Fransa















Frank Krallığı 6. yüzyılın ortasından itibaren Neustria, Austrasia ve Burgonya olmak üzere üç bölgesel parçaya ayrıldı ve bunlar defalarca Merovenj hanedanının öldürücü kavgalarına karıştı. Gerçekten birleşik bir krallık son olarak Kral I. Dagobert'in (629-639) döneminde sağlandı ve ondan sonra bölünme ve hizipler arası didişme kural haline geldi. Ancak Austrasia krallarının saray başkahyası (major domo) Heristal'li I. Pepin ailesinin iktidara gelmesiyle yavaş yavaş bir ölçüde istikrar sağlandı. 

Pepin, Neustria ve Burgonya krallarının rakip başkahyalarını yenmeyi becerdi, bu suretle iki krallığı bir kez daha bir araya getirerek idari birliğini kurdu. Babasının başardığı birliği korumak için savaşmak zorunda kalan (gayri meşru) oğlu ve ardılı Charles Martel'in döneminde, Alamanlar ve Thüringler'e boyun eğdirildi, Bavyera bağımlı kılındı ve Saksonlarla ciddi mücadele başladı. Martel 737 'den itibaren bir Merovenj kralı olmaksızın hüküm sürdü, çünkü bu hanedan "gölge krallar" statüsüne düşürülmüş bulunuyordu (hanedanın son temsilcisi III. Childeric 743 'te papalığın onayıyla resmen azledilmişti). Charles 74l 'de öldü, ama -Frank geleneğini izleyerek- krallığı oğulları Carloman ile Pepin arasında paylaştırdı, buna karşılık Carloman bir manastıra çekildi ve Pepin 751 'de tek hükümdar oldu. 

Pepin 768'de kendi ölümünde krallığı iki oğlu arasında tekrar böldü. Oğullarından Carloman çok geçmeden ölünce bütün krallık Charlemagne'ye miras kaldı. Charlemagne, Frank Krallığı'nı bir imparatorluğa dönüştürdü. 722 ile 804 arasında, önderleri Hıristiyanlığı kabul eden Saksonları yendi ve kendine tabi kıldı. İtalya'daki Lombard Krallığı'nı fethetti ve krallığına kattı; Bavyera'nın bağımsızlığı fiilen sona erdirildi ve bu dukalık Frank Krallığı'na dahil edildi; geride kalan Avar müstahkem mevkilerine saldırı düzenlendi, Avarlar zayıf bir bağımlılık ilişkisine zorlandı. 25 Aralık 800'de Charlemagne'a papa tarafından imparator ve "Romalı topraklarının hükümdarı" olarak taç giydirildi. Gelgelelim Bizanslıların Batı'nın imparatorunu tanımaları 12 yıl aldı: İmparator I. Mihail ancak 812 'de Aachen Antlaşması'yla, (Kuzey İtalya ve Adriyatik'teki bazı toprakların iade edilmesi karşılığında) Charlemagne'ın unvanını tanıdı. Bizans Tarih Atlası, John Haldon

817'de Aquisgrana'da taht veraseti konusunda yeni bir emirname yayımlanır (Ordinatio imperii). Bu emirnameye göre, Ludwig'in büyük oğlu Lothar (795-855) imparatorluğu derhal devralır, Aquisgrana’ya yerleşir ve kardeşleri Aquitanialı Pepin (y.803-870) ile Bavyeralı Ludwig'in (y. 805-876) üzerinde egemen olur. Daha sonra "Germen" olarak bilinecek olan Bavyeralı Ludwig, en uzun süre hayatta kalacak varis olacaktır. Ancak taht verasetinde, krallığın birliğini sağlamak amacıyla yapılan köklü değişiklikler, o anda geçerli olan merkezkac güçlere karşı çıkmak için yine de yeterli değildir. Nitekim bir yandan küçük kardeşler ikincil rollerini kolay kolay kabul etmezken, diğer yandan onlara verilen idari görevler, o ana kadar köklü aristokrasi geleneklerine göre başkalarına verilmiş olan ayrıcalıklara zarar verir.

Ayrıca taht veraseti konusundaki hassas kurala Ludwig'in büyük hırs sahibi Bavyeralı Judith'le yaptığı ikinci evlilikten ve oğlu Karl’ın (daha sonra "Dazlak Karl" olarak bilinecektir, (823-877) doğumundan sonra, geneline uygulanamaz bir karşıtlık unsuru eklenmiş olur, çünkü Ludwig dördüncü oğluna da idarede görev vermek ister.

Birbirini izleyen çeşitli koalisyonlardan ve 833 yılında Colmar yakınlarında, "yalan alanı" (Lugenfeld) adı verilen yerde ordusunun uğradığı ihanetten sonra Ludwig tahttan indirilecek, daha sonra oğullarından biri tarafından yeniden tahta çıkarılacak ve 840'taki ölümüne kadar başta kalacaktır. Sonraki yıllarda ise imparatorluk makamının zayıflamasından ve taht veraseti ile mirasın bölünmesi konusundaki -silahlı çarpışma düzeyine ulaşan- ihtilaflardan kaynaklanan parçalanma faktörleri öne çıkacaktır. İmparatorluğun bundan sonraki bölünmesinin bazı belirtileri Şarlman'nıın saltanatının ilk yıllarından itibaren tespit edilebilir: Örneğin imparatorluğun içerisinde Germen dillerini konuşan ve halk dilindeki karşılığı deutsch [Almanca] olan theodiscos terimi bütün bir tebaa icin ilk olarak 786 yılında yazılı bir belgede kullanılmıştır.

Dindar Ludwig (Lui) zamanında bu terim giderek daha sık kullanılır ve resmi metinlerdeki bazı ihtiyatlı ve dolaylı anlatımlar da bu yeni olguya atıfta bulunur. Yaşlı imparatorun 840 yılındaki ölümünden sonra alevlenen veraset tartışmalarına nihai olarak son verecek olan 843 tarihli Verdün Antlaşması'ndan önce Batı tarafının kralı Dazlak Karl ile Doğu topraklarının kralı Germen Ludwig arasında 842 yılında imzalanan ünlü  Strasbourg Andı'nda iki dil kullanılır: Latince ve Almanca. Bu iki dil her ikisinin de hamisi olan üst sınıfın ortak kültürünü ifade eder; zaten iki kral ant içerlerken birbirlerinin dillerini kullanırlar (ama alt sınıfların iki dilliliği konusunda varsayımda bulunmamıza izin verecek herhangi bir yazılı belge yoktur).

Ortaçağ, Şarlman'dan Verdun Antlaşması'na Frank Krallığı, Ernst Erich Metzner

















I. François'nın hükümdarlık dönemi (1515-1547) güçlü, kendine güvenen ve küçük bir meclisin rehberliğine kulak veren bir kişinin kendi iradesini kabul ettirme kararlılığıyla şekillenecekti. I. François, Paris'i yeniden başkent yapsa da, XI. Louis gibi, Loire vadisinin cazibesine kapılmıştı. Chambord'da kraliyet ihtişamının özenle inşa edilmiş bir sembolü, saray yaşamına uygun bir ortam ve himayenin dağıtımı için hayati önemde bir merkez olarak işlev görecek bir saray yaptırdı.  Kraliyet hanesi, ordu ve bürokrasi içinde mevki ve parasal ödül arayışında olanları kendisine çekip sadakat için bir odak noktası sağlayarak, iktidarın uygulanmasında merkezi rol oynamaya devam ediyordu. Her ne kadar vefa düşüncesi hala etkili olsa da, feodal ilişkiler uzun süren savaşlar sırasında büyük ölçüde çökmüş ve yerini daha az resmi olan hami-tabi ilişkisine bırakmıştı. Monarşi kendisine bağlı soylulara iktidar ve güçten pay verirken, onların özel çıkarlarını korumalarına, kendi silahlı ağlarını inşa etmelerine ve kendi mülklerinden elde ettikleri geliri artırabilmek için mevkilerini kullanmalarına da izin vermişti. Dahası, seçkin bir kültürel merkez olan saraydaki yaşam, soylulara özgü davranış biçimlerinin ve zevklerin sürekli olarak yeniden tanımlanmasına olanak tanıyordu. İhtiras sahibi ve mali gücü yeterli olanlar için burası kesinlikle bulunulması gereken bir yerdi. 

1539 yılındaki Villers-Cotterets Kanunnamesi, resmi belgelerde Latince yerine Fransızca kullanılmasını emrederek süreci hızlandırdı; böylece Fransızca yerel seçkinlerin gündelik yaşamdaki dili, ticaretin lingua franca'sı [anlaşma dili] ve zamanla, ancak XIX. yüzyılın sonlarına doğru zorunlu eğitimle tamamlanan, yüzlerce yıl sürmüş bir yayılma sürecinin ardından kitlelerin dili haline gelecekti. Devletin idari mekanizmalarını kuran Fransa kralları böylece aslında uluslarını yaratıyorlardı. Hükümdarın kendi krallığında "imparator" olmanın yanı sıra hem devletin hem de Kilisenin "yüce koruyucusu" olduğu iddiasını pekiştirebilmek için, I. François döneminde alimler, Roma imparatorları ve Charlemagne tarafından oluşturulan emsallere başvurdular. Ama yine de hükümdarın mutlak otoritesi ile despotizm arasında bir ayrım yapıldı. Böylece, 1515 yılında Claude de Seyssel, ilahi yasa, doğal adalet kuralları ve parlement'ler tarafından yorumlandığı şekliyle krallığın o güne kadar oluşturduğu kanunların, hükümdar üzerinde oluşturacağı kısıtlamalar meselesini vurgulayabiliyordu. 

XVI. yüzyıl başlarındaki hümanist yazarların aşikar iyimserliğine ve antik çağın yeniden keşfedilip daha yakın geçmişin barbarlığının reddedilmesinden duydukları gurura, nüfusun büyük bölümünün kavuştuğu belirgin refah ve maddi esenliğe rağmen; nüfus artışı, savaş ve dinsel çekişmeler tarafından tehdit edilen denge durumunun kırılganlığı konusunda da gözlerimizi kapatmamalıyız. Savaş hem hükümdarın itibarını ve onurunu artırması hem de hanedanının topraklarını genişletme hedeflerini gerçekleştirmesi için bir fırsat demekti. Üstelik onun tebaasının da bu şekilde kazanılacak ihtişam fırsatını memnuniyetle karşılayacağı varsayılmaktaydı. Sonuçta parlak askeri zaferler ve korkunç felaketler birbirini izledi. boyutunda bir hegemonya rüyasının yanı sıra I. François ile Habsburg hanedanından V. Karl arasında gelişen rekabet, ülkeyi birbiri ardına savaşlara sokan ve bununla yakından bağlantılı olarak iç kargaşaya yol açan bir karışıklığa neden olacak, bu dönem de 1661 yılına dek sürecekti. Bu süreçte sınır bölgeleri tahrip edilirken, kalıcı kazanımlarsa sınırlı kalmıştı. Doğuda Metz, Toul ve Verdun ele geçirildi. Calais, İngilizlerden alındı. Daha da önemlisi, orduların büyümesiyle ilişkili olarak hem bu orduların erzak ve teçhizat masrafları hem de tahkimat giderleri önemli ölçüde artmış, bu yüzden monarşinin mali sorunları büyümüştü. Bütün bunlara ek olarak da reşit olmayan veya zayıf bir kralın varlığı -1559- 1584 yılları arasında hüküm süren Catherine de Medici ile III. Henri'nin oğullarının deneyimsiz ve etkisiz kişiler olması- saraydaki hizipçiliği körüklemişti; bu süreç boyunca kraliyetin idaresinde kişisel ihtiraslar ile resmi sorumluluklar birbirleriyle rekabet etmekteydi. Güçlü bölgesel hükümdarların, monarşiye karşı hala askeri bir tehdit oluşturabilecekleri de açıktı.
Fransa'nın Kısa Tarihi, Roger Price  

2 yorum: