avusturya'nın diplomatik oyunları ve Bulgaristan'da yüz otuz altı Türk subayının öldürülmesi şiddetli bir Osmanlı misillemesine yol açtı. 1876 Mayısında, yirmi binden fazla köylü Bulgaristan'da öldürüldü, Londra'da Gladstone öfkeliydi ve "Bırakın Türkler suistimallere tek mümkün yolla devam etsinler, yani kendilerini buralardan sürerek" dedi, Ardından İstanbul'da iki Sultan tahtan indirildi. St. Petersburg'da Çar, Balkan Hristiyanlarını korumayı kendine görev edindi. Lanetli lakaplı Sultan II. Abdülhamid'e (h. 1876-1909) koşul dikte ettirmek için iki uluslararası konferans düzenlendiyse de, o bunları parlamenter bir anayasa vaatleriyle geçiştirdi. 1877 Nisan’ında Rus orduları Tuna civarındaki ve Doğu Anadolu'daki Osmanlı topraklarını işgal ettiler. İlerlemeleri, Balkan geçitlerindeki sağlam Türk direnişi tarafından uzun süre ertelenmişti; fakat Ocak 1878'de Kazaklar İstanbul'un surlarını tehdit ediyorlardı. Aya Stefanos Antlaşmasıyla (1878) Babıâli Çarın koşullarını ve boyutları kaygı verici düzeye ulaşan bağımsız "Büyük Bulgaristan'ın yaratılmasını da kabul etmek zorunda kaldı".

13 Haziran-13 Temmuz 1878 tarihleri arasındaki Berlin Kongresi Aya Stefanos Antlaşmasının revizyonu ve Rus ihtiraslarının dizginlenmesi amacını taşıyan Britanya ve Avusturya'yı tatmin için toplandı. Büyük bir diplomatik olay olmakla beraber, tüm Avrupa güçlerinin sorunlarını eşit koşullarda oturup çözebileceklerinin sonuncusu olmuştur. Bismarck'ın koltuktaki "dürüst aracı" rolüyle birlikte, Birleşik Almanya'nın Avrupa'daki başat statüsü ve savaş rüzgârları, Londra'daki müzikhollere şöyle yansımıştır:

Savaşmak islemiyoruz, ama zorunluyuz.
Gemimiz, adamımız ve paramız da var
Ayıyla daha önce savaştık ve Brilonlar da doğru davranırsa
Ruslar Konstantiniye'ye sahip olamayacaklar.'

Birçok yönden Kongrenin Avrupa güç oyununun en kinayeli taraflarını otaya çıkartması gariptir. Balkan halklarından hiçbiri yeterince temsil edilmemiştir. Hiçbirine önem verilmemiştir: Bosna ve Hersek Avusturya işgaline verilmiş, Bulgaristan ikiye bölünmüş ve Ege'den uzaklaştırılmış, Sırbistan, Karadağ ve Romanya'nın bağımsızlıkları teyid edilmiş ve hepsinin en önemli saydığı toprak parçaları reddedilmiştir. Güçler buna karşıt olacak şekilde sadece kendilerini düşünmüşlerdir: Rusya, boğazların reddedilmesiyle, Romen müttefiğinden Besarabya'yı almış; Britanya, Osmanlı'dan Kıbrıs'ı almış; Avusturya Yeni Pazar'ın Sancak'ını almış ve Disraeli Berlin'i "Onurlu Bir Barış" iddia ederek terk etmiştir. Balkan milletlerinin hemen akabinde çoğu zaman şiddet içeren kendi çözümlerine başvurmalarına hiç şaşırılmamalıdır. Avrupa devletleri güç dengesini bırakıp, kendi ikili anlaşma ve ittifaklarında güvenlik bulmaya çalıştılar. Ulusal çıkarlar uğruna frenler her yönden kaldırılmıştı.

Avrupa Tarihi,Norman Davies





3 yorum: