19.
Yüzyılın İkinci Yarısı
On
dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Avrupa düşüncesi, edebiyatı ve sanatı
burjuvazi egemenliği altına girmişti. Almanya'nın birleştiği dönemde burjuvazi,
ilelebet hayatta kalacağını düşündüğü bir dünya kurmuştu. Demiryolları kıtanın
dört bir tarafına yayılmış; kablolar insanların kıtalar arasında iletişim
kurmalarına olanak sağlamış; yeni tasarlanmış şehirler manzaraya benekler gibi
serpilmişti; büyük buharlı gemiler Avrupa'da üretilmiş malları dünyanın her
yerine taşıyordu.
Ulus
devlet, siyasal yaşamı egemenliği altına almıştı. Bilim,
doğanın önemli gizlerini açığa çıkarmış ve doğayı insanlığın hizmetine
sunmuştu. Aslında Avrupalılar, T. H. Huxley'in "bilim tarafından olguları
temel alarak yaratılmış yeni bir doğa" dediği şeyin içinde yaşıyorlardı.
Ne
var ki bu yaşam biçiminin sunduğu yüzeysel konfor yanıltıcıydı. Avrupa
genelinde burjuvazi kaygı ve hatta korku içindeydi. Peter Gay'in bir zamanlar
işaret ettiği gibi, bu dönemde "tedirginlik" genel bir tutum ve hastalık
emaresi olarak belirmişti. Orta sınıf, sosyalistlerden korkuyordu. Ayrıca
aristokrasiye yönelik saygısını da kaybetmemişti. Ulus devletin içinde ya da
dışında ırkçı bir bakış açısıyla kendine düşman arıyordu. Orta sınıf dünyasının
konforunu yaratan sanayi devrimi, aynı zamanda askeri güçlere yeni yıkıcı
yetenekler de kazandırmıştı. Orta sınıf için bağış yapmaktan çok daha fazlasını
ifade eden Hıristiyanlık, bilimsel ve tarihsel çalışmaların kuşatması
altındaydı. Liberal siyaset pek de beklenildiği gibi işlemiyordu. Seçmen
sayısının artışı sadece sosyalistlere yardımcı olmakla kalmadı, aynı zamanda
muhafazakârlara da yarar sağladı. Kilise, aristokrasi ve sonrasında da
antisemitistler demokrasinin kurumlarını kendi amaçları için kullanabildiler.
Ancak, en azından geriye dönülüp bakıldığında, belki de en rahatsız edici ve
etkileyici olanı, yüzyılın ikinci yarısına damgası vuran burjuva yaşamının
düşünsel eleştirisiydi. Özellikle, Joseph Schumpeter' yarım yüzyıldan daha
uzun bir süre önce işaret ettiği gibi, bu eleştirilerin çoğunun burjuva
kültürünün kendisinden kaynaklanıyor olması önemliydi. Batı kültü: daima
özeleştiriye yönelik bir eğilim taşımıştır ve bu kültür içerisinde hiçbir gri
bu eğilimi orta sınıftan daha fazla göstermemiştir.
Örneğin,
bilimin yöntemlerini edebiyata uyguladıkları iddia edilen yazarların ortaya
koyduğu gerçekçi roman, burjuvazinin bilime inancını orta sınıf kültürünü
eleştirmek için kullandı. Ayrıca, bu eleştirinin aracı -edebi tür olarak roman-
belki de tüm edebi tarzların en burjuva olanıydı. Geleneksel kurumları
otoritelerini reddetmeye yönelik liberal burjuva eğilimi, salonların geleneksel
otoritelerini -genellikle alkış ve zengin orta sınıf destekçilerin himayeleri
için-reddeden, kendilerine ait resim sergileri ve galerileri açacak sanatçılar
tarafından da taklit edilecekti.
Burjuva kültürünün kendisine karşı tavır
alışının en önemli örneklerinden birisi, yüzyılın ikinci yarısında aklı ya
rasyonel olanı itibarsızlaştırmak ya da akıldışı olanı keşfetmek için
kullanmalarıydı. Bunlar oldukça farklı iki eğilimdi. Bunlardan ilki akıldışı
olanın yüceltilmesi anlamına geliyordu ve ırkçı düşünce içinde bunu görmek
mümkündü, ikinci eğilimse çok daha karmaşıktı. Akıldışı olanı rasyonel
araçlarla keşfetmek akıldışı olanın yüceltilmesine yol açabilir ama bu şart
değildir. Sadece rasyonel-olmayanın öneminin kabul edilmesine ve
rasyonel-olmayanın rasyonel sınırlar içerisinde tutulmasına yönelik bir girişim
de mümkündür. Ya da akıldışı olanın ortaya çıkarılmasına ve rasyonel olanla yan
yana gelişmesine olanak sağlamak için bir çaba da doğurabilir. Yahut bazı
durumlarda rasyonelliğin yarasız olduğuna, bu alternatiflerden birinin burjuva
kültürüne ve daha da önemlisi Aydınlanma mirasına meydan okuduğuna yönelik bir
inanca da yol açabilir.
Avrupa Düşünce Tarihi, Frank M.Turner,
Kafka Yayıncılık
Romantizm
Gerçekçilik
Sanayi Devrimi
Devrimler Avrupası
Romantizm
Gerçekçilik
Sanayi Devrimi
Devrimler Avrupası
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder