XVIII.Yüzyılda Kozmopolit Avrupa
XVIII. yy. Avrupa düşüncesinin büyük gelişme gösterdiği bir dönem oldu. Bu düşünce, Fransız yazarlarının etkisinin yanı sıra, dünyanın dört bucağında yapılan keşiflerin daha da geniş bir anlam kazandırdığı hümanizma anlayışına dayanıyordu. Ama devletlerin egemenlik iddialarının ulus kavramını pekiştirmesi, kozmopolitlikle bağdaşmayan ulusçuluk akımını doğurdu. Fransız devrimcilerinin yurtseverlik duygularıyla beslenen bu akım,🔎Devrim ve İmparatorluk savaşları dolayısıyle öbür ülkelere de yayıldı. 1790'dan sonra, özgürlük, bağımsızlık, halkların kendilerini yönetme hakkı gibi kavramlara dayanan yeni bir uluslararası hukuk ortaya çıktı. Ne var ki, bu hukuk, hükümdarların aralarında yaptıkları anlaşmalarla kurulan her dengeyi tehlikeye düşürecek nitelikteydi. "Baskı altındaki halklar"a, "kardeşlik ve yardım" götürmek için yapılan savaşın yerini, fetih savaşları almaya başlayınca, 1793'te Avrupa, değişik görüşleri destekleyen üç topluluğa ayrıldı:
*Fransa' nın devrimci inançlarını benimseyenler;
*Fransa tarafından ele geçirilmiş topraklarda yaşayan ve Fransızlara karşı bir hareket oluşturan halklar;
*Devrimi yenilgiye uğratıp, eski düzeni yeniden kurmayı umut eden hükümdarlar.
XVIII. yy: fırtınadan önceki sessizlik
🔎Aydınlanma yüzyılı, kuşkusuz Avrupa'da büyük bir bilimsel atılım ve eleştirel aklın egemenliği dönemi olmuştur. Ama bu arada bazı yanlış anlaşılmalar da gözardı edilmemelidir. Filozoflar, özellikle Diderot ve Voltaire gibi Fransız düşünürleri, doğal hukuk, insanların eşitliği gibi yüce ilkeler ortaya koymuş ve toplumu iyileştirmek, ezilenleri kurtarmak, yoksulları eğitmek gereğini dile getirmişlerdir. Kuramları, aydın despotlara ilham kaynağı olmuştur. Aydın despot diye, her şeyin halk için, fakat halkın katkısı olmadan yapılması gerektiğini savunan otoriter bir yönetimden yana olan hükümdarlara denmiştir. Bunlardan bazıları (Avusturya İmparatoru II. Joseph ve bazı Alman prensleri) liberalliği yüzlerine gözlerine bulaştırmışlar, Prusya Kralı II. Friedrich'in içten pazarlıklı tutumları ve Rusya Çariçesi II. Katerina'nın sahtekârlıkları da bunlara tüy dikmiştir. Fransa'ya gelince, orada aydın despotluğu pek uygulanmamış ve sonunda halk, 1789 Devrimi'yle sesini doğrudan duyurmuştur. Avrupa'nın kültürlü insanları, 1714'ten beri diplomatların dili olan Fransızca'yı konuşuyordu. Avrupalı hükümdarlar, kendilerine Versailles taklidi saraylar inşa ettirmekle övünüyorlardı. Aydınlanma Çağı'nda bir «Fransız Avrupası»ndan söz etmek mümkündü. Ama bu moda, halkın ancak çok küçük bir kısmını ilgilendiriyordu. Fransa'da bile herkes «Fransızca» konuşmuyor, mahallî lehçeler ve taşra ağızları, resmî dilden çok daha fazla kullanılıyordu.
Aydın çevrelerde «hizmetçi lisanı» diye damgalanan Alman lehçeleri yavaş yavaş birleşerek Lessing ve Goethe gibi seçkin ve ünlü yazarların kullandığı bir kültür dili haline geliyordu. Devrimin yarattığı büyük şoklardan önce, Alman dil milliyetçiliği gelişti ve duygunun akla üstün gelmesiyle 🔎romantizmi doğurdu. Zaten bütün milletler dillerini savunarak ve yarattıkları edebî eserlerde kullanarak onu millî anlaşmanın temel taşı haline getiriyorlardı.
Dil özerkliği XV. yy'a kadar uzanan İngiltere, XVIII. yy'da parlamentarizm yoluyla bir millî dayanışma modeli önerdi; bu sistemin gelişmesi birçok Avrupalı düşünürü büyülemiş ve yüzyılın son yirmi-otuz yılı içinde İngiliz hayranlığı (bahçe düzenlemelerine, daha doğrusu İngilizlerin bilinçli şekilde düzensiz bahçelerine kadar) daha önceki Fransız kozmopolitliğinin yerini tutmuştu.
Sakin bir fikir tartışması görünüşü altında, üç akım veya eğilimin çarpıştığı görülüyordu:
*herkesin herkesi tanıdığı ve doğrudan demokrasinin uygulanabileceği «küçük vatan» coşkusu; *yavaş ve emin olmayan adımlarla ilerleyen ve henüz yeterince bilgilendirilmemiş ve çok yoksul topluluklara empoze edilmek istenilen, yabancı düşmanlığına dayanan «millet» duygusu; *son olarak da, seçkinci, azınlıkçı bir düşünce enternasyonalizmi ki Avrupa denilen, kimsenin henüz itibar etmediği muazzam bir mekân içinde birlikte yaşama arzusunu yaratmaya çalışıyordu. Ortak bir dilin ortaya çıktığı tek alan belki sanattı. Bin bir çehreli bir🔎Avrupa baroku, bir Avrupa rokokosu, ortak bir Çin işi biblolar modası vardı. Bu yöntem ve amaç birliğinin en belirgin olduğu sanat, belki müzikti. Ama Rousseau artık sadece Avrupalılar bulunduğunu yazarken, amacı yeni bir büyük ortak, fikrin oluşumunu tespit etmek değil, XVIII. yy seçkinci kültürünün «vatanperver» kültürlere empoze etmek istediği tekdüzeliği çok can sıkıcı ve üzüntü verici bulduğunu ifade etmekti. |
---|
19.yüzyılda Nüfus Artışı
ve Göçler
Avrupa'nın nüfusu Rus İmparatorluğu da dahil
olmak üzere (bu ülke hakkında her zaman güvenilir tarihi istatistikler bulmak
kolay değildir) 19. yüzyılda iki kattan fazla artmıştı. Nüfusun yuvarlak
rakamlarla 190 milyondan 420 milyona çıkması, artış hızında daha önce
rastlanmayan bir ivmeyi gösteriyordu. Bu milyonların büyük bir kısmının daha
doğdukları anda, büyük babalarına ve babalarına göre daha uzun yaşama
olasılığı yüksekti. Burada Avrupa'nın zenginliğinde dev bir artışın bariz işaretleri
vardı. Nüfusa eklenen yeni ağızları beslemek için gereken besinler, ister
yetiştirerek ister ithal ederek olsun artmıştı. Onları barındırmak,
sokaklarına taş döşemek, konutlarını ısıtıp aydınlatmak için daha çok kaynak
vardı.
Avrupalıların 1800 yılında bulması imkansız olan
bin bir çeşit yeni ürün artık temin edilebiliyordu. Böylece yeni doğanların
hayatta kalma olasılığı iyice artmıştı.
O zamanlar, bu serveti meydana getiren en temel süreçler yüzyıllardan
beri işlemekteydi.
Yine de bu süreçler 19. yüzyıla kadar, Avrupalılarla
dünyanın diğer sakinleri arasında yaşam standartları bakımından çarpıcı bir
mesafe oluşturmamıştı. Nüfus artışı Avrupa'nın dünya nüfusu içindeki payını
arttırdı. Kuzey Amerika dışındaki kıtalarda insanoğlu Avrupa'ya göre daha yavaş
çoğalıyordu. Bundan dolayı, Avrupa'nın dünya nüfusundaki payı 1 800'de yaklaşık
beşte birken, bir yüzyıl sonra dörtte bire çıkmıştı.
Üstelik bu artış, çok sayıda Avrupalı denizaşırı
ülkelere yerleşmeye devam ettiği halde gerçekleşmişti. 1830'larda ilk kez,
yılda 100 binden fazla Avrupalı göç etmeye başladı. 1913 yılında bu rakam 1
,5 milyona çıktı. Nüfus hareketleri tarihine uzun dönemli bakış açısıyla
bakmak yararlıdır. 1840 ile 1930 arasında yaklaşık 50 milyon Avrupalı
denizaşırı kıtalara göç etmişti.
Avrupa ülkeleri de farklı oranlarda büyüyordu. En
hızlı çıkışı yakalayan Birleşik Krallık'ırı nüfusu 1800 yılında 10
milyonken yüzyıl ortasında 21 milyona fırladı. 1900'deyse nüfus 36 milyona
ulaşmıştı. Fransa yüzyıla yaklaşık 27 milyon insanla başlayıp 40 milyonun
üzerinde bir rakamla bitirdi. Almanya (elbette 1 800'de birleşmiş bir ülke
değildi) nüfusu iki kattan fazla çoğalarak 50 milyonun üzerine çıktı. Buna
karşılık Doğu Avrupa'nın çok yoksul tarım toplumları, gerçek anlamda bir
artış hızına erişmek için 1920'1i ve 30'lu yılları beklemek zorunda kaldı.
Avrupa Tarihi, J.M.Roberts, İnkılap Yayınevi
|
Tarımda
Gelişme
1800'de gelişmiş tarımsal yöntemlerin -hatta
toprağı sürmede ilk buhar kullanımının- en belirgin olduğu yer Birleşik
Krallık'tı ancak kısa sürede gelişme diğer ülkelere sıçrayıp daha ileri
boyutlara erişti. Değişimin birçok yoldan gerçekleşmesi şaşırtıcı değildi ve
neredeyse durağan geçen yüzyılların haricinde bazen yavaş seyreden bir
ilerleme söz konusuydu. Kalabriya veya Endülüs'ün bazı yerlerinde, yüzyılı aşkın
bir sürede bile bu değişimler neredeyse hiç hissedilmemişti. Besin arzının esnek
olmayan koşullarına karşı verilen savaş sonunda kazanılmıştı. Ancak bu aynı zamanda
sabit ürün rotasyonuna, çağdışı kalmış mali tedbirlere, kötü çiftçilik ve hayvancılık
standartlarına ve kör cahilliğe karşı kazanılan yüzlerce münferit zaferin sonucuydu.
Ortaya çıkan kazanımlar daha çok ürün, bitki ve hayvan hastalıklarının daha
etkin biçimde kontrol edilmesi, yeni ürünlerin ekilmesi ve daha birçok şeydi.
Bu kadar kapsamlı bir temele dayanan değişimlerin aynı zamanda sosyal ve siyasal
engellerle mücadele etmesi gerekiyordu.
Avrupa Tarihi, J.M.Roberts, İnkılap Yayınevi
|
Uluslar Avrupa’sı (1815-1871)
Fransız Devrimi ve Napolyon'un fetihleri, zafer kazanmış devletlerin, 🔎Viyana Kongresi'nde çizilen Avrupa haritasını korumalarına olanak tanımayan derin ve sürekli izler bırakmıştı. Nitekim 1815'ten sonra, birçok edebiyatta, ulusçuluk duygusunun yüceltildiği görüldü; sömürge halkları, bir ulusa bağlı oldukları bilincini, romancıların, ozanların ve tarihçilerin yapıtları aracılığıyla edinmeye başladılar. Ama bu halkları canlandıran atılım, tek bir örneğe yönelmiyor, birbirine taban tabana karşıt iki anlayıştan birinin seçilmesi gerekiyordu. Bunlardan biri, Fransa'dan kaynaklanmıştı ve iradeye dayanıyordu. İnsanın doğal haklarından kaynaklanan bu anlayış, halkların kendilerini yönetme hakkı uyarınca, bir "isteyerek sözleşme" yapmaya kadar uzanıyordu. Alman düşüncesinden kaynaklanan öbür anlayışsa, dilin kurmuş olduğu halkın birliğine, istek dışında bağlı olmanın sağladığı tarihsel hukuk üstünde temelleniyordu. Bu farklılıklara karşın, Avrupa'yı kurma düşüncesi, gücünü hiçbir zaman yitirmedi ve bunu bir amaç olarak benimseyen siyaset yazarları, özellikle 1830'dan sonra, bir Avrupa Federasyonu kurulacağını ümit etmeye başladılar.🔎1848'de, devrimlerin kazandığı başarı, bir aralık, bir Avrupa Birleşik Devletleri'nin doğabileceği düşüncesini uyandırdığında da, söz konusu federasyonun da kurulma zamanı gelmiş gibi göründü.
Ama hareketin başarısızlığı, bu umudu ortadan kaldırdı ve daha sonraki yirmi yıl içinde, her zamankinden daha büyük bir güçle ortaya çıkan ulusçuluk, İtalyan ve Alman birliklerinin kurulmasının temel etmeni oldu.
Eski düzenin savunulması. 1848'e kadar, eski rejimden miras kalan düzeni koruma iradesi ağır bastı. Bu irade, Napolyon'un devrilmesinden sonra toplanan Viyana Kongresi'nde (ekim 1814-haziran 1815) güç kazandı ve Avrupa'nın yeniden inşasına rehberlik etti. Güçler arasındaki denge ilkesine dayanan bu yeni Avrupa düzeni, Avusturya Dışişleri Bakanı (sonra Şansölyesi) Metternich'in eseriydi. Metternich, geçici bir süre için Rusya'nın Balkanlar üzerindeki isteklerine ve hegemonyasına set çekmeyi başardı. İtalya'nın sekiz devlete, Almanya'nın Avusturya'nın başkanlığındaki belirsiz bir Germen Konfederasyonu'nun himayesi altında 39 hükümran devlete bölünmesi, milliyetçilerin umutlarını boşa çıkardı. Hükümdarların halka karşı kurdukları Kutsal İttifak, yeni uluslararası düzenin temelini oluşturdu ve liberal veya ulusal karakterli her türlü bağımsızlık hareketini anında ezmeye hazır bir güç halini aldı. 1830'a kadar Metternich'in sistemi, bazı eksikliklerine rağmen, işledi. Avusturya Karlsbad (ağustos 1819) ve Viyana (1820) kongrelerinde alınan kararlar çerçevesinde, yer yer patlak veren liberal hareketleri kolayca bastırabildi. Troppau (ekim 1820) ve Laibach (ocak 1821) kongreleri de Avusturya'ya İki Sicilya Krallığı'nda düzeni yeniden sağlamak için yetki verdi. Kral I. Ferdinando Di Bourbone, burada kerhen bir anayasa çıkarmıştı. Fransa da aynı zihniyete uygun olarak İspanya'da müdahalede bulunmak için yetki aldı (ağustos 1823). Ne var ki, Viyana Kongresi'nin yetkili kurulları tarafından iade edilen düzenin ömrü uzun olmadı. 1820'de başlayan Yunan ayaklanması, 1830'da, ciddî bir uluslararası bunalım pahasına, Yunanistan'ın bağımsızlığıyla sonuçlandı. Fransa'da, 1830 Devrimi, Bourbon Hanedanı'nın 1815 Restorasyonu'yla tahta çıkan büyük kolunu tahttan indirdi. Belçika'nın Hollanda'ya karşı, Polonya'nın Çar'a karşı ayaklanması, İtalya ve ; Almanya'da anayasa isteyen yurtseverlerin kışkırtmaları mutlak monarşilerin iktidarının bütün baskılara rağmen dayanıksız olduğunu göstermişti. Nitekim eninde sonunda, özgürlüğe susamış halk hem Fransa'da (temmuz 1830 monarşisi), hem Belçika'da (1831) meşrutî hükümdarlıkların iktidara gelmesini sağladı.
Devrimleri'nden sonraysa, Metternich sistemi tümden can çekişmeye başladı. Fransa'da, şubatta patlak veren Paris Ayaklanması, muhafazakâr burjuvaziyle siyasî ve sosyal fetihlere susamış halk arasında bir güç gösterisine yol açarken, Avrupa'nın tümü büyük çapta liberal ve millî nitelikte hak arayışlarıyla sarsıldı.
Avusturya Habsburgları'nın çokuluslu imparatorluğu, 1848 Devrimi'nin en büyük kurbanı oldu. Avrupa'nın dört bir yanındaki karışıklıklar, Prusya dahil olmak üzere bütün Almanya'da anayasaların kabul ve tatbik edilmesine yol açtı. Millî hareket sayesinde Frankfurt'ta bir parlamento kuruldu ve Almanya için üniter bir anayasa taslağı hazırlamakla görevlendirildi. İtalya hükümdarları da saldırıların şiddetine boyun eğmek ve anayasalar çıkarmak zorunda kaldılar. Ama bütün bunlara rağmen, 1848 yazından itibaren devrim Viyana'da, Budapeşte'de ve İtalya'da hızını kaybetmeye başladı. Devletinin anayasasını liberalleştirmeye yanaşmayan Prusya Kralı IV Friedrich Wilhelm, Frankfurt Ulusal Meclisi tarafından teklif edilen Almanya İmparatoru unvanını reddetti. Çok geçmeden, devrimci ve milliyetçi özlemlerin coşkusu bütün Avrupa'da ; sönmeye başladı. Eski düzene dönüş, Fransa'da 1852'de kurulan ikinci imparatorlukla tescil edildi. Ama buna rağmen Avrupa derinlemesine değişiyor, ekonomik ve sosyal yapıları altüst oluyordu.
Yenileşme. 1760'tan itibaren İngiltere'de kendini gösteren 🔎Sanayi Devrimi, yavaş yavaş bütün Kuzeybatı Avrupa'ya yayıldı ve Avrupa'nın yeni kimliğinin belirleyici unsuru haline geldi. Sömürge ticaretinden kaynaklanan büyük sermaye birikimi, tarımda kaydedilen ilerlemeler ve eski rejime mal edilen büyük salgın hastalıkların sebep olduğu ölümlerin gerilemesiyle desteklenen Sanayi Devrimi, yeni enerji kaynaklarından yararlandı (James Watt'ın buhar makinesi, 1769), tekstil sanayiini canlandıran icatlarla beslendi (John Kay'ın volanlı mekiği, 1733; Hargreaves'in «spinning jenny» denilen ilk mekanik iplik tezgâhı, 1767) ve demiryollarının kullanımıyla büsbütün hızlandı (1830-1860).
XIX. yy'ın ortasından beri İngiltere'nin özelliğini oluşturan sınaî kalkınma, Fransa, Belçika ve Kuzey Almanya'da daha sınırlıydı. Sanayi hamlesi, beraberinde köylerden şehirlere göçü ve kuvvetli bir kentleşme akımını getirdi. Daha 1850'lerde İngiltere nüfusunun yarısı şehirlerde yaşıyordu. Halbuki aynı tarihlerde Fransa'da ve Almanya'da nüfusun ancak üçte bire yakını kentleşmişti. Liberalizme tutkun zengin bir burjuvazinin ve yoksulluğun pençesinde kıvranan bir işçi sınıfının ortaya çıkışı Yeniçağ'ın simgesiydi. Kadınların ve çocukların sömürülmesi, ortalama ömrün kısalığı, günden güne artan suçluluk oranı, yeni emekçi sınıfların hayat şartlarını niteleyen özellikler olmaya başladı. Burjuva kamuoyu çok geçmeden bu sınıflan «tehlikeli» olarak damgaladı. Toplumsal düzenlemelerin yokluğunda, işçi dünyası, güvenliğini karşılıklı yardım sandıklarında aradı, fakat aynı zamanda yeni 🔎sosyalist doktrinlere ve bu arada Marksizme (Komünist Manifesto, ocak 1848) dört elle sarıldı. 1864;te Birinci Enternasyonal, Londra'da toplandı.,
Buna karşılık, Doğu ve Güney Avrupa, modası geçmiş eski geleneklerinin baskısı altında ezilip durdu. Kölelik, Avusturya'da 1848'e kadar devam etti. Rusya'da ancak 1861'de Çar II. Aleksandr tarafından kaldırıldı. Akdeniz dünyasında, latifundia'larda çalışan topraksız köylüler pek çoktu ve yoksulluk ve sefalet içinde yaşıyorlardı.
Sanayileşmenin değiştirdiği Batı Avrupa, aynı zamanda iki yeni devletin, nihayet birliklerini sağlamış olan Almanya'yla İtalya'nın ortaya çıkmasıyla bir başka dönüşüme daha uğramıştı. Cavour'un inisiyatifi ve III. Napoleon'un iyilikseverliği sayesinde Savoia Hanedanı 1859'da İtalyan bağımsızlık savaşını kazanmış ve Lombardia'yı Avusturya'nın elinden almıştı. 1860'tan itibaren İtalya Yarımadası'ndaki prensliklerin çoğu, Piemonte-Sardinya Krallığı'na bağlandılar ve bu krallık 1861'de İtalya Krallığı'na dönüştü. Avusturya'ya bağlı kalan Venezia Bölgesi, 1866'da yeni krallığa ilhak edildi. 1870'te Romayla Papalık devletleri de İtalya Krallığı'yla birleştiler.
Almanya'ya gelince, Prusya Şansölyesi Bismarck tarafından yöntemli bir şekilde hazırlanan Alman devletlerinin birliği, 1866'da Sadova'da bozguna uğrayan Avusturya'nın ve 1870-1871 Fransız-Alman Savaşı'nı kaybeden Fransa'nın yenilgileri sayesinde gerçekleşti (Fransa bu savaşta Alsace-Lorraine Bölgesi'ni kaybetti). 1871'de_kurulan Alman imparatorluğu, 1890'lı yılların başına kadar Avrupa'nın üstün devleti oldu. Bismarck'ın Fransa'yı tecrit etmeyi amaçlayan diplomatik sistemleri (Üç İmparator Antlaşması, 1872; Üçlü İttifak 1882 kıtada dengeyj korayarak refahın artmasını sağladı.
|
---|
Bu
dönemde Avrupa'nın geleneksel tarihinde en göze çarpan devlet adamı simaları,
Bismarck'ın Prusya'da, Kont Camilla Cavour'un (1810-61) Piedmont'da, III.
Napoleon'un Fransa'da yaptığı gibi,
siyasi idareyi, hükümet/yönetim aygıtlarının denetimiyle ve diplomasiyle
sistemli bir biçimde birleştiren kimselerle, örneğin İngiltere'de liberal W.
E. Gladstone (1809-98) ile muhafazakar Disraeli gibi, üst sınıfın yönetim sistemini
kontrollü bir biçimde genişletmek gibi zor bir sürecin üstesinden gelen
kimseler oldu. En başarılı olanlarsa, onaylasalar da onaylamasalar da, hem
eski hem de yeni resmi olmayan güçlerden kendi amaçları için nasıl yararlanacağını
anlamış olanlardı. III. Napoleon, sonunda bunu başaramadığı için 1870'te
düştü. Ama diğer iki adam, bu zor operasyonu görülmedik
bir başarıyla tamamladılar: Ilımlı liberal Cavour ile muhafazakar Bismarck.
Sermaye
Çağı, E. Hobsbawn, Dost Kitabevi
|
Kaale
alınan yegane dünya meseleleri, aralarında . doğabilecek bir çatışmanın
savaşla bitmesi çok mümkün şu beş Avrupalı 'büyük güç' arasındaki ilişkilerdi:
İngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya ve Prusya
.
Kaale
alınmayı gerektirecek hırs ve güce sahip diğer tek devlet olan Birleşik
Devletler, ilgisini başka kıtalarda
sınırladığından ve hiçbir Avrupalı devlet, ekonomik olanları dışında -ki bunlar
hükümetlerin değil, özel işadamlarının
ilgi alanına girmektedir- Amerika kıtası üzerinde emeller beslemediğinden,
ihmal edilebilir nitelikteydi. Gerçekte, 1867 sonlarında Rusya Alaska'yı, (Amerikan
Kongresi'ni, kayalıklardan, buzullardan ve buzul tunduralardan ibaret olduğu
herkesçe bilinen böyle bir yeri almaya ikna etmek için verilen rüşvetlerle
birlikte) yaklaşık 7 milyon dolara Birleşik Devletler' e sattı.
Avrupalı devletlerin ya da ciddiye alınanların -zenginliğinden ve donanmasından
ötürü İngiltere; büyüklüğü ve ordusu nedeniyle Rusya; büyüklüğü, ordusu ve
oldukça kabarık askeri sicili nedeniyle Fransa birbirlerinden rahatsız olmak
için nedenleri de vardı emelleri de. Ancak bunlar diplomatik uzlaşı alanının
ötesine geçirmiyorlardı.
Napoleon'un
1815'deki yenilgisinden sonra yaklaşık otuz yıl boyunca büyük devletler birbirlerine
silah çekmediler; ordularını, ülke içindeki ve dışındaki kargaşaları
bastırmak, sorunlu bölgelerle uğraşmak ve geri kalmış dünyaya yayılmak için
kullandılar.
Gerçekte,
Türk olmayan çeşitli unsurların ayrılma sürecine girdiği yavaş yavaş
parçalanmakta olan🔎Osmanlı· İmparatorluğu ile🔎Rusya ve İngiltere'nin Doğu
Akdeniz'de, bugünkü Orta Doğu'da ve Rusya'nın doğu sınırlarıyla İngiltere'nin
Hindistan imparatorluğunun batı sınırlan arasında kalan bölgede birbiriyle
çelişen emellerinin bileşiminden kaynaklanan az çok sürekli bir sürtüşme
kaynağı yok değildi. Dışişleri bakanları, uluslararası sistemde devrim
nedeniyle genel bir bozulma tehlikesinin doğmasından
kaygı duymamakla beraber, kafaları durmadan 'Doğu Sorunu' denen şeyle meşguldü.
Henüz
işler rayından çıkmış değildi. 1848 devrimleri bunu gösterdi; çünkü beş büyük
devletten üçü aynı anda devrimlerle sarsılmış olsa bile, uluslararası güçler
sistemi bundan hemen hiçbir zarar görmemişti. Aslında, Fransa'nın bir bölümü
dışında iç siyasi sistemleri de yolundaydı.
Sonraki
on yıllar, belirgin bir biçimde farklı olacaktı. İlkin, (en azından İngiltere
tarafından) potansiyel olarak en yıkıcı güç olarak değerlendirilen Fransa,
devrimden, başka bir Napoleon'un yönetimi altında halkçı bir imparatorluk
olarak çıktı; dahası, 1793 Jakobenliğine geri dönüş korkusuyla hareket
etmiyordu. Zaman zaman 'İmparatorluk [Fransa] Barış demektir' gibi laflar
etmesine rağmen, Napoleon dünya çapında müdahalelerde uzman olmuştu:
Suriye'ye askeri sefer (1860), İngiltere'yle birlikte Çin'e müdahale
(1858-65), Hindiçini'nin güneyinin fethi {1858- 65), hatta Fransa'nın uydusu
İmparator Maximilian'ın (1864..:.7) Amerikan Iç Savaşı'ndan sonra fazla yaşayamadığı
Meksika'da askeri maceralar (1863-7) -bu arada Birleşik Devletler'in bir
biçimde fethi.
Belki
Napoleon'un seçilmiş olmanın imparatorluğa itibar kazandırdığına ilişkin takdiri
dışında, bütün bu eşkıyalıklar salt Fransa'ya özgü değildi. Fransa, olsa olsa
Avrupalı olmayan dünyanın genel kurban edilişinde yerini alacak kadar güçlüydü.
Örneğin, Amerikan iç Savaşı sırasında Latin Amerika'da kaybetmiş
olduğu emperyal nüfuzunu yeniden kazanmak için duyduğu muazzam isteğe rağmen,
İspanya bunu yapamamıştı, Fransa'nın denizaşırı topraklarda güttüğü emeller,
Avrupa'nın güç sisteminde özellikle bir etki yaratmadı; ama Avrupalı
devletlerle rekabete girdiği bölgelerde, her zaman hassas dengeler üzerine
oturmuş bu sistem rahatsız olmaya başladı.
Bu
rahatsızlığın ilk büyük sonucu, 1815 ile 1914 arasında genel bir Avrupa
savaşına en yakın savaş olan Kırım Savaşı (1854-6) idi. Durumun, bir yanda
Rusya, öte yanda İngiltere, Fransa ve Türkiye arasında büyük,
kifayetsizliğiyle meşhur uluslararası bir kasaplığa dönüşmesinde (neredeyse
500;000'i hastalıktan olmak üzere 600.000'in üzerinde insan · öldü; bunların
%22'si İngiliz, %30'u Fransız ve yarısı Rustu) beklenmedik ya da yeni hiçbir şey yoktu. Rusya'nın Türkiye'yi ya parçalama ya da bir uyduya dönüştürme
politikasının (bu savaşta birincisi), ne önce ne de sonra bu devletler
arasında bir savaşa yol açacağı düşünüldü; böyle bir savaş gerekli değildi,
aslında savaşa bu da yol açmış değildi. Ama, gerek Türkiye'nin
parçalanmasından önce gerekse bir sonraki evrede, 1870'lerde, güç
çatışması, iki eski rakip olan Rusya ile İngiltere arasında özünde iki
taraflı bir oyun olarak cereyan etmekteydi; diğerleri, ya müdahaleye gönüllü
değillerdi ya da simgesel olmanın ötesinde buna güçleri yoktu.
Fakat
1850'lerde, tarzı ve stratejisi öngörülemeyen bir üçüncü güç olarak Fransa
vardı. Hiç şüphe yok ki kimse böyle bir savaş çıksın istemiyordu; kendilerini
[bu bataktan] kurtarır kurtarmaz, 'Doğu Sorunu'nda gözle görülür, kalıcı bir
farklılık yaratmadan, savaşa son verildi. Gerçek şuydu: 'Doğu -
Sorunu' diplomasisinin daha basit zıtlaşmalara göre hazırlanmış
mekanizması, (bir kaç yüz bin insanın
canı pahasına) geçici olarak arızalanmıştı.
Gerçi (1878'e kadar isim olarak Türk egemenliği altında bulunan iki Tuna
prensliğinin birleşmesinden meydana gelen) Romanya .. de facto bağımsız hale
gelmişti, fakat bu savaşın doğrudan yol açtığı diplomatik sonuçlar, geçici
ya da önemsizdi. Siyasi sonuçları daha geniş çaplı ve daha ciddiydi.
Çoktandır
gerginlik yaşayan Rusya'da I. Nicholas'ın (1825-55) otokrasisinin sert kabuğu
çatladı: Serflerin kurtuluşuyla (1861) ve 1860'ların sonlarında Rusya'da bir
devrimci hareketin doğuşuyla doruğuna varan bir bunalım, reform ve değişim
çağı başladı. Yine Avrupa'nın geri kalanının siyasi haritası
da yakında değişecekti; bu süreci, uluslararası güç-sisteminde Kırım olayının
hızlandırdığı değişiklikler olanaklı kılmamıştı belki, ama kolaylaştırdığı
kesindi. Belirttiğimiz gibi, birleşik İtalya krallığı 1858-70'te, birleşik Almanya
1862-71'de doğdu; bu, Fransa'da Napoleon'un İkinci İmparatorluğu'nun çökmesilye
ve Paris Komünü'ne (1870-1) yol açtı; Avusturya, Almanya'dan çıkartıldı ve
köklü bir yeniden yapılanmadan geçirildi. Özetle, İngiltere istisna, bütün
Avrupalı 'güçler', 1856 ile 1871 arasında temelli hatta çoğu durumda toprak
olarak da- değişikliğe uğradı ve çok geçmeden aralarına katılacak yeni bir
devlet kuruldu: İtalya.
Bu
değişikliklerin çoğu, doğrudan ya da dolaylı olarak Almanya ile İtalya'nın
siyasi birleşmesinden zuhur etti. Başlangıçta bu birleşme hareketlerinin ardındaki
güdü ne olursa olsun, bu süreci üstlenenler hükümetler oldu, yani askeri zor
altında gerçekleşti. Bismarck'ın ünlü ifadesiyle, "kanla ve
demirle" çözüme bağlandı. On iki yıl içinde Avrupa dört büyük savaştan
geçti:🔥 Avusturya'ya karşı Fransa, Savoy ve İtalyanlar (1858-9);🔥 Danimarka'ya
karşı Prusya ve Avusturya (1864);🔥 Avusturya'ya karşı Prusya ve İtalya (1866); 🔥 Fransa'ya karşı Prusya ve Alman devletleri (1870-1). Bunlar kısa savaşlardı
ve Fransa-Prusya savaşında çoğu Fransa tarafından olmak üzere yaklaşık
160.000 insanın ölmüş olmasına karşın, Kırım' daki ve Birleşik Devletler' deki
daha büyük kasaplıklarla karşılaştırıldığında maliyetleri fazla değildi. Ancak
bu savaşlar, Avrupa tarihinin elinizdeki kitabın konu aldığı dönemine savaşvari
bir ara perde gibi girdi; şayet bu savaşlar olmasaydı, 1815 ile 1914 arası
(neredeyse bir yüzyıl) görülmedik bir barış dönemi olacaktı. Buna karşın,
1848-1871 arasında savaşın
dünyada sıradan bir olgu olmasına rağmen, yirminci yüzyılda 1900'lerin başlarından
itibaren neredeyse kesintisiz olarak yaşanan genel bir savaş korkusu burjuva
dünyasının yurttaşlarını henüz sarmamıştı. Bu korku, 1871'den sonra yavaş
yavaş yerleşmeye başladı.
Sermaye
Çağı, E. Hobsbawm, Dost Kitabevi
|
Parçalanan Avrupa (1871-1945)
İki yeni devletin doğmasıyla, ulusçuluğun öyküsü sona ermedi. Avusturya ve Macaristan'daki çatışmaların şiddetlenmesi, Balkan yarımadasında bağımsızlık hareketlerinin ortaya çıkması, Rusya'da yabancı ırktan olanlar arasında ulus duygusunun doğuşu, tam tersine, ulusçuluk düşüncesinin varlığını koruduğunu gösterdi. 1870-1871 savaşıysa, sürekli izler bıraktı. Fransızlar ve Almanlar arasındaki bu çatışma, Avrupa'ya uzun.bir barışın yerleşmesi-ni engellemedi; bu, karşılıklı güvensizlik havası içinde, her an tehlikeye düşebilecek silahlı bir barıştı; ama gene de denge düşüncesine dayanıyordu ve bu kez ittifakların etkisi altında gerçekleşmişti. Ne var ki, devletlerin gücünde iktisadi etmenlerin günden güne daha çok yer alması, Avrupa'nın genişlemesini sürdürdüğü bir dünyada emperyalist çıkarların çatışması ve köklü Rus, Avusturya, Osmanlı imparatorluklarının içten zayıflaması, art arda bunalımlar patlak vermesine yol açtı. 🔎Birinci Dünya savaşı sonunda, barış anlaşmaları, geleceği konusunda kararsız bir Avrupa ortaya çıkardı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu, yerlerini yeni devletlere bırakarak ortadan kalktılar. Bu arada yenik düşen Almanya'nın kendisine kabul ettirilmek istenilen anlaşmayı geçersiz sayması, Avrupa'daki çeşitli devletleri kaygılandırdı.
Savaştan galip çıkan başlıca güçlerin (ABD, Britanya, Fransa, İtalya)
dayattıkları ve yanlış da olsa Versailles Antlaşması olarak bilinen barış
anlaşmasına beş düşünce hâkim oldu.
Bunların en önemlisi, Avrupa'da bunca rejimin çökmesi, evrensel
yıkıcılığa adanmış alternatif devrimci bir Bolşevik rejimin ve başka
yerlerdeki devrimci güçler için bir çekim merkezinin Rusya'da ortaya çıkmasıydı.
İkincisi, bütün Müttefik
koalisyonu neredeyse tek başına yenilgiye uğratan Almanya'nın denetim altına
alınması gerekiyordu. Bilinen nedenlerden ötürü Fransa'nın başlıca kaygısı
buydu ve o zamandan beri de böyledir.
Üçüncüsü, hem Almanya'yı
zayıflatmak için» hem de Rus, Habsburg ve Osmanlı İmparatorlukları’nın eş zamanlı olarak yenilgiye uğraması ve
çöküşüyle Avrupa ve Ortadoğu'da açılan geniş ve boş alanları doldurmak için
Avrupa haritasının yeniden bölünmesi ve yeniden çizilmesi gerekiyordu. En
azından Avrupa'da hak talep eden başlıca güçler, galiplerin yeterince
anti-Bolşevik oldukları ölçüde teşvik etme eğilimi gösterdikleri çeşitli
ulusalcı hareketlerdi. Aslında Avrupa'da haritayı yeniden düzenlemenin temel
ilkesi, ulusların "kaderlerini tayin hakkı"na sahip oldukları
inancına göre etnik-linguistik ulus devletler yaratmaktı. Savaşın
kazanılmasını sağlayan gücün fikirlerini ifade ettiği görülen ABD Başkanı
Wilson, katıksız ulus-devletlere bölünecek bölgelerin etnik ve linguistik
gerçekliklerinden uzak olanlarca daha kolay benimsenen (ve benimsenmekte
olan) bu inancı heyecanla savunuyordu. Bu girişim 1990'lann Avrupası'nda hâlâ
görülebilen bir felaket oldu. 1990' larda kıtayı parçalayan ulusal çatışmalar
Versailles'ın eski tavuklarının bir kez daha tünemek için kendi kümeslerine dönmeleriydi.
Ortadoğu haritası Britanya ve Fransa arasında bölünen konvansiyonel
emperyalist hatlar boyunca yeniden çizildi- savaş sırasında Yahudilerden
uluslararası destek isteyen Britanya hükümetinin düşüncesizce ve belirsiz
biçimde Yahudiler için bir "yurt" kurmayı vaat ettiği Filistin dışında.
Bu, Birinci Dünya Savaşı'nın bir başka sorunsalı ve unutulmuş kalıntısı
olacaktı.
Dördüncü düşünce, galip ülkelerin
-pratikte bu, Britanya, Fransa ve ABD anlamına geliyordu- iç siyasetleri ve
bu siyasetler arasındaki sürtüşmelerle ilgiliydi. Bu türden içsel
siyasetlerin en önemli sonucu, ABD Kongresi'nin kendi başkanı tarafından ya
da onun adına yazılan bir barış anlaşmasını onaylamaması ve böylece ABD'nin
uzun vadeli sonuçlar yaratacak şekilde bu alandan çekilmesi oldu.
Nihayet galip güçler, umutsuzca,
dünyayı tahrip eden ve etkileri her yanda daha sonra da devam eden bir başka
savaşı imkânsız hale getirecek türde bir barış anlaşması aradılar. Bu konuda
tam bir başarısızlığa uğradılar. Yirmi yıl içinde dünya bir kez daha savaşa
girdi.
Aşırılıklar Çağı, Eric Hobsbawm
|
Antlaşmaların çizdiği
Avrupa haritası
Dünyayı Bolşevizm'den kurtarma ve Avrupa haritasını yeniden çizme
niyetleri örtüşüyordu, çünkü, eğer yaşama şansı varsa -I919'da bu asla kesin
değildi- devrimci Rusya ile başa çıkmanın yegâne doğrudan yolu onu anti-komünİst
devletlerden oluşan bir "karantina kuşağı'nın (ya da çağdaş diplomasi
diliyle cordon sanitaire'ın) arkasında tecrit etmekti. Genellikle ya da
bütünüyle eski Rus topraklarından oluştuğu için, bu bölgenin Moskova'ya olan
düşmanlığına garanti gözüyle bakılabiliyordu. Kuzeyden güneye doğru bu
ülkeler şunlardı: Lenin tarafından ayrılmasına izin verilen özerk bir bölge, Finlandiya; geçmişte hiçbir tarihsel
örneği olmayan üç yeni ve küçük Baltık cumhuriyeti (Estonya. Letonya, Litvanya); ve 120 yıl sonra bağımsız bir devlet
haline gelen Polonya ile muazzam biçimde
genişleyen, Macaristan ve Habsburg İmparatorluğu'nun bazı bölümleriyle
eskiden Rusya'ya bağlı olan Basarabya'dan aldıklarıyla ikiye katlanan, Romanya.
Bu bölgelerin çoğu Halen Almanya
tarafından Rusya'dan ayrılmıştı, ancak Bolşevik Devrimi yüzünden yeniden bu
devlete iade edilebilirlerdi. Bu tecrit kuşağını Kafkaslar'da da sürdürme
girişimi, esas olarak devrimci Rusya'nın, komünist olmasa da devrimci olan,
İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin fazla üstüne düşmedikleri Türkiye ile anlaşması nedeniyle,
başarısızlığa uğradı. Bu nedenle kısa süre bağımsız kalan Ermeni ve Gürcü devletleri, Bolşeviklerin 1918-20 İç Savaşı’nı kazanmaları
ve 1921 Sovyet-Türk antlaşması nedeniyle
bağımsızlıklarını sürdürmediler. Bu devletler. Brest-Litovsk'tan ve
İngilizlerin petrol zengini Azerbaycan'ı ayırma girişimlerinden sonra
kurulmuşlardı. Kısaca, Doğu'da Müttefikler, Almanya'nın devrimci Rusya'ya
dayattığı sınırları, kendi denetimlerinin dışındaki güçlerce etkisiz hale
getirilmedikleri sürece kabul ettiler.
Gene de yeniden haritası çizilecek yerler esas olarak eski Avusturya-Macaristan
Avrupası'nın geniş, kesimleri idi. Avusturya ve Macaristan, Alman ve Macar bakiyelerine indirgendi; Sırbistan, çobanlardan ve yağmacılardan
oluşan, daha önce bağımsız, küçük bir kabile krallığı iken çıplak
sıradağlarda yaşayan sakinlerinin hiç beklemedikleri biçimde
bağımsızlıklarını kaybetmeleri üzerine kahramanca buldukları komünizmi kitle
halinde benimsedikleri Karadağ'ın
yanı sıra, Slovenya (daha önce
Avusturya içinde) ve Hırvatistan
(daha Önce Macaristan İçinde) ile birleşerek yeni Yugoslavya'ya dönüşüp genişledi ve aynı zamanda, Karadağ'ın
fethedilmez insanlarını yüzyıllardır Türk kâfirlere! karşı savunduğuna inandığı Ortodoks Rusya
ile işbirliği yaptı.
Yeni bir Çekoslovakya da
Habsburg İmparatorluğu'nun eski endüstriyel çekirdeğini oluşturan Çek
topraklarını, Slovak vc Rutenya halkının yaşadığı, bir zamanlar Macaristan'a
dahil olan bölgelerle birleştirerek oluştu. Romanya, Polonya ve İtalya'nın da
yararlandığı çokuluslu bir kümelenme içinde genişletildi. Yugoslavya ve
Çekoslovakya birleşimlerinde, kesinlikle, ne tarihsel bir gereklilik ne de
bir mantık vardı. Bu birleşimler, her ikisinde de, ortak etnisitenin gücüne
ve son derece küçük ulus-devletlerin uygun olmadığına inanan ulusalcı bir
ideolojinin yapılarıydı. Bütün güney Slavları (= Yugoslavlar), Çek ve Slovak
bölgelerindeki batı Slavları gibi. tek bir devlete mensuptu. Tarinin
edileceği gibi, bu gelişigüzel siyasal evliliklerin çok sağlam olmadığı
görüldü. Geçerken belirtmek gerekir ki, bakiye Avusturya ve bakiye Macaristan
dışında, çoğu -ama uygulamada hepsi değil- kırpılmış olan bu bölgelerdeki
azınlıklar ve ister Rusya'dan ister Habsburg İmparatortuğu'ndan koparılmış
olsun, birbirini İzleyen yeni devletler, öncellerinden daha az çokuluslu
değildi.
Devletin tek başına savaşın ve onun bütün sonuçlarının sorumlusu
olduğu argümanıyla ("savaş suçu" maddesi) haklı çıkarılan
cezalandırıcı bir barış, Almanya'yı sürekli olarak zayıf durumda tutmak için
dayatıldı. Bu barış, Alsace-Lorraine'in Fransa'ya iade edilmesine, doğuda
önemli bir bölgenin Polonya'ya verilmesine (Doğu Prusya'yı Almanya'nın geri
kalan kısmından ayıran "Polonya Koridoru") ve Alman sınırlarında
yapılan bazı önemsiz düzenlemelere rağmen, toprak kayıplarıyla değil, daha
çok Almanya'yı güçlü bir donanma ve herhangi bir hava kuvvetinden yoksun
bırakarak, Alman ordusunu 100 000 kişiyle sınırlandırarak, teorik olarak
belirsiz "tazminatlar" getirerek (galiplerin savaş maliyetlerinin
ödenmesi), Batı Almanya bölgesini askeri olarak işgal ederek ve Almanya'yı
bütün eski denizaşırı sömürgelerinden yoksun bırakarak gerçekleştirildi. (Bu
sömürgeler, İngilizler ve onların dominyonları, Fransızlar ve kısmen de
Japonlar arasında yeniden paylaştırıldı, ancak emperyalizmin uyandırdığı
giderek artan hoşnutsuzluk nedeniyle bu bölgelere artık "koloniler"
değil "mandalar" deniyordu. Emperyal güçlerin artık hiçbir şekilde
sömürmeyecekleri geri halkların ilerlemesi sağlanacaktı.) 1930'ların
ortasında topraklarla ilgili maddeler dışında Versailles Antlaşmasından
geriye hiçbir şey kalmadı.
Aşırılıklar Çağı, Eric Hobsbawm
|
Ayrı bir barış imzalamış olan🔎S.S.C.B'yse, doğuya'çekilmeye yöneldi. Avrupa'nın yeniden kurulmasına olanak verecek bir dengenin gerçekleşeceği umudu uyandıran birkaç toparlanma yılından sonra,🔎1929 iktisadi bunalımı her şeyi tehlikeye düşürdü: Kuvvet kullanarak ve ırkçılık ile Yahudi düşmanlığına baş vurarak zorla bir Avrupa birliği kurmak isteyen Hitler'in girişimine yol açan nasyonal sosyalizmin gelişmesine neden oldu.
İkinci Dünya savaşından sonra Avrupa, biri yabancı (A.B.D.), öbürüyse topraklarının büyük bölümü Asya'da bulunan (S.S.C.B.), iki güçlü devlet arasında kaldı; Almanya'yı ikiye bölen sınır, iki farklı dünyayı; uzun süre birbirinden ayıracak gibi görünüyordu: Avrupa'nın artık ortadan kalktığı düşünülebilirdi. Ama önce altı sonra dokuz ülkeyi kapsayan Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun (Ortak Pazar) kurulmasıyla, Avrupalılar arasında uzun süredir özlenen birliğin temelleri atıldı ve 1989'dan başlayarak sosyalist blok ülkelerinde gerçekleşen rejim değişiklikleriyle Avrupa yeniden bütünleşti.
Gelişim Hachette
Not: Burada "Kavimler Göçü" başlangıç olarak alındı. Avrupa'nın daha önceki tarihine gitmek için, Cermen, Slav, Kelt boylarının ilk yerleşim ve göçlerine, antik dönem devletlerle ilişkilerine bakmak gerekiyor.
🔎Soğuk Savaş'ın
Avrupa'nın uluslararası siyasetlerinde yaradığı etki kıtanın
İç siyasetleri üzerinde yarattığı etkiden daha çarpıcıydı.
Bu etki, bütün sorunlarıyla birlikte "Avrupa Topluluğu"nu; daha önce görülmemiş bir siyasal örgütlenme
biçimini, yani bir çok bağımsız
ulus-devletin ekonomileri ve bir Ölçüde hukuk sistemleri için sürekli (ya da en azından uzun vadeli) bir düzenlemeyi yarattı.
Bu
düzenleme başlangıçta (1957) altı devlet (Fransa, Almanya Federal
Cumhuriyeti, İtalya,
Hollanda, Belçika
ve Lüksemburg) tarafından oluşturuldu, Kısa Yirminci Yüzyıl'ın sonunda, Soğuk Savaş'ın
bütün öteki
ürünleri gibi sistem sendelemeye başladığında,
öteki altısı
(Britanya, İspanya,
Portekiz, Danimarka, Yunanistan) katıldı ve teoride ekonomik bütünleşmenin yanı sıra
daha yakın bir siyasal bütünleşme kararlaştırıldı.
Bu yapı, "Avrupa"yı sürekli
federal ya da konfederal bir siyasal birliğe götürecekti.
Aşırılıklar Çağı,
Eric Hobsbawm
|
TEBRİKLER...
YanıtlaSiltesekkurler güzel yazı
YanıtlaSilBen de teşekkür ederim :)
SilGüncellendi
YanıtlaSil