İran (Persler)



Persleri farklı kılan neydi? Aslında Persler Mezopotamya bölgesinde oluşan imparatorluk geleneklerini kullandılar. Örneği Akad  ve Asur imparatorluklarında görülen güçlü bir bürokrasi ve gerektiği zaman kullanılmak üzere oluşturulmuş askeri güç.  Onlar çok daha geniş bir coğrafyaya hükmettiler. Başlangıçta yönettikleri halklara geniş bir yaşama kültürü özgürlüğü tanıdılar. Yerel yöneticiler ile işbirliği yaptılar. Daha sonra giderek daha merkezi ve özgürlükleri göz ardı eden anlayış ile yönettiler.

“Atanmış memurlardan oluşan örgüt, yere, kendini güven içinde duyacak kadar sağlam basar durumda değildi. Oldukça geniş toprak parçalarını yönetmekle sorumlu bir krallık valisi, yönetimi kendisine emanet edilen eyaletin her yerinde olup bitenleri gözetleyemez ve denetleyemezdi. Gerçekte çok çeşitli yerel otoritelerle -tapınak rahipleriyle, kent memurlarıyla, küçük taşra prensleriyle, kabile şefleriyle ya da herhangi bir yerel iktidar sahibi seçkinler takımıyla- iş görmek zorundaydı.” Dünya tarihi, William McNeill

Asurlularda olduğu gibi Persler de ticaret ağlarına önem verdiler. Uzun mesafeli ticaret, güvenlik altına alınmış ticari yollar ve bu yolları özgürce kullanan tüccar sınıfını gerektiriyordu. Bu olanağı geniş bölgeleri kontrol eden büyük güçler sağlayabilirdi.

Yaklaşık iki yüzyıllık Pers imparatorluğu, var olduğu coğrafyaya dil ve din alanında önemli bir miras bıraktı. Bu geçmiş, daha sonraları (19.yüzyıl) Avrupa uygarlığının yapay inşasının temel harcında da kullanıldı. İranlı lığın da bilinçaltında düşsel bir ülke işlevi gördü. Bir diğer sonuç da, Yunan-Pers ve daha  sonra Makedonya karşılaşması, batı tahayyülünün fantezi alanlarından birini oluşturdu.

B.Berksan

PERSLER
Perslerden Önce
Siyelk uygarlığı. Mezopotamya ve İndus uygarlıklarının merkezleri arasında yeralan ülke, daha çok bozkır dünyasının bir parçası olmakla birlikte, oldukça erken sayılabilecek bir tarihte insan yerleşmelerine kucak açmıştır. VII. binyılda neolitik Tepe Tange Çakmak yerleşmesi sivrilir, İran Yaylası’nda VI. – IV. binyıllara tarihlenen köy ve tarımsal etkinlik izlerine rastlanmıştır. En ünlü sit, Tahran yakınlarındaki Siyelk Tepe’dir. Bu yerleşmenin ne Sami, ne de Hint-Avrupa kökenli Asyalı bir halk tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Burada yapılan kazılarda dallardan yapılmış kulübelerin, kerpiç evlerin, sığır ve koyun besiciliğinin, taş aletlerin, seramik eşyanın, işlenmiş kemiklerin ve deniz kabuklarının izlerine rastlanmıştır. IV. binyılın başında tuğla kullanılmaya başlanır, seramikler hayvan motifleriyle bezenir, bakır yaygın olarak kullanılır ve bölge halkı, dışarıdan kırmızı akik ve firuze taşları getirtirler. Bu son bulgu, Arabistan-Iran (Basra) Körfezi kıyılarında yaşayan ticari ilişkilerin geliştiğine işaret eder.

Tarih öncesi İran uygarlığı, IV. binyılın sonunda, yeni kültürel akımlarla ilişki sonucu, dönüşüme uğrar. Bu akımlardan Orta Asya üzerinden gelen birincisi, uzun süre Yayla’nın kuzeydoğu bölgesiyle sınırlı kalacaktır; Batı’dan gelen ikincisiyse, Sus ve Elam ülkesinden İran’ın geri kalan kesimlerine yayılır.

Zagros Dağları’nın eteklerinde, Mezopotamya ile ilişkide olan Elam ülkesinin Asyalı halkları, sonradan yüksek yaylalarda da benimsenen kendi yazılarını geliştirirler.

Elam uygarlığı.

III. binyılın başında, Elamlılar, başta İran- Mezopotamya sınırındaki Susiane (bugünkü Huzistan) Ovası olmak üzere, bütün Güney İran’a yayılmış durumdadırlar. Sus’un, Elam Devleti’nin ilk başkenti olduğu sanılır, Elam devleti, Mezopotamya uygarlığından çivi yazısını, tabletleri, silindir biçimindeki mühürleri ve düz kırmızı çanak çömlekleri alır. Bu etkiler, doğal kaynaklar bakımından, zengin Yayla ile hammaddelerden yoksun Susiane ve Mezopotamya arasında «karum ticareti» geliştikçe çoğalır. Bu ticaret, Iran devleti üzerindeki Mezopotamya etkisini güçlendirecektir. Öte yandan, Akkad İmparatorluğu, MÖ XXIII. yy.’da, Elam devletini kendi içinde eritir. Bununla birlikte, arkeolojik kaynakların yetersizliği nedeniyle, III, binyılın bu ikinci yarısında Mezopotamya etkisinin yaylanın içerilerine kadar yayılıp yayılmadığı bilinmemektedir, Siyelk’te bir kopukluk olur ve tarih-çeleri iki binyıla yakın bir döneme ilişkin her türlü bilgiden yoksun bırakır. Kuzeydoğuda, Hisar’da, IV binyıldan başlayarak kendini hissettiren Doğu’nun kültürel etkisi, Orta Asya kökenli siyah veya gri-siyah bir seramiğin benimsenmesinden ibaret gibidir.

Elamlılar, Mezopotamya’nın etkisi altında kalmakla birlikte, Akkad İmparatorluğu’nun siyasi hegemonyasına karşı çıkarlar. Gözü pek savaşçılar olarak Mezopotamya’nın boyunduruğundan kurtulup, İran’ı uzun bir çatışma dönemine sokarlar.

AHEMENİ (AKAMANIŞ) İMPARATORLUĞU
Elde yazılı kaynak olmadığından, birçok bölgesel kültürün özgün yanları arkeoloji tarafından ortaya çıkarılmaktadır. Söz konusu kültürlerin başında, Amlah kültürü ve Asur yıllıklarında daha ileri bir tarihte beliren Orta Asya bozkırlarından göç etmiş halklar, Hazar Denizi’nin güneyindeki Medler, daha güneydeki Persler, ve daha doğudaki Partlar gelir. At binmekte usta olan Ariler, henüz çok az insanın yaşadığı yaylaya yerleşerek bağımsız prenslikler kuracaklardır. Elam devleti bunlara direnmez, ancak Asur İmparatorluğu hep zaferle sonuçlandığını iddia ettiği seferlerini aralıksız sürdürür. MÖ “VIII. yy”da, Medler üstünlüğü ele geçirirler; kralları Kiyaksares (M.Ö. yaklaşık 633-584), Babillilerle ittifak kurarak, Asur İmparatorluğu’nun çöküşüne katkıda bulunur (MÖ 612, Ninova’nın düşüşü), Asur’u topraklarına katarak Küçük Asya’daki topraklarını geri alır (bu, imparatorluğunun sınırlarını batıda Halys’e «Kızılırmak» kadar genişletmesini sağlar). Hükümdar bütün topraklarını başkenti Ekbatana’dan (bugün Hemedan) denetlemektedir.

Ancak, Med İmparatorluğu fazla yaşamaz. MÖ 550 yılına doğru, Ahemenilerin eline düşer (bu sözcük, büyük olasılıkla Pers krallarının efsanevi atası Akamaniş’ten gelmektedir); 


Bu hanedanın en ünlü kralı II. Keyhüsrev (Kyros)(Büyük Keyhüsrev olarak da bilinir), Ekbatana’yı da ele geçirir. Med hükümdarı Astyages’i tutsak alır ve Media ile bu ülkeye bağlı bütün toprakları imparatorluğuna katar. Ahemeniler bütün İran topraklarına egemen olacaklardır. II. Keyhüsrev, imparatorluğunun sınırlarını Orta Asya’ya kadar genişletir; ancak başkenti Pasargad’ı İran’da kurar (MÖ- 550). Lidya kralı Karun’u (Kroisos) yener (546), Anadolu’daki bazı Yunan sitelerine boyun eğdirir ve fethettiği toprakları İaksartes (bugün, SiriDerya) kıyılarına kadar genişletir. Babil’i (539), Mezopotamya’yı, Suriye’yi, Fenike’yi ve Filistin’i fetheder.

Ahemeni İmparatorluğu’nun genişlemesindeki bu hız, askerlerin yetenekleri kadar egemenlik altına alınan halklara gösterilen engin hoşgörünün de sonucudur. Fetihler sırasında, Asurlular döneminde olağan sayılan yağma ve haraca ender olarak başvurur. Fethettiği yerlerde çoğu zaman bir kurtarıcı gibi karşılanan Il. Keyhüsrev, Pers hükümdarlarının tartışmasız en yüce gönüllüsüdür ve Babil’de olduğu gibi bütün Sümer ve Akkad’da da yerel tanrılara, saygı gösteri; ibadet yerlerini korur. Mesela, Ur’da Sin Tapınağı’nın surlarını, Nin-Gal tapınaklarını onartır, Uruk’ta Eanna Tapınağı’nın onarımını başlatır. Yahudilerden ilgisini esirgemez: Kudüs’teki tapınaklarını yeniden inşa ettirir.

Buraya farklı bir yorum da bırakalım. B.Berksan

“Ahameniş hükümdarları ele geçirdikleri halkların yerel törenleriyle kendilerine taç giydirip durmuşlardır. Milliyetçi İran tarih yazımı ise rıza sağlamak ve tahakkümü meşrulaştırmak adına gerçekleştirilen bu siyasi uygulamayı "başka kültürlere saygı" olarak yorumlamıştır. Büyük Keyhüsrev'in gittiği her yere "insan hakları" götürdüğü ve Yahudileri kölelikten kurtardığı yollu varsayım, biçim itibariyle George W. Bush'un Irak'a demokrasi götürmesine çok benzemektedir.”

Ketlenmiş Halk İran, Hamid Dabashi, Metis Yayınları,

II. Keyhüsrev, Hazar Denizi’nin doğusunda yaşayan göçebe Massagetailere karşı düzenlenen bir sefer sırasında ölür. Oğlu II. Kambiz (530-522), yerine geçer ve eserini sürdürür; Mısır’ı fetheder (525), Libya ve Nübye’yi haraca bağlar; egemenlik alanını Kirenaika’ya kadar genişletir. Ahemeni Imparatorluğu, artık, iki yüzyıl boyunca koruyacağı batı sınırlarına ulaşmıştır. Doğuda ise, İndus ve Tarım Havzası’na kadar yayılır. II. Keyhüsrev ve II. Kambiz fetihlerle uğraşırken, imparatorluğun idari örgütlenmesini göz ardı ederler.

II Keyhüsrev’in oğlu Berdiya olduğunu ileri süren ve büyücülükle suçlanan önceki (selefi) Gaumata’yı öldürttükten sonra, tahta çıkan I. Dara (522- 486), bu boşluğu dolduracaktır. Yeni imparator, imparatorluğu vergi ödeyen yirmi satraplığa bölerek yeniden örgütler; esnek bir yasa derlemesinin çıkarılması tüm ülkede sıkı bir denetim kurmasını sağlar Değeri değişmeyen ilk Pers parasını (altın dareikos) bastırır, ağırlık ve uzunluk ölçülerini standartlaştırır. I. Dara, Nil’i Kızıldeniz’e bağlayan bir kanalın açılmasını da içeren bir dizi bayındırlık çalışması başlatır. Uçsuz bucaksız imparatorluk topraklarında büyük bir sorun oluşturan ulaşım konusunu ele alarak yolların durumunu iyileştirir; mimarisi, imparatorluğun bütün üsluplarını harmanlayan göz kamaştırıcı Persepolis kentini kurar vb.


Kendisinden önceki Doğu imparatorlukları gibi, Pers İmparatorluğu da, din temeline dayanan bir «mutlak monarşi»dir. I. Dara, Perslerin büyük tanrısı Ahuramazda’nın soyundan geldiğini iddia etmesine karşın, egemenliği altına aldığı halkların tanrılarını da dışlamaz. Mısır’da Amon-Re, Babil’de Marduk kültleri resmen tanınır. Aynı hoşgörü kaygısı idari örgütlenmede de kendini gösterir. I. Dara tarafından örgütlenen satraplık sistemi, Asur eyaletleri modeline dayanılarak oluşturulur. Bu eyaletler, imparatorluk otoritesine bağlı satraplar tarafından yönetilmelerine karşın, nerdeyse gerçek bir bağımsızlığa sahiptirler; yönetimin temsilcileri, vergi toplamak ve adaleti yerel geleneklere saygı çerçevesin de sağlamakla yetinirler.

Bununla birlikte, I. Dara’nın askeri girişimleri, idari reformlarına göre daha başarısız olur M.Ö. 513’te, İskitler tarafından püskürtülür ve İyonya, 499’dan başlayarak ayaklanır.  Bu, ayaklanma, Med savaşlarını başlatacaktır. I. Dara’nın, Atina’yı cezalandırma girişimi, Maraton Savaşı’ndaki (490) ağır bozgunla sonuçlanır. Helen dünyasının tamamına egemen olmayı amaçlayan oğlu I. Kserkses’in, Yunanistan’a karşı giriştiği büyük istila hareketi de, aynı şekilde, Salamis Deniz Savaşı (480) ve Plataia ve Mikale çarpışmalarıyla (479) durdurulur.



I.Dara’nın ölümünden sonra, imparatorluğun iç sorunları gittikçe artar: Mısır’ın (486-485), ardından da Babil’in (482 veya 479) ayaklanması, entrikalar yolsuzluklar, vb. İmparatorluğun içinde bulunduğu durumun aynası olan ordu da birlik ve beraberlikten yoksundur ve disiplin altına alınması günden güne zorlaşmaktadır.
Axis 2000



ANADOLU'DA PERSLER
Anadolu, Kyros’un Batı Anadolu’yu işgalinden (M.Ö. 546) Büyük İskender’in Çanakkale Boğazı’nı geçişi tarihine (M.O. 334) değin iki yüz yılı aşkın bir süreç boyunca Pers işgali altında kalmıştır. Pers Krallığı bu dönem içinde Mezopotamya uygarlıklarının en son temsilcisiydi.

Persler Batı’ya doğru Hellas’a değin yayılma politikası izleyen ilk Doğulu ulustur. Bu ya yılmanın ön adımı Anadolu’nun Med Kralı Kyaksares tarafından ele geçirilmesi olmuştur. Kyaksares’in M.O. 585 tarihinde Lydia Kralı Alyattes’e karşı kazandığı meydan savaşıyla Kızılırmak doğusunda kalan bütün Anadolu, Pers Krallığı’nın eline geçti. Pers Krallığı’nı kuran Kyros M.O. 546 tarihinde Sardes’i ele geçirdi ve Batı Anadolu üzerinde egemen oldu.

Persler bütün Anadolu’yu işgal ettikten sonra bu defa Hellas’a yöneldiler. Ancak orada Atina’yı tahrip etmelerine rağmen, Salamis deniz (M.O. 480), ve Plataiai (M.O. 479) kara savaşlarını yitirerek Anadolu’ya çekilmek zorunda kaldılar (Bu konuda ayrıntılı bilgi almak isteyenler için bkz. Arif MüfitMansel, Ege ve Yunan Tarihi, Ankara 1963 s. 243-272).

Bütün Anadolu’nun M.O. 546 tarihinde Perslerin egemenliği altına girmesi, M.O. 650’den 545’e değin 100 yıl boyunca dünya kültür liderliğini yapmış olan Doğu Hellen kültür merkezlerinin parlak yaşamına son verdi. Bununla beraber Olgun ve Erken Arkaik dönemleriyle M.O. 5. ve 4. yüzyıldaki Klasik Çağ süreçlerinde bu Uygarlığı, aşağıda Hellen Uygarlığı bölümünde göreceğimiz gibi, yine de parlak yılların yaşanmasına sahne oldu.

Kral Yolu

Persler, Batı’ya yönelik yayılma politikalarını gerçekleştirmek için Kral Yolu’nu inşa etmişlerdir. Böylece tarihte ilk defa Anadolu, Doğu ile Batı arasında 200 yıl süreyle köprü görevini yaptı Kral Yolu Efes’te başlıyor, Sardes üzerinden Lydia’ya oradan Gordion ve Ankara’ya, Kızılırmak’a varıyordu. Buradan da Kapadokya üzerinden Kilikya Kapıları’ndan Fırat’a geliyor, Dicle’yi geçiyor ve Assyria üzerinden Susa’ya ulaşıyordu. Yol 90 gün sürüyordu. Yol boyunca konaklama yerleri ve krallığa ait posta istasyonları vardı. Her konaklama- da atlar ve postacılar hazır bekliyor ve gerekli haberi bir konaklamadan ötekine ulaştırıyordu.

Anadolu’da Pers Etkinlikleri

Persler, egemenlikleri altında bulunan Hellen kent devletçiklerini göreceli bağımsızlıkla idare ediyor, onlardan vergi almakla yetiniyorlardı. Perslerin Anadolu’da iki önemli satraplık merkezi vardı. Bunlardan biri Sardes ötekisi bu satırların yazarı tarafından gün ışığına çıkarılan, Manyas Gölü’nün güneydoğu kıyısındaki Daskyleion (bkz. E.Akurgal, Anatolia 1, 1956, s.47-51 ayrıca Eski Çağda Ege ve İzmir, s. 3-67). Söz konusu her iki merkezde güzel Pers eserleri bulunduğu halde, bunların Anadolu Hellen sanatına hemen hiçbir etkisi olmamıştır (Sardes’te bulunan eserler için bkz. Ilknur Ozgen, The Lydian Treasure, Ankara 1996).

Pers etkinlikleri Anadolu’da bazı beyliklerin, örneğin Lykia’da, Karia’da, Mysia’da ve Pontus’ta olduğu gibi, Doğu ülkelerde görülen görkemli siyasal yaşama özenmesine yol aç- tı. Sözgelimi Pontus Ereğlisi’nde bulunmuş ve M.Ö. 530 tarihlerinde yapılmış olan satrap heykel başı (Resim 223) bunun en eski ve en güzel örneklerinden biridir. Miletos atölyelerinde yetişmiş bir İonyalı yontu ustasının bu eserinde, Pontus’taki Herakleia kralcığının başında bir Pers tiarası taşıdığını ve sakal, bıyık bakımından Pers örneklerine uyduğunu görüyoruz. Bu önemli eser, Anadolu’daki Hellen sanatının ilk portre yaratısıdır (bkz. E.Akurgal, Griechische und Römische Kunst in der Türkei, s.60-61, Lev. 22,23,80). Halikarnas’taki Maussollos heykeli onun daha sonraki bir başka örneğidir.Geri kalan eserler ise ya doğrudan Pers stilinde (Resim 224) ya da Greko-Pers biçemin de örneklerdir

Anadolu Kültür Tarihi –Ekrem Akurgal- TÜBİTAK Yayını.

Yazı ve diller.

İmparatorluğun bütünün bir arada tutulması bakımından taşıdığı önem nedeniyle, diğerlerinin içinde bir dil öne çıkmaktadır: Sayısız merkezi ve yerel idari birimlerindeki resmi yazışma dili, daha önceki yüzyıllarda olduğu gibi Aramiceydi ki ör neğin, eski Persepolis saray yönetimindeki Elamca, Babilon-ya’daki Babilce, Mısır’daki Mısırca, Küçük Asya’nın batısın daki Yunanca, Lidyaca ya da Likyaca gibi yine idari amaçlar için kullanılan yazı dillerinin karşısında, açık bir şekilde geri adım atmıştır. İmparatoruğun dilleri arasındaki rekabet, aynı zamanda karşılıklı etkilenmeye de yol açtı: Örneğin, eski İran dil hâzinesi, diğer dillerdeki aktarmaya sızdı, aynı şekilde, di ğer dillerden eski Persçe formülleri ve deyimleri üstlendi. Kralların kendileri ve onların Persli, yani Güneybatı Iranlı uyrukları eski Persçe konuşuyorlardı; burada söz konusu olan, kralların yazıtları yoluyla bize en iyi şekilde gösterilen, yazılı olarak kaleme dökülmüş biçimi içinde, esas olarak bir güney batı İran diyalektiğini temsil eden eski Iran dilidir. Bununla birlikte, eski Pers yazıtlarının dilinin kralların ana diline da yandığı, ancak “kralın dili” olarak gösterildiği tür içinde, ar kaik biçimlerin, diyalekte yabancı sözcüklerin ve diğer özellik lerin kullanılmasıyla “yapay dil” karakterine sahip bir temsil dili olarak karakterize edilmesi gerektiği vurgulanmalıdır.

Çoğunluğu üç dilde (eski Persçe, Elamca ve Babilce), ama aynı zamanda iki dilli ve tek dilli olarak kaleme alınmış kral yazıtlarının çoğunluğu, Persis’den (Persepolis, Nakş-i Rüs- tem, Pasargaday), Elam’dan (Susa) ve Medya’dan (Bisutun, Hamadan) gelmektedir, imparatorluğun çekirdek bölgelerinin dışında, ayrıca Dara’nın Süveyş Kanalından üç yazıtı, Mı sır ve diğer bölgelerden eşyalar (örneğin vazolar) üzerindeki yazıtlar, bugünkü Romanya’da bulunmuş bir yapı yazıtının kil levha parçaları, Kserkses’in Van Gölündeki bir kaya yazıtı, Propontis kıyısındaki Daskyleion’dan efsaneler içeren mü hür baskıları ve Babilonya’dan yazıt parçaları bilinmektedir. Üç dillilerde gözlemlenen metinlerin sabit sıralanması (eski Persçe, Elamca, Babilce), burada Ahamenit gelenek bilincinin açık bir ifadesidir ve yazıtlar için kullanılan biçim olan çivi yazısının çözülmesinin tarihi açısından hiç de önemsiz değildir. Kral yazıtlarının yarısından fazlası, I. Dara ve onun oğlu I. Kserkses’in egemenlik zamanlarından, yani 6. yüzyıl sonu ve 5. yüzyıl ortası arasındaki dönemden kalmadır; I. Artakserkses’in egemenliğinden (465-425/24) itibaren, bunların sayısı azalmakta, çoğunlukla yalnızca bir dilde kaleme alınmak ta, daha çok kalıplaşmış karakterde ve örneklere göre düzenlenmektedir. Dilsel olarak, Kserkses sonrası dönemde, Orta Iran dil koşullarına doğru bir gelişme gözlenmektedir. Belirgin dilbilgisi yanlışları ve eksik dil bilgisi, bu çağın karakteristik özelliğidir.

…..

Şimdi eski Pers çivi yazısına biraz daha yakından bakalım: Başlangıç dönemleri, bugüne kadar henüz aydınlatılmamıştır, yalnızca kesin olan, daha sonra uğraşacağımız, Medya’daki Bi sutun kayalıklarında, ilk kez Dara’nın büyük edim anlatımları için kullanıldıklarıdır. Eski Pers çivi yazısı, daha o zamanda iki bin yıldan daha eski olan eski Mezopotamya çivi yazısının devamı değil, tersine, Arami ünsüz yazısının etkisi altında ve hece ve ünsüz yazısının bir karışımı olarak yeni bir buluştur.

Antik Pers Tarihi, Josef Wiesehöfer

Kral yazıtlarının ikinci metni, Elamcası, şimdiye kadar hiç bir dil ya da dil grubuyla eşleştirilemeyen ve bu yüzden filologlara özel bir sorun çıkaran bir dilin (“geç dönem Elamcasının”) son aşamasını göstermektedir. Asurluların ve Babillilerin eski düşmanı, imparatorlukları 7. yüzyılda Asurlulara karşı savaşırken çökmüş olan ve eski topraklarına Perslerin yerleştiği Elamlıların yazı dili, yaklaşık olarak M.Ö. 460 yılına kadar Persis’de Ahamenitlerin resmi yazışma diliydi; bu dönemden sonra, elimize artık Elam belgeleri geçmemiştir.

..

Harf yazısı olması ve kolay öğrenilebilirliği sayesinde 8. yüzyıldan itibaren, bu bölgedeki “ uluslararası” anlaşma dili olan Aramice, Eski Aramicenin daha geliştirilmiş ve bağımsızlaştırılmış biçiminde, Ahamenitler tarafından resmi (imparatorluk) yazışma dili yapıldı.

Antik Pers Tarihi, Josef Wiesehöfer, Telos yayıncılık, 2002


Zerdüşt

Zerdüşt'ün (Grekçe: "Zoroaster") reformunu belli ve kesin bir zaman içine yerleştirmek zordur. Doğu İran'da bir bölgede yaşamış Zerdüşt, esasında bir reformcudur. Zerdüşt'ün esas mesajı, daha önceki dinsel deneyi me birçok şekilde muhaliftir: Zerdüşt, kanlı kurbanları ve panteonun total bir değişimini öneren "haoma" uygulamasını reddederek "monoteist" ve "düalist" olmuş, yeni dinin evrimi daha sonra karakter değiştirip genel ola rak Zerdüştilik/Zoroastrizm adını almıştır.  Zerdüşt etkinliğinin MÖ 1000-600 yılları arasında bir tarihe yerleştirilmesi önerilir. İskender'den önce 258 yılından söz eden Mazdeist gelenek doğru kabul edilecek olursa, Zerdüşt'ün MÖ 628-551 arasında yaşadığı saptanabilir. Gataların dilinin arkaik niteliği, özellikle de Vedalara benzerliklerinden ötürü bu konuda en eski tarihler önerilir.

Dilbilimsel çözümleme, Peygamber'in İran'ın doğusunda, büyük olasılıkla Harizm veya Baktria'da yaşadığı sonucuna varılmasını sağlamaktadır. Zerdüşt, eski İran'a tek tanrıcılık/tevhid inancını getirmiştir. Onun getirdiği din, tek tanrı inanışını temel alır. Ondan önce İranlıar bir kısım tanrılara tapınmakta ve rahiplerin hazırladığı bir tür uyuşturucu, kutsal bir içkiyi içmekle uygulanan "haoma" kültürünü devam ettirmekte idiler. "Haoma", bütün evreni sıvı şekilde doldurduğuna inanılan hayat tanrısı idi. Zerdüşt inanışında daha sonraları "Ormuzd" şekline dönüşmüş ve İslami kaynaklarda da "Hürmüz" olarak yer almış Ahura Mazda: Egemen Rab, Ahameniş hükümdarı Daryuş (eg. MÖ 522-486) ve takipçileri tarafından Batı Asya'ya getirilen ve birkaç yüzyıl içinde Turfan'dan Habeşistan'a, İndus Nehrinden Ege Denizi'ne kadar yayılan bir yüce Tanrı idi. Bu öğretide evrenin gayesi, yalanın, kötülüğün gerçeğe yenilmesidir. Evrendeki maddi ve manevi düzeni yaratan, kanunları koyan Ahura Mazda'dır. Kötülüklerin kaynağı ise Ehrimen'dir.

Tek tanrılı bir inanç sistemi getirdiği için kimilerince peygamber olarak kabul edilen Zerdüşt'ün hayatıyla ilgili bilgiler daha çok efsanelere dayanır. Kişiliği ve hayatı hakkında bilgilere yer veren kaynaklarda "bilge bir kişilik", "olgunluğa erişmiş bilgin", "seçkin bir insan" olarak nitelenen eski İran'ın en büyük peygamberi Zerdüşt'ün adı, Avesta'da, "Zara6ustra"; Pehlevi dilinde, "Zartuxst: san deve sahibi'; sözlüklerde ise daha çok, "Zerdhuşt", "Zerdhişt", "Zeratuşt", "Zerthuşt", "Zartuşt", "Zarhuşt" şekilleriyle kaydedilmiştir. Bunlar arasında en çok kabul görenler: "Zerduşt" ve "Zertuşt" şekilleridir. Gatalarda, "Zarathushtra" şeklinde geçen Zerdüşt sözcüğünün kökeni konusunda ise dilciler çok eski dönemlerden beri birbirinden farklı görüşler ileri sürerler. Zerdüşt sözcüğünün ''parlak yıldız', "altın renkli aydınlık", "deve sahibı'', "deveci” gibi anlamlarının olduğu söylenir.

"Spitamalar" adıyla bilinen soylu bir aileden gelen Zerdüşt, bilge tanrı Ahura Mazda'dan vahiy aldığını öne sürerek eski İran dinini yeniden biçimlendirmeye çalıştı. Bu inanç sisteminin temelini, tapınılacak tek tanrı, en yüce tanrı olan Ahura Mazda oluşturur. Ahura Mazda, göklerin ve yerin, diğer bir deyişle maddi ve manevi dünyaların yaratıcısıdır. Birbirini izleyen karanlıkla aydınlığın kaynağı, evrensel adaletin yaratıcısı, doğanın merkezi, ahlak düzeninin kurucusu ve tüm dünyaların yargıcıdır.

Eski İran peygamberi olarak kabul edilen Zerdüşt, Zerdüşt bağlılarının inanışına göre, Büyük İskender'den 258 yıl önce ortaya çıkmıştır. Büyük İskender, Ahameniş hanedanının (MÖ 559-330) merkezi Parsa'yı (Perse polis) MÖ 330'da ele geçirdiğine göre Zerdüşt, Goştasp'a inançlarını MÖ 588'de kabul ettirmiş olmalıdır. O sırada 40 yaşında olduğu inancı doğru kabul edilirse, doğum tarihinin MÖ 628 olması gerekir.

Öğretileri

Zerdüşt'ün yaşadığı dönemde İran dinsel inanışlarından etkilenmiş olsa da yeni getirmiş olduğu inanç sistemi, halkın inançlarında köklü yenilikler ortaya koymuştur: 1. En büyük tanrı Ahura Mazda'dır. Görünen ve görünmeyen evrenlerin yaratıcısı odur. O kutsal ve arıdır. Kötülükler ona erişemez ve asla yol bulamaz. Spend Minu'yu o yaratmıştır. Onun ilk ve en büyük tecellisi Spend Minu'dur. Diğer tecellileri ise Behmen, Ordibehişt, Şehriver, Sipendarmuz, Hordad ve Mordad'tır. "İmşaspendan" adı verilen bu grup, "kutsal ôlümsüzler' olarak bilinirler. İmşaspendler asılları ve özleri itibariyle Ahura Mazda ile aynıdırlar. Gerçekte Ahura Mazda onların yaratıcısı ve babalarıdır. 2. Varlık iki güç arasında paylaşılır. Birisi, "Asha: takva/ doğruluk"; diğeri de "Duruğ: Yalan"dır. Asha, Ahura Mazda tarafından yaratılmıştır. Ancak Zerdüşt, yalan'ın kaynağı hakkında söz etmez. 3. Ahura Mazda'nın yaratıkları özgür yaratılmışlardır. Doğru ya da yalandan birini seçebilirler. İnsanlar da alınyazılarını kendileri belirler, yaptıkları iyilik ya da kötülükler karşılığında cennet ya da cehenneme giderler. 4. Asha'nın yeryüzündeki simgesi ateştir. Ateşkedeler Ahura Mazda'ya tapınma ve övgü ocaklarıdır. 5. Ehrimen ve şeytanların saldırısıyla yeryüzünde kötülük ve şer yayılmaya başlamıştır. Ancak sonuçta Ahura Mazda galip gelecek; temizlik, ilk dönemlerdeki saflık yeniden dünyaya dönecektir.

Avesta

Olağanüstü bir öneme sahip Avesta, birçok açıdan değerli bir kaynak ka­bul edilir. Avesta, MÖ 2000’li yıllara dayanan geçmişiyle, Orta Asya ve çevre bölgelerin coğrafyalarında yaşayan halkları çok yakından ilgilendiren başta tarih, kültür, medeniyet, din, siyasi ve sosyal konular, inançlar, gelenek ve görenekler, mitolojiler, kahramanlık anlatıları olmak üzere birçok alanda çok önemli; başka kaynaklarda bulunamayacak bilgilere yer vermektedir. Avestanın bir diğer önemli özelliği de Iran dillerinde kaleme alınmış en eski eser olmasıdır.

Değişik zamanlarda, farklı kişiler zamanından derlenerek yazıya aktarılan Avesta'nın bütünü göz önüne alındığında aradaki bu zaman ve mekân fark­lılıkları metne değişik boyutlarıyla yansımaktadır. En eski bölümleri, MÖ II. bin yılın ilk yarısında Orta Asya bölgesinde ortaya çıkmıştır. Bu tarihler, Farsça konuşan İranlı kabilelerin, Orta Asya topraklarında hayvancılıkla geçimlerini sağladıkları ve konargöçer bir hayat yaşadıkları dönemlere rast­lar. Buradan hareketle Avesta'nın, çöllerde yaşamını sürdüren, temel geçim kaynakları hayvancılık olan halkların hayat tarzları, gelenek ve görenekleri, dinsel inanışları ve mitolojik anlatılarını yansıtan en önemli yapıt olduğu söylenebilir.

Avesta'nın, Zerdüşt’ün bizzat kendisi tarafından kaleme alınan, onun kutsal öğretileri ve ilahileri olarak bilinen kısımları/G'atalar, aynı zamanda bazı eski Asya kavimlerinin kitlesel dönüşüm hareketlerini gerçekleştirdikle­ri ve özellikle ekonomik açıdan yeni birtakım gelişmeler sağladıkları, tarım ve hayvancılığın birlikte yürütüldüğü, yerleşik yaşam biçimlerinin gündem­de olduğu çağların değerlerini yansıtmaktadır.

Daha sonraki çağlarda, özellikle Ahâmenişler döneminde, Zerdüşt ina­nışı devletin resmi dini olarak kabul edildi. Milattan sonra ilk yüzyıllarda Zerdüşt din adamları, siyasal ve sosyal alanlardaki gelişmelerin de desteğiyle toplumda çok önemli konumlar edinerek nüfuzlarını önemli ölçüde artırdılar.

İran Kültürü, Prof.Dr.Nimet Yıldırım, Pinhan Yayıncılık 2016


🔎İslamiyet öncesi İran



2 yorum: