Fransız Devrimi
Avrupa'da Devrimler
Bir Tanım Arayışı
Jena Romantizmi
Jena'da (bir parça da Fichte'nin derslerinden) doğan Romantik hareket, birçok farklı kişiliğin üretimiydi ve açıkça ifade edilen felsefeyle şiiri birleştirme ideallerine karşın, Fichte'nin savunduğu herhangi bir sistematik felsefeye eğilimli değildi. Örneğin Friedrich Schlegel, paradoksal deyişi ve "parçalı" [fragmanlar halinde-ç.] yazı biçimini, ironi üslubuyla birlikte, bütün deneyimlerin ve buna bağlı olarak anımsama faaliyetinin de aslında sürekli ileriye hareket etmek zorunda olan özbilincin zorunlu tamamlanmamışlığı üzerine olan fikirlerini ifade etmek için en ideal yöntem olarak görüyordu.
Bir hareket olarak Romantizm, kendisinden önceki bütün okullara karşı olma eğilimindeydi ve bu yüzden Romantik harekete bir bütünlük atfetmek zordu, çünkü bilinçli olarak bir sistematikleştirmeden veya sabit ve kesin bir kategorikleştirmeden kaçınıyordu.
Öte yandan Jena Romantikleri'nin birbiriyle ilişkili dört ideali vardı :
Birincisi, bilginin bütünlüğüne inanıyorlardı, ama bu bütünlük, Aydınlanmacıların düşündüğü üzere farklı dalları olan bir ağaç gibi değil, henüz tam gelişmemiş olan ve bu nedenle "mantık"ın değil, deneyimin ve imgelemin konusu olan bir bütünden meydana gelen bir dizi parça [fragment] olarak bir bütünlüktü.
İkincisi, "öznel içsellik" -Innerlichkeit idealini coşkuyla destekliyorlardı. Bu, öznel deneyimin indirgenemezliği ve önceliğine dair bir kavramdı, ama bir yandan "realist" bir dünya görüşü içeriyordu, çünkü "varlık"ın bütünüyle öznel deneyimle kavranamayacağına inanıyorlardı. Bu nedenle Fichte'nin "ben-olmayanı tamamen kapsayan ben" fikrini reddediyorlar, bunun yerine deneyimsel kavrayışın arka planında zorunlu olarak geniş bir kavranılmayan (ve belki de kavranılamayacak olan) deneyimin esası olduğunu savunuyor ve sanatla kuramın işlevinin, bilinçli yaşamın oldukça açık uçlu ufuklarına dikkati çekmek olduğunu söylüyorlardı.
Üçüncüsü, Romantiktelrin çoğu, Aydınlanma'nın doğanın büyüsünü bozmasına karşı çıkıp, doğanın yeniden büyülenmesi yönünde çağrı yaptı ama bunu yaparken geleneksel veya tutucu dine dönmemeye çalıştılar. (Romantik projenin çöküşünün kimilerini -örneğin Friedrich Schlegel- Katolikliğe yöneltmesi şaşırtıcı olmadı; en azından Hegel bunu şaşırtıcı bulmadı.)
Başka konulardaki fikirlerinde de ima edildiği üzere dördüncüsü, Fichte'nin, salt akıl yerine imgelemin önceliğine verdiği önemi yüceltmeleriydi.
Bütün bu yanlanyla Jena'daki Romantik hareket, Fichte'nin takipçisi olan öğrencilerin de peşinden koştuğu şeye bir yanıt vermişti: Geleneksel olarak geçerli olanın kırılması, modern yaşamın elde edilebilirliği hissi, eski dinin artık bıkkınlık veren uzlaştırıcı gücünün yerine başka bir şeyin getirilmesi. Fransız Devrimi'nin vaat ettiği ama sonra bunu gerçekleştiremediği, önce Kant tarafından dile getirilen ve Fichte'yle radikalleştirilen özgürlük dünyası, içinde önemli varsayılan her şeyin yeniden kurulma veya düzenlenme sürecinde olduğu bir dünyaydı. Bu bağlamda : Friedrich Selılegel arkadaşı Novalis'e, "Hz. Muhammed'in ve Luther'in izinden giderek yeni bir İncil yazmak" istediğini söyleyebiliyordu.
Bazı Romantikler ölümden şiirsel bir dille konuşmaya ve onu yaşamın zıddı değil de zirvesi olarak görmeye başlamışlardı. Romantikterin ölüme olan ilgisi, yaşamı inkar eden bir ölümlülük tutkusu değil, bizzat yaşamın kendisinin olumlanması anlamını taşıyordu. Romantiklere göre ; yaşamı anlamlı kılan ölümü de anlamlı kılan şeydi ve insan ölümlülüğüne dair daha önce geçerli olan açıklamalar artık insanları etkileyemedikleri için, yaşamla ölümün ilişkisini uzlaştırıcı kılacak yeni bir anlayış getirilmeliydi. Böylece Novalis ve Schlegel, ölümün yaşamın bir parçası, onun tamamlanışı olduğuna ve canlıya kendi yaşamı için uzlaştırıcı bir neden kattığına dair fikirler üretmeye başladılar.
Ama iş kısa sürede çığırından çıktı ve yaşamı değerli kılana olan Romantik ilgi, gitgide bizzat ölümün cazibesine kapılmaya dönüştü. Novalis'in, on beş yaşındaki genç nişanlısı Sophie von Kühn öldükten sonra yazdığı baştan çıkarıcı Geceye Övgüler adlı kitabı, ölümden yaşamın tam anlamıyla gerçekleşmesi olarak bahseder: "Ne vardı ise bizi derin bir kedere gömen/ şimdi tatlı bir özlemle bizden uzaklara gitmekte. " Friedrich Schlegel de Lucinde'nin "Özlem ve Dinlenme" adlı bölümünde, iki sevgilinin ölüme olan özlemini dile getirir, çünkü ölüm onların birliğini dünyanın rastlantısallığından koparıp sonsuzlukta tekrar birleştirecektir.
Terry Pinkart, Hegel, İş Bankası Kültür Yayınları
Friedrich Schlegel bunun için ilerici evrensel şiir ifadesini icat eder. Bu kavramın ilk defa su yüzüne çıktığı ünlü 116 numaralı Athenâum fragmanı, erken romantik dönemin bütün programını çıplak biçimde içerir: Orada denir ki, romantik şiir, ilerici bir evrensel şiirdir. Amacı yalnızca bütün ayrılmış şiir türlerini yeniden birleştirmek ve şiirifelsefe ve retorikle temasa sokmak değildir. Şiir ile düzyazıyı, deha ile eleştiriyi, sanatsal şiirle doğa şiirini biraz karıştırmak, biraz kaynaştırmak, şiiri canlı ve girişken, yaşamı ve toplumu da şiirsel kılmak ister ve bunu yapacaktır d a ...
Romantik, Rudiger Safransky, Kabalcı Yayıncılık, 2013
......
Romantizm üzerine ortaya çıkmış olan yazın, romantik yazının
kendisinden çok daha geniştir. Romantizmin önemi, Batı düşüncesi ve yaşam
biçimini dönüştüren bir düşünce hareketi olmasında yatar. Berlin, romantizmin,
Batı 'nın bilincinde gerçekleşmiş en önemli tekil sıçrama olduğunu ileri sürer.
2 Ona göre, on dokuzuncu ve yirminci yüzyılda gerçekleşen düşünsel değişimler,
ya romantizme göre daha az önemli ya da ondan etkilenmiş hareketlerdir. Oysaki
bugün bile hala "romantizm" denince akla gelen ıslak mendiller ve
umutsuz aşklardır. Romantik düşünce bunun çok ötesindedir ve hala değeri
bilinmemiştir. Romantik düşünce, modemin içinden çıkmış en özgün, en karmaşık,
en etkili yaklaşımlardan biridir.
Genel olarak romantik tin, dizgesel bir felsefe olmaktan çok yaşam ve evrene karşı bir tutumdu. Copleston, Rudolf Camap'ın terimlerini ödünç alarak, ondan bir yaşam duygusu (Lebensgefühl) ya da yaşamatutumu (Lebenseinstellung) olarak söz eder.3 Copleston bu duygu ya da tutumu tanımlamanın ne kadar güç olduğunu şu şekilde ifade eder:
"Romantik tini tanımlamak aşırı ölçüde güçtür. Ne de onu tanımlayabilmemiz beklenmelidir. Ama, hiç kuşkusuz belirgin özelliklerinden söz edilebilir. Örneğin, Aydınlanma' nın eleştirel, çözümsel ve bilimsel anlama yetisi üzerinde yoğunlaşmasına karşın; romantikler yaratıcı imgelemin gücünü ve duygu ve sezginin rolünü yücelttiler. Sanatsal deha filozofun yerini aldı. Ama yaratıcı imgelem ve sanatsal deha üzerine getirilmiş olan vurgu insan kişiliğinin özgür ve tam gelişimi üzerine, insanın yaratıcı güçleri üzerine ve olanaklı insan deneyimini varsıllığından yararlanma üzerine genel bir vurgunun bir parçasını oluşturdu. Başka bir deyişle, vurgu tüm insanlara ortak olandan çok her bir insan tekinin özgünlüğü üzerine getirildi."4
Aslında tek bir romantizmden söz etmek de oldukça güçtür. Romantik düşünce ülkeden ülkeye bazı farklılıklar göstermiştir. İngiltere' de, romantizm, tamamen estetik bir hareketti. Fransa' da ise, Rousseau 'dan ilham alan romantizm daha çok toplumsal eleştiriydi. Almanya'da ise romantizm estetik bir hareket olarak ortaya çıkmış; ama kısa zamanda genişleyerek, bir dünya görüşü ve hatta bir yaşama biçimi haline gelmiştir. İşin doğrusu, romantik amentü olarak adlandırılabilecek tek bir inançlar toplamından söz etmenin son derece güç olduğudur. 5
Erich Auerbach'ın işaret ettiği gibi, romantizm "dış hatları net bir biçimde belirlenebilen sistematik bir birlikten çok, şiirsel bir atmosfer birliği sunar."6 Romantizmin en önemli niteliği, estetik ya da şiirselliği öne çıkarmasıdır. Sorun sadece, kısıtlayıcı ve uzlaşımların fazlaca esiri olmuş bir klasisizmin yavan kurallarından artık kurtulmuş olan şair ve sanatçının, romantik özgürlüğün örneği olarak görülüyor olması değildir. Bu romantik görüşün önemli bir yönüdür elbette; ama daha önemli olan, yalnızca sanatçının değil sanatın kendisinin de yüceltilmesidir. Birçok romantik düşünür, sanatı hakikatin bir görünümü, hatta bir hakikat kaynağı olarak; Aydınlanma'nın analitik aklıyla boy ölçüşen ve son kertede onu aşan bir şey olarak görüyordu. Ayrıca, sanatsal yaratımın bilinçdışı, öğrenilemez niteliği üzerinde duran romantik deha fikrinin, sanatçının kendisinin bile yapıtına eşit olmadığını ima eder göründüğünü belirtmek gerekir. Sanat sanatçının üzerindedir. Uçucu, belli belirsiz içgörünün nesnel cisimlenişi olarak sanatın, salt analitik kavrayışın hiçbir şekilde ulaşamayacağı bir gerçeklik boyutuna ulaşmayı sağladığı düşünülüyordu. En yüce ifadesini şiirde bulan sanat, Aydınlanma'nın hesapçı ve bayağı ruhunun kısıtlayıcı sınırlarının çok ötesine geçiyordu. 7 Romantizm, gerçekten de Aydınlanma'ya karşı bir tepkiydi. Eleştirel aklın bir yana bıraktığı ruhları yeniden harekete geçirmek yönünde şiirsel imgelemin bir girişimi, dinden farklı bir ilke arayışı ve devrimlerin ardışık zamanının yadsınması olan romantizm, Paz' ın ifade ettiği gibi "modernliğin öteki yüzüdür."8
August Wilhelm Schlegel, "Yaşamın temelleri karanlık içinde kaybolur"9 der ve devam eder: "Yaşamın sihri, çözülemez gizeme dayanır."10 Kardeşi Friedrich Schlegel 'se şöyle der: "Romantik sanat, mükemmelliğe hiçbir zaman erişemeyen sürekli bir dönüşümdür. O, yalnızca sonsuz, yalnızca özgürdür. O nun ilk yasası, yaratıcının iradesidir; hiçbir yasa tanımayan yaratıcının iradesi."11 Zaten romantik hareketin özü de budur; irade ve bir etkinlik olarak insan. Bu tanımlanabilir değildir; çünkü kendisi sürekli oluşum halindedir. Aslında onun kendisini yarattığını bile söyleyemeyiz; çünkü "kendi"lik mevcut değildir, mevcut olan harekettir.
Alman romantikleri aslında aradıklarının bir mucize olduğunun far[1]kında olan idealistlerdir. Ya da idealistler aradıklarının mucize olduğunun farkında olmayan romantiklerdir. Özdeşlik ve farklılığın birliği imkânsız değilse bir mucizedir. Romantikler duyarlığı tutkuya dönüştürmüştür. Duyarlık, doğal dünyayla bir anlaşma, tutkuysa toplumsal düzene isyandır. Tensel tutkular on sekizinci yüzyıl edebiyatında merkezi bir yer kaplasa da, beden ancak ön-romantikler ve romantiklerle konuşmaya başlar. Romantikler, düşlerden, simgelerden ve eğretilemelerden oluşmuş bir dille konuşurlar. Onların metinlerinde, kutsal ile dindışı, yüceltilmiş ile müstehcen iç içedir. Romantizm şiirin diliyle konuşur, aklın diliyle değil. 12
Aslında doğrudan bir hareket ya da okul olarak değerlendirilmesi oldukça güç olan Jena romantizmi özellikle durulmak bilmez bir eleştirel bilinçle tanımlanabilir. Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi Kavramı başlıklı çalışmasında Walter Benjamin, "eleştiri" ve "eleştirel" sözcüklerinin erken Alman romantiklerinin yapıtlarında en çok tekrarlanan terimler olduğunu saptamıştır. 13 Romantik bilinç sürekli sınırda olan, sınırları zorlayan bir bilinçtir. Ancak, bu sınırları zorlayan bilinç, mutlaka bir devrim ya da yeniden yaratım şeklinde ortaya çıkmamıştır. Romantik düşünce, bir şeyi bitiren ve başka bir şeyi başlatan bir dönemeç olmamıştır. Bu açıdan romantik tavır Heidegger'in metafizik eleştirisine benzer: Mevcut metafiziklerin temellerini sorgulamak; ama onun yerine yeni bir temel koymamak. Aksine, romantik bilinç, gelenek ile ilerlemenin imkânsız birliğini aramıştır. Romantizm, mutlak bir özgünlük peşinde de değildir. O, her zaman, taklidin, tekrarın, ironinin, parodinin, metinlerarasılığın peşindedir. Ancak bu yaklaşım kesinlikle bir hakikat duygusu yokluğuyla suçlanmamalıdır. Romantizm, bir anlamda, hakikatin ancak böylesi bir zeminde aranabileceğinin kabulü[1]dür. Dolayısıyla belki de hala romantiklerin açtığı bir çağda yaşıyoruz. Romantizmin hikayesi bitmemiş, belki de hiç bitmeyecek bir hikayedir. Habermas 'ın modernlik için kullandığı "bitmemiş bir proje" nitelemesi romantizme çok yakışır. Bu nedenle de romantik düşünce, bir anlamda, modernlik ile onun sonrasının tartışılabileceği verimli bir zemin sunar. Hatta belki de postmodernizmin panzehri romantizmdir.
Romantizm hakikat duygusunu yitirmeden onunla alay edebilmeyi mümkün kılar. Hakikat onunla da onsuz da olunmaz bir şeydir. O hem hedeftir hem temsil edilemez. Romantizm işte tam da bunun bilincidir. Modernlik sonrası söylemini çağrıştıran hakikatin bilinemezliği teması romantiklerin baş tacıdır. Hakikatin peşinde olan, ancak onun elde edilemezliğini de fark eden romantizm, biçimin surları içine çekilir. Yani sorunu estetize eder. Estetik, bir anlamda, temsili bir alandır. O alanda, yaşamın belirlenimleri geçerli değildir. Romantizm, yaşamı estetik alanda yeniden kurmak ister. Gerçek olanla estetik olan arasındaki sınır, biçimin duvarlarıdır. Bu anlamda romantik felsefenin kendisi bir yapıttır. Romantizm, kendisini biçimin surları içinde bir yapıt olarak inşa eder. Romantikler için en iyi felsefe yapma tarzı, bu nedenle, edebiyat ve özellikle şiirdir. Şiir felsefenin temsilidir. Şiir felsefedir. Felsefede erişilmez olan mutlak, şiirde temsil edilebilir hale gelir. Romantizm, hem bir kaçış hem bir ısrardır. Kaçıştır çünkü mutlağın imkansızlığını kabul eder. Isrardır çünkü onu en azından temsili olarak estetik alanda inşa etmeye çabalar.
Adorno, "Yanlış bir yaşam doğru yaşanmaz"14 der. Yanlış yaşamı doğru yaşamaya çalışmak romantik bir edimdir. Romantik konum, yanlış yaşamı doğru yaşamaya çalışmaktan başka bir seçeneği olmamaktır. Ancak romantik, aynı zamanda, doğrunun mutlak olmadığının da farkındadır. Dolayısıyla romantizm bir heyecan olduğu kadar kayıtsızlık[1]tır.
Stendhal, romantizmin modem ve ilginç, klasisizminse eski ve kalın kafalı olduğunu söyler. Goethe 'ye göreyse, romantizm bir hastalıktır; vahşi şairlerin ve Katolik gericilerin savaş narasıdır. Klasisizmse, ona göre, güçlü, canlı, neşelidir. Nietzsche 'yse romantizmi bir hastalık olarak değil; tersine bir terapi, bir tedavi olarak adlandırır. İsviçreli eleştirmen Sismondi de romantizmi aşk, din ve şövalyelik arasında bir birlik olarak görür. Genç Fransız romantikleri içinse romantizm devrimin ta kendisidir. Heine'a göre, romantizm İsa'nın kanından doğmuş bir tutku çiçeğidir; uykuya dalmış ortaçağdan sonra şiirin yeniden doğuşudur. Marksistlere göreyse romantizm, sanayi devriminin korkunç yüzü karşısında gözlerini kapamaktır. Taine' a göre, romantizm aristokrasiye karşı bir burjuva devrimidir; yeni gelenlerin enerjisinin ve gücünün bir ifadesidir. Romantizmin müjdecisi ve belki de peygamberi Friedrich Schlegel 'e göre, insanda, sonsuza kadar yücelmek yolunda tatmin edilmemiş bir tutku; bireyselliğin dar sınırlarını parçalamak isteyen ateşli bir hasret vardır. 15
Romantizm ilkellik ve saflıktır; o, gençliktir, yaşamdır; doğal insanın coşkulu yaşama duygusudur. Fakat aynı zamanda o, solgunluk, ateş, hastalık, dekadans ve "yüzyılın hastalığı"dır. Romantizm ölümdür. O, yaban, grotesk, mistik, doğaötesi, ay ışığı, büyülü şatolar, devler, akan su, karanlık, karanlığın güçleri, akıldışılık ve söylenemeyendir. O, aynı zamanda; aşinalık, gelenek, günlük doğanın gülen yüzündeki neşedir. O, antik, tarihsel, gotik katedrallerdir. O, yeniliğin peşinde olmak, devrimci değişim, şimdiyi yaşama tutkusu, bilgiyi reddediş, geçmiş ve gelecek, zamansızlığın bilincidir. O, nostalji, rüya, tatlı ve acı melankoli, yalnızlık, sıla hasreti, yabancılaşma duygusudur. O, enerji, güç, irade; ama aynı zamanda kendine eziyet etme, kendini tüketme, intihardır. Romantizm, tekil olana sadakattir. Hem güzel hem çirkindir. Hem "sanat için sanat" hem "toplumsal kurtuluşun aracı olarak sanat"tır. Güç ve güçsüzlük, bireycilik ve kolektivizm, devrim ve karşıdevrim, barış ve savaş, yaşamı sevmek ve ölümü istemektir. 16 Romantizm hem Tanrı 'ya inanmak hem ona isyan edecek gücü kendinde bulmaktır. Romantizm; dinin estetize edilmesi, sanatın ilahileştirilmesidir. Romantizm bir muammadır.
Muamma, "gizlenmiş, gizli ve güç anlaşılır söz"17 anlamına gelir. Gerçekten de romantikler, anlamı bir giz perdesinin ardında saklarlar; sanki ona herkes ulaşamasın isterler. Ve giderek bu, bir üsluba dönüşür romantiklerde. İşin ilginç yanı, muammanın bizim edebiyatımızda bir edebi üslup oluşudur. Muamma, ismin gizlenmesi şeklinde düzenlenmiş bir bulmacadır; manzum bir oyun, bir bilmece türüdür. 18 "Romantizm" ve "muamma" birbirlerine çok yakışır. "Romantizm bir muammadır" ifadesi, her iki açıdan da geçerlidir. Romantik ifade gizemli ve anlaşılmazdır; bu gizem ve anlaşılmazlık, romantiklerde bir üslup haline gelmiştir. Friedrich Schlegel de zaten, "sözcüklerin kendilerini genellikle kullanıcılarından daha iyi anladığını"19 iddia eder.
2. Bkz. Isaiah Berlin, The Roots of Romanticism, s. 1.
3. Bkz. Copleston, Alman İdealizmi: Fichte, Schelling,
Schleiermacher, s. 23.
4. Copleston, a.g.y., s. 24.
5. Bkz. Allan Megill, Aşırılığın Peygamberleri, s. 31 .
6. Auerbach'tan aktaran Allan Megill, a.g.y., s. 33.
7. Bkz. Allan Megill, a.g.y., s. 33.
8. Octavio Paz,
Çamurdan Doğanlar, s. 83.
9. A.W. Schlegel'den aktaran Isaiah Berlin, The Roots of
Romanticism, s. 1 22.
10. A.W. Schlegel'den aktaran Isaiah Berlin, a.g.y., s. 122.
11. E Schlegel'den aktaran Isaiah Berlin, a.g.y., s. 122.
12. Bkz. Octavio Paz, Çamurdan Doğanlar, s. 41.
13. Bkz. Azade Seyhan, Representation and lts Discontents,
s. 6-7.
1 4. T.W. Adorno, Minima Moralia, s. 41.
15. Bkz. Isaiah Berlin, The Roots of Romanticism, s. 14.
1 6. Bkz. Isaiah Berlin, a.g.y., s. 15.
17. Ali Fuat Bilkan, Türk Edebiyatında Mu' amma, s. 11.
18. Bkz. Ali Fuat Bilkan, a.g.y., s. 11-12.
19. Friedrich Schlegel, "On Incomprehensibility",
Jochen Schulte-Sasse (Ed.), Theory as Practice,
s. 119.
Romantik Muamma, Besim.F. Delalloğlu, Ayrıntı Yayınları, 2010 (Giriş Bölümü)
Romantizm:Moderniteye rağmen modernlik.
"Kavramın romanla aynı kökten geldiğini, roman yazmayla anlam yakınlığını hatırlayalım: Romantizmde, modern öznenin dünyayı-hayatı-olayları kendisinin kahramanı olduğu bir roman olarak kurgulamasına benzer bir 'heves' vardır. Özellikle romantik milli tarih ve kahraman anlatısı, tam da bunu yapar."
YanıtlaSilTanıl Bora'nın "Cereyanlar" adlı yapıtında yer alan yukarıdaki tanımı alıntılamaktan kaçınamadım.
Güncellendi
YanıtlaSil