Mısır 20. Yüzyıl


Dinşavay, fellahlarla şehirli milliyetçiler arasında ortak bir zemin oluşturdu ve her iki kesime de İngiltere'nin iyi kalpli bir koruyucu değil, düşman bir işgalci olduğunu gösterdi. İngilizlerin bu güç gösterisi Mısırlıların işgalin sona erdirilmesi isteklerini yoğunlaştıran bir hataydı ve Lord Cromer'in 1907'de emekliliğini isteyerek ülkeden ayrılmasına yol açacaktı. 

(Dinşavay olayı: İngiliz subayların güvercin avı nedeniyle gittikleri köyde çıkan çatışmada bir subay öldü. İngilizlerin  yargılaması sonucu 4 köylü asıldı, 32'si mahkum oldu)

Yüzyılın başında, eğitimli aydın sınıf yeni ulusun ruhu olarak görülen köylünün yaşamına samimiyetle ilgi göstermeye başlamış gibiydi. Köylü, Mısırlılığın simgesi, İbn el Beled (toprağın oğlu) oldu. Özellikle 1906'daki bir olay, Dinşavayi olayı Mısırlı köylüleri büyük olaylara ve ulusal öyküye kattı ve Ibn el-Beled sembolünü güçlendirdi. Dinşavayi köylüleri, bir grup Britanyalı yetkilinin çevrelerin de avlanmalarını engelledi, bu yüzden yargılandılar ve ağır bir şekilde cezalandırıldılar. Buna duyulan büyük öfke, en sonunda Britanya idaresinin sonunu getirdi ve olay sırasında başbakan olan Butros Gali, köylülerin yargılanmasında rolü olduğu gerekçesiyle birkaç yıl sonra suikasta uğradı

Modern Ortadoğu, Toplumsal ve Kültürel Bir Tarih, Ilan Pappe, İletişim Yayınları, 2019


Halefleri Sir Eldon Gorst (1907-1911) ve Kitchener (1911-1914), Dinşavay olayının sonrasında ortaya çıkan siyasal ve ekonomik huzursuzluklardan bir kısmını yatıştırmaya çalıştılar.  Gorst, hidiv Abbas'la bir çeşit uzlaşmaya varıp yüksek idari makamlarda Mısırlılara daha çok yer açtı.

İngilizlere karşı Mısır muhalefeti,  hepsi de 1907'de kurulmuş olan başlıca üç örgütte ifadesini buluyordu. Bu gruplar, Mısırlı düşünürler ve militanlardan oluşmaktaydı

Grup liderlerinin fikirleri, Mısırlı elitler arasında gelişmiş olan sosyal perspektiflerin geniş bir yelpazeye sahip olduğunu göstermektedir. Bir el-Ezher mezunu olan Şeyh Ali Yusuf (1863-1913) çevresindeki Anayasal Reform Partisi ve gazetesi el-Muayyad, Mısır'ın İslami bir çerçeve içinde bağımsızlığını savunmaktaydı. Muhammed Abduh ve Raşid Rida gibi tanınmış İslami reformcular bu gazeteye yazmaktaydılar. Siyasal ve kültürel yelpazenin öteki yanında Halk Partisi vardı. Bu partinin de baş sözcüsü Kahire Hukuk Fakültesi mezunu olup, el-Ceride gazetesi editörü Lütfü el-Seyyid'di (1872 1963). Halk Partisi, Mısır'ın geleceği üzerindeki tartışmaya laik bir liberalizm görüşü getiriyor ve Mısırlılara kendi kendilerini yönetmeye muktedir olduklarını göstermeleri gerektiğini hatırlatıyordu. Üçüncü grup olan Milli Parti'nin başında Mustafa Kamil vardı ve el Liva bu partinin resmi organı sayılıyordu.

I.Dünya Savaşı

Mısır I . Dünya Savaşı'nda savaş alanı olmamışsa da, halkı 1914-1928 yılları arasında büyük sıkıntılar yaşamışlardı. İngilizlerin Mısır'ı hem Gelibolu hem de Suriye harekatları için çıkış noktalan yapması, ülkenin maddi ve insan kaynaklarının Müttefiklerin savaş çabalarına hizmete ayrılması demekti. Çiftlik hayvanlarına ve ürüne el konmuş, binlerce fellah sivil işçi birliklerine alınmış ve İngiliz ordusuyla Osmanlı Suriye'si işgaline götürülmüşlerdi. Enflasyon ve temel gıda maddelerinin kıtlığı şehirlerde ve kırsal kesimde halkı etkilemişti.

...

Savaş sona erince, İngiltere, Hindistan'a 1947’de bağımsızlık vermiş olmasına rağmen Süveyş Kanalı'ndan çekilmeye hazır olmadığından Mısır'ın taleplerini kabul edemiyordu. Hükümetin koşulsuz bağımsızlık sağlayamaması ülke içindeki gerilimleri arttırıyor, 1923'ten beri parlamentoya hakim olan büyük toprak sahibi Mısır yönetici sınıfına karşı halktaki kırgınlığı besliyordu. Yönetici sınıfın diğer direği olan Kral Faruk, skandallar yaratan kişisel davranışları ve 1948-1949 Arap-İsrail savaşında Mısır'ın aldığı küçültücü yenilgiyle yakın ilişkisinden dolayı zaten gözden düşmüştü. Mısır, kararlı bir liderliğin yokluğunda sürekli bir siyasal kriz ortamına sürüklenmekteydi.

Savaş sona erdiğinde zaten var olan hoşnutsuzluk, Mısır toplumunun bütün katmanlarına sirayet etmişti. ABD başkanı Woodrow Wilson'un kendi kaderini tayin etme hakkının erdemleri hakkında söyledikleri, Mısırlı seçkinler arasında güçlü özerklik duyguları uyandırmıştı.

..

Vefd 'in Kuruluşu ve 1919 Devrimi

1918 Kasım ayında büyük toprak sahibi ve hukukçulardan oluşan yedi ileri gelen kişi Mısırlı, hedefi Mısır'ın tam bağımsızlığı olan bir heyet, yani 'vefd' kurdular. Heyet İngiltere yüksek komiserine başvurarak Paris Barış Konferansı'nda Mısır'ı temsil etmelerine izin verilmesini istedi. İstekleri reddedilince Vefd örgütçüleri Mısır halkına başvurdular. Bağımsızlık mesajlarıyla ülke içinde dolaşarak İngiliz destekli hükümdarları ve onun bakanlarının değil, kendilerinin halkın iradesini temsil ettikleri iddiasına halk desteği aradılar. Böylece modern Mısır tarihinin en çok desteklenen siyasal partilerinden biri kurulmuş oldu.

...

Vefd'in 1919 yılı başlarında yaptığı Mısır turunda Zaglul, iyi bir hatip ve Mısır kırsalıyla iletişimde özel bir yeteneği olduğunu ortaya koydu. Arkadaşlarıyla birlikte İngiltere'nin protektoratı kaldırmayı reddetmesini halka dayalı bir huzursuzluğa dönüştürmeyi başardı. İngiliz yetkililer Vefd'in kampanyasına Zaglul ile diğer üç lideri tutuklayıp, onu 1919 Mart ayında Malta'ya sürerek karşılık verdiler.

Zaglul'un sürülmesi Mısır halkının bastırılmış duygularının patlamasına yol açtı ve Vefd adına bir destek dalgası yarattı. Bağımsızlık lehine gösteriler ilk olarak şehirlerde başladı. İngilizler bu gösterileri güç kullanarak dağıtmaya çalışınca toplantıların şiddeti arttı ve sonunda ülke çapında, 1919 devrimi denen bir karışıklık başladı

...

1919 yılı sonu geldiğinde 800 Mısırlı öldürülmüş, 1400'ü de yaralanmıştı. Sonunda İngiliz yüksek komiseri General Allenby'nin, Zaglul ile arkadaşlarına Paris Barış Konferansı'na katılma izni vermesiyle ortalık sakinleşti. Mısır halkı fedakarlıklarıyla bir sivil yurttaş grubu olan Vefd'i milli temsilci rolüne yükseltmişti.

🔎 1919-1922 Mısır Bağımsızlık Mücadelesi

Mısır'ın Liberal Deneyi, 1924- 1936

Vefdçi politikacıların zihinlerinde bağımsızlık fikirleriyle meşruti hükümet birbirlerine bağlıydı. Bu varlıklı ve Avrupa'ya yönelik Mısırlılar, bir anayasa ile bir parlamentonun her nasılsa Mısır'ın iç sorunlarını çözeceğine ve İngilizlerin tam bağımsızlıklarını kabul etmelerini hızlandıracağına inanıyorlardı. İngiltere gerçek bağımsızlık kavramını değilse de meşrutiyet idealini destekledi ve 1923'te bir anayasa ilan edildi. 1924 Ocak ayında ilk parlamento seçimleri yapıldı. Vefd Partisi sandalyelerin yüzde 90'ını alarak popülerliğini kanıtladı ve Zaglul, Mısır'ın ilk seçilmiş başbakanı oldu. Böylece Mısır'ın sıkıntılı ve kısa süreli parlamenter demokrasi deneyimi başladı.

...

İngiltere 1936'da İtalyanların Etiyopya'daki yayılmacılığı karşısında 1922 deklarasyonunu gözden geçirmeye yanaşınca bağımsızlık kısmen alınmış oldu. İngilizlerle Mısır, Mısır'ın bağımsızlığını tanıyan bir anlaşma imzaladılar. Ancak anlaşma maddeleri arasında, İngilizlerin Süveyş Kanalı bölgesindeki askeri varlıklarını korumaları ve bir saldırı durumunda Mısır'ı savunma hakları yer almaktaydı. Şu halde İngiltere, 1922 deklarasyonunun avantajlarını korumuş oluyordu. 

.. Mısır'ın yeni bağımsızlığına ek olarak Avrupa devletleri de, 1937'de Montrö Antlaşması'nı imzalayarak kapitülasyonları kaldırdılar ve karma mahkemelerin 1949'a kadar tedricen kaldırılmasına karar verdiler.

Daha geniş bir iç egemenliğin elde edilmesi Mısır politikalarında fazla bir değişiklik yapmadı. Kral Fuad 1936'da ölünce, yerine geçen oğlu Faruk'un ilk dönemki popülerliği, kişisel aşırılıkları nedeniyle zamanla eridi. Laik siyasal kurumlar oluşturma istekleri kendi çıkarcılıklarıyla bağlantılı olduğundan politikacılar şehirli ve kırsal kitlelerden giderek kopmaktaydılar. Zengin meslek sahibi ve toprak sahibi politikacılar, dikkatlerini Mısır'ın şiddetle ihtiyacı olan sosyal yasalara vermek istemediklerinden ithal parlamento sistemi halkın sadakatini kazanamamıştı. Halkta güven yaratacak bir milli lider de yoktu.

Zaglul'un 1927'de ölümü üzerine Mustafa el-Nahhas liderliğine geçen Vefd bölünmüş ve yozlaşmıştı.

..

İki büyük savaş arası dönemin bazı aydınları ve politikacıları için, Mısır'ın modernliğe uzanan yeni yolunun kültürel kimliğinin yeniden belirlenmesine ihtiyacı vardı. Mısır'ın kültürel mirasının Avrupa'nın liberal geleneklerinden geldiğini göstermek için Sorbonne mezunu Taha Hüseyin (1889- 1973) gibi yazarlar, ülkenin Arap ve İslami geleneğini ikinci plana atarak Yunan ve firavun geçmişinden gelen sembolleri ön plana çıkardılar. Böylece, firavunculuk doktrini Mısır toprak milliyetçiliğinin önemli sembolü olan ve zengin İslamiyet öncesi uygarlığını doğuran Nil nehrini yüceltti.

..

Müslüman Kardeşler

Geleneklere saldırı, orta ve üst sınıflardan Mısırlıların büyük çoğunluğunun temsilcileri olamayan eğitilmiş üyelerince yürütülmekteydi. Halkın huzursuzluk duyan unsurları 1920'lerin sonunda ekonomik sorunlarına pratik çözümler bulmak ve ruhsal ihtiyaçlarını gidermek amacıyla, parti yapısı sistemi dışında çalışan örgütlere katılmaya başladılar. Yabancılardan esinlenmiş parlamenter rejime karşı bu halk hareketi, aynı zamanda onun temsil ettiği laikliğe karşı da bir tepkiydi. 1930'larda ortaya çıkan gönüllü örgütlerinin çoğu şu ya da bu şekilde İslami militanlığın bir türüydü. Bunlardan en önemlisi -ve yakın Mısır tarihinin en önemli örgütlerinden biri Müslüman Kardeşler'di.

..

Müslüman Kardeşler'in İslamiyet temelli sosyal reform ve sosyal sorumluluk çağrısı, bu hareketi çekici kılan özelliğiydi. Politikacılar birbirleriyle didişirlerken örgüt harekete geçerek Mısır toplumunun geniş bir yelpazesinde varlığını hissettirdi. El-Banna toprağın yeniden dağıtımı, sosyal yardım programlarının getirilmesi ve yerel sermayenin yabancı sermayenin yerine geçmesi gibi ekonomik reformları savunmaktaydı.


El-Benna, Nil deltasındaki Mahmudiye köyünde Hanbeli olan babasının gölgesinde büyüdü. Ancak çeliş kileri, yaşamının erken döneminde Hıristiyan okulu ve Mısır'ın Batılılaşmış dünyasına gönderildiğinde başladı. Daha sonraları, eğitimindeki bu belirsizliğin kendisinde İslam’a "dönüş" isteği uyandırdığını iddia edecekti. Siya si dinin başarılı bir propagandacısıydı, İsmailiye'de 1928'de küçük örgütler le başladı, on yıl sonra yaklaşık iki milyon Mısırlı taraftan olan etkileyici bir örgütün başındaydı. Bir tutam sosyalizm, çokça saldırganlık ve radikallik ile geleneksellik ve dindarlıktan büyük oranlarda bir karışımdan oluşan görüş ler kokteylini, Mısırlıların sorunlar yumağını çözmek için önerdi. Tıpkı peygamber gibi, kitlelere Mısır toplumunun İslamileşmesini, Britanya hakimi yetinden çıkmasını, sosyal adaleti ve Filistin sorunu gibi pan-Arapçı meselelere adanmışlığı savunan risaleler (peygamber tarafından sahabelere yazılan pusulalar) yazdı.

Bir Selefi olarak, eski İslam toplumunu yeniden canlandırmak istedi. Fakat düşüncelerinin mistisizm, sosyalizm ve milliyetçilik gibi katmanları da vardı. Makalelerinin çoğunda İslami ortodoksluğa dönüş çağrısını işliyordu. Ama bununla çok modem bir dünya kurulması telkin ediliyordu; gelecekteki toplumun merkezine modem eğitim, topluluk inşası, endüstriyel büyüme ve etkili toplumsal refahın yerleştirilmesi öngörülüyordu. Bu ütopyanın hayata geçmesi için tam bağımsız Mısır'ın, Halife'nin idaresi altında şeriat yasalarına göre yönetilmesi gerekiyordu.

Gidilecek yol, yaşam larını bu amaçlar için feda etmek isteyen cesur öncülerden oluşan bir ağ tarafından sürdürülen kutsal savaş, yani cihattı. Bu yolu takip eden çok kişi oldu ama aralarından ancak birkaç kişi İslam'ın el-Benna'ya özgü şekliyle çok aşı n ve çağa uymayan yorumunun 20. yüzyıla uyarlanması talebinde bulundu.

Modern Ortadoğu, Toplumsal ve Kültürel Bir Tarih, Ilan Pappe, İletişim Yayınları, 2019

Müslüman Kardeşler çok yaygın bir temelde benimseniyordu ve sınıf sınırlarını aşmıştı. Örgüt, şehirli yoksullara ve özellikle kırsal kesimden şehirlere göçmüş olan çok sayıda insana maddi yardım ve manevi huzur sağlamaktaydı. Önlerinde gelecek olarak sadece düşük maaşlı devlet memurluğu ve bir ömür boyu sürecek düş kırıklığı olan üniversite öğrencileri arasında çok sayıda taraftar bulmuştu. Müslüman Kardeşler'in tam bağımsızlık yanlısı tutumu ve 1936 Antlaşması'yla onun getirdiği bütün tavizlere karşı oluşu da gençleri cezbetmekteydi

II.Dünya Savaşı

İngiltere 1939'da savaşa girdiğinde Mısır sıkıyönetim ilan ederek ve Almanya'yla diplomatik ilişkilerini keserek anlaşma hükümlerini yerine getirdi. Mısır'ın savaş ilan etmesi gerekmiyordu ve zaten etmemişti; ülkenin iktidardaki politikacıları Mısır'ı savaştan uzak tutmak istedilerse de bu mümkün olamadı. Mihver kıskacı Ortadoğu'da kapanmaya başlayınca, İngiltere Mısır'ı Akdeniz savunmasının merkezi yaptı. Savaş sırasında 500 bin İngiliz ve Commonwealth askeri Mısır'dan geçti. Ortadoğu ikmal merkezi ve izindeki askerlerin en gözde şehirleri olarak Kahire, İngiliz askeri ve sivil personeli kaynıyordu.

..

Politika alanında, savaşın getirdiği olaylar 1923'ten beri Mısır'ı yönetmiş olan bütün kurumları -monarşiyi, parlamenter hükümeti ve Vefd Partisi'ni- gözden düşürdü ve 1952 devrimine kadar sürecek siyasal bir felci başlattı. Savaşın başlangıcında Mısır'da tanınmış bir Mihver sempatizanı ve Kral Faruk'un yakın özel danışmanı Ali Mahir liderliğinde bir koalisyon kabinesi iş başındaydı. Mahir 1940'ta istifa edince bir dizi istikrarsız koalisyon hükümeti başa geçti ve bunlar Mihver güçleriyle açıkça bir kopma yaşamadan, ama İngiltere'yle doğru ilişkileri de sürdürerek Mısır'ın gelecekteki diplomatik seçeneklerini açık tutmaya çalıştılar.

..

 İngiltere sefareti bu aşırı kriz durumunda (Mihver yanlısı Başbakan yüzünden) kendisiyle en çok işbirliği yapacak grubun, parti lideri Mustafa el-Nahhas başbakanlığında bir Vefd hükümeti olacağına karar verdi. İngiltere sefiri Sir Miles Lampson, hükümetinin görüşünü bildirmek üzere Kral Faruk'tan 4 Şubat 1942 akşamı bir görüşme talep etti. Lampson krala gitmeden önce İngiliz tank ve askerlerinin namlularını Ahdin Sarayı'na çevirmelerini emretti. Sonra da Faruk'a bir ültimatom sundu: Ya kral Vefd Partisi'ne kabine kurma görevini verir, ya da tahttan feragat ederdi. Faruk kabineyi atamayı seçti.

..

1945-1952 dönemi

2. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle İngiltere ile Mısır arasında yeni bir gerginlik dönemi başladı. İki ülke arasındaki ilişkiler hala Mısır egemenliğine kısıtlamalar getiren 1936 anlaşmasıyla yürütülmekteydi.

..

Kral Faruk ülkeyi normale döndürmek için 1950'de seçim yapılmasını istedi. Vefd yine zafer kazandı ve yaşlı lideri el-Nahhas Paşa başbakan oldu. El-Nahhas bir zamanlar partisine hakim olan milliyetçi havayı tekrar elde etmek amacıyla, 1951 'de 1936 anlaşmasının yürürlükten kaldırıldığını ilan etti. İran'da Musaddık kriziyle uğraşmakta olan İngiliz hükümeti Mısır'a ödün vermeye hazır değildi. Ancak anlaşmanın iptali Mısırlıları sevindirdi ve silahlı Mısırlı gerilla çeteleri İngiliz ordu birlikleriyle çatışmalara girmeye başladılar. Böyle çatışmalardan birinde İngiliz tankları, İsmailiye'de bir Mısır polis kışlasına saldırarak 50 polisi öldürdü ve onlarcasını yaraladı. Kara Cumartesi olarak anılan bu katliamın ertesi günü, 26 Ocak 1952'de Kahire halkı gösteriler ve ayaklanmalarla karşılık verdi, yangınlar çıkarıldı, Kahire'nin ticari merkezi ateşe verildi. Öfkeli kalabalıklar İngiliz mallarıyla yetinmeyip barlara, sinemalara, gece kulüplerine, butiklere, yani Mısır üst sınıflarının yozlaşma ve ahlaksızlık sembolleri olarak gördükleri her yere saldırdılar.

Kara Cumartesi'nde asayişin tamamen ayaklar altına alınması eski iktidarın sonunu hızlandırdı. Rejim birkaç ay daha dayandıysa da, 23 Temmuz 1952'de bir grup genç subayın bir darbeyle hükümeti ele geçirmeleriyle son buldu. Bu, kısa süreli bir askeri müdahaleden başka bir şeydi, resmen rejim değişikliğiydi. Ondan sonraki yirmi dokuz yıl boyunca Mısır'ı, darbede rol alan iki subay, Nasır ve Sedat yöneteceklerdi.

Hür Subaylar ve 1952 darbesi

Darbe, ya da sonradan adlandırıldığı şekliyle 1952 devrimi, çoğu birbirlerini 1940'lardan beri tanıyan bir grup ast rütbeli subay tarafından yapılmıştı. Kendilerine Hür Subaylar adını veren grup, Albay Cemal Abdül Nasır (1918- 1970) liderliğindeki dokuz (sonraları on dört) kişilik bir icra komitesi çevresinde toplandılar.

..

Nasır ve Hür Subaylar hareketinin başlıca aktörleri, küçük toprak sahibi köylülerin, küçük bürokratların ve küçük tüccarların oğullarıydı. Gruptan bazılarıysa daha orta sınıf kökenli ailelerden gelmekteydiler. Ancak hepsi de İngiliz işgalinden zarar görmüş ve yönetici yerli sınıflara kinleri olan toplumsal tabakalara aittiler. Bunlar aynı zamanda yeni kuşağın otorite makamlarına geçişini temsil ediyorlardı:

...

Subaylar iktidara gelince, Nasır'ın liderliğinde, hükümetin icra kurulu olarak görev yapacak bir Devrim Komuta Konseyi (DKK) kurdular. DKK'nın ülkeyi idare etmek amacıyla önceden hazırlanmış bir planı bulunmadığından, gelişen durumlara göre çare bulma eğilimindeydi ve rejim böylece şekillenerek yönünü buldu.

..

İlk rakip, kral Faruk'tu. Faruk, darbeden üç gün sonra tahttan feragat etmeye zorlandı ve sürgüne gönderildi. Mehmed Ali'nin soyundan son hükümdar, kraliyet yatıyla İskenderiye'den ayrılıp hayatının sonuna kadar yaşayacağı Fransız Rivierası'na gitti. 1953'te krallık kaldırıldı ve Mısır cumhuriyet oldu. DKK, Vefd ve diğer parlamento partilerine dönerek eski düzeni tamamen ortadan kaldıran bir dizi siyasal değişiklik yaptı: 1923 anayasası kaldırıldı, parlamento feshedildi ve bütün siyasal partiler yasaklandı. Rejimin ilan ettiği üç yıllık geçiş döneminde DKK, en üstün icra organı olarak   hareket edecekti. Necib, cumhurbaşkanı ve başbakan oldu; Nasır içişleri bakanı olarak sahne gerisinde kaldı. Diğer DKK üyeleri kabinedeki sivil politikacıların yerlerini aldılar. Askerler devletin kontrolünü tam olarak ele geçiriyorlardı.

..

 DKK'nin başlıca rakibi, ülkenin en popüler siyasal örgütü olan Müslüman Kardeşler'di. 1952 darbesi sırasında Hür Subaylar'ın pek çoğu Müslüman Kardeşler'le yakın bağlar içindeydi ve her ikisinin de sonunda diğerini kontrol etmeyi umduğu bir dönemde iki örgüt arasında kısmi işbirliği yapılıyordu. Ancak ikisi bir arada var olamazlardı ve Müslüman Kardeşler'in bir üyesi 1954'te Nasır'a suikast düzenlemeye kalkışınca DKK'nin eline bir fırsat geçmiş oldu. DKK, Müslüman Kardeşler'i yasadışı ilan etti, liderlerinden altısını idam etti, binlerce üyesini hapse attı. Örgüt yeraltına geçtiyse de ne unutulmuş ne de ortadan kalkmıştı ve sesini tekrar duyuracaktı.

İktidarı aldıklarında, “23 Temmuz 1952 askerî darbe operasyonu Nâsır tarafından gerçekleştirilecektir,” der Olivier Carré, “ama bu darbenin başarısı ve kalıcılığı için gereken halk temelini ancak Müslüman Kardeşler sağlayabilirlerdi. Müslüman Kardeşler’e göre, ‘23 Temmuz Devrimi’ onlara aitti. İki subay, Abdurrauf ve Muhenna Kemaleddin Hüseyin Müslüman Kardeşler üyesiydi, Sedat ve Nâsır da onlara çok yakındı: Benna, birinin 1941’den, diğerinin de 1944’ten beri arkadaşıydı.” Subaylar’ın Müslüman Kardeşler’le flört ettiklerine ve onların gerek ideolojilerinden gerekse Filistin savaşı sırasındaki militan, hatta savaşçı eylemciliklerinden etkilendiklerine kuşku yoktur. Ama onların tek referans noktası Müslüman Kardeşler değildir, çünkü onlar aynı zamanda pleb katmanlarının 1920-1930 yıllarında eğitim kurumları ve askerî kurumlar aracılığıyla Mısır toplumuna entegrasyonunun ürünleridir.




Nasır’ın iktidara gelişi

1953-1954 yıllarında Hür Subaylar kendilerini bir devrimin (sevra) aktörleri olarak sunmaya başladılar. Oysa ilk başta kendilerini eski ve yeni rejim arasında bir geçiş olarak tanımlamışlardı. Komuta konseyi muhaliflerinin peşine düştükçe ve iktidara el koydukça devrim monarşinin kalıntılarına karşı ve Mısır'ın yenilenmesi için aralıksız bir mücadele gibi görünmeye başlandı.

Zekice hazırlanmış olan yeni yöneticilerin iletişim tarzı bir radyo istasyonu -Arapların Sesi-, basın ve ulaşılması kolay olan ve birkaç dile çevrilen kitaplar aracılığıyla gerçekleştirildi. Birincisi 12 Ağustos 1953'te, ikincisi 16 Eylül 1953 ve sonuncusu 6 Ocak 1954'te yayımlanan ve ardından kitapçık haline getirilen üç makalede Nasır Devrim Felsefesi'ni (Felsafat el-sevra) ortaya koydu. El-Cumhuriye gazetesinde Enver Sedat (1918-1981) Hür Subaylar hareketinin kahramanca hikayesini anlattı ve daha sonra bunu bir kitabı -Fransızca başlığı Rivolte sur le Nil- olarak basacaktı. Bu hikayeler, rakibi Necib'in aleyhine Nasır'ın devrimdeki merkezi rolünü ve ordunun iktidarı ele geçirmesini meşrulaştırdı. Hür Subaylar'ı yolsuzluğa karşı tek alternatif, siyasi ve toplumsal kararnameleri sonuca bağlayabilecek tek oluşum, kısacası kurtarıcılar olarak gösteri yordu. Ayrıca hedefleri Mısır'ın dışına yayılmak olan rehberler olmak istiyorlardı. Devrimin Pan-Arap boyutu açıktı. Devrimin Felsefesi'nde Nasır, vatanının kaderini yakından Filistin'in kaderine bağlamış ve onu kitabın ünlü bir bölümünde Afrikalı ve özellikle de Müslüman bir çembere eklemlenmiş bir Arap çemberinin merkezine yerleştirmişti.

Muhalifler için 1952 ve 1954'te meydana gelen şey bir devrim değil de iktidarın bir askeri cunta tarafından ele geçirilmesi ve onunla birlikte bir dikta rejiminin kurulmasıydı. Nasır, Vefd Partisi taraftarlarına göre 1919 tarihli ulusal devrime, komünistlere göre toplum sal devrime ve Müslüman Kardeşler'e göre de Süveyş Kanalı muharebesinde 1951'de başlattıkları halk devrimine ihanet etmiştir.

Ortadoğu Tarihi, Anne-Laure Dupont Catherine Mayeur-Jaouen, Chantal Verdeil, Doğu Batı Yayınları, 2022

DKK, siyasal Sol gruplarına karşı da harekete geçti. Darbeden kısa bir süre sonra İskenderiye'de büyük bir tekstil fabrikasının işçileri greve giderek halk devrimi adına fabrikayı yağmaladılar. Yeni rejimden sempati bekleyen işçilere karşı DKK, orduyu grevi bastırmakla görevlendirdi, grev liderlerini yargılayıp idam etti ve işçilerin huzursuz olmalarından yararlanarak Komünist Parti önderleriyle diğer solcuları hapse attı.

 ..

DKK, iktidarını pekiştirirken reformlar yoluyla halk desteğini sağlamaya da çalıştı. En çok takdir edilen başarısı, 1952 Eylül ayında çıkartılan Tarım Reformu Yasası'ydı. Yasa, bir kişinin en çok sahip olacağı tarımsal araziyi 200 feddanla sınırlıyordu

..

Bütün sivil unvanları (paşa ve bey gibi) kaldıran yasalarla birlikte toprak reformu, rejime reformcu ve popülist bir imaj katmıştı. Nasır üç yıllık geçiş dönemi sonunda 1956'da getirilen yeni anayasayla bu imajı daha da arttırmayı ummuş olabilir. Anayasa, ilk Hür Subaylar hareketinin duygularını yansıtıyordu; hükümet emperyalizm ile feodalizmin kaldırılmasını ve güçlü bir ordu, sosyal adalet ve demokratik toplum kurulmasını taahhüt etmekteydi. Demokrasi ilkesi, en azından teorik olarak, seçimle gelen 350 sandalyelik bir millet meclisiyle sağlanacaktı. Eski düzende bir değişiklik de, bir insan hakları yasasının Mısırlıları ırk, cinsiyet, dil ve din ayrımından korumasıydı.

....

1956 yılı ortalarında Nasır rejimi, iç otoriteyi sağlamış ve toprak reformu programıyla belirli bir ilgi toplamıştı. Ancak 1952 'devrimi' durağanlaşmıştı; kendisini gelişen dünyada iktidarı ele geçiren diğer askeri hükümetlerden ayırt ettirecek bir yönü yokmuş gibi görünüyordu. Yeni rejime kendi niteliğini veren ve Nasır'ı Arap dünyasının kesin lideri haline getiren şey, bir dizi dış politika zaferi oldu.

Mısır, İngiltere ve 1956 Süveyş Krizi

Monarşinin son yıllarında Vefd, Mısır ile Sudan'ın Mısır tacı altında birleşmesini istemişti. İngiltere, Mısır meselesini Sudan'dan ayrı tutmak istemişse de, Mısır ikisini birlikte ele almakta ısrarlıydı. DKK iktidara geldiğinde İngiltere, Süveyş Kanalı'nın statüsü müzakerelerinin önünü açmak için Sudan tartışmasını halletmesi gerekeceğini anladı. DKK, Sudan'ın elinde olmasına öncelik vermiyordu ve hatta Mısır'ın Sudan üzerindeki egemenlik iddialarından vazgeçerek ülkeye özerklik verilmesini istemeye başladı. Mısır'la görüş ayrılıklarını gidermek isteyen İngiltere, DKK'nin şartlarını kabul etti. 1953 Şubat ayında imzalanan İngiliz-Mısır Anlaşması'yla Sudan'ın özerkliği tanındı

..

İngiltere ile Mısır arasındaki müzakereler, İngiltere'nin Mısır'da gelecekte oynayacağı rol konusundaydı. Aylarca süren müzakerelerden sonra 1954'te imzalanan anlaşmayla, İngilizlerin yirmi ay içinde Süveyş Kanalı üssündeki askerlerini çekmesi kararlaştırıldı. Herhangi bir yabancı devletin bir Arap Birliği devletine ya da Türkiye'ye saldırısı halinde İngiltere'nin üsse tekrar yerleşme hakkı vardı. İngiliz askerleri 1956 Nisan ayında çekildiler.

...

ABD, Sovyet yayılmacılığına engel olmak üzere bir ittifak girişimi başlatmıştı. İttifaka katılmak isteyen ülkeler, Amerikan askeri ve ekonomik yardımı alıyorlardı. Bağdat Paktı, bu sınırlama politikasını İngiliz etkinliğini kullanarak Arap devletlerine kadar yayma çabasıydı. Bağdat Paktı üyeleri Türkiye, İran, Pakistan, Irak ve İngiltere'ydi ve hepsi 1954 ve 1955'te bir dizi anlaşma imzalamışlardı. Nasır, bu ittifakın Arapları Batı'nın dizgininde tutmayı öngören emperyalizmin bir uzantısı olduğunu iddia ederek Mısır'ı pakta sokmadı ve Irak'ın Nuri el-Said'ini "imparatorluk ittifakları'na girdiği için kınadı. Mısır cumhurbaşkanı, diğer Arap devletlerini de Bağdat Paktı'ndan uzak durmaya ikna etmek amacıyla bir propaganda kampanyasına girişti. Sonunda, Ürdün ve Suriye'nin ittifakı reddetmelerinde başarılı oldu.

...

Mısır, 1955 Eylül ayında Çekoslovakya ile Mısır pamuğu karşılığında 500 milyon dolarlık ileri teknolojili Sovyet askeri malzemesi satın alma anlaşması yaptı. Bu sözde Çek silah anlaşması, aslında Sovyet-Mısır silah anlaşmasıydı ve uzun vadeli tepkiler doğurdu.

Nasır, Arap basınında bir kez daha lngiliz-Amerikan boyunduruğundan bağımsızlığını ispat ettiği için göklere çıkarıldı. Sadece Batılı devletlerin hakimiyetlerini kırmakla kalmayıp, ülkesinin yeni askeri gücünü 1948 'felaketi'nin intikamını almak doğrultusunda kullanacak bir Pan-Arap lideri görüntüsü oluşturuyordu.

(Assuan barajı için) Hükümet bunun üzerine dış yardım aramaya başladı. 1955 yılı sonlarında Dünya Bankası, ABD'nin ve lngiltere'nin katılmasını da içeren bir kredi paketini onayladı, ancak Nasır'ın bu iki ülkede yol açtığı huzursuzluk yüzünden bazı koşullar getirilmişti. Nasır krediyi kabul edip etmemeyi düşünürken ABD hükümeti 1956 Temmuz ayında aniden kredi teklifini geri çektiğini ilan etti.

 

Nasır buna birkaç gün sonra dramatik bir misillemeyle karşılık verdi. 26 Temmuz 1956'da Mısır, Süveyş Kanalı'nı millileştirdi ve Nasır, kanal gelirlerinin Batı'nın sponsorluğunu yüklenmeyi reddettiği kalkınma projelerinde kullanılacağını bildirdi.
..



Krizi anlaşmayla çözme çabaları sürerken İngiltere, Fransa ve İsrail, Mısır'a karşı ortak bir askeri harekat için gizli anlaşma yaptılar. Bütün tarafların harekatı onaylamak için kendi sebebi varsa da, ortak istekleri Nasır'ı devirmekti. İsrail, anlaşma gereği 29 Ekim 1956'da Sina'ya saldırdı. 31 Ekim'de İngiliz hava kuvvetleri Kahire yakınlarındaki ve kanal bölgesindeki askeri hedefleri bombalamaya başladı. İsrail kara kuvvetleri kanalın doğu kıyısına ulaştılar ve Fransız paraşütçüleri 5 Kasım'da Port Sait'e indiler. Ertesi gün İngiliz- Fransız ordusu, kanalın kuzey ucuna çıkarak Süveyş kentine doğru yürümeye koyuldu. 6 Kasım gece yansında İngiltere ve Fransa'nın BM ateşkes kararına uymalarıyla ilerleme durduruldu.

..

Süveyş krizinin çatışmaya karışanların hepsi açısından önemli sonuçları olmuştu. Mısır'ın askeri yenilgisi Nasır adına siyasal bir zafere dönüştürüldü. Nasır devrileceği yerde krizden bir Mısır ve Pan-Arap kahramanı olarak çıktı.

..

1958 yılı başlarında Birleşik Arap Cumhuriyeti'nin (BAC) kurulması, Arap birliği yolunda önemli bir adım olarak göründü

..

Yaratılma zamanında gördüğü takdire rağmen BAC garip bir varlıktı. Suriye'nin bir iç sorununun varlığı ve Nasır'ın reddedemeyeceği bir teklifi kabul etmesiyle alelacele kotarılmıştı. Yeni devlet, iki katılımcı ülke arasında tam bir birleşme olacaktı, ama Mısır hemen hakim duruma geçti. Birleşmeyi isteyen Suriyeli liderler Kahire'de yaşamak zorundaydılar ve kendi yurtlarındaki gelişmeler üzerinde herhangi bir etkinlikleri yoktu. BAC'nin başkanı olan Nasır, Mısır'da çok iyi işleyen tek parti askeri rejimini Suriye'ye de kabul ettirdi. Mısırlı asker ve sivil personel Suriye'ye dolarak önemli görevlerdeki Suriyeli karşıtlarının yerine geçtiler ve Suriyelileri kızdıran bir küstahlık sergilemeye başladılar. Bir Suriyeli general daha sonraları, "Suriye'deki her Mısır subayı, sanki Cemal Abdül Nasır gibi davranıyordu," diyecekti.

 

 Suriye'deki siyasal partilerin kapatılması, Suriyeli subayların görevlerinden alınması ve Mısır toprak reformu yasalarının değişik bir şeklinin zorla uygulanması, Suriye toplumu içindeki güçlü kesimleri yabancılaştırmıştı. Suriye ordusu birlikleri 1961 Eylül ayında Mısırlı komutanlarına isyan ederek, BAC'nin ve Arap birliği çerçevesindeki ilk deneyimin sonunu getirdiler

..

Süveyş olayından sonraki yıllarda Mısır-Sovyetler bağları iyice sıklaştı. Sovyetler, 1958'de Assuan Barajı projesini finanse etmeyi ve Mısır'a daha fazla askeri ve teknik yardım yapmayı kabul ettiler. Mısır silah ve yedek parça bakımından giderek Moskova'ya daha bağımlı oldu.

Millileştirme, hükümetin 1957'de yabancılara ait bankalara ve finans kurumlarına el koymasıyla başladı. Yerli Mısır ve Vatani bankalarının bir süre daha varlıklarını sürdürmesine izin verildikten sonra, 1960'lann ikinci millileştirme dalgasında onlar da kamulaştırıldı. Hükümet daha sonra varlıklı ailelerin mal varlıklarım kamulaştırdı. 1950'lerin sonunda devlet bütçesi gayrisafi milli hasılanın % 65'ine ulaşmıştı bile. Dahası, 1949'da başlayan doğrudan vergilendirme, gerekli sermaye toplansın diye arttırıldı.  Mısır hükümeti sadece çok zenginleri değil -önceki kutuplaşmalar da göz önüne alındığında anlaşılabilir şekilde- daha az zengin işletmeleri de hedef seçerek sermaye toplamakla meşguldü. 

El konan paralar, uygun bir şekil de kullanılmadığından ve orta sınıfın yerel ekonomide yapıcı bir rol oynaması engellendiği için bu girişim ters tepti. Hükümet, yeni bulduğu sermayeyi nerede kullanacağı konusunda daha az kararlıydı. Bu karar, 1960'ların sonunda verilmediği için millileştirmenin faydalan netleşmezken, hükümetin kendi tarafına çekmek istediği kişiler, işin daha az çekici yönleri yüzün den uzaklaştılar.

Modern Ortadoğu, Toplumsal ve Kültürel Bir Tarih, Ilan Pappe, İletişim Yayınları, 2019

Arap Sosyalizmi'nin benimsenmesi

Sosyalist kararnamelerin en yoğun dalgası 1961 ila 1964 arası görüldü. Bu yıllarda geri kalan yabancı şirketleriyle yerel tesislere, bankalardan sigorta şirketlerine, ithalat şirketlerinden otellere kadar her şey millileştirildi. Medya bile devlet kontrolüne geçti ve Mısır'ın bir zamanlar canlılığıyla ünlü basını, merkezi hükümetin sözcüsü haline getirilip sıkı bir sansür altına alındı. Ekonomiyi yönetmek üzere planlama kurumları oluşturuldu ve Mısır 1960'da ilk beş yıllık planım açıkladı. Plan, sanayi kalkınmasına ağırlık veriyordu. 1960'larda sanayi üretimi, özellikle tekstil, gıda maddesi ve meşrubatta olmak üzere önemli ölçüde arttı. Ancak rejimin büyük çaplı gösteriş projeleri ve en önemlisi Helvan'daki demir çelik fabrikası, geliriyle kıyaslanamayacak büyük masraflarla sonuçlandı. Sanayi gelişmesine ilave bir engel de, devletin işlettiği sanayilerin doğasından kaynaklanmaktaydı: Bunlar katı merkezi planlama mekanizmalarına tabiydiler, idari düzeyde aşın kadrolaşma vardı ve rekabet olmadığı için kalite kontrolü zayıftı.

..

Nasır 1962'de özel olarak toplanmış kongreye Mısır'ın yeni politikalarını açıklayan ve dayanaklarını gösteren belge olan Milli Eylem Belge'sini sundu. Bu belge, rejimin eylemleri adına ideolojik temel oluşturma ve yeni politikalarla kitlelerin özdeşleşmesini yaratma girişimiydi. Mısır'ın özgürlük, sosyalizm ve birlik elde etmek üzere bir devrimin ortasında olduğu ilan ediliyordu. Belge ülkeyi Arap devriminin öncüsü olarak göstererek, Mısır'ın Arap dünyasındaki önderliğini dile getirmekteydi. Belgeye göre Mısır'ın görevi, devrimini diğer Arap ülkelerine yaymaktı, böylece Arap siyasal kurumlarında gerici unsurlar bertaraf edilecek ve kalıcı bir Arap birliğinin yolu açılacaktı. Tabii bu tür açıklamalar iktidarda olan Arap hükümdarlarınca hiç de hoş karşılanmadı.

..

Devletin siyasal yapısı 1964'te yapılan yeni anayasayla bir daha tanımlandı. Anayasa millet meclisine seçilecek milletvekillerinin yüzde 50'sinin işçi ve köylü olması gibi yenilikler getirmesine rağmen, temelde Nasır'ın güçlü bir cumhurbaşkanlığı tercihini pekiştirmekteydi

..

Mısır' da Nasır yılları çok sayıda önemli olay ve politikayla ilişkilendirilir: Çekoslovakya silah anlaşması, Süveyş krizi, Birleşik Arap Cumhuriyeti, Arap sosyalizminin ilanı ve tarım reformunun uygulanması bunlardan sadece birkaçıdır. Ancak Nasır olgusuna ilişkin duygular, sosyal reformlar ya da dış politika serüvenleriyle tam olarak açıklanamaz. Nasırcılık bir duygu, bir heyecan, yeni Arap geleceği adına bir umuttu. Mısır bürokrasisinin şişirilmiş olduğu, devletin işlettiği sanayilerin verimsizliği, eğitim sisteminin aşırı kalabalık olduğu pek çok kimse tarafından biliniyordu. Ama gerek bunlar gerekse çok iyi bilinen başka eksikliklere rağmen Mısır ve dinamik başkanı, olumlu bir milli dönüşüm süreci başlatmış görünüyordu. Baskıcı geçmiş kararlı bir hareketle silinmişti ve Mısır o dönemde kıskanılan ve taklit edilmeye layık bir bağımsızlık ve gurur sahibi olmuştu.

 ..

Nasırcılık söyleminin büyük bir kısmı, Filistin'i Siyonist işgalcilerin elinden kurtarma vaatleriydi. İsrail karşısında askeri bir zafer kazanacak güç, ancak Arapların birleşmesiyle mümkün olabilirdi. Araplar açısından İsrail, Batı emperyalizminin yayılmacı koluydu.

1967 Savaşı

1967 Mayıs ayında Sovyet ve Suriye istihbaratları, İsrail'in Filistin gerillalarının faaliyetini desteklemesi nedeniyle büyük çaplı bir askeri harekat hazırlığında olduğunu bildirdiler. Raporlar yanlıştı, ama o sırada doğru olarak kabul edildi. Nasır, Pan-Arap liderliği rolünü güçlendirmek için Suriye'ye yönelik bu tehdide Sina Yarımadası'na asker göndermekle karşılık verdi.

Sina'dan bütün BM güçlerinin çekilmesini istedi. Bu istek, Nasır'ı şaşırtan bir davranışla hemen yerine getirildi ve İsrail ile Mısır arasında bir kalkan oluşturan BM güçleri yarımadayı boşalttılar. Nasır durumun kendi lehine olduğunu görerek bir adım daha attı ve Şarm el-Şeyh'deki BM mevzilerini işgal ederek Tiran Boğazı'ndan geçecek İsrail gemilerine abluka uygulayacağını bildirdi.

..

5 Haziran 1967 sabahı İsrail hava kuvvetleri Mısır boyunca hava üslerine saldırdılar ve Mısır hava kuvvetlerinin büyük kısmını henüz havalanamadan imha ettiler. Aynı gün Suriye ve Ürdün de savaşa girince İsrail pilotları, onların da hava kuvvetlerini safdışı bıraktılar. Hava üstünlüğü tartışmasız kendilerinde olan İsrail birlikleri, Mısır ordusunu Sina'da yenip Süveyş Kanalı'nın doğu kıyısına kadar yürüdüler. İki ülke 9 Haziran'da ateşkes imzaladı

..

Arap yenilgisi hem maddi hem de psikolojik açıdan çok pahalıya mal olmuştu. Üç Arap saldırganın hepsi de İsrail'e toprak kaybetmişlerdi. Mısır, Sina petrol kuyularının ve 1967'den 1975'e kadar ulaşıma kapalı olan Süveyş Kanalı'nın gelirini kaybetmişti.

..

 Mısır'da Nasır, savaş sonrasında otoritesini ve kişisel popülerliğini büyük ölçüde muhafaza etti. Ancak temizlik hareketleri, darbe girişimleri ve Nasır'ın sırdaşı ve başkomutanı Feldmareşal Abdülhekim Amr'ın tutuklanması ve sonra da intiharı sonunda, rejimin üzerine inşa edildiği subay kadrosunun dayanışması çöktü. Sovyetler'in büyük çabasıyla Mısır'ın hava ve zırhlı kuvvetleri 1967 sonunda savaş öncesi düzeye getirildi. Aynı zamanda Sovyet askeri danışmanlarının sayısı birkaç bine çıkarılarak, Mısır askeri varlığı bakımından tamamen Sovyetler Birliği'ne bağlanmış oldu.

..

ABD dışişleri bakanı William Rogers sonunda Mısır, Ürdün ve İsrail'in desteklediği bir barış planı yapmayı başardı. Planın öngördüğü doksan günlük ateşkes 1970 Temmuz ayında yürürlüğe girdi. Ateşkes birkaç kere yenilenip yıpratma savaşına son vermekte başarılı olduysa da, ABD, Mısır'ı İsrail'le barış anlaşması imzalamaya ikna edemediği gibi, İsrail'i de işgal ettiği Mısır topraklarından çekilmeye ikna edemedi. Ama Rogers Planı hiç olmazsa Süveyş Kanalı boyunca topları susturmuş ve herkese durumlarını değerlendirmek adına bir fırsat sağlamıştı. 

..


Sedat Dönemi

Sedat'ın ilk işi, iç siyasetteki yerini sağlamlaştırmak oldu. Bunu 1971 Mayıs ayında hükümetteki ve Arap Sosyal Birliği'ndeki muhaliflerini temizleyerek yaptı. Ondan sonra 'yenileme devrimi' sloganı altında siyasal ve ekonomik liberalleştirmeyi ilan etti.

..
 Sedat, İsrail'in pazarlık durumunu değiştirme gücünün sadece Amerika Birleşik Devletleri'nde olduğunu bilerek bu diplomatik açmazı çözmek için ABD katılımını sağlamaya gayret etti. 1972 Şubat ayında ani bir kararla Mısır'daki Sovyet askeri heyetinin 20 bin üyesini ülkeden çıkarttı. Bu karar Sovyet-Mısır ilişkilerini sona erdirmediyse de, Mısır'ın süper devletlerle ilişkilerinde ilk büyük adımdı.
..
Ekim 1973 Savaşı

Sedat'ın başkanlığı, aradan iki yıl geçmesine rağmen pek başarılı olmamıştı. Mısır'daki umutsuzluk dalgası, genelde 1972'de ve 1973 başlarında hükümeti eleştiren öğrenci ayaklanmalarında yansıyordu. Sedat, diplomatik açmazı kırmak için çabalarını yineledi. Mısır, İsrail ordusunun sanıldığı kadar güçlü olmadığını gösterebilirse, belki o zaman ABD araya girmeyi kabul edip İsrail'in sert tutumunu yumuşatabilirdi. Sedat bu hedefe varmak için Suriye'yi de yanına alarak savaşı bir diplomasi aracı olarak kullanmaya karar verdi.

6 Ekim 1973 öğleden sonra Mısır birlikleri Süveyş Kanalı'na saldırırken, Suriyeliler de Golan Tepeleri'ndeki İsrail mevzilerine saldırdılar. Mısırlılar kanalın doğu kıyısındaki Bar Lev hattını yarıp İsrail mevzilerini ele geçirerek şaşırtıcı bir başarı kazandılar. Bu, Mısır ordusu adına büyük bir zaferdi. Sovyet danışmanları daha önce Sedat'a operasyonun mümkün olduğunu, dört gün süreceğini ve yüzde 50 kayıp vereceğini söylemişlerdi. Ancak saldırının ilk yirmi dörtsaatinde Mısır, kanalın öte yakasına 80 bin asker geçirdi ve sadece 200'ünü kaybetti. Ekim Savaşı'nın bu aşaması Mısırlı bilincine 'geçiş' olarak yerleşti ve İsrail karşısında yirmi beş yıllık yenilgiden sonra askeri zaferin simgesi oldu.

..

General Ariel Şaron komutasındaki İsrail birlikleri 16 Ekim'de Mısır mevzilerini yardılar ve Süveyş Kanalı'nın batı kıyısına geçtiler. Bu manevra Mısır Üçüncü Ordusu'nu kapana kıstırmış ve Kahire'yi Şaron'un tanklarının menziline sokmuştu. Çatışmanın görünüşü bir anda değişmişti. Geçişin sağladığı avantajları kaybetmek istemeyen Sedat ve müttefiki Sovyetler ateşkes kabul etmeye hazırdılar. ABD dışişleri bakanı Henry Kissinger ve SSCB dışişleri bakanı Andrei Gromiko'nun 22 Ekim'de sunduğu ateşkes anlaşması, Mısır, İsrail ve bir süre sonra da Suriye tarafından kabul edildi

..

Kissinger 1974 Ocak ayında, Mısır ile İsrail'in savaşı bırakma konularında anlaşmalarını sağladı ve 1975 Eylül ayında imzalanan Sina II anlaşmasıyla İsrail askerleri batı Sina'dan çekildi.

..

 Geçiş'ten Açılış'a

Ateşkes zamanındaki tehlikeli askeri duruma rağmen Ekim Savaşı, Sedat adına siyasal bir zaferdi. Kendini 'geçiş'in kahramanı olarak gösteren Sedat, Mısır halkının gözünde popüler olmanın keyfini çıkarırken, onlara geçiş ruhunun ekonomiyi düzeltmekte ve ülkeye çok önemli yararlar sağlamakta değerlendirileceğine söz verdi. 
..
Yoksullara yarar sağlayan sosyal yardım programlarından birisi, ekmek, şeker, pirinç ve çay gibi temel tüketici ürünlerine uygulanan sübvansiyondu. Böylece bu maddelerin fiyatı düşük tutuluyor, ancak bu da devlete yılda 1,5 milyar dolara mal oluyordu. IMF, Sedat'ı sübvansiyona harcanan paralar daha üretici alanlara yatırılmadıkça daha fazla kredi alamayacağı konusunda uyardı. Sedat önceden bir bildiride bulunmadan 1977 Ocak ayında bazı maddelerde sübvansiyonu azalttı, bir kısmında da tümden kaldırdı. Mısır halkı öfkesini hükümet aleyhtarı gösterilerle dile getirdi.

Kudüs'ten Camp David'e: Barış Süreci

20 Kasım 1977'de çoğu gözlerine inanamayan milyonlarca televizyon izleyicisi, büyük bir Arap askeri gücünün cumhurbaşkanının Kudüs'e gidip İsrail parlamentosunda Mısır'ın Israil'le barışı kabul ettiğini bildirmesini seyrettiler. Bu duruma yol açan sebepler ne kadar çelişkili ve ilerideki anlaşmazlıklar ne kadar acı olsa da, bu 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılmasına benzeyen çok önemli bir andı.

..

Filistin'in kendi kaderini tayin etmesi meselesi üzerindeki anlaşmazlık görüşmeleri çıkmaza sokacağı sırada, Başkan Carter Begin ile Sedat'ı Camp David'e karşılıklı görüşmeleri için çağırdı. 1978 Eylül ayında on üç gün üç lider ve kadroları kesintisiz görüştüler. ABD, Sedat'ın kapsamlı bir uzlaşma ve Filistinlilerin haklarının tanınma isteği ile Begin'in Batı Şeria ve Gazze Şeridi için uzlaşmaz tutumu arasında bir orta yol bulmaya çalıştı. Sonuç, üç liderin 17 Eylül 1978'de imzaladıkları Camp David Anlaşması oldu.

..

Sedat ile Begin 26 Mart 1979'da Washington'da resmi Mısır-İsrail anlaşmasını imzaladılar. Ertesi yıl iki ülke birbirlerine büyükelçi gönderdiler ve İsrail Sina'dan çekilme hazırlıklarına başladı. 1982'de tamamlanan çekilme için ABD 3 milyar dolarlık bir katkıda bulundu. Barış çerçevesiyse, ABD ve Mısır'ın itirazlarına rağmen hiç yürürlüğe sokulmadı. Begin, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ni kontrolü altında tutmak için Sina'yı vermişti ve böylece en güçlü Arap askeri gücünü bertaraf etmiş bulunuyordu. Kapsamlı bir barış anlaşması yokluğunda Sedat'ın İsrail'le ayrı bir barış yapmasını gizlemeye imkan kalmamıştı. ABD yönetimi kendisine minnettardı ama Arap dünyası şoka uğramıştı. Mısır, lsrail'le anlaşması karşılığında Araplar arası ilişkilerde ağır bir bedel ödedi. Mısır Arap Birliği'nden atıldı, birlik merkezi Tunus'a taşındı ve Umman ile Sudan dışında bütün Arap devletleri Kahire'yle diplomatik ilişkilerini kestiler

..

Şahsen sade bir kişi olan Nasır'a kıyasla Sedat, iktidarın gücü kadar şaşaasından da hoşlanıyordu. Villalar ve malikaneler almış, hatta Kahire'deki eski saraylardan birini cumhurbaşkanlığı makamı yapmıştı. Aşırı lüksü halkın kendisinden Il. Faruk ya da hidiv olarak söz etmesine yol açıyordu. Sedat'ın karısı Cihan'ın da kamuoyu önünde benimsediği rol, Mısır toplumunun bazı kesimlerinin hoşuna gitmemekteydi.

...

İslami adalet ve sosyal düzen ilkelerinin yeniden gündeme gelişi, kısmen ithal ideolojilerin Mısır'ın sorunlarını çözememesinden kaynaklanıyordu. Nasır'ın sosyalizmi 1967'deki aşağılanmayı önleyememişti, şimdi de Sedat'ın kapitalizmi teşvik etmesi ve Batı'ya yaslanması gözle görülür bir iyileştirme sağlamıyordu. 

Mısır devlet başkanları Sedat ve Mübarek, daha işbirlikçi ve yanaşma cı Müslüman Kardeşlerin büyük uyumundan yararlanırken, kamusal alanın daha fazla İslamlaşmasına izin verip onlara daha fazla imtiyaz tanıdılar. Hükümetleri, bu amaçla, geçmişten iki İslami kuralı benimsedi. Bir tane si, dini yasaların çıkarılması, yani tatbik, diğeri İslami şeriatın ilham verdi ği yasalaştırma, yani tahnin. Sedat'ın ve ondan sonra da Mübarek'in yasamanın ana kaynağı olarak şeriatı getirmek için anayasayı değiştirmeye ve çeşit li dini yasaları geçirmeye hazır olması, Müslüman Kardeşler ile Mısır rejimi arasında yakınlaşmayı pekiştirdi. Hareketin liderliği, İslamcı militanların 1970'ler ve 1980'lerdeki şiddet eylemlerini kınadı (Kutub'un takipçileri ve daha yeni olan hareketlerin yan dalları 1970'lerde hükümet kurumlarına, 1980'lerde turistik bölgelere ve ulaşıma yönelik saldırılarda bulundular) .  Hareketin önde gelen isimleri 1980'lerin sonlarında Mısır'da gerçekleşen, parlamenter sistemin demokratikleşmesi gibi önemli siyasi süreçlerde yer alıyorlardı.

Modern Ortadoğu, Toplumsal ve Kültürel Bir Tarih, Ilan Pappe, İletişim Yayınları, 2019

...

Müslüman Kardeşler'in yürüttükleri kampanyaya ek olarak diğer daha militan örgütler de faaliyet gösteriyorlardı. El-Cihad, Tekfir ve El-Hicret gibi adlar taşıyan bu örgütler, Sedat rejimini dinsiz olarak niteliyorlar ve onun devrilip yerine şeriata bağlı bir hükümet getirmenin İslami bir görev olduğunu iddia ediyorlardı. Militan İslami grupların başında dini inanç, toplumsal umutsuzluk ve ekonomik yoksunluk etkenleriyle harekete geçen üniversite deneyimli kişiler vardı. Batılı tavırları ve ABD aracılığıyla yaptığı İsrail anlaşması yüzünden Sedat, bu kesimlerin hoşnutsuzluklarının hedefi oldu. Sedat bu gizli İslami muhalefetin tehlikelerini görerek, 1981 Eylül ayında rejimine karşı komplo kurduklarından kuşkulanılan 1000'den fazla insanı tutuklatıp hapse attırdı.

Sedat, İslami örgütleri hedef alan bu darbeden bir süre sonra, 6 Ekim 198l'de 'geçiş'in sekizinci yıldönümü kutlamalarında askeri geçit resmine katıldı. ABD yapımı uzun bir personel taşıyıcı araçlar dizisinden biri tribünün önünde durduğunda, 'geçiş kahramanı' askerleri selamlamak üzere ayağa kalktı. Askerler onun bu jestine yaylım ateş açarak karşılık verdiler. Bu hatalı ama ilginç politikalar izleyen Mısır cumhurbaşkanının rejimine böylesine ani bir saldırıyla son veren katiller, El-Cihad'la ilişkiliydiler. 

..

Hüsnü Mübarek

1980'ler, Mısır adına güç yıllardı. Sedat'ın halefi Hüsnü Mübarek (1928 doğumlu) , bir dizi diplomatik ve iç sıkıntıyla karşılaşmıştı, bunlardan pek azına kararlı bir cevap bulabilmişti ve bunun sonucunda Mısır siyasal ve ekonomik bakımdan felce uğramıştı.

Sedat 1975'te Mübarek'i başbakan olarak atadığında, liderlik meşalesinin Ekim kuşağına devredilmekte olduğunu söylemişti. Mübarek, iki selefi gibi mütevazı kökenlerden gelen bir subaydı. Fakat genç subayken, onların aksine siyasal faaliyetlere ilgi duymamıştı; askerliğin hiyerarşi anlayışını ve karar yöntemlerini benimsemiş profesyonel bir askerdi. Mısır askeri akademisinden mezun olduktan sonra Sovyetler Birliği'nde pilot eğitimi almış, Ekim Savaşı'nda Mısır hava kuvvetlerinin komutanlığına yükselmişti. Cumhurbaşkanı olarak tedbirliliği ve gösterişten uzak olmasıyla Nasır'dan ve Sedat'tan ayrılıyordu. Ancak seleflerinin dinamizmine sahip değilse de, iktidarda kalma konusunda şaşırtıcı bir yetenek sergilemişti: 1999'da dördüncü defa altı yıllık dönem için seçilmeyi başaracaktı.

...

Mübarek, iktidarının ilk yıllarında Mısır'ı daha demokratik bir siyasal sisteme götürüyor gibiydi. 1984 seçimleri, 1952'den beri yapılan en şeffaf seçimlerdi. Hükümetin otuz iki yıllık yasaktan sonra Vefd Partisi adaylarının seçime katılmalarına izin vermesiyle, yeni bir siyasal özgürlük dönemine giriliyordu.

Rejime en ısrarlı muhalefet, ülkedeki çeşitli İslami örgütlerden gelmekteydi. Devlet bir yandan militan İslami grupları ezmek amacıyla zora başvuruyor, diğer yandan daha ılımlı örgütlerin kurulmasına çalışıyordu. Daha sonra görüleceği gibi, toplum İslamcıların programlarının bazı kısımlarını benimsemeye başladığında, fraksiyonları birbirleriyle dengelemek giderek güçleşecekti.

Cemal Abdül Nasır, eski düzenler ve hiyerarşilere karşı çıkmayı içtenlikle denediyse de halefi Enver Sedat onlara boyun eğdi. Sedat, gerçekten de 1970'li yılların başında Arap dünyasını sosyalist ya da millileştirme politikalarından uzaklaştıran bir yola soktu. Sedat'ın politikası tarım reformunu tersine çevirdi ve Yukarı Mısır'da bu, eski feodal ailelerin önemli devlet işlerine getirilmesi şeklinde cereyan etti ki, bunun en çarpıcı örneği Celal Ebul Dahab'ın gıda stoklarından sorumlu bakanlığa getirilmesiydi.

Sedat, Mısır'ın her tarafında önceden var olan kırsal aristokrasiyi ulusal politikalarda yeni den kurdu. Güneyde, Nasır döneminde ilerleme sağlayan ve iyi bir yaşam standardı elde etmeye başlamış olan küçük toprak sahibi Arap ve fellahlara karşı dengeyi bozdu. Hüsnü Mübarek'in döneminde (198l'de iktidara geldi) tersine çevirme politikası sürdü. Bu, güneyde 1980'ler ve 1990'larda radikal İslam’ın gelişmesinin nedenlerinden birisi olarak açıklanabilir.

Modern Ortadoğu, Toplumsal ve Kültürel Bir Tarih, Ilan Pappe, İletişim Yayınları, 2019

ABD ittifakının ve İsrail anlaşmasının Mısır'ın Arap dünyasıyla tekrar bütünleşmesine getirdiği engellere rağmen Mübarek bu adımlarında başarılı olabildi. Onun sabırlı diplomasisi sayesinde Mısır 1989'da Arap Birliği'ne tekrar alındı ve iki yıl sonra Kahire yine birliğin merkezi oldu. Ancak Mısır'ın yeniden girdiği Arap dünyası 1979'dakinden çok farklıydı. Mısır artık tek hakim Arap devleti değildi ve bölgesel olayları etkileme yeteneği eski dönemlere kıyasla gözle görülür derecede zayıftı.

Modern Ortadoğu Tarihi, William L. Cleveland, Agora Kitaplığı, 2008

1990'lar ve 2000'lerde Mısır'a dair akademik anlatımlar, Başkan Hüsnü Mübarek'in rejimini tanımlamak için sık sık çıkmaz, durgunluk, yolsuzluk ve otoriterlik gibi kelimeler kullanıyor. Bu nitelendirmeler, Mısır halkının 1980'lerin sonlarında zaten mevcut olan yönetici elitinden duyduğu memnuniyetsizliğin sonraki on yıllarda yoğunlaştığını ve popüler örgütlerin hükümetin yapmak istemediği veya yapamadığı şekillerde toplumu yeniden inşa etmek için ellerinden geleni yapmaya başladığını yansıtıyordu.

 Rejimin halkın siyasi katılım fırsatlarını sınırlama konusundaki kararlılığı, Mübarek döneminde Mısır'ın sıkıntılı ekonomik görünümüne yönelik halkın öfkesini daha da artırdı. 1990'larda Mübarek, erken dönem başkanlığının liberalleştirici eğilimlerini bir kenara bırakarak tek parti/tek lider yönetimini benimsedi. Seçim yasaları, halk tarafından desteklenen hiçbir muhalefet partisinin Halk Meclisi'nde sandalye kazanamamasını sağlamak için yeniden yapılandırıldı. Sahtekarlık, oy hileleri ve muhalefet partileri için kısıtlı kampanya fırsatları  sonucunda Mübarek'in Ulusal Demokratik Partisi sandalyelerin büyük çoğunluğunu kazandı. 2005 başkanlık seçimleri Mübarek'i beşinci altı yıllık dönem için iktidara getirdi: oyların neredeyse %89'unu alarak kazandı, ancak daha önemli istatistik sadece %23'lük katılımdı.
 

A History of the Modern Middle East, William L. Cleveland, Martin Bunton, Seventh edition published 2025 by Routledge

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder