Avrupa Tarihi II


XVIII.Yüzyılda Kozmopolit Avrupa
XVIII. yy. Avrupa düşüncesinin büyük gelişme gösterdiği bir dönem oldu. Bu düşünce, Fransız yazarla­rının etkisinin yanı sıra, dünyanın dört bucağında yapılan keşiflerin daha da geniş bir anlam kazandırdı­ğı hümanizma anlayışına dayanıyor­du. Ama devletlerin egemenlik id­dialarının ulus kavramını pekiştirmesi, kozmopolitlikle bağdaşma­yan ulusçuluk akımını doğurdu. Fransız devrimcilerinin yurtseverlik duygularıyla beslenen bu akım,🔎Devrim ve İmparatorluk savaşları dolayısıyle öbür ülkelere de yayıldı. 1790'dan sonra, özgürlük, bağımsız­lık, halkların kendilerini yönetme hakkı gibi kavramlara dayanan yeni bir uluslararası hukuk ortaya çıktı. Ne var ki, bu hukuk, hükümdarların aralarında yaptıkları anlaşmalarla kurulan her dengeyi tehlikeye düşü­recek nitelikteydi. "Baskı altındaki halklar"a, "kardeşlik ve yardım" götürmek için yapılan savaşın yeri­ni, fetih savaşları almaya başlayınca, 1793'te Avrupa, değişik görüşle­ri destekleyen üç topluluğa ayrıldı:

*Fransa' nın devrimci inançlarını be­nimseyenler;
*Fransa tarafından ele geçirilmiş topraklarda yaşayan ve Fransızlara karşı bir hareket oluş­turan halklar;
*Devrimi yenilgiye uğratıp, eski düzeni yeniden kurma­yı umut eden hükümdarlar.

Bu bölünme, Napolyon'un zorla birlik kurma girişimini kolaylaştırı­yordu. Nitekim, Napolyon, devrimci fetihleri genişletmiş ve yeni bir doğ­rultu kazandırmış, Eski Rejim'in (Ancien Régime) hükümdarlarıyla savaşırken, eylemlerini, konfe­derasyonlar halinde örgütlediği ve daha özgür yasalar verdiği ulusların uyanış hareketine dayandırmıştı. Ama 1808-1810 arasındaki zorlu yıllardan sonra, yabancı ülkelerin ulusçuluğu Napolyon'un zararına gelişti ve ona karşı birleşen hüküm­darların kesin zaferiyle sonuç­landı. 1814-1815'te Viyana Kongresi'nde doğan Avrupa, Avrupa den­gesi adına hükümdarların araların­da yaptıkları anlaşmaların çizdiği sınırların ve yasallığın Avrupa'siydi; yani eski Avrupa'ydı.


XVIII. yy: fırtınadan önceki sessizlik
🔎Aydınlanma yüzyılı, kuşkusuz Avrupa'da büyük bir bilimsel atılım ve eleştirel aklın egemenliği dönemi olmuştur. Ama bu arada bazı yanlış anlaşılmalar da gözardı edilmemelidir. Filozoflar, özellikle Diderot ve Voltaire gibi Fransız düşünürleri, doğal hu­kuk, insanların eşitliği gibi yüce ilkeler ortaya koymuş ve toplu­mu iyileştirmek, ezilenleri kurtarmak, yoksulları eğitmek gereği­ni dile getirmişlerdir. Kuramları, aydın despotlara ilham kaynağı olmuştur. Aydın despot diye, her şeyin halk için, fakat halkın kat­kısı olmadan yapılması gerektiğini savunan otoriter bir yönetim­den yana olan hükümdarlara denmiştir. Bunlardan bazıları (Avus­turya İmparatoru II. Joseph ve bazı Alman prensleri) liberalliği yüzlerine gözlerine bulaştırmışlar, Prusya Kralı II. Friedrich'in iç­ten pazarlıklı tutumları ve Rusya Çariçesi II. Katerina'nın sahte­kârlıkları da bunlara tüy dikmiştir. Fransa'ya gelince, orada aydın despotluğu pek uygulanmamış ve sonunda halk, 1789 Devrimi'yle sesini doğrudan duyurmuştur.

Avrupa'nın kültürlü insanları, 1714'ten beri diplomatların dili olan Fransızca'yı konuşuyordu. Avrupalı hükümdarlar, kendilerine Versailles taklidi saraylar inşa ettirmekle övünüyorlardı. Aydınlan­ma Çağı'nda bir «Fransız Avrupası»ndan söz etmek mümkündü. Ama bu moda, halkın ancak çok küçük bir kısmını ilgilendiriyor­du. Fransa'da bile herkes «Fransızca» konuşmuyor, mahallî lehçe­ler ve taşra ağızları, resmî dilden çok daha fazla kullanılıyordu.

Aydın çevrelerde «hizmetçi lisanı» diye damgalanan Alman lehçeleri yavaş yavaş birleşerek Lessing ve Goethe gibi seçkin ve ünlü yazarların kullandığı bir kültür dili haline geliyordu. Devri­min yarattığı büyük şoklardan önce, Alman dil milliyetçiliği geliş­ti ve duygunun akla üstün gelmesiyle 🔎romantizmi doğurdu. Zaten bütün milletler dillerini savunarak ve yarattıkları edebî eserlerde kullanarak onu millî anlaşmanın temel taşı haline getiriyorlardı.

Dil özerkliği XV. yy'a kadar uzanan İngiltere, XVIII. yy'da parlamentarizm yoluyla bir millî dayanışma modeli önerdi; bu siste­min gelişmesi birçok Avrupalı düşünürü büyülemiş ve yüzyılın son yirmi-otuz yılı içinde İngiliz hayranlığı (bahçe düzenlemele­rine, daha doğrusu İngilizlerin bilinçli şekilde düzensiz bahçeleri­ne kadar) daha önceki Fransız kozmopolitliğinin yerini tutmuştu.


Sakin bir fikir tartışması görünüşü altında, üç akım veya eğili­min çarpıştığı görülüyordu: 
*herkesin herkesi tanıdığı ve doğrudan demokrasinin uygulanabileceği «küçük vatan» coşkusu; 
*yavaş ve emin olmayan adımlarla ilerleyen ve henüz yeterince bilgilendi­rilmemiş ve çok yoksul topluluklara empoze edilmek istenilen, yabancı düşmanlığına dayanan «millet» duygusu; 
*son olarak da, seçkinci, azınlıkçı bir düşünce enternasyonalizmi ki Avrupa deni­len, kimsenin henüz itibar etmediği muazzam bir mekân içinde birlikte yaşama arzusunu yaratmaya çalışıyordu.

Ortak bir dilin ortaya çıktığı tek alan belki sanattı. Bin bir çehreli bir🔎Avrupa baroku, bir Avrupa rokokosu, ortak bir Çin işi bib­lolar modası vardı. Bu yöntem ve amaç birliğinin en belirgin ol­duğu sanat, belki müzikti. Ama Rousseau artık sadece Avrupalı­lar bulunduğunu yazarken, amacı yeni bir büyük ortak, fikrin olu­şumunu tespit etmek değil, XVIII. yy seçkinci kültürünün «vatan­perver» kültürlere empoze etmek istediği tekdüzeliği çok can sı­kıcı ve üzüntü verici bulduğunu ifade etmekti.

19.yüzyılda Nüfus Artışı ve Göçler
Avrupa'nın nüfusu Rus İmparatorluğu da dahil olmak üzere (bu ülke hakkında her zaman güvenilir tarihi istatistikler bulmak kolay değildir) 19. yüzyılda iki kattan fazla artmıştı. Nüfusun yuvarlak rakamlarla 190 milyondan 420 milyona çıkması, artış hızında daha önce rastlanmayan bir ivmeyi gösteriyordu. Bu milyonların büyük bir kısmının daha doğdukları anda, büyük babalarına ve babalarına göre daha uzun yaşama olasılığı yüksekti. Burada Avrupa'nın zenginliğinde dev bir artışın bariz işaretleri vardı. Nüfusa eklenen yeni ağızları beslemek için gereken besinler, ister yetiştirerek ister ithal ederek olsun artmıştı. Onları barındırmak, sokaklarına taş döşemek, konutlarını ısıtıp aydınlatmak için daha çok kaynak vardı.

Avrupalıların 1800 yılında bulması imkansız olan bin bir çeşit yeni ürün artık temin edilebiliyordu. Böylece yeni doğanların hayatta kalma olasılığı iyice artmıştı.  O zamanlar, bu serveti meydana getiren en temel süreçler yüzyıllardan beri işlemekteydi.

Yine de bu süreçler 19. yüzyıla kadar, Avrupalılarla dünyanın diğer sakinleri arasında yaşam standartları bakımından çarpıcı bir mesafe oluşturmamıştı. Nüfus artışı Avrupa'nın dünya nüfusu içindeki payını arttırdı. Kuzey Amerika dışındaki kıtalarda insanoğlu Avrupa'ya göre daha yavaş çoğalıyordu. Bundan dolayı, Avrupa'nın dünya nüfusundaki payı 1 800'de yaklaşık beşte birken, bir yüzyıl sonra dörtte bire çıkmıştı.

Üstelik bu artış, çok sayıda Avrupalı denizaşırı ülkelere yerleşmeye devam ettiği halde gerçekleşmişti. 1830'larda ilk kez, yılda 100 binden fazla Avrupalı göç etmeye başladı. 1913 yılında bu rakam 1 ,5 milyona çıktı. Nüfus hareketleri tarihine uzun dönemli bakış açısıyla bakmak yararlıdır. 1840 ile 1930 arasında yaklaşık 50 milyon Avrupalı denizaşırı kıtalara göç etmişti.

Avrupa ülkeleri de farklı oranlarda büyüyordu. En hızlı çıkışı yakalayan Birleşik Krallık'ırı nüfusu 1800 yılında 10 milyonken yüzyıl ortasında 21 milyona fırladı. 1900'deyse nüfus 36 milyona ulaşmıştı. Fransa yüzyıla yaklaşık 27 milyon insanla başlayıp 40 milyonun üzerinde bir rakamla bitirdi. Almanya (elbette 1 800'de birleşmiş bir ülke değildi) nüfusu iki kattan fazla çoğalarak 50 milyonun üzerine çıktı. Buna karşılık Doğu Avrupa'nın çok yoksul tarım toplumları, gerçek anlamda bir artış hızına erişmek için 1920'1i ve 30'lu yılları beklemek zorunda kaldı.

Avrupa Tarihi, J.M.Roberts, İnkılap Yayınevi
Tarımda Gelişme
1800'de gelişmiş tarımsal yöntemlerin -hatta toprağı sürmede ilk buhar kullanımının- en belirgin olduğu yer Birleşik Krallık'tı ancak kısa sürede gelişme diğer ülkelere sıçrayıp daha ileri boyutlara erişti. Değişimin birçok yoldan gerçekleşmesi şaşırtıcı değildi ve neredeyse durağan geçen yüzyılların haricinde bazen yavaş seyreden bir ilerleme söz konusuydu. Kalabriya veya Endülüs'ün bazı yerlerinde, yüzyılı aşkın bir sürede bile bu değişimler neredeyse hiç hissedilmemişti. Besin arzının esnek olmayan koşullarına karşı verilen savaş sonunda kazanılmıştı. Ancak bu aynı zamanda sabit ürün rotasyonuna, çağdışı kalmış mali tedbirlere, kötü çiftçilik ve hayvancılık standartlarına ve kör cahilliğe karşı kazanılan yüzlerce münferit zaferin sonucuydu. Ortaya çıkan kazanımlar daha çok ürün, bitki ve hayvan hastalıklarının daha etkin biçimde kontrol edilmesi, yeni ürünlerin ekilmesi ve daha birçok şeydi. Bu kadar kapsamlı bir temele dayanan değişimlerin aynı zamanda sosyal ve siyasal engellerle mücadele etmesi gerekiyordu.

Avrupa Tarihi, J.M.Roberts, İnkılap Yayınevi

Uluslar Avrupa’sı (1815-1871) 
Fransız Devrimi ve Napolyon'un fe­tihleri, zafer kazanmış devletlerin, 🔎Viyana Kongresi'nde çizilen Avrupa haritasını korumalarına olanak ta­nımayan derin ve sürekli izler bırak­mıştı. Nitekim 1815'ten sonra, bir­çok edebiyatta, ulusçuluk duygusu­nun yüceltildiği görüldü; sömürge halkları, bir ulusa bağlı oldukları bilincini, romancıların, ozanların ve tarihçilerin yapıtları aracılığıyla edinmeye başladılar. Ama bu halk­ları canlandıran atılım, tek bir örneğe yönelmiyor, birbirine taban tabana karşıt iki anlayıştan birinin seçilmesi gerekiyordu. Bunlardan biri, Fransa'dan kaynaklanmıştı ve iradeye dayanıyordu. İnsanın doğal haklarından kaynaklanan bu anla­yış, halkların kendilerini yönetme hakkı uyarınca, bir "isteyerek söz­leşme" yapmaya kadar uzanıyordu. Alman düşüncesinden kaynaklanan öbür anlayışsa, dilin kurmuş olduğu halkın birliğine, istek dışında bağlı olmanın sağladığı tarihsel hukuk üstünde temelleniyordu. Bu farklı­lıklara karşın, Avrupa'yı kurma dü­şüncesi, gücünü hiçbir zaman yitir­medi ve bunu bir amaç olarak be­nimseyen siyaset yazarları, özellikle 1830'dan sonra, bir Avrupa Fede­rasyonu kurulacağını ümit etmeye başladılar.🔎1848'de, devrimlerin ka­zandığı başarı, bir aralık, bir Avrupa Birleşik Devletleri'nin doğa­bileceği düşüncesini uyandırdığında da, söz konusu federasyonun da kurulma zamanı gelmiş gibi görün­dü.

Ama hareketin başarısızlığı, bu umudu ortadan kaldırdı ve daha sonraki yirmi yıl içinde, her zaman­kinden daha büyük bir güçle ortaya çıkan ulusçuluk, İtalyan ve Alman birliklerinin kurulmasının temel et­meni oldu.

Eski düzenin savunulması. 1848'e kadar, eski rejimden miras kalan düzeni koruma iradesi ağır bastı. Bu irade, Napolyon'un dev­rilmesinden sonra toplanan Viyana Kongresi'nde (ekim 1814-haziran 1815) güç kazandı ve Avrupa'nın yeniden inşasına rehberlik et­ti. Güçler arasındaki denge ilkesine dayanan bu yeni Avrupa düze­ni, Avusturya Dışişleri Bakanı (sonra Şansölyesi) Metternich'in eseriydi. Metternich, geçici bir süre için Rusya'nın Balkanlar üzerinde­ki isteklerine ve hegemonyasına set çekmeyi başardı. İtalya'nın sekiz devlete, Almanya'nın Avusturya'nın başkanlığındaki belirsiz bir Germen Konfederasyonu'nun himayesi altında 39 hükümran devlete bölünmesi, milliyetçilerin umutlarını boşa çıkardı. Hükümdarların halka karşı kurdukları Kutsal İttifak, yeni uluslararası düzenin temelini oluşturdu ve liberal veya ulusal karakterli her türlü bağım­sızlık hareketini anında ezmeye hazır bir güç halini aldı.

1830'a kadar Metternich'in sistemi, bazı eksikliklerine rağmen, işledi. Avusturya Karlsbad (ağustos 1819) ve Viyana (1820) kon­grelerinde alınan kararlar çerçevesinde, yer yer patlak veren liberal hareketleri kolayca bastırabildi. Troppau (ekim 1820) ve Laibach (ocak 1821) kongreleri de Avusturya'ya İki Sicilya Krallığı'nda düzeni yeniden sağlamak için yetki verdi. Kral
I. Ferdinando Di Bourbone, burada kerhen bir anayasa çıkarmıştı. Fransa da ay­nı zihniyete uygun olarak İspanya'da müdahalede bulunmak için yetki aldı (ağustos 1823). Ne var ki, Viyana Kongresi'nin yetkili kurulları tarafından iade edilen düzenin ömrü uzun olmadı.

1820'de başlayan Yunan ayaklanması, 1830'da, ciddî bir ulusla­rarası bunalım pahasına, Yunanistan'ın bağımsızlığıyla sonuçlan­dı. Fransa'da, 1830 Devrimi, Bourbon Hanedanı'nın 1815 Restorasyonu'yla tahta çıkan büyük kolunu tahttan indirdi. Belçika'nın Hollanda'ya karşı, Polonya'nın Çar'a karşı ayaklanması, İtalya ve ; Almanya'da anayasa isteyen yurtseverlerin kışkırtmaları mutlak monarşilerin iktidarının bütün baskılara rağmen dayanıksız oldu­ğunu göstermişti. Nitekim eninde sonunda, özgürlüğe susamış halk hem Fransa'da (temmuz 1830 monarşisi), hem Belçika'da (1831) meşrutî hükümdarlıkların iktidara gelmesini sağladı.


Devrimleri'nden sonraysa, Metternich sistemi tümden can çekişmeye başladı. Fransa'da, şubatta patlak veren Paris Ayak­lanması, muhafazakâr burjuvaziyle siyasî ve sosyal fetihlere susa­mış halk arasında bir güç gösterisine yol açarken, Avrupa'nın tü­mü büyük çapta liberal ve millî nitelikte hak arayışlarıyla sarsıldı.


Avusturya Habsburgları'nın çokuluslu imparatorluğu, 1848 Dev­rimi'nin en büyük kurbanı oldu. Avrupa'nın dört bir yanındaki ka­rışıklıklar, Prusya dahil olmak üzere bütün Almanya'da anayasala­rın kabul ve tatbik edilmesine yol açtı. Millî hareket sayesinde Frankfurt'ta bir parlamento kuruldu ve Almanya için üniter bir ana­yasa taslağı hazırlamakla görevlendirildi. İtalya hükümdarları da saldırıların şiddetine boyun eğmek ve anayasalar çıkarmak zorun­da kaldılar. Ama bütün bunlara rağmen, 1848 yazından itibaren devrim Viyana'da, Budapeşte'de ve İtalya'da hızını kaybetmeye başladı. Devletinin anayasasını liberalleştirmeye yanaşmayan Prus­ya Kralı IV Friedrich Wilhelm, Frankfurt Ulusal Meclisi tarafından teklif edilen Almanya İmparatoru unvanını reddetti. Çok geçmeden, devrimci ve milliyetçi özlemlerin coşkusu bütün Avrupa'da ;  sönmeye başladı. Eski düzene dönüş, Fransa'da 1852'de kurulan  ikinci imparatorlukla tescil edildi. Ama buna rağmen Avrupa derin­lemesine değişiyor, ekonomik ve sosyal yapıları altüst oluyordu.

Yenileşme. 1760'tan itibaren İngiltere'de kendini gösteren 🔎Sanayi Devrimi, yavaş yavaş bütün Kuzeybatı Avrupa'ya yayıldı ve Avrupa'nın yeni kimliğinin belirleyici unsuru haline geldi. Sö­mürge ticaretinden kaynaklanan büyük sermaye birikimi, tarım­da kaydedilen ilerlemeler ve eski rejime mal edilen büyük salgın hastalıkların sebep olduğu ölümlerin gerilemesiyle desteklenen Sanayi Devrimi, yeni enerji kaynaklarından yararlandı (James Watt'ın buhar makinesi, 1769), tekstil sanayiini canlandıran icat­larla beslendi (John Kay'ın volanlı mekiği, 1733; Hargreaves'in «spinning jenny» denilen ilk mekanik iplik tezgâhı, 1767) ve de­miryollarının kullanımıyla büsbütün hızlandı (1830-1860).

XIX. yy'ın ortasından beri İngiltere'nin özelliğini oluşturan sınaî kalkınma, Fransa, Belçika ve Kuzey Almanya'da daha sınırlıydı. Sa­nayi hamlesi, beraberinde köylerden şehirlere göçü ve kuvvetli bir kentleşme akımını getirdi. Daha 1850'lerde İngiltere nüfusunun yarısı şehirlerde yaşıyordu. Halbuki aynı tarihlerde Fransa'da ve Almanya'da nüfusun ancak üçte bire yakını kentleşmişti. Liberaliz­me tutkun zengin bir burjuvazinin ve yoksulluğun pençesinde kıv­ranan bir işçi sınıfının ortaya çıkışı Yeniçağ'ın simgesiydi. Kadınla­rın ve çocukların sömürülmesi, ortalama ömrün kısalığı, günden güne artan suçluluk oranı, yeni emekçi sınıfların hayat şartlarını ni­teleyen özellikler olmaya başladı. Burjuva kamuoyu çok geçmeden bu sınıflan «tehlikeli» olarak damgaladı. Toplumsal düzenlemele­rin yokluğunda, işçi dünyası, güvenliğini karşılıklı yardım sandık­larında aradı, fakat aynı zamanda yeni 🔎sosyalist doktrinlere ve bu arada Marksizme (Komünist Manifesto, ocak 1848) dört elle sarıldı. 1864;te Birinci Enternasyonal, Londra'da toplandı.,

Buna karşılık, Doğu ve Güney Avrupa, modası geçmiş eski ge­leneklerinin baskısı altında ezilip durdu. Kölelik, Avusturya'da 1848'e kadar devam etti. Rusya'da ancak 1861'de Çar II. Aleksandr tarafından kaldırıldı. Akdeniz dünyasında, latifundia'larda çalışan topraksız köylüler pek çoktu ve yoksulluk ve sefalet için­de yaşıyorlardı.

Sanayileşmenin değiştirdiği Batı Avrupa, aynı zamanda iki yeni devletin, nihayet birliklerini sağlamış olan Almanya'yla İtalya'nın ortaya çıkmasıyla bir başka dönüşüme daha uğramıştı. Cavour'un inisiyatifi ve III. Napoleon'un iyilikseverliği sayesinde Savoia Hanedanı 1859'da İtalyan bağımsızlık savaşını kazanmış ve Lombardia'yı Avusturya'nın elinden almıştı. 1860'tan itibaren İtalya Yarımadası'ndaki prensliklerin çoğu, Piemonte-Sardinya Krallığı'na bağlandı­lar ve bu krallık 1861'de İtalya Krallığı'na dönüştü. Avusturya'ya bağlı kalan Venezia Bölgesi, 1866'da yeni krallığa ilhak edildi. 1870'te Romayla Papalık devletleri de İtalya Krallığı'yla birleştiler.

Almanya'ya gelince, Prusya Şansölyesi Bismarck tarafından yöntemli bir şekilde hazırlanan Alman devletlerinin birliği, 1866'da Sadova'da bozguna uğrayan Avusturya'nın ve 1870-1871 Fransız-Alman Savaşı'nı kaybeden Fransa'nın yenilgileri sa­yesinde gerçekleşti (Fransa bu savaşta Alsace-Lorraine Bölgesi'ni kaybetti). 1871'de_kurulan Alman imparatorluğu, 1890'lı yılların başına kadar Avrupa'nın üstün devleti oldu. Bismarck'ın Fransa'yı tecrit etmeyi amaçlayan diplomatik sistemleri (Üç İmparator Antlaşması, 1872; Üçlü İttifak 1882  kıtada dengeyj korayarak refahın artmasını sağladı.

Bu dönemde Avrupa'nın geleneksel tarihinde en göze çarpan devlet adamı simaları, Bismarck'ın Prusya'da, Kont Camilla Cavour'un (1810-61) Piedmont'da, III. Napoleon'un Fransa'da yaptığı gibi, siyasi idareyi, hükümet/yönetim aygıtlarının denetimiyle ve diplomasiyle sistemli bir biçimde birleştiren kimselerle, örneğin İngiltere'de liberal W. E. Gladstone (1809-98) ile muhafazakar Disraeli gibi, üst sınıfın yönetim sistemini kontrollü bir biçimde genişletmek gibi zor bir sürecin üstesinden gelen kimseler oldu. En başarılı olanlarsa, onaylasalar da onaylamasalar da, hem eski hem de yeni resmi olmayan güçlerden kendi amaçları için nasıl yararlanacağını anlamış olanlardı. III. Napoleon, sonunda bunu başaramadığı için 1870'te düştü. Ama diğer iki adam, bu zor operasyonu görülmedik bir başarıyla tamamladılar: Ilımlı liberal Cavour ile muhafazakar Bismarck.

Sermaye Çağı, E. Hobsbawn, Dost Kitabevi





Kaale alınan yegane dünya meseleleri, aralarında . doğabilecek bir çatışmanın savaşla bitmesi çok mümkün şu beş Avrupalı 'büyük güç' arasındaki ilişkilerdi: İngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya ve Prusya .

Kaale alınmayı gerektirecek hırs ve güce sahip diğer tek devlet olan Birleşik Devletler, ilgisini başka kıtalarda sınırladığından ve hiçbir Avrupalı devlet, ekonomik olanları dışında -ki bunlar hükümetlerin değil,  özel işadamlarının ilgi alanına girmektedir- Amerika kıtası üzerinde emeller beslemediğinden, ihmal edilebilir nitelikteydi. Gerçekte, 1867 sonlarında Rusya Alaska'yı, (Amerikan Kongresi'ni, kayalıklardan, buzullardan ve buzul tunduralardan ibaret olduğu herkesçe bilinen böyle bir yeri almaya ikna etmek için verilen rüşvetlerle birlikte) yaklaşık 7 milyon dolara Birleşik Devletler' e sattı. Avrupalı devletlerin ya da ciddiye alınanların -zenginliğinden ve donanmasından ötürü İngiltere; büyüklüğü ve ordusu nedeniyle Rusya; büyüklüğü, ordusu ve oldukça kabarık askeri sicili nedeniyle Fransa birbirlerinden rahatsız olmak için nedenleri de vardı emelleri de. Ancak bunlar diplomatik uzlaşı alanının ötesine geçirmiyorlardı.

Napoleon'un 1815'deki yenilgisinden sonra yaklaşık otuz yıl boyunca büyük devletler birbirlerine silah çekmediler; ordularını, ülke içindeki ve dışındaki kargaşaları bastırmak, sorunlu bölgelerle uğraşmak ve geri kalmış dünyaya yayılmak için kullandılar.

Gerçekte, Türk olmayan çeşitli unsurların ayrılma sürecine girdiği yavaş yavaş parçalanmakta olan🔎Osmanlı· İmparatorluğu ile🔎Rusya ve İngiltere'nin Doğu Akdeniz'de, bugünkü Orta Doğu'da ve Rusya'nın doğu sınırlarıyla İngiltere'nin Hindistan imparatorluğunun batı sınırlan arasında kalan bölgede birbiriyle çelişen emellerinin bileşiminden kaynaklanan az çok sürekli bir sürtüşme kaynağı yok değildi. Dışişleri bakanları, uluslararası sistemde devrim nedeniyle genel bir bozulma tehlikesinin doğmasından kaygı duymamakla beraber, kafaları durmadan 'Doğu Sorunu' denen şeyle meşguldü.

Henüz işler rayından çıkmış değildi. 1848 devrimleri bunu gösterdi; çünkü beş büyük devletten üçü aynı anda devrimlerle sarsılmış olsa bile, uluslararası güçler sistemi bundan hemen hiçbir zarar görmemişti. Aslında, Fransa'nın bir bölümü dışında iç siyasi sistemleri de yolundaydı.

Sonraki on yıllar, belirgin bir biçimde farklı olacaktı. İlkin, (en azından İngiltere tarafından) potansiyel olarak en yıkıcı güç olarak değerlendirilen Fransa, devrimden, başka bir Napoleon'un yönetimi altında halkçı bir imparatorluk olarak çıktı; dahası, 1793 Jakobenliğine geri dönüş korkusuyla hareket etmiyordu. Zaman zaman 'İmparatorluk [Fransa] Barış demektir' gibi laflar etmesine rağmen, Napoleon dünya çapında müdahalelerde uzman olmuştu: Suriye'ye askeri sefer (1860), İngiltere'yle birlikte Çin'e müdahale (1858-65), Hindiçini'nin güneyinin fethi {1858- 65), hatta Fransa'nın uydusu İmparator Maximilian'ın (1864..:.7) Amerikan Iç Savaşı'ndan sonra fazla yaşayamadığı Meksika'da askeri maceralar (1863-7) -bu arada Birleşik Devletler'in bir biçimde fethi.

Belki Napoleon'un seçilmiş olmanın imparatorluğa itibar kazandırdığına ilişkin takdiri dışında, bütün bu eşkıyalıklar salt Fransa'ya özgü değildi. Fransa, olsa olsa Avrupalı olmayan dünyanın genel kurban edilişinde yerini alacak kadar güçlüydü. Örneğin, Amerikan iç Savaşı sırasında Latin Amerika'da kaybetmiş olduğu emperyal nüfuzunu yeniden kazanmak için duyduğu muazzam isteğe rağmen, İspanya bunu yapamamıştı, Fransa'nın denizaşırı topraklarda güttüğü emeller, Avrupa'nın güç sisteminde özellikle bir etki yaratmadı; ama Avrupalı devletlerle rekabete girdiği bölgelerde, her zaman hassas dengeler üzerine oturmuş bu sistem rahatsız olmaya başladı.

Bu rahatsızlığın ilk büyük sonucu, 1815 ile 1914 arasında genel bir Avrupa savaşına en yakın savaş olan Kırım Savaşı (1854-6) idi. Durumun, bir yanda Rusya, öte yanda İngiltere, Fransa ve Türkiye arasında büyük, kifayetsizliğiyle meşhur uluslararası bir kasaplığa dönüşmesinde (neredeyse 500;000'i hastalıktan olmak üzere 600.000'in üzerinde insan · öldü; bunların %22'si İngiliz, %30'u Fransız ve yarısı Rustu) beklenmedik ya da yeni hiçbir şey yoktu. Rusya'nın Türkiye'yi ya parçalama ya da bir uyduya dönüştürme politikasının (bu savaşta birincisi), ne önce ne de sonra bu devletler arasında bir savaşa yol açacağı düşünüldü; böyle bir savaş gerekli değildi, aslında savaşa bu da yol açmış değildi. Ama, gerek Türkiye'nin parçalanmasından önce gerekse bir sonraki evrede, 1870'lerde, güç çatışması, iki eski rakip olan Rusya ile İngiltere arasında özünde iki taraflı bir oyun olarak cereyan etmekteydi; diğerleri, ya müdahaleye gönüllü değillerdi ya da simgesel olmanın ötesinde buna güçleri yoktu.

Fakat 1850'lerde, tarzı ve stratejisi öngörülemeyen bir üçüncü güç olarak Fransa vardı. Hiç şüphe yok ki kimse böyle bir savaş çıksın istemiyordu; kendilerini [bu bataktan] kurtarır kurtarmaz, 'Doğu Sorunu'nda gözle görülür, kalıcı bir farklılık yaratmadan, savaşa son verildi. Gerçek şuydu: 'Doğu - Sorunu' diplomasisinin daha basit zıtlaşmalara göre hazırlanmış mekanizması,  (bir kaç yüz bin insanın canı pahasına) geçici olarak arızalanmıştı.

Gerçi (1878'e kadar isim olarak Türk egemenliği altında bulunan iki Tuna prensliğinin birleşmesinden meydana gelen) Romanya .. de facto bağımsız hale gelmişti, fakat bu savaşın doğrudan yol açtığı diplomatik sonuçlar, geçici ya da önemsizdi. Siyasi sonuçları daha geniş çaplı ve daha ciddiydi.

Çoktandır gerginlik yaşayan Rusya'da I. Nicholas'ın (1825-55) otokrasisinin sert kabuğu çatladı: Serflerin kurtuluşuyla (1861) ve 1860'ların sonlarında Rusya'da bir devrimci hareketin doğuşuyla doruğuna varan bir bunalım, reform ve değişim çağı başladı. Yine Avrupa'nın geri kalanının siyasi haritası da yakında değişecekti; bu süreci, uluslararası güç-sisteminde Kırım olayının hızlandırdığı değişiklikler olanaklı kılmamıştı belki, ama kolaylaştırdığı kesindi. Belirttiğimiz gibi, birleşik İtalya krallığı 1858-70'te, birleşik Almanya 1862-71'de doğdu; bu, Fransa'da Napoleon'un İkinci İmparatorluğu'nun çökmesilye ve Paris Komünü'ne (1870-1) yol açtı; Avusturya, Almanya'dan çıkartıldı ve köklü bir yeniden yapılanmadan geçirildi. Özetle, İngiltere istisna, bütün Avrupalı 'güçler', 1856 ile 1871 arasında temelli hatta çoğu durumda toprak olarak da- değişikliğe uğradı ve çok geçmeden aralarına katılacak yeni bir devlet kuruldu: İtalya.

Bu değişikliklerin çoğu, doğrudan ya da dolaylı olarak Almanya ile İtalya'nın siyasi birleşmesinden zuhur etti. Başlangıçta bu birleşme hareketlerinin ardındaki güdü ne olursa olsun, bu süreci üstlenenler hükümetler oldu, yani askeri zor altında gerçekleşti. Bismarck'ın ünlü ifadesiyle, "kanla ve demirle" çözüme bağlandı. On iki yıl içinde Avrupa dört büyük savaştan geçti:🔥 Avusturya'ya karşı Fransa, Savoy ve İtalyanlar (1858-9);🔥 Danimarka'ya karşı Prusya ve Avusturya (1864);🔥 Avusturya'ya karşı Prusya ve İtalya (1866); 🔥 Fransa'ya karşı Prusya ve Alman devletleri (1870-1). Bunlar kısa savaşlardı ve Fransa-Prusya savaşında çoğu Fransa tarafından olmak üzere yaklaşık 160.000 insanın ölmüş olmasına karşın, Kırım' daki ve Birleşik Devletler' deki daha büyük kasaplıklarla karşılaştırıldığında maliyetleri fazla değildi. Ancak bu savaşlar, Avrupa tarihinin elinizdeki kitabın konu aldığı dönemine savaşvari bir ara perde gibi girdi; şayet bu savaşlar olmasaydı, 

1815 ile 1914 arası (neredeyse bir yüzyıl) görülmedik bir barış dönemi olacaktı. Buna karşın, 1848-1871 arasında savaşın dünyada sıradan bir olgu olmasına rağmen, yirminci yüzyılda 1900'lerin başlarından itibaren neredeyse kesintisiz olarak yaşanan genel bir savaş korkusu burjuva dünyasının yurttaşlarını henüz sarmamıştı. Bu korku, 1871'den sonra yavaş yavaş yerleşmeye başladı.

Sermaye Çağı, E. Hobsbawm, Dost Kitabevi

Parçalanan Avrupa (1871-1945)
İki yeni devletin doğmasıyla, ulusçu­luğun öyküsü sona ermedi. Avustur­ya ve Macaristan'daki çatışmaların şiddetlenmesi, Balkan yarımadasın­da bağımsızlık hareketlerinin ortaya çıkması, Rusya'da yabancı ırktan olanlar arasında ulus duygusunun doğuşu, tam tersine, ulusçuluk düşüncesinin varlığını koruduğunu gösterdi. 1870-1871 savaşıysa, sü­rekli izler bıraktı. Fransızlar ve Al­manlar arasındaki bu çatışma, Avrupa'ya uzun.bir barışın yerleşmesi-ni engellemedi; bu, karşılıklı güven­sizlik havası içinde, her an tehlikeye düşebilecek silahlı bir barıştı; ama gene de denge düşüncesine dayanıy­ordu ve bu kez ittifakların etkisi altın­da gerçekleşmişti. Ne var ki, devletle­rin gücünde iktisadi etmenlerin gün­den güne daha çok yer alması, Avru­pa'nın genişlemesini sürdürdüğü bir dünyada emperyalist çıkarların ça­tışması ve köklü Rus, Avusturya, Os­manlı imparatorluklarının içten za­yıflaması, art arda bunalımlar patlak vermesine yol açtı. 🔎Birinci Dünya savaşı sonunda, barış anlaşmaları, geleceği konusunda ka­rarsız bir Avrupa ortaya çıkardı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu, yerle­rini yeni devletlere bırakarak ortadan kalktılar. Bu arada yenik düşen Al­manya'nın kendisine kabul ettiril­mek istenilen anlaşmayı geçersiz sayması, Avrupa'daki çeşitli devlet­leri kaygılandırdı.

Savaştan galip çıkan başlıca güçlerin (ABD, Britanya, Fransa, İtalya) dayattıkları ve yanlış da olsa Versailles Antlaşması olarak bilinen barış anlaşmasına beş düşünce hâkim oldu.

Bunların en önemlisi, Avrupa'da bunca rejimin çökmesi, evrensel yıkıcılığa adanmış alternatif devrimci bir Bolşevik rejimin ve başka yerlerdeki devrimci güçler için bir çekim merkezinin  Rusya'da ortaya çıkmasıydı.

İkincisi, bütün Müttefik koalisyonu neredeyse tek başına yenilgiye uğratan Almanya'nın denetim altına alınması gerekiyordu. Bilinen nedenlerden ötürü Fransa'nın başlıca kaygısı buydu ve o zamandan beri de böyledir.

Üçüncüsü, hem Almanya'yı zayıflatmak için» hem de Rus, Habsburg ve Osmanlı İmparatorlukları’nın  eş zamanlı olarak yenilgiye uğraması ve çöküşüyle Avrupa ve Ortadoğu'da açılan geniş ve boş alanları doldurmak için Avrupa haritasının yeniden bölünmesi ve yeniden çizilmesi gerekiyordu. En azından Avrupa'da hak talep eden başlıca güçler, galiplerin yeterince anti-Bolşevik oldukları ölçüde teşvik etme eğilimi gösterdikleri çeşitli ulusalcı hareketlerdi. Aslında Avrupa'da haritayı yeniden düzenlemenin temel ilkesi, ulusların "kaderlerini tayin hakkı"na sahip oldukları inancına göre etnik-linguistik ulus devletler yaratmaktı. Savaşın kazanılmasını sağlayan gücün fikirlerini ifade ettiği görülen ABD Başkanı Wilson, katıksız ulus-devletlere bölünecek bölgelerin etnik ve linguistik gerçekliklerinden uzak olanlarca daha kolay benimsenen (ve benimsenmekte olan) bu inancı heyecanla savunuyordu. Bu girişim 1990'lann Avrupası'nda hâlâ görülebilen bir felaket oldu. 1990' larda kıtayı parçalayan ulusal çatışmalar Versailles'ın eski tavuklarının bir kez daha tünemek için kendi kümeslerine dönmeleriydi. Ortadoğu haritası Britanya ve Fransa arasında bölünen konvansiyonel emperyalist hatlar boyunca yeniden çizildi- savaş sırasında Yahudilerden uluslararası destek isteyen Britanya hükümetinin düşüncesizce ve belirsiz biçimde Yahudiler için bir "yurt" kurmayı vaat ettiği Filistin dışında. Bu, Birinci Dünya Savaşı'nın bir başka sorunsalı ve unutulmuş kalıntısı olacaktı.

Dördüncü düşünce, galip ülkelerin -pratikte bu, Britanya, Fransa ve ABD anlamına geliyordu- iç siyasetleri ve bu siyasetler arasındaki sürtüşmelerle ilgiliydi. Bu türden içsel siyasetlerin en önemli sonucu, ABD Kongresi'nin kendi başkanı tarafından ya da onun adına yazılan bir barış anlaşmasını onaylamaması ve böylece ABD'nin uzun vadeli sonuçlar yaratacak şekilde bu alandan çekilmesi oldu.

Nihayet galip güçler, umutsuzca, dünyayı tahrip eden ve etkileri her yanda daha sonra da devam eden bir başka savaşı imkânsız hale getirecek türde bir barış anlaşması aradılar. Bu konuda tam bir başarısızlığa uğradılar. Yirmi yıl içinde dünya bir kez daha savaşa girdi.
Aşırılıklar Çağı, Eric Hobsbawm

Antlaşmaların çizdiği Avrupa haritası

Dünyayı Bolşevizm'den kurtarma ve Avrupa haritasını yeniden çizme niyetleri örtüşüyordu, çünkü, eğer yaşama şansı varsa -I919'da bu asla kesin değildi- devrimci Rusya ile başa çıkmanın yegâne doğrudan yolu onu anti-komünİst devletlerden oluşan bir "karantina kuşağı'nın (ya da çağdaş diplomasi diliyle cordon sanitaire'ın) arkasında tecrit etmekti. Genellikle ya da bütünüyle eski Rus topraklarından oluştuğu için, bu bölgenin Moskova'ya olan düşmanlığına garanti gözüyle bakılabiliyordu. Kuzeyden güneye doğru bu ülkeler şunlardı: Lenin tarafından ayrılmasına izin verilen özerk bir bölge, Finlandiya; geçmişte hiçbir tarihsel örneği olmayan üç yeni ve küçük Baltık cumhuriyeti (Estonya. Letonya, Litvanya); ve 120 yıl sonra bağımsız bir devlet haline gelen Polonya ile muazzam biçimde genişleyen, Macaristan ve Habsburg İmparatorluğu'nun bazı bölümleriyle eskiden Rusya'ya bağlı olan Basarabya'dan aldıklarıyla ikiye katlanan, Romanya.

Bu bölgelerin çoğu Halen Almanya tarafından Rusya'dan ayrılmıştı, ancak Bolşevik Devrimi yüzünden yeniden bu devlete iade edilebilirlerdi. Bu tecrit kuşağını Kafkaslar'da da sürdürme girişimi, esas olarak devrimci Rusya'nın, komünist olmasa da devrimci olan, İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin fazla üstüne düşmedikleri Türkiye ile anlaşması nedeniyle, başarısızlığa uğradı. Bu nedenle kısa süre bağımsız kalan Ermeni ve Gürcü devletleri, Bolşeviklerin 1918-20 İç Savaşı’nı kazanmaları ve 1921 Sovyet-Türk antlaşması nedeniyle  bağımsızlıklarını sürdürmediler. Bu devletler. Brest-Litovsk'tan ve İngilizlerin petrol zengini Azerbaycan'ı ayırma girişimlerinden sonra kurulmuşlardı. Kısaca, Doğu'da Müttefikler, Almanya'nın devrimci Rusya'ya dayattığı sınırları, kendi denetimlerinin dışındaki güçlerce etkisiz hale getirilmedikleri sürece kabul ettiler.

Gene de yeniden haritası çizilecek yerler esas olarak eski Avusturya-Macaristan Avrupası'nın geniş, kesimleri idi. Avusturya ve Macaristan, Alman ve Macar bakiyelerine indirgendi; Sırbistan, çobanlardan ve yağmacılardan oluşan, daha önce bağımsız, küçük bir kabile krallığı iken çıplak sıradağlarda yaşayan sakinlerinin hiç beklemedikleri biçimde bağımsızlıklarını kaybetmeleri üzerine kahramanca buldukları komünizmi kitle halinde benimsedikleri Karadağ'ın yanı sıra, Slovenya (daha önce Avusturya içinde) ve Hırvatistan (daha Önce Macaristan İçinde) ile birleşerek yeni Yugoslavya'ya dönüşüp genişledi ve aynı zamanda, Karadağ'ın fethedilmez insanlarını yüzyıllardır Türk kâfirlere!  karşı savunduğuna inandığı Ortodoks Rusya ile işbirliği yaptı.

Yeni bir Çekoslovakya da Habsburg İmparatorluğu'nun eski endüstriyel çekirdeğini oluşturan Çek topraklarını, Slovak vc Rutenya halkının yaşadığı, bir zamanlar Macaristan'a dahil olan bölgelerle birleştirerek oluştu. Romanya, Polonya ve İtalya'nın da yararlandığı çokuluslu bir kümelenme içinde genişletildi. Yugoslavya ve Çekoslovakya birleşimlerinde, kesinlikle, ne tarihsel bir gereklilik ne de bir mantık vardı. Bu birleşimler, her ikisinde de, ortak etnisitenin gücüne ve son derece küçük ulus-devletlerin uygun olmadığına inanan ulusalcı bir ideolojinin yapılarıydı. Bütün güney Slavları (= Yugoslavlar), Çek ve Slovak bölgelerindeki batı Slavları gibi. tek bir devlete mensuptu. Tarinin edileceği gibi, bu gelişigüzel siyasal evliliklerin çok sağlam olmadığı görüldü. Geçerken belirtmek gerekir ki, bakiye Avusturya ve bakiye Macaristan dışında, çoğu -ama uygulamada hepsi değil- kırpılmış olan bu bölgelerdeki azınlıklar ve ister Rusya'dan ister Habsburg İmparatortuğu'ndan koparılmış olsun, birbirini İzleyen yeni devletler, öncellerinden daha az çokuluslu değildi.

Devletin tek başına savaşın ve onun bütün sonuçlarının sorumlusu olduğu argümanıyla ("savaş suçu" maddesi) haklı çıkarılan cezalandırıcı bir barış, Almanya'yı sürekli olarak zayıf durumda tutmak için dayatıldı. Bu barış, Alsace-Lorraine'in Fransa'ya iade edilmesine, doğuda önemli bir bölgenin Polonya'ya verilmesine (Doğu Prusya'yı Almanya'nın geri kalan kısmından ayıran "Polonya Koridoru") ve Alman sınırlarında yapılan bazı önemsiz düzenlemelere rağmen, toprak kayıplarıyla değil, daha çok Almanya'yı güçlü bir donanma ve herhangi bir hava kuvvetinden yoksun bırakarak, Alman ordusunu 100 000 kişiyle sınırlandırarak, teorik olarak belirsiz "tazminatlar" getirerek (galiplerin savaş maliyetlerinin ödenmesi), Batı Almanya bölgesini askeri olarak işgal ederek ve Almanya'yı bütün eski denizaşırı sömürgelerinden yoksun bırakarak gerçekleştirildi. (Bu sömürgeler, İngilizler ve onların dominyonları, Fransızlar ve kısmen de Japonlar arasında yeniden paylaştırıldı, ancak emperyalizmin uyandırdığı giderek artan hoşnutsuzluk nedeniyle bu bölgelere artık "koloniler" değil "mandalar" deniyordu. Emperyal güçlerin artık hiçbir şekilde sömürmeyecekleri geri halkların ilerlemesi sağlanacaktı.) 1930'ların ortasında topraklarla ilgili maddeler dışında Versailles Antlaşmasından geriye hiçbir şey kalmadı.

Aşırılıklar Çağı, Eric Hobsbawm

Ayrı bir barış im­zalamış olan
🔎S.S.C.B'yse, doğuya'çekilmeye yöneldi. Avrupa'nın yeni­den kurulmasına olanak verecek bir dengenin gerçekleşeceği umudu uyandıran birkaç toparlanma yılın­dan sonra,🔎1929 iktisadi bunalımı her şeyi tehlikeye düşürdü: Kuvvet kulla­narak ve ırkçılık ile Yahudi düşman­lığına baş vurarak zorla bir Avrupa birliği kurmak isteyen Hitler'in girişi­mine yol açan nasyonal sosyalizmin gelişmesine neden oldu.

İkinci Dünya savaşından sonra Avru­pa, biri yabancı (A.B.D.), öbürüyse topraklarının büyük bölümü As­ya'da bulunan (S.S.C.B.), iki güçlü devlet arasında kaldı; Almanya'yı ikiye bölen sınır, iki farklı dünyayı; uzun süre birbirinden ayıracak gibi görünüyordu: Avrupa'nın artık orta­dan kalktığı düşünülebilirdi. Ama önce altı sonra dokuz ülkeyi kapsa­yan Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun (Ortak Pazar) kurulmasıyla, Avrupalılar arasında uzun süredir özlenen birliğin temelleri atıldı ve 1989'dan başlayarak sosyalist blok ülkelerinde gerçekleşen rejim deği­şiklikleriyle Avrupa yeniden bütünleşti.

Gelişim Hachette

🔎Soğuk Savaş'ın Avrupa'nın uluslararası siyasetlerinde yaradığı etki kıtanın İç siyasetleri üzerinde yarattığı etkiden daha çarpıcıydı. Bu etki, bütün sorunlarıyla birlikte "Avrupa Topluluğu"nu; daha önce görülmemiş bir siyasal örgütlenme biçimini, yani bir çok bağımsız ulus-devletin ekonomileri ve bir Ölçüde hukuk sistemleri için sürekli (ya da en azından uzun vadeli) bir düzenlemeyi yarattı.

Bu düzenleme başlangıçta (1957) altı devlet (Fransa, Almanya Federal Cumhuriyeti, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg) tarafından oluşturuldu, Kısa Yirminci Yüzyıl'ın sonunda, Soğuk Savaş'ın bütün öteki ürünleri gibi sistem sendelemeye başladığında, öteki altısı (Britanya, İspanya, Portekiz, Danimarka, Yunanistan) katıldı ve teoride ekonomik bütünleşmenin yanı sıra daha yakın bir siyasal bütünleşme kararlaştırıldı. Bu yapı, "Avrupa"yı sürekli federal ya da konfederal bir siyasal birliğe götürecekti.

Aşırılıklar Çağı, Eric Hobsbawm


Not: Burada "Kavimler Göçü" başlangıç olarak alındı. Avrupa'nın daha önceki tarihine gitmek için, Cermen, Slav, Kelt boylarının ilk yerleşim ve göçlerine, antik dönem devletlerle ilişkilerine bakmak gerekiyor.

🔎Slavlar

4 yorum: