İskender ve Helenistik Dönem

🔎 Makedonya'nın Yükselişi: II.Philippos

Helenistik terimi, Yunan ve Yakın Doğu tarihinin Büyük İskender'in MÖ 323'deki ölümü ile Mısır'ın son Makedon hükümdarı VII. Kleopatra'nın ölümü arasındaki dönemini tanımlamak için ilk kez 19. yüzyılda kullanıldı. Helenistik dönemin başlan, İskender'in zamansız ölümünde sonra Doğu Akdeniz'e hâkim olan, Makedon ve Yakın Doğu geleneklerinin birleşimi bir siyasi yapının, yeni krallık biçiminin ortaya çıkışma şahitlik etti. Helenistik krallıkları kuranlar, herhangi bir geleneksel kraliyet ailesi soyuyla kan bağları bulunmamasına ve belirli bir toprak üzerinde tarihi haklara sahip olmamalarına rağmen kendilerini monark olarak kabul ettiren İskender'in ordusundan generallerdi.

Generallerin kendilerini krallara dönüştürmelerinin haklılaştırmaları yalnızca askeri güçlerine, saygınlıklarına ve tutkularına dayandı.

"Helenistik" ayrıca Helenistik  gelenekleri Doğu Akdeniz bölgesinde İskender'in fetihleri sonucunda ortaya çıkan yerel geleneklerle birleştiren karışık, kozmopolitan bir toplumsal ve kültürel yaşam biçimi anlamını da taşır.

Helenistik krallar başlangıçta krallıklarını yönetmede büyük ölçüde göçmen Yunanlılara ve Makedonlara bağımlıydılar. Danışmanlardan ve saray mensuplarından oluşan bu iç halkaya "Kralın dostlan" adı verilmişti, Bununla birlikte Selevkoslar ve Ptolemaioslular kendilerinden önce İskender'in yaptığı gibi yerli erkeklere yönetimlerinin alt ve orta kademelerinde yer verdiler. Hatta çok nadiren olsa da yönetim görevinde başarılı bir kariyer yapan yerli erkekler kralın dostları gibi kraliyet toplumunun en üst katmanlarına bile kabul edildiler. Yunanlılar ve Makedonlar genelde kendilerini onların aralarına karışamayacak kadar yerlilerden üstün görüyorlardı. Yerli erkeklerin devlet yönetiminde kariyer yapabilmeleri için en başta kendi anadillerinin yanı sıra Yunancayı da okuyup yazabilme vasfına sahip olmaları gerekiyordu. Yerli erkekler tamamı Yunanlı ve Makedon olan en üst makamdaki resmi görevlilerin yerel çiftçilere, inşaatçılara ve zanaatkarlara emirlerini iletme görevini ancak Yunancayı öğrendikten sonra üstlenebilirlerdi. Bu erkeklerin görevi yalnızca emirleri yerine getirmekti. Bu yöneticilerin öğrendikleri

Yunanca, dilin Atina lehçesine dayanan standart bir biçimi olan koine'ydi ("ortak Yunanca"). Koine yüzyıllar boyunca Sicilya'dan Hindistan sınırına kadar ticaretin ve kültürün ortak dili oldu. Roma İmparatorluğu'nun başlarında Yeni Ahit'in yazıldığı ve Bizans dilinin ve modern Yunancanın kaynağı olan dil koine'ydi.

Eski Yunan, Thomas R.Martin, Say yayınları, 2012







Helenistik Dönem
Lagos’un soyundan gelenler(Lagoslar) Mısır’da, I. Selefkos’un soyundan gelenler (Selefidler) Suriye, Mezopotamya ve İran’da, hüküm sürdüler.  Antigonos’un mirasçıları ise (Antigonoslar) egemenliklerini Makedonya’ya yaydılar. Bir süre sonra Anadolu’da, 241 yılından itibaren Attaloslar’ın hüküm sürdüğü Bergama gibi başka krallıklar da ortaya çıkacaktı.

Eski Yunan’ın kendisi bu yeni dünyanın dışındaydı, ama bu büyük krallıkların kadrolarını
oluşturacak düzenli bir göçmen akımı sağlayarak önemli bir rol oynuyordu. Ama artık siteler ne siyasal hakimiyet, hatta ne de birinci planda ekonomik bir rol iddiasındaydılar, çünkü büyük etkinlik merkezleri Doğu’ya kaymıştı ve Akdeniz’i kateden büyük deniz yolları artık ne Korinthos’tan, ne de Atina’dan geçiyordu.

Hellenistik dönem krallıkları, Büyük İskender’in başlattığı politikayı reddederek fetih hakkına göre örgütlendi. Bu krallıkların hakim olduğu büyük alanlarda, değişik kültürlerden farklı halklar üzerinde sadece bir krallık otoritesi etkili olabilirdi. Yunanlılar da, yerli halklar üstünde mutlak üstünlüklerini sağlamak için bu siyasal örgütlenmeye rıza gösterdiler. Bütün bu krallıklarda yaşayan yerli halklar, vergi ve angaryaya bağlı bir köylü kitlesinden oluşuyordu. En azından, geri gelen barıştan ve birkaç kuşak boyunca, iyi bir yönetimden yararlandılar: Mısır’ın olanakları akıllıca değerlendirildi ve krallarına müthiş gelirler sağladı; Mezopotamya’daki sulama şebekeleri de doğru bir yönetime kavuştu. Nüfuslarının azlığı nedeniyle yerli halk içinde eriyip yok olmaktan çekinen Yunanlılar, krallık otoritesine bağlı siteler halinde örgütlendiler. Geniş bir özerkliğe sahip ve uzun bir süre vergilerden bağışık olan bu kentler, Akdeniz’den Türkistan’a kadar hızla çoğaldı. Yerlilerden zorla aldıkları ve aynı yerlileri köleliğe yakın koşullarda çalıştırdıkları topraklarla zenginleşmiş birer idari ve ticari merkez durumundaki bu siteler, Hellenizmin barbar ülkelerdeki yuvalarıydı: bu sitelerdeki tapınaklarda geleneksel tanrı kültleri sürdürüldü, gymnasion’lar da ise gençlere Yunan kültürünün temel kavramları aşılandı. Bu okullarda sadece Yunan dili kullanılıyordu ve bu dil, yerli halkların seçkin tabakaları tarafından da benimsenmiş durumdaydı.
Théma Larousse

Helenistik dönem
Doğu Akdeniz ve Ortadoğu uygarlık tarihinde, Büyük İskender’in ölümü ile Romalıların Mısır’ı ele geçirmesi arasındaki dönem (M.Ö. 323-30). Bu dönem boyunca bir yandan Yunan kültürü yayılırken, bir yandan da Yunanlılar öteki halklarla karışmış, Yunan ve Doğulu öğeler iç, içe geçmiştir.

İskender’in ölümünden sonra birçoğu satraplık görevinde bulunan komutanlar kendi egemenlik alanlarını kurmak amacıyla uzun bir mücadeleye giriştiler. Kırk yılı aşkın bir süre boyunca (323-280) iktidar ve topraklar sık sık el değiştirdi. Bu çatışmalar sonucunda yeni bir monarşik yönetim biçimi ile bürokratik bir devlet yapısının, ortak dil Yunancanın kültürel bakımdan birleştirdiği çok sayıda halk kapsayan yeni bir uygarlığın temelleri atıldı.

Helenistik dönemin başlıca üç egemenlik odağı, Yunanistan’ın kuzeyindeki Makedonlar, Filistin ve Anadolu’dan İran’a kadar egemen olan Selevkoslar ve merkezi Mısır’da bulunan Ptolemaioslardı. Bu güçler arasında sürekli bir güç dengesi kurulmuştu. Zaman zaman görülen savaşlar ve dış politika çatışmaları, özellikle Suriye sınırları, Küçük Asya ve Ege üzerinde yoğunlaştı. Yunanistan’da M.Ö.3. yüzyılda iki birlik ortaya çıktı: Orta ve Kuzey Yunanistan’da Aitolia, Sparta ve Elis dışında tüm Peloponnesos’ta Akhaia. Bu iki birlik birbirine karşı gitgide güçlendikçe Makedonya’nın konumu zayıfladı.

M.Ö.280-160 arasındaki dönem kültürel açıdan çok üretken oldu. Tarihçi Polybios, matematikçi Eukleides, gökbilimci Aristarkhos, Hipparkhos ve Selevkos, coğrafyacı Eratosthenes ile Poseidonios ve dil bilgini Dionysios Thraks bu dönemde yetişti. Felsefeye Epikurosçular ve stoacılar damgasını vurdu. “Milo Venüsü”, “Samothrake Nike’si” ve “Laokoon” gibi ünlü heykeller bu dönemde üretildi. Geniş kütüphanesiyle İskenderiye Müzesi (bugünkü anlamıyla müzeden çok, bir araştırma enstitüsü) bilginlerin ve yazarların toplantı yeriydi. M.Ö.3. yüz yılın ünlü Yunan şairi Kailimakhos, bu kütüphanenin katalog sorumlusuydu. İskenderiye’nin yanı sıra başka yerlerde de önemli kütüphaneler vardı. Helenistik krallıkların çöküşü M.Ö.3. yüzyılın sonlarında başladı; M.Ö. 160’larda hızlandı. Illyrialı korsanları yenilgiye uğratan Roma, Adriya Denizinde egemenliği ele geçirirken Makedonya’nın da komşusu oldu. Art arda gelen savaşlar (M.Ö. 214-205, 200- 196, 171-168, 149-148) sonunda Makedonya ve Yunanistan’ı topraklarına kattı.

Bu dönemde Selevkoslar da yitirdikleri topraklar ve bağımlı halkların ayrılması yüzünden küçülmüştü. Selevkos Krallığı Mezopotamya ve Suriye’yle, ancak zayıf bir denetim altında tutulabilen doğudaki yedi “yukarı eyalet”ten ibaret kalmıştı. Karadeniz’in güney kıyısında güçlenmekte olan Pontus, VI. Mithradates Eupator’un yönetiminde büyüyen bir tehlike durumundaydı. Roma’nın harekete geçmesiyle üç Mithradates Savaşı’ndan sonra (M.Ö. 88-85, 83-82, 74-63) Selevkoslular ortadan kalktı. Suriye ve Bithynia (Pontus’un batısıyla birlikte) Roma eyaleti oldular; Armenia, Kommagene, Kapadokya ve öbür bölgelerde de imparatorluğa bağlı krallar başa geçti.

Ptolemaioslar egemenliğindeki Mısır da bu duruma boyun eğerek topraklarını birer birer Roma’ya bıraktı. Helenistik dönemin son perdesi, Mısır’ın Octavianus (sonradan Augustus) ve Marcus Antonius arasındaki iç savaşa sürüklenmesiyle noktalandı. Antonius ve Kleopatra’nın ölümünden sonra Mısır, Roma İmparatorluğu’nun eyaletleri arasına katıldı (M.Ö. 30).
Ana Britannica


Ptoleme Krallığı

HELENİSTİK DÜNYA
Eski imparatorluğun topraklarının birkaç krallığa bölünmesinden önce yapılan savaşlar kırk küsur yıl boyunca sürdü. Bu krallıkların her birini İskender'in generalleri veya onların soyundan gelenler yönetiyordu. Bu krallara "Halefler" veya Diadoki adı verilmiştir. Bu krallıkların en zengini, Ptolemaios adlı bir Makedonun hakimiyet kurduğu Mısır'dı. İskender'in bedenini ele geçirdikten sonra İskenderiye'de görkemli bir mezara gömdürmesi Ptolemaios'a onun koruyucusu olarak özel bir ayrıcalık ve üstünlük sağladı. Kurduğu antikçağın son Mısır Hane-danı, Mısır'ın dışında Filistin, Kıbrıs ve Libya'nın büyük kısmını MÖ 30'a kadar (hanedanın son üyesi, efsanevi Kleopatra'nın öldüğü yıl) yönetti.

Ancak halef devletlerin en büyüğü Mısır değildi. İskender'in Hindistan' da yaptığı fetihleri bir Hint kralı sürdürse de, generallerinden biri olan Selevkos'un çocukları belli bir dönem boyunca Afganistan'dan Akdeniz'e kadar uzanan toprakları yönettiler. Selevkos Krallığı bu kadar büyük kalmadı. MÖ 3. yüzyıl başlarında Küçük Asya'da yeni bir Helenistik Krallık olan Pergamon kuruldu. Bir başkası da Yunan askerleri tarafından Baktria'da kuruldu. Makedonya ise barbarların istilasından sonra yeni bir hanedanın eline geçti. Bu sırada eski Yunan devletleri zaman zaman gevşek birlikler halinde örgütlenmelerine rağmen çözülmeye devam ettiler (oysa bazıları İskender'in ölümü üzerine bağımsızlıklarına tekrar kavuşacaklarını ummuştu). Bu gelgitlerin ve yeni siyasi oluşumların tarihte yarattığı değişiklik, İskender'in fetihleri sayesinde Yunan uygarlığının daha önce olmadığı biçimde kök salıp büyüyeceği bir ortam oluşmasıydı. Yunanca bütün Yakındoğu'nun resmi dili olurken, bu bölgenin şehirlerinde aynı zamanda günlük dil olarak yaygın biçimde kullanılıyordu.

Özellikle Selevkos topraklarında pek çok yeni şehir kurulmuştu. Yunanlı göçmenler bu şehirlere yerleşmeye teşvik ediliyordu. Ancak bunların Ege'nin eski şehir devletleriyle ilgisi yoktu; her şeyden önce daha büyüktüler. Mısır'da İskenderiye, Suriye'de Antakya, Babil yakınındaki yeni başkent Seleukia hep iki yüz bine yakın nüfus barındırıyordu. Üstelik hiçbiri özerk değildi. Selevkoslar ülkeyi eyalet valileri ve eski Pers İmparatorluğu'ndan devraldıkları -5. yüzyılda yaşayan Yunanlıların barbar despotizmi olarak gördüğü- devlet aygıtı aracılığıyla yönetiyordu. Halef devletlerin bürokratları polis'lerin değil Mısır ve Mezopotamya'nın eski geleneklerinden yararlanıyordu. Diadoki ve onların haleflerine eski Pers kralları gibi yarı kutsal unvanlar verilmişti. Ptolemiler Mısır' da firavunların inancını canlandırırken hanedanın kurucusu Soter yani "kurtarıcı" unvanını aldı.

Her şeye rağmen şehirlerde hala Yunan havası vardı. Binalar Yunan geleneğine göre yapılmıştı. Geçmişteki örneklerine çok benzeyen tiyatroları, gimnazyumları, oyun ve festival merkezleri vardı. Yunan geleneği kendini sanatsal üslupta da gösteriyordu. Melos Adası'nda bulunan ve Paris'teki Louvre Müzesi'nde sergilenen Afrodit heykeli (Milo Venüsü), tüm Yunan heykellerinin belki en ünlüsüdür ve bir Helenistik eserdir. Yunan üslubu ve tarzı yayıldıkça Yunan kültürü de yayılıyordu. Buna rağmen kırsal bölgelerde yaşayanlar bu kültürden neredeyse hiç etkilenmemişti (halef devletlerde Yunanca küçük bir azınlığın anadiliydi, ancak pek çok şehirli bu dilin muhtelif türevlerini konuşuyordu). Yunan edebiyatı kısa zamanda yeni yazarlar kazandı. Bu yazarlar, uzun bir süre boyunca refah düzeyi artan bir çevrede okuyucu ve hami bulmakta zorlanmadı. İskender'in savaşları muazzam miktarda altın, gümüş ve değerli nesnelerden oluşan bir ganimet bırakmıştı. Bu miras ekonomik gelişmeyi hızlandırarak düzenli orduları ve bürokratları beslemenin yanı sıra sanatı himaye etmeyi de mümkün kıldı. Helenistik dünya eski Yunan dünyasına göre daha büyüktü ve Yunan kültürüne daha geniş bir sahne sağlıyordu.



Mısır'daki İskenderiye ve Küçük Asya'daki Pergamon antik dünyanın en büyük iki kütüphanesine sahipken Atina'daki akademi de faaliyetini sürdürüyordu. Helenistik bilim daha önce yapılanların üstüne yenilerinin eklendiği bir başka alandı. Özellikle İskenderiye bu alanda çok üstündü. Geometriyi bir sistem içine oturtan ve 19. yüzyıla kadar kullanılmasını sağlayacak bir biçim veren Öklid burada yaşıyordu. Büyük bir olasılıkla Öklid'in öğrencisi olan Arşimet, Sicilya'da vakitsiz biçimde öldüğünde bocurgatın yanı sıra pek çok icadıyla ünlenmişti. Savaşta kullanılan aygıtlar yapmanın dışında fizikte pek çok teorik buluşa imza atmıştı. Hamamda yıkanırken keşfettiği suyun kaldırma kuvvetiyse bir efsane haline gelmiştir. Diğer İskenderiyeliler arasında dünyanın büyüklüğünü ölçen ve buharı enerjiye dönüştüren ilk insan da vardı. Sisam'lı Aristarkos yaygın görüşün aksine dünyanın güneşin etrafında döndüğü sonucuna varmıştı. Onun bu düşüncesi Aristocu fizikle uyuşmadığı için çağdaşları tarafından reddedilmesine rağmen olağanüstü bir başarıydı. Bazı teorileri deneysel olarak sınamaya imkan ve heves olmaması, ayrıca Yunanlıların uygulamalı bilimler yerine matematiğe eğilimli olması bilimsel ilerlemeyi adeta engellese de; Helenistik bilimler yine de insanlığın bilgi birikimine önemli katkılar yaptı. Teknolojinin o zamanki durumu da bazı fikirleri uygulanabilir hale getirmeyi zorlaştırmış olabilir (gerçi bu görüşe itirazlar vardır: bazıları Helenistik bilimadamlarının eğer kafa yormuş olsalar buharlı bir makine yapabilecek imkanlara sahip olduğunu ve Arşimet'in hatırı sayılır bir mühendis olduğunu düşünmektedir). Yine de Helenistik bilimin başarılarının, siyasette kendini yönetme geleneğiyle hayatın amaçları ve insanların nasıl davranması gerektiği konusundaki titiz sorgulama geleneğinin yok olmasını dengelediği düşünülebilir. 

Helenistik dünya yeni ve önemli bir ahlak felsefesi yarattı: Stoacılık. Bu felsefe, insanların kendileri için nasıl bir sonuç doğurursa doğursun erdemli olması gerektiğini savunuyordu. Stoacılara göre erdemli olmak için her şeyden önce doğanın yasalarına uymak gerekiyordu. Bu yasalar evreni ve Yunanlılarla birlikte bütün insanları yönetiyordu. Stoacılık bütün insanlık için geçerli bir ahlak felsefesi üretmeye yönelik ilk girişimdi. Üstelik klasik Yunan filozoflarına asla nasip olmayan olağanüstü bir zihniyet hamlesiyle, ilk kez köleciliğe karşı çıkıyordu. Stoacılık Roma eliti üzerinde yüzyıllar boyunca etkili oldu.

Avrupa Tarihi, J.M.Roberts, İnkılap Yayınevi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder