Bu sırada, VIII. yy'daki, yayılma alanı güneyde Dinyeper Havzasına, kuzeyde Ladoga Gölü, kuzey-doğuda Yukarı Volga'ya uzanan Doğu Slav boyları arasındaki birlik sağlanmıştı.IX. yy'da kendilerini ticaret ve silahla yavaş yavaş kabul ettiren Viking denizcileri (Varegler), Doğu Slavlarının arasına sızmaktaydı. Slav şehirlerinden (Novgorod, Smolensk, Kiev) haraç toplayan ya da bu şehirlerde paralı askerlik görevi yapan Varegler, ülke çapında bir savaşçı prensler hanedanlığı kurmuşlardır. Rurik, 862'de Novgorod çevresindeki kuzey toprakları arasında birlik sağlamıştı; halefi Oleg Güney'i istila ederek 882'de Kiev' başkent yapmıştı.
İlk Rus devletiTarihçiler, Ruslara, ilk devlet yapısını öğretenlerin Normanlar olup olmadığını tartışırlar; Rurik Hanedanlığından övgüyle sözeden Ortaçağ kaynaklarına göre, Ruslar 862'de «Vareglere bir çağrı»da bulunmuştur. Karşıt görüş ise, Doğu Slavları arasında daha önce gelişmiş sosyopolitik örgütlenme modellerinin var olduğunu savunur. Her halükârda IX. yy'ın sonlarında Kiev civarında Rus isimli bir devlet ortaya çıkar. Axis
Rurik hanedanının veraset sistemi Rus topraklarının çekirdeğini oluşturan Kiev, Çernigov ve Pereyaslavl prensliklerinin bölünmezliğine, bütün hanedan üyelerine toprak verilmesine, büyük prens unvanının yaş sırasına göre kardeşlere ve en küçük kardeşten de en büyük yeğene geçmesine dayanıyordu. Her prensin çevresinde, belirli arazilerin gelirleri karşılığında askeri hizmet veren boyarlar yer alıyordu. Hıristiyanlığın etkisi altında biçimlenen Rurik yönetim sistemi ve kültürü, Slav geleneklerinin bir ölçüde sürmesine karşın belirgin bir Bizans damgası taşıyordu. A.B.
Konstantinopolis (İstanbul) . 860'ta, tarih sahnesinde ilk kez görünen bir halk tarafından kuşatıldı: Ruslar. Norman ve Varegler tarafından sömürgeleştirildiklerinde ilk siyasî örgütlenmeyle tanışan bu Slav halkı, Kiev etrafında yerleşmişti. Bizans İmparatorluğu'nu istila etmek niyetinde değildiler. Bunun yerine Yunanlılarla bir dizi ticaret anlaşması imzaladılar (907-911; 945; 971). Bu anlaşmalar İskandinavya ile Bizans arasında önemli ticaret ilişkilerinin gelişmesine yardımcı oldu. X. yy'da Kiev Devleti, steplerdeki Hazar Türk İmparatorluğu aleyhine gücünü geliştiriyordu. Buna koşut olarak Bizans'ın ihtişamına hayran Rus prenslerinin nezdinde Bizans împaratorluğu'nun çekiciliği de artmaya devam etti. Yunanlıların ve Romalıların giremediği bu bölgede Bizans'ın kazandığı saygınlık, Kiev Prensi Vladimir'in (980-ykl. 1015) Hıristiyanlığa geçmesinden ve 988'de « Rusya »nın vaftiz olmasından ileri geliyordu.
Bilge Yaroslav döneminde (1019-1054) Rusya, oraya sığınmış Bulgarlar aracılığıyla Kiril alfabesiyle tanıştı. Ancak Yaroslav'dan sonraki iktidar mücadeleleri nedeniyle Kiev Rusya'sı, 1150'den sonra bağımsız prensliklere bölündü. Kuzeydoğu prenslikleri, özellikle 1169'da Kiev'e saldıran Vladimir-Suzdal'ın Prensliği, ikinci Rus devletinin doğum yeri olacaktı. T.L.
|
---|
Doğu Slavların Hıristiyanlığı kabul etmesi, hiç kuşkusuz bu dönemin en önemli olayıydı. 989'da prens Vladimir «tüm Rusya'yı vaftiz ettirerek» halkına, siyasî birliği oluşturacak ve kültürel gelişmeyi sağlayacak bir ulusal din sunmuştu: Kiril ve Metodist rahiplerinin yarattığı alfabe (kiril alfabesi) sayesinde Slav diline çevrilen kutsal kitaplar; Konstantinopolis'te (istanbul) şekillenen kilise hiyerarşisinin ülkeye gelmesi; XII. ve XIII. yy'da Bizans üslubunda (Kiev Svyatoya Sofiyası, Novgorod Svyatoya Sofiyası, Vladamir Hz. îsa) taş kiliselerin yapılması.
Sonuç olarak, Kiev Devleti, Hıristiyanlık sayesinde, Avrupa ile diplomatik ilişkilere girer (Prens Yaroslav'ın kızı Anna, 1040 yılında, Fransa kralı I. Henri ile evlenir). Ama yine de, nüfusun tamamının hıristiyanlaştırılması için birçok yüzyılın geçmesi gerekmiştir ve putperest geleneklerin, son zamanlara kadar Hıristiyanlığın içinde yaşatılması, Rus kültürünün en çarpıcı özelliklerinden biri olmuştur.
Kiev'in gerileme sürecinde Rus topraklarında yeni güç odakları öne çıktı. Bunlardan biri, en önemli ticaret merkezi konumu taşıyan Novgorod kentiydi. Hansa Birliği'yle sıkı ilişkiler içinde olan ve Suzdal bölgesini bir hinterlant olarak kullanan Novgorod'un yönetimi ticaretle uğraşan güçlü boyar ailelerinin elindeydi. Rus topraklarının kuzeybatısındaki Smolensk, Polotsk, Turov ve Pinsk prensliklerinin daha çok batıdaki kara ticaret yollarıyla bağlantısı vardı. Bu prenslikler 14. yüzyıl başlarında, daha sonra Polonya Krallığı'na katılan Litvanya Gran-düklüğü'nün denetimine girdi. Tarımın son derece gelişmiş olduğu güneybatıdaki Ga-liçya ve Volinya prenslikleri, 12. yüzyıl sonlannda birleşerek güçlü bir devlet durumuna geldi. Ne var ki iç çekişmeler ve Macaristan'ın müdahaleleri yüzünden zayıflayarak 1240'ta Moğol istilasına boyun eğdi. Daha sonra Volinya Litvanya'ya, Galiçya ise Polonya'ya bağlandı.
|
---|
Moğol egemenliği altında
XII. ve XIII. yy'larda, şehir prenslikleri arasındaki savaşlar ve ekonomik gerileme nedeniyle zaten zayıf düşmüş Kiev Devleti, iki dış tehlikeyle karşı karşıya gelmişti. Batı'da, Tötonlar (Livonyalı Alman şövalyeler) Baltık ülkelerindeki Rus şehirlerini tehdit etmekteydiler; ilerlemeleri, 1242'de, Çudlar gölü üzerinde, prens Aleksandr Nevskiy tarafından durdurulmuştu. Doğudan gelen Altınordu Moğolları (ya da Tatarlar) 1236-1240 yılları arasında tüm ülkeyi yakıp yıktılar, kuzey ve kuzeydoğu Rus toprakları üzerinde iki yüzyıllık bir hakimiyet kurdular. Bu arada, Ukrayna ve bugünkü Beyaz Rusya toprakları (ilk Rusya'nın en büyük bölümü) Tatar boyunduruğundan kurtulmuştu; bu bölge önce Litvanya'ya (XIII. yy-XIV. yy), sonra da Litvanya ile birlikte, XVII. yy'a kadar ortak bir kaderi paylaşacakları Polonya'ya katılmıştı.
Moğol istilası, Rusya nüfusunun ve ekonomisinin gelişmesini kaba kuvvetle durdurmuştur: şehirler yıkılmış (dokunulmadan kalan Novgorod hariç), insanlar öldürülmüş, geleneksel ticaret yolları kesilmişti. Moğol bir valinin otoritesi altına giren toprakların tamamı, vergilerin toplanmasını ve merkeze ulaştırılmasını çok iyi düzenleyen işgalci yönetime, ağır bir haraç ödemek zorundaydı. Çeşitli Rus prensleri (devletin siyasî ağırlık merkezinin kuzeydoğuya kaydığı XII. yy'da, Vladimir Suzdal, 1169'd Kiev'in yağmalanmasından sonra, en güçlü prenslik haline gelmisti) veraset haklarını ve büyük-prenslik payelerini garanti eden, bir yarlıyk (ayrıcalık belgesi) almak için yalvarıp yakarmaya, Aşağı Volga üzerindeki Tatar başkenti Saray'a gider hale gelmişti.
Geniş Moğol İmparatorluğu'nun batı kesimini devralan Cuci'nin soyu tarafından kurulan Altın Orda Devleti, vergiye bağladığı Rus prenslikleri üzerinde dolaylı bir denetim oluşturmakla yetindi. Urallar'ın batısındaki Slav topraklarında yönetim ve maliye işleri daha çok bölgenin Türk komutanlarına ve Müslüman tüccarlarına bırakıldı. Altın Orda'nın altın çağını yaşadığı Özbek Han döneminde (1313-41) ulaşılan siyasal ve ekonomik güç, onun oğlu Canı-Bek Han'ın ölümünü (1357) izleyen iç kanşıklıklarla sarsılmaya başladı. Batıdaki Tatar beyleri başkaldırırken, Rus prenslikleri de bağımsızlaşmaya yöneldi. Mamay komutasındaki Altın Orda kuvvetleri 1380'de Moskova'nın başını çektiği Rus prensleri karşısında yenilgiye uğradı. Timur'dan destek görerek merkezi otoriteyi yeniden sağlayan Toktamış Han (hd 1380-96) Rus prensliklerini sindirdi, ama çok geçmeden Timur'la anlaşmazlığa düştü. Timur ordularının 1391 ve 1395'te giriştiği seferler Altın Orda'ya ağır bir darbe indirdi. Bir daha eski gücüne kavuşamayan Altın Orda'nın bıraktığı boşluk, bölgede üstünlüğü ele geçirmeye yönelik yoğun bir mücadele getirdi. Bu mücadelede öne çıkan başlıca güçler Moskova ve Litvanya ile Kırım ve Kazan hanlıkları oldu.
|
---|
Moskova, IV. İvan'ın 1533'te tahta gelmesiyle birlikte her
zamankinden çok daha büyük
jeopolitik ve dini amaçlar edindi. Büyük Novgorod cumhuriyetinin fethi ve
asimilasyonu tamamlanmıştı ve Moskova sadece Kiev Rusya'sının halefleri
arasında değil, bütün Hıristiyan güçlerin arasında önemli bir güç olarak
kabul edilme iddiasını
genişletmekteydi. Fakat aynı zamanda aşın kırılgan bir yapıya sahipti ve
güvenliğini artırmadıkça ne Asya' da ne de Avrupa' da büyük bir güç olması
hiçbir şekilde mümkün değildi. Baltık bölgesinde Töton şövalyeleri hala
önemli bir güçtü; Danimarka ve İsveç ise yükselen hırslı güçlerdi. Batıda,
topraklarının genişliği anlamında Rusya'ya yakın ama ondan çok daha verimli
topraklara sahip ürkütücü bir
rakip olan Litvanya vardı ve Kiev'in mirasçısı olduğuna dair iddiaları
Moskova'nın iddiaları kadar ikna ediciydi. Üstelik Litvanya, Polonya Katolik
Krallığı tarafından desteklenmekteydi. Birlikte düşünüldüğünde bu iki ülke
toprakları, Avrupa'daki en geniş topraklardı. Bir de, Altın Ordu'nun mirasçıları olup, Müslüman toplumlara sahip, artan bir biçimde yerleşik yaşam tarzını benimseyen fakat hala göçer atalarının vurucu gücünü barındıran, bazı açılardan yukarıdaki devletlerden çok daha tehlikeli olan Kırım Hanlığı, Nogay Hanlığı, Sibirya, Kazan ve Astrahan hanlıkları vardı. Arkalarında, Balkanlar'ı yönetimi altına aldıktan ve İstanbul'u (Bizans'ı) fethettikten sonra ününün ve gücünün doruğuna çıkan, Ortadoğu'nun en güçlü devleti Osmanlı İmparatorluğu vardı. Sürekli hareket halinde olan Kırımlı Tatar atlılarına karşı açık güney bozkır sınırlarını savunmak demek, henüz küçük bir nüfusa ve oldukça demekti. lvan'ın tahta çıktığı 1533 yılındaki şartlar, Moskova'nın dış tehditlere rağmen hala kendisini içten içe parçalayabilecek durumda olduğunu göstermesi açısından önemlidir Rusya Tarihi, Geoffrey Hosking |
- Axis 2000
- Ana Brittanica
- Thema Larousse
- Memo Larousse
- Times Dünya Tarih Atlası
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder