Nazi Almanya’sı ve Nazizm
Nasyonal sosyalizmin kısaltması olan «nazizm» terimi, hem bir ideolojiyi (Hitler'in ve partisinin ideolojisi), hem siyasî bir hareketi, hem de Hitler'in iktidarı ele geçirdiği 30 ocak 1933'le III. Reich'ın yıkıldığı 8 mayıs 1945 arasında Almanya'da egemen olan siyasî rejimi belirtir. Axis 2000
arasında Almanya'da egemen olan siyasî rejimi belirtir. Axis 2000
|
---|
Hitler'in ilk dönemi
Hitler 1924 ve 1925'te cezaevinde, sonradan Kavgam adını alacak olan kitabını yazdı. O sırada 36 yaşındaydı. Avusturyalı bir gümrükçünün oğlu, başarısız ve öfkeli bir ressam ve Birinci Dünya Savaşı'nda Bavyera ordusunda savaşmış bir asker olan Hitler, 1919'da Versailles Antlaşması uyarınca yeniden kurulan kısıtlı Alman silahlı kuvvetleri Reichswehr'de karşıdevrimci propaganda subayı olarak görev yaptı. 1921'de küçük bir parti olan, milliyetçi, Yahudi aleyhtarı ve antikapitalist Alman İşçi Partisi'nin denetimini ele geçirerek adını «Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi» (Nazionalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei/NSDAP) veya Nazi Partisi olarak değiştirdi. Ordunun desteğiyle Nazi Partisi, 8 000 olan üye sayısını 1922-1923 arasında 55 000 e çıkardı ve Münih'te bir darbe girişiminde (9 kasım 1923) bulundu. Darbe girişimi başarısız oldu. Hitler, 9 ay tutuklu kaldı, afla serbest bırakıldı.
Kavgam, hem bir otobiyografi, hem de partinin « Kutsal Kitabı» olmaya aday, ideolojik bir inanç belgesiydi. Bu kitabında Hitler, aşırı düşüncelerini ve dünyayı egemenlik altına alma tasarılarını anlatıyordu. «Doğada gözlemlenen aristokratik ilke» adına, insanlar arasındaki eşitsizliği vurguluyordu. Hitler bu ilkeye dayanarak kitabında öfkeli bir Yahudi düşmanlığı ve çok aşırı bir ırkçılık kurumu oluşturuyordu; o kadar ki « En uygar ırkın temsilcileri daha aşağı konumda sürünürken, kökeni açısından yarı maymun olan bir varlığı, örneğin avukat olarak eğitmek caniyane bir çılgınlıktır » diye yazmıştı.
Hitler'e göre Germenler, « üstün ırk » tı, dolayısıyla diğer ırkların zararına kendileri için gereken « yaşam alanını » sağlamak zorundaydılar. Bu amaçla, önce Almanları tek bir devlet çatısı altında toplama çağrısı yaptı. Sonra sıra fetihlere gelecekti; ama denizaşırı sömürgeler değil, Doğu Avrupa'da toprak elde edilmeliydi. Hitler, Yahudi aleyhtarlığı, antimarksizm ve demokrasi düşmanlığını sıkı bir bağla birleştirmişti: demokraside, « gücün ve enerjinin vazgeçilmez hakkı olan imtiyazlardan, işe yaramaz kalabalıkların sayıca çokluğu uğruna fedakârlık ediliyordu ». İdeal olan, tek kişi yönetimiydi: bu tek kişi, tabiîdir ki kendisi olacaktı. Almanya'nın Versailles Antlaşması ile uğradığı aşağılanmanın anısı, Hitler'in Fransa'yı « ezilmesi » gereken bir « can düşmanı » olarak görmesine yol açmıştı. Her ne olursa olsun Fransa ezilmeliydi. Bu ırkçılık cinneti nefretle iç içeydi: 1923-1925 arasında, Ruhr işgali sırasında sömürge birlikleri kullandığı için Fransa'yı, « Avrupa toprakları üzerinde bir Afrika devleti » olarak niteliyor ve « Ren'in zenci kanıyla kirlenmesine yol açarak beyaz ırkın varlığını tehlikeye atmak »la suçluyordu.
İktidara yükseliş
Münih'teki başarısız darbenin ardından (kasım 1923) Hitler, « yasal yoldan », yani propaganda ve gözdağı verme yöntemleriyle iktidara gelmeyi amaçlıyordu. Ülkede bir demokrasi geleneğinin bulunmayışından, milliyetçi duygulardan ve çöküş saplantısından yararlandı. Weimar Cumhuriyeti'nin doğal destekçileri olan muhafazakâr partilerin güçsüzlüğünü fırsat bildi. Muhafazakârlar iki karşıt görüşün, Nazi Partisi ve Komünist Parti'nin muhalefetiyle karşı karşıya kalmışlardı. 1929'daki ekonomik bunalıma çözümler önermesi Hitler'e geniş halk desteği kazandırdı. Eylül 1930'da nazilerin altı milyondan fazla oyu vardı. Bu rakam temmuz 1932'de yaklaşık 14 milyona ulaştı. Başlangıçta çekimser davranan iş adamları, işçi hareketlerine karşı nazileri desteklediler. Franz von Papen'in, ardından general Kurt von Schleicher'in başbakanlık dönemleri de nazilere yarar sağladı. 30 ocak 1933'te yaşlıcumhurbaşkanı Paul von Hindenburg, her şeyden önce bir iç savaşa yol açmamak için Hitler'i başbakanlığa atadı.
Naziler kurdukları azınlık hükumetiyle tüm devlet organlarını ele geçirdiler. Parlamento (Reichstag) dağıtıldı ve parlamento binası ateşe verildi (27 şubat). Ardından Komünist Parti bu yangından sorumlu tutularak yasa dışı ilan edildi. Temel özgürlükler askıya alındı ve tutuklamalar arttı. Mart seçimlerinde naziler oyların yüzde 44'ünü aldılar; Katolik ve muhafazakârların desteği Hitler'e yetmişti. Sonrasında muhafazakârlar hükümetten yavaş yavaş ayrıldılar; ardından Hitler, sendikaları ve zamanla tüm partileri kapattı ve toplama kamplarını açtı.
Sıra parti içi muhalefetten kurtulmaya gelmişti. Partinin ilk milis örgütü olan Ernst Röhm'ün SA'ları (Sturmabteilung, hücum kıtası) « kahverengiler dışarı, kızıllar içeri » sloganıyla, halktan yana bir « ikinci devrimi » istiyorlardı.
Hitler sırtını, bunlara karşı bir güç olarak 1925'ten beri örgütlediği SS'lere (SchutzStaffel, savunma art birliği) ve ordudaki soylu subaylara dayadı. 30 haziran 1934 günü (« uzun bıçaklar gecesi ») 1200 kişi tutuklandı, resmî açıklamaya göre 77 kişi idam edildi. Asıl kurban sayısının 300'ü bulduğu tahmin edilir. Bunlar arasında popülist nazizm kuramcısı Gregor Strasser, Zentrum ve finans çevrelerinden bazı kişiler (nazilerle doğrudan bağı olmayanlar) ve bizzat Röhm de vardı.
Nazizmin devrimci kanadının tasfiyesi, muhafazakârlar ile Hitler arasındaki bağları sağlamlaştırdı. Nitekim muhafazakârlar, Führer'in ülke yönetimiyle ilgili totaliter projelerini görmezlikten gelerek, hiçbir biçimde karşı durmadılar. Ağustos 1934'te Hindenburg öldüğünde, ülkede Hitler'e karşı koyacak güç yoktu. Savaş sonrası koşulların yarattığı cahil kışkırtıcı Almanya'nın tek hâkimi olmayı başarmıştı.
Hitler'e göre Germenler, « üstün ırk » tı, dolayısıyla diğer ırkların zararına kendileri için gereken « yaşam alanını » sağlamak zorundaydılar. Bu amaçla, önce Almanları tek bir devlet çatısı altında toplama çağrısı yaptı. Sonra sıra fetihlere gelecekti; ama denizaşırı sömürgeler değil, Doğu Avrupa'da toprak elde edilmeliydi. Hitler, Yahudi aleyhtarlığı, antimarksizm ve demokrasi düşmanlığını sıkı bir bağla birleştirmişti: demokraside, « gücün ve enerjinin vazgeçilmez hakkı olan imtiyazlardan, işe yaramaz kalabalıkların sayıca çokluğu uğruna fedakârlık ediliyordu ». İdeal olan, tek kişi yönetimiydi: bu tek kişi, tabiîdir ki kendisi olacaktı. Almanya'nın Versailles Antlaşması ile uğradığı aşağılanmanın anısı, Hitler'in Fransa'yı « ezilmesi » gereken bir « can düşmanı » olarak görmesine yol açmıştı. Her ne olursa olsun Fransa ezilmeliydi. Bu ırkçılık cinneti nefretle iç içeydi: 1923-1925 arasında, Ruhr işgali sırasında sömürge birlikleri kullandığı için Fransa'yı, « Avrupa toprakları üzerinde bir Afrika devleti » olarak niteliyor ve « Ren'in zenci kanıyla kirlenmesine yol açarak beyaz ırkın varlığını tehlikeye atmak »la suçluyordu.
İktidara yükseliş
Münih'teki başarısız darbenin ardından (kasım 1923) Hitler, « yasal yoldan », yani propaganda ve gözdağı verme yöntemleriyle iktidara gelmeyi amaçlıyordu. Ülkede bir demokrasi geleneğinin bulunmayışından, milliyetçi duygulardan ve çöküş saplantısından yararlandı. Weimar Cumhuriyeti'nin doğal destekçileri olan muhafazakâr partilerin güçsüzlüğünü fırsat bildi. Muhafazakârlar iki karşıt görüşün, Nazi Partisi ve Komünist Parti'nin muhalefetiyle karşı karşıya kalmışlardı. 1929'daki ekonomik bunalıma çözümler önermesi Hitler'e geniş halk desteği kazandırdı. Eylül 1930'da nazilerin altı milyondan fazla oyu vardı. Bu rakam temmuz 1932'de yaklaşık 14 milyona ulaştı. Başlangıçta çekimser davranan iş adamları, işçi hareketlerine karşı nazileri desteklediler. Franz von Papen'in, ardından general Kurt von Schleicher'in başbakanlık dönemleri de nazilere yarar sağladı. 30 ocak 1933'te yaşlıcumhurbaşkanı Paul von Hindenburg, her şeyden önce bir iç savaşa yol açmamak için Hitler'i başbakanlığa atadı.
Naziler kurdukları azınlık hükumetiyle tüm devlet organlarını ele geçirdiler. Parlamento (Reichstag) dağıtıldı ve parlamento binası ateşe verildi (27 şubat). Ardından Komünist Parti bu yangından sorumlu tutularak yasa dışı ilan edildi. Temel özgürlükler askıya alındı ve tutuklamalar arttı. Mart seçimlerinde naziler oyların yüzde 44'ünü aldılar; Katolik ve muhafazakârların desteği Hitler'e yetmişti. Sonrasında muhafazakârlar hükümetten yavaş yavaş ayrıldılar; ardından Hitler, sendikaları ve zamanla tüm partileri kapattı ve toplama kamplarını açtı.
Reichstag yangını
Alman mitolojisinde Walhalla, ateşe verilerek eski tanrılar öldürülür.
Nasyonal sosyalist mitolojisinde, Reichstag (Parla mento) ateşe verilerek eskipartililer öldürülecektir.
30 ocak 1933'te başbakan olan Hitler huzursuzdur; genel seçimlere bir kaç ay vardır. Rejim için büyük tehlike olan Thaelmenn'ın komünist partisi, her ne pahasına olursa olsun, ezilmelidir. Hitler, «işçi sınıfının gücünü kırmak, onu başsız bırakmak ve partisini yıkmak gerek» demektedir.
(...)
Hitler'in başbakan olduğunun ertesi günü, 31 ocak 1933'te Göbbels güncesine şunları yazdı: «Führer ile olan konuşmamızda sosyalistlere karşı açılacak mücadelenin ana hatlarını çizdik. Şimdilik doğrudan doğruya karşı - tedbirler almaktan kaçınacağız. Devrim girişimi bundan önce alevlenmelidir. Uygun bir anda darbemizi indireceğiz.» Nazilerin gittikçe artan kışkırtmalarına rağmen, seçim kampanyası sırasında ne komünistlerin, ne de sosyalistlerin herhangi bir girişimi görülmedi. Hitler sosyal demokratların toplantılarını ya yasak ediyor, yada S.A kabadayıları aracılığıyla dağıtıyordu. Bellibaşlı sosyalist gazeteler de kapatılmış Katolik Merkez Partisi bile nazi teröründen kendini kurtaramadı. Katolik sendikaların lideri Stegervva bir toplantıda söze başlayacağı sırada «kahverengi gömlekliler» tarafından dövüldü; Brüning de başka toplantıda, bir çok yandaşı S.A kıtaları tarafından dövüldüğü için polise başvurmak zorunda kaldı.
Bütün bu teröre rağmen, Hitler, Göbbels ve Göring'in bekledikleri «devrim» bir türlü «alevlenemedi Mademki bu işi kışkırtmayla yaptıramıyorlardı, böy bir şey uyduramazlar mıydı acaba?
27 şubat günü, akşamın saat 9'unda Reichstag alev alev yanmaktaydı, Van der Lubbe adında bir Hollandalı, suç üstü yakalanmıştı. Lubbe« komünist» diye damgalandı; cebinden komünist partisinin kartı (!) çıkmıştı! Kundakçılık suçu solculara yüklenince, yangın bir «komünist ayaklanmasının ilk işareti» olarak gösterildi. Böyle bir ayaklanmayı da ancak faşist diktatörlüğün önleyebileceği (!) besbelliydi!..
Birkaç dakika içinde olayı duyan nazi liderleri yangın yerindeydi. Alman Reich'ının başbakanı şöyle ba ğırmaktaydı: «bu tanrısal bir belirtidir! Şimdi artık sosyalist vahşileri demir yumrukla yok etmemize kimse enge olmayacak!» Sonra bir ingiliz gazetecisine dönerek ek liyordu: siz, Almanya tarihinde yüce ve yeni bir döne min tanığısınız. Bu yangın onun başlangıcıdır.»
|
---|
Sıra parti içi muhalefetten kurtulmaya gelmişti. Partinin ilk milis örgütü olan Ernst Röhm'ün SA'ları (Sturmabteilung, hücum kıtası) « kahverengiler dışarı, kızıllar içeri » sloganıyla, halktan yana bir « ikinci devrimi » istiyorlardı.
Hitler sırtını, bunlara karşı bir güç olarak 1925'ten beri örgütlediği SS'lere (SchutzStaffel, savunma art birliği) ve ordudaki soylu subaylara dayadı. 30 haziran 1934 günü (« uzun bıçaklar gecesi ») 1200 kişi tutuklandı, resmî açıklamaya göre 77 kişi idam edildi. Asıl kurban sayısının 300'ü bulduğu tahmin edilir. Bunlar arasında popülist nazizm kuramcısı Gregor Strasser, Zentrum ve finans çevrelerinden bazı kişiler (nazilerle doğrudan bağı olmayanlar) ve bizzat Röhm de vardı.
SA’ların tasfiyesi
Nazi Partisi’nin içinde karşı-devrimin komünizme olduğu kadar, kapitalizme de karşı olduğuna inanan kişiler de vardı. Bunlar 1933'te iktidarın ele geçmesinden sonra, «ikinci-devrim» sloganını ortaya attılar. Bu unsurların başında Röhm yönetimindeki S.A (hücum taburları) örgütü içinde, iki milyona yakın adamı olan Röhm vardı. Nasyonal sosyalist sloganlara kendini kaptıran milyonlarca küçük burjuva ve işsiz «Antikapitalist» vaadlerin yerine getirilmesini istemekteydiler. Hücum taburlarından gelme, gözü aç gençler, nasyonal-sos-yalist «işyeri hücreleri »ne üye işçiler, patronların masasına yumruk indirip ücret arttırı-mı, işyerini denetleme hakkı ve hatta işyerinin millileştiril-mesini istiyorlardı. Her biri, kendi peşine takılmış kalabalıkların sayısını arttırmak zorunda olan ayak takımı önderleri de, partinin, hücum taburlarının, «işyeri hücrelerinin kapılarını ağzına ka- dar açıyorlardı. Böylece, ister hatasını kavramış ve doğru yola gelmiş, ister görevi gereği «sızmış» militan olsun, birçok eski marksist «kahverengi ordu» saflarını genişletmekteydi.
Bu kaynaşma günlerinde Hitler, sürekli olarak, «ikinci-devrim» aleyhtarı konuşmalar yaptı. Ordudan, sanayicilerden Röhm'ün ayak takımının ezilmesi için sürekli baskılar gelmekteydi.
Reichswehr (Alman Ordusu) şefleri, nasyonal sosyalizme karşı değildiler. Hatta tam tersine, ona yandaştılar; Almanya'nın askerî gücünü yeniden sağlama amacı peşinde koşan Hitler'den çok hoşnuttular. Hattâ ilke olarak, ordu ile rejimin birbirine kaynaşmasını bile benimsemişlerdi. Ama tek bir koşulla: bu kaynaşma ayak takımındaki aşırılara yaramama-lı, Hitler bir an önce bu aşırıları dizginlemeliydi. İlkba- har başlarında Baltık'ta yapılan kısa bir donanma gezisinde Hitler, bu isteklere boyun eğdi: Röhm, subay derneklerinden çıkarıldı. 1934 haziranı başlarında da, birkaç haftalığına, kendisine «mecburi izin» verildi. S.A'lar (hücum takımları) da, 1 temmuzdan başlamak üzere, bir aylığına «izine gönderilmiş»lerdi. Bu süre boyunca, S.A'ların üniforma giyme hakkı olmayacaktı.
Bu tedbirlerin sonucu, kaynaşmanın durulması değil, daha da artması oldu. Büyük kapitalistler gittikçe daha büyük bir korkuya kapıldılar. 28 haziranda Hitler, görüşmek üzere Krupp'u ziyarete, Essen'e gitti. 29 haziran tarihli Völkischer Beobachter gazetesinde çıkan demecinde, savunma bakanı general von Blomberg, Şansölye'ye sonsuz destek için söz verdi ve aynı anda, Reichswerhr'i «alarm durumu»na geçirdi. 30 haziran günü Hitler, en eski çalışma arkadaşlarını öl-dürterek «temizledi». Öldürülenler arasında Röhm ve Gregor Strasser de vardı. Kurbanlardan birincisi için uygun bulunan bahane, «kötü huyları» yani. cinsel sapıklığıydı. Bütün Almanya'da «ikinci-devrim» yandaşı yüzlerce insan öldürüldü. Reichswehr, perde arkasındaydı ama, Münih'te olduğu gibi, her an karışmağa hazır beklemekteydi. Kıyımı izleyen gün, general von Blomberg, «alarm durumunu» kaldırdı ve Führer'i «hain ve asileri tepeleyip ezmiş olması»ndan dolayı kutladı. Nazi tarihine «Uzun Bıçaklar Gecesi» dive geçen bu «tasfiye» işlemini gerçekleştiren S.S'ler olmuştu.
|
---|
Nasyonal Sosyalist Toplumda Yaşam
Hitler, 24 mart 1933'ten (o gün, tevkif edilen komünist ve sosyalist milletvekillerinin bulunmadığı parlamentodan olağanüstü yetkiler almıştı) 1945 yılına kadar, nazi diktatörlüğünün tek lideri oldu. Nazi Almanyası'na Hitler III. Reich adını vermişti. Hitler'e göre Mukaddes Roma - Germen imparatorluğu, I. Reich, Bismarck'ın 1871'den 1919 yılına kadar süren Almanyası ise II. Reich'di.
Hitler diktatörlüğü, dış politika alanındaki saldırgan politikasını Ein Volk, Ein Reich, Ein Führer (bir ulus, bir devlet, bir önder) sloganına dayandırdı. Bu slogan Almanya'nın sınırları dışında yaşayan bütün almanları bir tek devlette toplama anlamına geliyordu. Ama bu da yetmeyecek ve Hitler, Lebensraum (hayat alanı) sloganıyla, alınanların bulunduğu birçok ülkeyi de ilhak etme yoluna gidecekti.
Hitler Almanyası'nın ekonomi politikasına gelince, önce şunu belirtmek gerekir ki bir «faşist» yada «nasyonal sosyalist» ekonomi sözkonusu değildir. Faşist ekonomi ilk kez, 1914-1918 savaşı sırasında Almanya'da Kriegswirtschaft (savaş ekonomisi) adı altında uygulanan ve «güdümlü» kapitalist ekonomi adı verilen sistemin daha değişik bir biçimidir.
Ekonomideki tekelleşme eğilimini naziler vargüçleriy-le destekledi. 15 temmuz 1933 tarihli bir yasayla, Reich ekonomi bakanı, «birleşme yada kaynaşmanın işletmenin, üre-timin ve topluluğun tümünün yararları bakımından gerekli görüldüğü durumlarda, pazarı düzenlemek amacıyla işletmeleri sendikalar, karteller, konvansiyonlar yada benzeri anlaşmalarla birleştirebilme, yada bunları zaten var olan işletme ortaklıklarına katma» yetkisini aldı.
Bu yasa, hızla uygulanmaya kondu. Yoğunlaşmanın adamakıllı ileri bir düzeyde olduğu sanayi dallarında, 1933 temmuzu ile kasımı arasında, zaten var olan 30 kartel yeniden örgütlendirildi, karşı gruplar da bu örgütlenme içine alındı, her üyeye kendi payına düşen üretim niteliğini gerçekleştirme mükellefiyeti yüklendi. Yoğunlaşmanın daha düşük bir düzeyde yada kartelleşmenin daha zor olduğu sanayi dallarında da, 38 yeni kartel kuruldu: dokumacılık, kâğıt sanayii, gıda sanayii vb.
Nasyonal sosyalist parti, iktidara gelir gelmez, »son yıllarda girişilen bütün devletleştirme denemelerine son verileceğini de» açıkladı. Devlet işletmeleri yeniden özel işletmeler haline getirildi. 1931'deki banka iflaslarından sonra devlet denetimi altına giren bankalar, yeniden özelleştirildi. Gemi yapımı ve işletme şirketleri de özel girişime devredildi, belediye işletmeleri dağıtıldı.
Nasyonal sosyalist devletin, güçsüz düşmüş sanayi ve banka işletmelerini besleyip desteklemesi gerekmedi. Kendinden önce gelen hükümetler bu işle zaten ilgilenmişlerdi. Nasyonal sosyalist devlet, hisse senetlerini yarısından fazlasına sahip bulunduğu bu işletmeleri millileştirmek için, varolan koşullardan yararlanma yoluna da gitmedi. Tam tersine, olanak bulur bulmaz, bu senetleri eski sahiplerine geri verdi. Reich an-eak, başka türlü davranmasına olanak yoksa, özel girişimin yerini aldı: örneğin, özel sermayenin yatırım yapmaya yanaşmadığı verimsiz alanlarda işletme kurmak gibi... Devlet bu işletmelere, karma ekonomi ortaklıkları biçimini verdi: yatırılan sermaye için belli miktar temettü garanti etti, bütün zararları ise üzerine aldı. Sonuçta devletle büyük sermaye iyice içiçe geçti. Devletle özel sanayiin sıkı bir biçimde içice geçmeleri konusunda Goring Werke'ler bünyesine katılan dev Rheinmetall Börsig şirketinin denetleme kurulu, iyi bir örnektir. Bu kurulda yer alan büyük sanayi temsilcisi dört kişiden ikisi I.G Far-ben'den (Börsig ve Kari Bosch), biri Deutsche Bank'-tan, öbürü de Dresden Bank'-tandı. Öteki üyeler arasında ise şunlar vardı: nasyonal sosyalizme yanaşan eski aristokrasinin temsilcisi Saxe -Cobourg - Gotha Dükü; iş çevreleriyle olan sıkı ilişkileriyle tanınan iki devlet temsilcisi (devlet bakanı Trendelenburg ile maliye bakanlığından bir temsilci); ordu temsilcisi olarak savaş bakanlığındaki savaş ekonomisi bürosu başkanı olan emekli albay Thomas. Nihayet, Göring - Werke'lerin iki, kamusal nitelikli bir kredi kuruluşu olan Reichskreditgesellschaft'ın da bir temsilcisi.
Büyük yol yapımı gibi bayındırlık yatırımları ile bir yandan işsizler çok az bir ücret karşılığı çalıştırılırken, öte yandan ekonomik bunalım aşılmağa çalışıldı. Ama bunalımın aşılması, ancak yeni pazarların ele geçirilmesiyle mümkün olabilecekti. Nasyonal sosyalizm, iktidarı ele alır almaz, yeniden silâhlanma işine milyarlar ayırdı. Tüketim malları sanayii durgunluk içinde yüzmeye devam ederken, ağır sanayi tam ran-' dımanla çalışıyordu. Bir örnek vermek gerekirse; 1931'-den beri üç yüksek fırını sönmüş durumda olan Krupp şirketi, 1935 kışında, bunları yeniden yakmak durumuna geldi; 1935 yılı 1 mayısında da Krupp, personeline yüksek fırınların, çelikhanelerin, hadde makinalarının, mekanik imalat atölyelerinin, üretim kapasitelerinin son sınırına kadar zorlanarak çalıştırıldıklarını açıkladı. (The Banker adlı ingiliz dergisi, 1933 - 1934 ile 1936- 1937 malî yılları arasındaki silâhlanma harcamalarını 30 milyar markın üzerinde tahmin etmektedir). Maliye Bakanı Reinhardt, Almanya'nın «iktisadî kalkınmasının», ülkeyi 40 milyarlık bir borç altına soktuğunu açıkça belirtti. Ağır endüstri patronları büyük kârlar sağladı. Mark'ın tedavülü arttı, lüks tüketim gelişti. Völkischer Beobach-ter, «yeniden silâhlanma bütün ekonomiye, büyük çapta, devletin ihtiyaçlarını karşılama hizmetine koşmuştur» diye yazmaktaydı: «ordu ihtiyaçları için alımlar, ekonomi için bir Tanrı lütfudur.»
Bayındırlık ve silâhlanma harcamaları ülkede gizli bir enflâsyonun egemen olmasına yol açtı. Halk tasarruflarını devlet senetlerine yatırmaya zorlandı. Böylece gerçekte, halkın birikimleri, zorla, büyük sanayi emrine verilmiş oluyordu.
Gerçekte, Hitler yönetimi alman tröstlerinin bir kuklası olmaktan öteye gidememiştir. «Çok dar bir alana sıkıştırılmış bulunuyoruz. Öteki devletler gibi biz de sömürge istiyoruz. Almanya güneşteki yerini almalıdır» denilir ve «Alman Bayrağı'nm Okyanuslarda dalgalanacağı» ileri sürülürken, gerçekte büyük kömür, çelik ve öteki ağır endüstri tröstlerinin yönelimleri dile getirilmiştir. Alman faşizmi döneminde, hükümetin ekonomik danışmanlar kurulunda Vögler, Reusch, Thyssen, Krupp, von Bohlen, Bosch, K.F Siemens, Frovvein, Cuno gibi banker ve tröst krallarının bulunması, basit bir rastlantı değildir. Devletin daha birçok makamlarına büyük sermayenin temsilcileri yerleşmiştir. Almanya'nın savaşçı, emperyalist politikası gelişip faşizm, işçi sınıfını ezen, her türlü demokratik hak ve eylemini yasaklayan bir nitelik aldıkça da, sermayenin naziliğe olan güveni ve desteği artmıştır. Sermaye, alman faşizmine yardımının karşılığını, sadece 1933 - 1936 yılları arasında net kârını % 433 oranında artırarak almıştır.
Ekonominin bu çarpık yapısı içinde dış ticaret açığı büyümeğe başladı, kapalı ekonomiye yönelindi. Gıda maddeleri kıtlığı kendini iyice duyurdu. Göring şöyle diyordu: «Yeni silâhlanma bize dev bir çalışmaya mal oldu. Dışardan satın almak zorunda olduğumuz ham maddelere gereksinmemiz vardı. Sorun, dövizlerimizi maden cev. heri mi, yoksa başka şeyler mi satın almak yolunda kullanacağımıza karar vermek noktasında düğümleniyordu. Ya tereyağı satın alacaktık, ve o zaman da özgürlüğümüzden vaz geçecektik; yada oyumuzu özgürlüğü seçme yolunda kullanıp tereyağından vazgeçecektik.» Kısacası, sıkıntı çeken tüketiciye Göb-bels şu öğütte bulunuyordu: «Kemerlerimizi sıkalım. Bize bundan yarar var!»
Öte yandan kırlık kesimde de, bütün tarım sendikaları kapatıldı, işsizlik sigortası uygulanmadı, feodal işletme yöntemleri uygulanmağa başlandı; ücretler asgarî düzeyin altına düşürüldü. İşsizler ve gençler zorla büyük toprak sahipleri emrinde çalıştırıldı. Tarım işçilerinin malikâneleri bırakması yasaklandı. Nasyonal sosyalizm, tarım proletaryasını toprağa daha sıkıca bağlamak için nakdî ücretin yerine, aynî ücreti koydu. Yalnız birkaç bölgede uygulanan eski Heuerlinge sistemi yeniden canlandırıldı (Heuerlinge, büyük toprak sahibinin, kendisine bir parça toprak verdiği, karşılığında da efendisine günlerce bedava çalışmak zorunda olan bir tarım işçisiy-di). Oldenburg köylülerinin önderine göre Heuerlinge sisteminin yayılması «köylerden kentlere göçenleri durdurmanın ve tarım emekçisini toprağa bağlamanın en etkin yo-lu»ydu... Hitler hükümeti tarım kesimini kartelleşmiş sanayilerle çepeçevre kuşatmış ve böylece pazarları ve kövlü-lerin üretimini, sanayi kartellerinin olduğu kadar ticaret tekellerin de boyunduruğu altına sokmuş oluyordu.
İşte nasvonal sosyalist kar-şı-devrimin alman halkına öngördüğü yaşam bu olmuştu.
Kaynak: D.ve K.D.A
|
---|
1933-1939
Kaba kuvvet dönemi
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI (Harbi Umumî) ertesi kimse yeni bir çatışma beklemiyordu. Almanya'nın silahsızlandırılması genel bir silahsızlanmaya doğru gidişe benzemekteydi ve Milletler Cemiyeti'nin kuruluşu da büyük umutlar uyandırmıştı. Üstelik cephelerden dönen savaş yorgunları, yaşadıkları dehşet yıllarından sonra barışa sahip çıkmakta kararlıydılar. Ne var ki barış antlaşmaları bazı ülkeler için pek de tatminkâr olmamıştı. Milliyetler ilkesine her zaman uyulmamış ve antlaşmaların yeni devletler bünyesinde, önemli oranlarda azınlıklara yer verilmişti. Almanya, (Versailles Diktası, dediği) Versailles Antlaşması ile getirilen şartları protesto ediyor, Macaristan ve İtalya barış antlaşmalarının yeniden gözden geçirilmesini istiyordu. Ayrıca, Çekoslovakya, Romanya ve Yugoslavya, Fransa'nın desteklediği bir « Küçük Antant » oluşturmuş, Macaristan'a cephe alıyordu. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun çok sayıda küçük devlete bölünmesi Merkezî Avrupa'nın dengesini bozmuştu. Ardı alınmaz uyuşmazlıklar, geçimsizlikler içinde olan bu devletler, aralarında iyikötü birleşip de Almanya'nın devletler üstünde egemenlik kurma niyetlerine karşı duracak halde de değildi.
Bu durum, ekonomi alanındaki milliyetçiliğin, siyasî ve askerî milliyetçiliği -adeta doğrulamak istercesine- desteklediği 30'lu yıllarda daha belirgin bir hal aldı. 1929 Dünya Ekonomi Bunalımı'ndan derinlemesine etkilenen birbirinden kopuk demokrasiler, baş gösteren ve tırmanışa geçen totaliter rejimlere karşı koyacak güçten yoksundu. Diplomasi kurallarına uyma ve imzasına sadık kalma ilkelerine bağlılığın yerini dünya politikasında, demokrasileri oldubittiler karşısında bırakacak kaba kuvvet dönemi alıyordu. Japonya himaye bölgesini, adı da değişerek « Mançukuo » olan Mançurya'ya kadar genişletti ve Milletler Cemiyeti'nden çıktı (1933). Aynı yıl Hitler, Şansölyelik makamına geldi ve Cenevre Silahsızlanma Konferansından çekilen Almanya da Milletler Cemiyeti'nden ayrıldı. Milletler Cemiyeti'nin yaptırım tehdidine aldırmayan İtalya, 1935'te Etyopya'yı işgal etti. Savaşı « hukuk dışı » eylem sayan Briand-Kellogg Antlaşması ruhu çok eskilerde kalmıştı.
Belirsiz bir barış
Daha 1934 temmuzunda Hitler, Avusturya'da nazi azınlığın bir darbe girişimi çabasını el altından destekliyordu. Şansölye Dollfuss'un bir suikaste kurban gidişinden sonra Avusturya'yı Almanya ile birleştirme girişiminin başarısızlığına sebep, Avusturya devletinin direnişinden çok, sınır boyunca çok sayıda asker yığan İtalya'nın kararlı tutumuydu. Ne var ki, Almanya'ya karşı kurulur gibi olan bu karşı cephe, Mussolini'nin Etyopya'ya savaş açması üzerine (ekim 1935-mayıs 1936) dağıldı. Bu savaş Milletler Cemiyeti'nin iki üyesini karşı karşıya getiren bir anlaşmazlığa dönüştü, ama İtalya ile Almanya'nın birbirine yaklaşmasını sağladı. Roma-Berlin « mihver »inin kurulması, Milletler Cemiyeti'nin ifadesi ve teminatı olmak istediği ortak güvenliği tehlikeye düşüren bir gelişmeydi.
Almanya, halkoyuna başvurarak ocak 1935'te Saarland'ı geri almış, dış politikada hareketlenmeye başlamıştı. Versailles Antlaşması'nın şartlarına uymak niyetinde değildi; 7 mart 1936 günü Alman birlikleri, Ren bölgesini işgal etti Berlin'in bu kaba kuvvet kullanımına, önce karşı duracakmış gibi davranan Fransa sonunda pes etti. Ve bu geri adım savaşa giden yolda esaslı bir aşama oluşturdu. Müttefikler Fransa'ya olan güvenlerini kaybettiler. Reich ile zaten saldırmazlık paktı imzalamış olan (1934) Polonya, yüzünü büsbütün Almanya'ya döndü; bu arada Belçika tarafsızlık politikasını daha çok benimsedi. Çekeslovakya-Yugoslavya- Romanya anlaşması (Küçük Antant), değildi. Etyopya olayında güvenilirliğinden çok şey kaybeden olan Milletler Cemiyeti, 1937'de İtalya'nın üyelikten çekilişine de karşı duramadı. Berlin-Roma mihveri Avrupa'yı ortasından ikiye bölmüş, Fransa'yı Polonya ve Çekoslovakya gibi müttefiklerinden ayırmıştı. Almanya ve Japonya'yı, daha sonra İtalya, İspanya ve Macaristan'ı bir araya getiren komünizm karşıtı pakt (Antikomintern Paktı, 1936) demokrasilerle faşist devletler ve dikta yönetimleri arasındaki uçurumu genişletiyordu.
Savaş kaçınılmazdı
İspanya'da iç savaşın sürdüğü yıllarda, italya ve Almanya bu savaşa, milliyetçi Franco kuvvetlerinin yanında fiilen yer alarak katılıyordu. Bu arada « hayat alanı» peşinde olan Hitler de, vaktiyle kaybettiği toprakları Almanya'ya yeniden kazandırmakla meşguldü. İtalya onunla birlikte, Amerika Birleşik Devletleri izolasyonist siyasetinde bir değişiklik yapmıyor, demokrasiler ise -özellikle ingiltere ve Fransa- bölünmüşlük ve kararsızlıktan kurtulamıyordu. Oysa Avusturya ile Çekoslovakya'nın bağımsızlığı ciddî tehdit altındaydı.
1938 şubat ayında Hitler, Avusturya şansölyesi Schuschnigg'i, nasyonal sosyalist Seyss-Inquart'ı içişleri bakanı olarak kabinesine almaya zorladı. Bu son ültimatomu da alan Schuschnigg istifa etti ve Seyss-lnquart başbakanlık koltuğuna oturdu. Düzeni sağlama gerekçesiyle, yeni içişleri bakanı, Alman kuvvetlerinden yardım istedi: 13 mart günü Avusturya, Almanya ile birleştirilmişti (Anschluss). Avrupa, olayı protesto ederek görevini (?) yaptı. Hitler'in şimdi hedefi Çekoslovakya idi. Bu amaçla ise, üzerinde üç milyon Almanca konuşan insanın yaşadığı Südeder bölgesinin Almanya')«»>geri verilmesini istemekle başladı (21 eylül 1938). Bu sanayi bölgesi Çekoslovakya için hayatî önemdeydi. Prag kısmî seferberlik ilan etti. Savaşın eli kulağındaydı.
İngiltere, sorunun diplomatik yoldan çözümlenmesini teklif etti: 29 eylül günü Hitler, Mussolini, Daladier (Fransa başbakanı) ve Chamberlain (İngiltere başbakanı) Münih'te bir araya geldiler; Çekoslovakya ve SSCB görüşmelere katılmadı. Barışı kurtardıkları hayalini gören Fransa ile İngiltere, Almanya'nın toprak taleplerini kabul etti. Kendi kamuoylarınca da desteklenen Chamberlain ve Daladier yatıştırma siyasetleriyle bir çatışma tehlikesini önlediklerine inandılar. 15 mart 1939'da Hitler, Çekoslovakya'yı işgal etti. Chamberlain için de, Fransa için de bu, hayallerinin sonuydu. Hitleri ancak bir savaş durdurabilirdi. •
Polonya, Çekoslovakya devletinin parçalanmasında küçümsenmeyecek bir rol oynamış ve daha 1938 ekiminde Cicszyn bölgesini işgal etmiş, sıra Polonya'ya gelmişti. Hitler, Doğu Prusya'yı Almanya'dan ayıran koridor sorununu ve serbest şehir durumuna getirilmiş olan Dantzig'in (bugün Gdansk) statüsünü ele almak niyetindeydi. İngiltere erken davranarak (31 martta) Polonya ile bir ittifak anlaşması hazırlamış, Paris ise bu ülke ile arasındaki 1921 anlaşmasını doğrulamıştı.
Nisan ayında Wehrmacht, Polonya'ya saldırmaya hazırdı. Aynı zamanda Hitler, İtalya ile olan bağları sıkılamaya da önem verdi; 22 mayısta, İtalyan ve Alman dışişleri bakanlan Ciano ile Ribbentrop, bir saldırı antlaşması olan Çelik Pakt'ı imzaladılar Ama İngiltere ile Fransa bu kez -ülkelerinde sağ kesimden ve bağımsız sosyalistlerden « Dantzig için ölmek »istemediğini söyleyenlerin de çıkmış olmasına rağmen- bir saldırıya uğraması durumunda Polonya'ya karşı yükümlülüklerini yerine getirme kiaranndaydı. Fransa ile arasında Almanya toprakları bulunan Polonya'nın savunulabilmesi için SSCB'nin yardımı da gerekliydi; bu çatışma patlak verince Moskova'nın ne yapacağı belli değildi.
Nisan-ağustos arası İngiliz-Fransız-Sovyet görüşmeleri çetin geçti. Moskova'nın takınabileceği tavır konusunda Londra ile Paris arasında da görüş birliği yoktu. Baltık ülkelerinin çıkarları konusundaki farklılıkların da aşılması yoluyla siyasî bir anlaşmanın geliştirilebileceği umuluyordu. 23 ağustosta Alman-Sovyet saldırmazlık paktının imzalanması, müttefikler cephesinde şaşkınlık yarattı; pakta bağlı gizli bir protokol, Polonya'nın bu iki ülke arasında bölüşülmesini öngörmekteydi. Artık savaş önlenemezdi. Wehrmach 1 eylül günü Polonya'ya girerek, İkinci Dünya Savaşı'nı başlatmış oldu. İki gün sonra İngiltere ile Fransa da, Almanya'ya karşı savaş ilan edecektir. Axis2000
Yararlanılan Kaynaklar:
1. Thema Larousse
2. Axis2000
3. Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi
4. Ana Britannica
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder