Rusya Tarihi- Romanovlar- 19.yüzyıl
Genişleme ve reform dönemiDevrimci savaşlar ve Napolyon savaşları sırasında Rusya Fransa'nın karşısında, birleşik güçlerden yana yer almıştır. İmparatorluğun istilası, Fransızların, 1812 Borodino zaferi ve Moskova yangını, yurt çapında (Lev Tolstoy'un Savaş ve Barış [Voync i Mir] adlı kitabında çok güzel anlattığı) bir seferberlik başlatmıştır. General Kutuzov'un birlikleri tarafından hırpalanan, soğuk nedeniyle zayıf düşen ve «yangın» taktiğiyle aç kalan Fransız orduları 1812'den itibaren bozguna uğramaya başladı. 1815'te, Napolyon'un aldığı yenilgi, Rus ordularını Paris'e kadar getirmiş ve imparator I. Aleksandr (1801-1825), Viyana Kongresi'nin (1815) ve otuz yıl boyunca Avrupa güçler dengesinin hakemi olmuştur.
Pavel'den sonra tahta çıkan oğlu I. Aleksandr , Rusya'yı kuşatan düşmanlık çemberini kırmak için İngiltere ve Fransa'yla ilişkileri düzeltmenin yanı sıra Prusya ve Avusturya'ya karşı yakınlaşma politikası izledi. Bu barış ortamında gerçekleştirmeye çalıştığı reformlar, Napoleon'un 1805'te Avrupa'daki savaşı yeniden başlatmasıyla kesintiye uğradı. Birbirini izleyen yenilgiler üzerine Tilsit Antlaşması'yla (1807) sağlanan barış, Napoleon'un 1812'de Rusya'ya saldırmasıyla bir kez daha bozuldu. Napoleon'u bozguna uğratan Rus ordularının batıya doğru başarılı ilerleyişi ve Aleksandr'ın yeni bir ittifakın yaratılmasında oynadığı büyük rol, Rus Çarlığı'nı Avrupa'nın önde gelen devletleri arasına soktu. A.B.
Kafkasya'da Rus hâkimiyeti artmaktaydı (1811'de, Gürcistan'ın teslim alınması, 1828'de doğu Ermenistan'ın ilhak edilmesi). Buna paralel olarak, imparatorluk, Balkan ülkelerinin Osmanlı Devletine karşı yürüttükleri bağımsızlık savaşlarını destekleyerek (1820'li yıllarda) Balkanlar üzerindeki etkisini güçlendirmeye çalışmaktaydı.
Bu arada, Avrupalıların oluşturduğu güç-birliği ile karşı karşıya kalan Rus imparatorluğu, Kırım Savaşı'nın (1854-1855) ardından imzalanan Paris Antlaşmasıyla (1856) Boğazların denetimini ele geçirmekten vazgeçmek zorunda kalmıştı. Batı'da Polonya'nın kararsız bağımsızlık isteği (1815'te Varşova bölgesi, hiçbir zaman Rus İmparatorluğu'na bağlanmamış, «Kongre krallığı»ndan oluşmaktaydı) 1831 ayaklanmasından sonra kanla bastırılmıştı.
Yönetim mekanizması. Yekaterina sonrasında Senato'ya temsili bir nitelik kazandırarak bu organı iktidarın odağı durumuna getirmeye çalışan soyluların çabalan sonuçsuz kaldı. Böylece otokratik yönetim yapısı korunurken, temsili kurumlar danışma organlarıyla sınırlandırıldı. Aleksandr döneminde devlet işlerini yürütmek üzere oluşturulan bakanlıklar eşgüdümü sağlama açısından bir komite altında bir araya getirildi. Gerçek anlamda bir kabineye denk düşmeyen bu düzenleme, yalnızca içişlerinin bütünüyle Aleksey Arakçeyev'e bırakıldığı dönemde etkili bir işlerlik kazandı. Komitenin varlığına son vermemekle birlikte bakanla-n doğrudan kendine bağlama yoluna giden Nikolay, iktidar yetkilerini önemli ölçüde özel kalemine ve bu kalem bünyesinde oluşturulan dairelere kaydırdı. İç güvenlikten sorumlu üçüncü daire, otokrasi karşıtı güçleri sindirmede ve halkı denetim altında tutmada en önemli araç durumuna geldi. Çarlık düzeninin başlıca dayanağı, çara bağlılık temelinde örgütlenmiş olan bürokrasiydi. Rus bürokratları arasında paye ve statü önde geldiğinden, katı hiyerarşik sistem yetenekli kişilerin yükselmesine pek olanak vermiyordu. 19. yüzyılın ilk yarısında alt kademe memurların sayısının üç kat artmasıyla bürokraside büyük bir şişkinlik başladı. Genelde yetersiz bir öğrenimden geçen ve düşük ücretler alan geniş memurlar ordusunda kayırıcılık, rüşvet ve yolsuzluk son derece yaygındı. Yetki ve sorumlulukların aşın merkezileşmesi nedeniyle bürokrasi çok ağır işliyordu.
|
---|
I.Nikolay'ın hükümdarlık dönemi (1825-1855), Fransız Devriminin düşüncelerinden etkilenerek, çarlık rejimini serbestleştirmek isteyen subay ve soyluların komplo girişimi olan, dekabrist, ayaklanmasının (14 aralık 1825) başarısızlığının ardından gelen muhalefet hareketlerinin bastırılmasıyla geçmiştir. Aslında hiç halk desteği olmayan bu hareketin ezilmesi (çeşitli idamlar ve Sibirya sürgünleri) II. Aleksandr'ın (1855-1881) yönetimine kadar her türlü soylu muhalefetine son vermiş ve ülke 1848 yılındaki devrimci dalgadan etkilenmemiştir.
Bu dönem, üniversite ve kolej sayısının hızla arttığı, gazetelerin ve bilimsel yayınların (Yurt Yıllıkları, 1838) geliştiği ve özellikle de, Rusya'nın toplumsal gerçeklerinin ağırlığını yansıtan güçlü bir yazar kuşağının (Puşkin, Lermontov, Turgenyev, Gogol, Dostoyevski) doğduğu bir dönemdir.
XIX. yy'ın ilk yarısı, aynı zamanda belli bir ekonomik gelişmeye de damgasını vurmuştur. Katı gümrük duvarları ile (1822) korunan, pamuğa dayalı tekstil sanayii gelişmiş ve başkente yakın köylerde modernleşmeye başlamıştır. Zanaat ve imalat etkinliklerinde çeşit artmıştır; aslında 1850’den önce gerçek anlamda ekonomik bir hareketlilikten söz edilemez. Rusya'nın, Batı kapitalizminin gerisinde kalması dört nedenle açıklanabilir: XVIII. yy boyunca, ekonomi alanında teşvik edici bir rolü olan devletin bu alanda pasif kalması; özel teşebbüsün genellikle az olması; sayıca (1851'de nüfus 70 milyondur) önemli olmasına karşın, iç pazarın yeterince hızlı bir gelişme kaydedememesi (ulaşım zorlukları, toprakların genişliği); son olarak da nüfusun büyük bir çoğunluğunun toprağa bağlı olması.
(Köylülerin)Özgürlüksüzlüğü bazen o kadar büyük olabiliyordu
ki, Rusya'da ve Polonyanın bazı yerlerinde olduğu gibi,
topraktan ayrı olarak satılabilen taşınır bir mal olan köleden hemen hemen hiçbir
farkı kalmıyordu.
(1801 'de Gazette de Moscou'da şöyle bir ilan
yayımlanmıştı: "Satılık: Terbiyeli ve görünüşleri iyi
üç arabacı, yanında her ikisi de farklı el işlerinde becerikli ve güzel görünüşlü 18 ve 15 yaşlarında
iki kız. Aynı evden, biri 21 yaşında, okumayı, yazmayı, müzik aleti çalmayı
bilen araba kullanan, diğeri bay ve bayanların saçlarını yapmakta usta,
aynı zamanda piyano ve org çalan iki berber.". Serflerin büyük
bir bölümü ev işlerinde çalıştırılırdı; 1851'de Rusya'da bütün serflerin yaklaşık yüzde
5'i evlerde çalıştırılıyordu. ). E.Hobsbawm, Devrim Çağı, Dost Kitabevi
|
En önemli' ekonomik ve toplumsal sorun, tabiî ki Avrupa Rusyası'nda köylülerin yarısının, bu yüzyılda hâlâ serflikle geçiniyor olmalarıydı. Bu arkaik sistem, özerk köylü komünlerinde (mir) korunduğunu düşündükleri Ortaçağ Rus geleneğini savunan Slavseverler (Kireyevski, Aksakov, Homyakov, Samarin) ve Batı tarihinin, Rusya tarihine öncülük etmesi gerektiğini savunan Batı yanlılarının tamamı (Herzen, Bielinski, Granovski, Kavelin, Annenkov) tarafından mahkûm edilmekteydi. Ama genellikle kendileri de soylu olan bu intelligenstia üyeleri, toplumdan soyutlanmışlar ve sisteme sıkı sıkıya bağlanmış ve köylülerin özgürleştirilmesinin ayaklanmalardan başka bir işe yaramayacağı fikrinden çekinen toprak aristokrasisi ile karşı karşıya kalmışlardı.
Rusya'da bir reform çağının başlaması için, kurumsal zayıflıkları ortaya çıkaran 1856 Kırım yenilgisini ve daha liberal bir çarın tahta geçmesini beklemek gerekmişti. Serflikten kurtulan köylülerle ilgili 19 şubat 1861 tarihli kararname, Rus köylerindeki ekonomik ve toplumsal güç ilişkilerinde köklü değişikliklere yol açmıştır. Bu kararname, peşinatı devletin ödediği geri satın alma yoluyla, bütün eski serflere, bölgelere göre değişen boyutlarda, ama genellikle serf olarak işlediklerinden daha küçük, bir toprak parçası verilmesini sağlamıştır. Bu reform, bir yandan, kırsal emeğin bir bölümünü, sanayi kesiminde çalışmak üzere serbest bırakmış; öte yandan küçük toprak parçalarını satın almak için uzun yıllar borçlanan köylülerin büyük çoğunluğunu yoksul düşürmüştü. Her ne kadar yeni kararname, eskiden senyörlerin yetkisi altındaki malî ve hukuksal görevleri devrettiği kırsal komünün yapısını güçlendirmişse de, toprak bölünmesini engelleyememiştir; eski sertlerin büyük bir çoğunluğu kendi paylarına düşen toprağın yanı sıra, kiraladıkları toprakları da işlemek zorunda kalmışlardı. 1880'de köylüler, 33 milyon hektar toprağı geri almışlardı ve 25 milyon hektarı kiralayarak ekiyorlardı
.
.
Aynı biçimde, yönetimde, hukuk sisteminde ve orduda da reformlar yapılmıştı. 1864'te, zemstvo (yerel meclisler) oluşturuldu: bu meclisler, ancak belirli bir vergi ödeyenlerin katıldığı bir seçim sistemiyle seçilmiş toprak sahipleri, şehirli ve köylü temsilcilerden kuruluydu. Yolların bakımı, sağlık ve eğitimle yükümlü bu meclisler, yeni orta sınıfa iktidar mahkemeleri önünde halkın ihtiyaçlarını dile getirme imkânı tanımaktaydı. Aynı yıl gerçekleştirilen bir reform, görev dokunulmazlığı verilen yargıçların bağımsızlığını sağlayarak, yargı ve yönetimi birbiriden ayırmıştı. Askerî alanda tertiplerin yeniden düzenlenmesi ve 1874'te zorunlu hizmetin yürürlüğe girmesi, güçlü bir emperyalist siyasetin koşullarını hazırlamıştı. Oysa bu dönemde, ülke hedeflerinin büyüklüğü, ekonomik koşulların zayıflığıyla çelişmekteydi.
Eğitim ve düşünce akımları. Aleksandr döneminde yasayla düzenlenen eğitim sisteminin yeni üniversite ve okullarla yaygınlaşmasına, aynı zamanda "zararlı düşünceler"i önlemeye yönelik sıkı bir denetim eşlik etti. Nikolay'ın yönetiminde okullarda daha özgür bir ortama izin verilmesine karşın, üniversite öğrenimini soylu ve varlıklı çevrelerin çocuklarıyla sınırlamaya yönelik sistemli bir çaba başladı. Gene de küçük memur, esnaf ve papazların oluşturduğu bir kesimden gelen yeni bir aydın tabaka ortaya çıktı. Doğrudan siyasal eleştirilerin sert cezalarla karşılaştığı ağır baskı ve sansür ortamında, düşünce akımları ancak felsefe ve edebiyat alanında ifade olanağı buldu. Aydınlar arasındaki değişik eğilimler Slavofiller ve Batılılaşma yanlılan biçiminde bir kutuplaşma yarattı. A. Herzen, V. Belinski ve M. Bakunin gibi adların temsil ettiği Batılılaşma akımı, Avrupa tipi bir burjuva liberalizminden çok, radikal bir siyasal dönüşümü savunuyor ve otokrasinin dayanağı olan Ortodoks Kilisesi'nin etkisini kırmayı hedef alıyordu. Buna karşılık Petro döneminde Ba-tı'ya açılmanın sağlam geleneksel yapıyı bozduğunu öne süren Slavofillerin programı, Rusya'ya özgü kurumlan ve Ortodoksluğu temel alan evrimci bir gelişme çizgisine dayanıyordu. İki akımın temsilcileri zaman zaman belirli noktalarda buluşabiliyor, aynca bazı görüşlerle birbirlerini etkileyebiliyordu. |
---|
Sanayi devrimi ve muhalefetin yükselişi
Her ne kadar serfliğin kaldırılması Rusya'yı doğrudan doğruya kapitalist aşamaya soktuysa da ilk sermaye birikimlerinin zayıflığı ve kendini büyük taşra burjuvazisine dönüştüremeyen toprak aristokrasisinin durağanlığı ekonomideki gecikmenin telafi edilmesine izin vermemiştir.
1880'den sonra sanayideki gelişmenin seyri, yoğun demiryolu inşaası, demir-çelik ve metalürji sanayilerindeki gelişmelerle birlikte ani bir hız kazanmıştır. Yüzyılın sonunda, Moskova, Nijni-Novgorod, Kırım, Baltık ülkeleri ve Ukrayna'yı bağlayan demiryolu ağı 25 000 km uzunluğundaydı. 1891'de, Sibirya ve imparatorluğun güneyindeki bölgelerin değerini artıran Transsibirya hattının yapımı başlamıştı. Farklı ulaşım araçlarının, ticaret filosunun, liman donanımlarının modernleştirilmesi devlet, özel sermaye ve özellikle Batı kapitalizminin katkılarıyla finanse edilmişti: 1900'de, demiryollarına yatırılan sermayenin en az yüzde 72'si dış kaynaklıydı- bu sermaye özellikle de 1887'den beri Ruslara borç veren Fransız ağırlıklıydı.
Ülkenin sanayi coğrafyası 1890'lı yıllardan başlayarak gözle görülür bir değişikliğe uğramıştır. Vaktiyle sanayileşmiş bölgeler, farklı bir şekilde gelişmişti (Moskova bölgesi en canlı ekonomik merkez olurken, Ural Bölgesi eski durumunu korumuştu); üretim yöntemleri modernleşmişti (Sen -Petersburg'daki Putilov fabrikası, 1913'te, makine yapımı için 13 000 işçi istihdam etmişti); Ukrayna'da tahıl üretimi ve metalürji sektörü bir arada görülmekteydi; pamuk sanayisi batıya (Narva, Riga) uzanmaktaydı.
Sanayideki bu hareketlilik, sayısal açıdan halen sınırlı (1913'te toplam 128 milyon olan nüfusun 3 milyonu) olmakla birlikte, sefalet içinde ve belediyelerdeki temsil sisteminden dışlanmış bir halde yaşadıkları şehirlerde yoğunlaşmış ve ciddi bir toplumsal sorun oluşturan proletaryanın doğmasına neden olmuştur. Öte yandan köylülerin durumunda, yaşam koşullarının giderek kötüleşmesi ve statü eşitsizliğinden kaynaklanan gerilimler görülmektedir.
Giderek yaygınlaşan yoksulluk, 1870'li yıllardan başlayarak güçlü bir muhalefet akımını beslemişti. Mutlakıyet rejimine muhalif ve reformların hayal kırıklığına uğrattığı yeni bir orta sınıf intelligenstia'sı olası bir devrimin zeminini Rus köylü kesiminde gören popülist bir öğreti geliştirmiştir. Barış yanlıları, Bakunin ve Lavrov, genellikle olaylara kayıtsız kalan kırsal kesimi siyasallaştırmak için 1874'te bir «halka yöneliş» hareketini başlattılar. Bu başarısız deneyimin ardından gelen şiddetli baskı, popülistlerin bir bölümünü terörizme yöneltti. 1879'da kurulan «Halkın özgürlüğü» örgütü, II. Aleksandr'ın hayatına mal olan suikastı hazırlayıp gerçekleştirdi (1881).
Serfliğin kaldırılması ve reform. Rusya'yı ileri Batı ülkelerinin düzeyine çıkarmak amacıyla köklü değişiklikler yapılması gerektiğini gören II. Aleksandr, toprak sahiplerinin sert muhalefetini belirli ödünlerle yumuşatarak 3 Mart 1861'de serfliği kaldıran bir kararname yayımladı. Bu kararnamede on milyonlarca kişi özgürlüğe kavuşturulurken, uzun vadeli bir ödeme programıyla eski serflere belirli ölçüde toprak dağıtıldı. Mülk sahibi geniş bir köylü sınıfı yaratma çabası toprak sahiplerine verilen tazminatları karşılamak için köylülerin ağır bir borç altına sokulması ve birçok bölgede köylülerin topraklarını ellerinde tutamaması gibi nedenlerle başarısızlığa uğradı. Buna karşılık toprak sahiplerinin ekonomik dayanaklarının zayıflamasıyla feodal ilişkilerde hızlı bir çözülme süreci başladı. Serfliğin kaldırılmasıyla birlikte toprak sahiplerinin yerel yönetimdeki ağırlığı da kırıldı. Daha önce toprak sahiplerince seçilen yerel yöneticilerin, merkezden atanması ilkesi getirildi. Kökeni çok eskiye dayanan köy komünü sistemi, devlet adına vergi toplamayı sağlayan bir araç olarak düzenlendi. Bu reformların ardından 1864'te, zemstvo denen yerel yönetim meclisleri oluşturuldu. Üyeleri seçimle belirlenmekle birlikte oy ve sandalye dağıtımı sayesinde toprak sahibi soyluların büyük bir ağırlık taşıdığı zemstvo'lara eğitim, sağlık, yol yapımı ve başka yerel işlerle uğraşma yetkisi tanındı. Aynı yıl yargı alanında yapılan geniş çaplı bir reformla düzenli ve modern bir adli sistem kuruldu. Aleksandr bu tür reformların yanı sıra siyasal alanda da bir yumuşama başlattı. Birçok mahkûm ve sürgünü bağışlayarak baskı ve kısıtlamaları hafifletti. Liberal çevrelerin temsili bir yönetim oluşturulması yönündeki isteklerine sert biçimde karşı çıkarak, otokratik düzeni koruma yoluna gitti. |
---|
Başa geçen III. Aleksandr (hd 1881-94) babasının bir süre önce ele aldığı meşruti düzene geçiş tasansını bir yana bırakarak eğitimi sınırlama, zemstvo'ların çalışmalan-nı engelleme ve köy komünleri üzerinde daha sıkı bir denetim kurma gibi baskıcı önlemler aldı. Olağanüstü yetkilerle donatılan ve maddi koşullan düzeltilen bürokrasi, etkili bir baskı aracı durumuna geldi. Öte yandan ekonomik gelişmenin yarattığı yeni toplumsal güçler ve gerginlikler yeniden etkili bir muhalefet doğurdu. Merkezi hükümetin otoriter tutumunun da etkisiyle zemstvo'lar içinde güçlenen ılımlı liberal hareket, otokrasiyi korumada direten II. Nikolay'ın (hd 1894-1917) çar olmasından sonra daha da yaygınlaştı. Aydınlara ve serbest meslek sahiplerine dayanan radikal akımlar boy gösterirken, sosyalist harekete temel oluşturan sanayi işçileri ile özellikle Orta Volga bölgesindeki köylüler arasında da bir hareketlenme başladı.
Devrime doğru Rusya, dış dünyaya her zaman güçlü görünmekteydi. Ülkenin Doğu'ya yayılması 1860'ta Vladivostok'un kurulmasıyla somutlaşmıştı. Bu tarihten başlayarak Rus filosu Kuzey Pasifik'te serbestçe yol almıştır. Rusya, Çin'deki üstünlüğünü korumak için, Japonya ile savaşa girer ama iki yıl süren kara ve deniz savaşlarının ardından 2 ocak 1905'te teslim olmak ve göz koyduğu veya daha önceden istila etmiş olduğu bütün toprakları (Güney Sahalin ve Kore) Japonlara bırakan bir anlaşma imzalamak zorunda kalır.
Yine 1905'te Sen-Petersburg'daki bir halk gösterisi kanla bastırılmıştı (9 ocak, Kanlı Pazar). Büyük bir hızla, tüm ülke ayaklanma haline geçmişti ve hükümet Meşrutiyetçi Demokrat Parti (1905 sonbaharında kurulmuş olan KD) programına uygun olarak, seçimle işbaşına gelmiş bir Yasama Meclisi'ni (Duma) kurmak zorunda kalmıştı. Meşrutî bir monarşinin yürürlüğe girmesi, köylerdeki ayaklanmalar, ordudaki (Potemkin ayaklanması) veya şehirlerdeki (Sen-Petersburg ve Moskova'da Sovyetlerin kurulması) devrimci çalkantıları durduramamıştı. Baskı korkunçtu. İki kez feshedilmiş olan Duma, 1907'de yeniden kurulmuştu («Senyörler Duması») ama bu Duma'da muhalefet hiçbir biçimde temsil edilmemekteydi. Moskova sovyeti dağıtılmış, basın sıkı bir denetim altına alınmış ve toplantılar neredeyse yasaklanmıştı. Meşrutî monarşi, toplumun gereksinimlerine karşılık veremez hale gelmiş ve Stolıypin'in yaptığı reformlar (toprak dağıtımı, çalışma koşullarının düzenlenmesi) 1905'te başlayan devrimci süreci durdurmaya yetmemişti. Şehirli nüfus arttıkça, büyük bir hızla gelişen bir toplum karşısında çar II. Nikolay devlet işleriyle pek az ilgilenmekte ve iktidar temel demokratik hakların gerekliliğini görmemezlikten gelmeyi sürdürmekteydi, iktidardaki bu tembellik ve zayıflık, Birinci Dünya Savaşı'nın yol açtığı büyük kayıplar ve ülkedeki genel kızgınlık şubat 1917'de tüm Rus toplumunun imparatoruk rejimine karşı ayaklanmasına ve bu rejimin ölüm fermanını imzalamasına yol açmak üzere bir araya gelmişti. Axis |
---|
Kaynaklar:
Axis 2000
Ana Britannica
Times Dünya Tarihi Atlası
Rusya'nın önlenemez yayılması 1683-1914 yılları arası dönemde ortalama olarak günde 140 km2 olarak hesaplanmıştır. Napoleon Savaşlarının kazancının ardından, ana ivmeler artık Çin ve Japonya aleyhine, Rusların bazen "Orta Güney" dedikleri Kafkaslar ve Orta Asya'ya yönlendirilmişti. Ne var ki, Avrupa da hoşgörünün sınırlarını sürekli zorlayan Ayı'ya karşı bağışık değildi. Rusya'nın Yunan bağımsızlık savaşına müdahalesi alarm çanlarını çalmış ve Edirne Antlaşmasından (1829) kazancı Tuna deltasının ufak bir köşesiyle sınırlandırılmıştı.
1831'de olduğu gibi 1863'te de Rusya'nın Polonya'nın nominal bağımsızlığını ihlali, Britanya ve Fransa'nın sert protestolarına yol açtı. Fakat bu kendilerinin de gem vurmak zorunda oldukları Polonya toprağına sahip olan Berlin ve Viyana için kötü değildi. Böylece hiçbir şey yapılmadı. Rusya'nın 1853'te Tuna prensliklerine ilerlemesi Avusturya'dan ivedi bir askeri reaksiyona ve Kırım Savaşına öncülük etti. Bundan sonra St. Petersburg Avrupa'da doğrudan ilhakların pahalıya mal olacağını ve imparatorluğun bazı yerlerinin üstün donanmaya sahip güçlerden gelebilecek saldırılara açık olduğunu anladı. Kuzey Amerika'dan çekilme kararı alındı ve 1867'de Alaska ABD'ye cüzi bir miktar olan sekiz milyon dolara satıldı. Mülk daha başka yerlerde daha kolay alınabilirdi. 1859'da yarım yüzyıllık bir vahşet ve yağmadan sonra, Kafkasların dağ kabilelerinin fethi tamamlanmış ve Çeçen kahraman (Şeyh) Şamil ele geçirilmişti.
Bütün bunlara rağmen yirmi yıl içinde Ruslar Balkanlara geri döndüler. Bu kez açılış üç Osmanlı ilinde birden eşzamanlı başkaldırılarla gerçekleşti; Bosna, Hersek ve Bulgaristan. Sırbistan ve Karadağ'ın askeri müdahalesi, Avusturya'nın diplomatik oyunları ve Bulgaristan'da yüz otuz altı Türk subayının öldürülmesi şiddetli bir Osmanlı misillemesine yol açtı. 1876 Mayısında, yirmi binden fazla köylü Bulgaristan'da öldürüldü, Londra'da Gladstone öfkeliydi ve "Bırakın Türkler suistimallere tek mümkün yolla devam etsinler, yani kendilerini buralardan sürerek" dedi, Ardından İstanbul'da iki Sultan tahtan indirildi. St. Petersburg'da Çar, Balkan Hristiyanlarını korumayı kendine görev edindi. Lanetli lakaplı Sultan II. Abdülhamid'e (h. 1876-1909) koşul dikte ettirmek için iki uluslararası konferans düzenlendiyse de, o bunları parlamenter bir anayasa vaatleriyle geçiştirdi. 1877 Nisan’ında Rus orduları Tuna civarındaki ve Doğu Anadolu'daki Osmanlı topraklarını işgal ettiler. İlerlemeleri, Balkan geçitlerindeki sağlam Türk direnişi tarafından uzun süre ertelenmişti; fakat Ocak 1878'de Kazaklar İstanbul'un surlarını tehdit ediyorlardı. Aya Stefanos Antlaşmasıyla (1878) Babıâli Çarın koşullarını ve boyutları kaygı verici düzeye ulaşan bağımsız "Büyük Bulgaristan'ın yaratılmasını da kabul etmek zorunda kaldı".
13 Haziran-13 Temmuz 1878 tarihleri arasındaki Berlin Kongresi Aya Stefanos Antlaşmasının revizyonu ve Rus ihtiraslarının dizginlenmesi amacını taşıyan Britanya ve Avusturya'yı tatmin için toplandı. Büyük bir diplomatik olay olmakla beraber, tüm Avrupa güçlerinin sorunlarını eşit koşullarda oturup çözebileceklerinin sonuncusu olmuştur. Bismarck'ın koltuktaki "dürüst aracı" rolüyle birlikte, Birleşik Almanya'nın Avrupa'daki başat statüsü ve savaş rüzgârları, Londra'daki müzikhollere şöyle yansımıştır:
Birçok yönden Kongrenin Avrupa güç oyununun en kinayeli taraflarını otaya çıkartması gariptir. Balkan halklarından hiçbiri yeterince temsil edilmemiştir. Hiçbirine önem verilmemiştir: Bosna ve Hersek Avusturya işgaline verilmiş, Bulgaristan ikiye bölünmüş ve Ege'den uzaklaştırılmış, Sırbistan, Karadağ ve Romanya'nın bağımsızlıkları teyid edilmiş ve hepsinin en önemli saydığı toprak parçaları reddedilmiştir. Güçler buna karşıt olacak şekilde sadece kendilerini düşünmüşlerdir: Rusya, boğazların reddedilmesiyle, Romen müttefiğinden Besarabya'yı almış; Britanya, Osmanlı'dan Kıbrıs'ı almış; Avusturya Yeni Pazar'ın Sancak'ını almış ve Disraeli Berlin'i "Onurlu Bir Barış" iddia ederek terk etmiştir. Balkan milletlerinin hemen akabinde çoğu zaman şiddet içeren kendi çözümlerine başvurmalarına hiç şaşırılmamalıdır. Avrupa devletleri güç dengesini bırakıp, kendi ikili anlaşma ve ittifaklarında güvenlik bulmaya çalıştılar. Ulusal çıkarlar uğruna frenler her yönden kaldırılmıştı.
Rus
İmparatorluğunun sürekli yayılması ve Osmanlıların kalıcı geri çekilmesi.
Balkan milletlerinin bağımsızlığına, Kırım Savaşına (1854-1856) ve 1914
kriziyle sonuçlanacak bir dizi karışıklığa yol açtı. Osmanlıların çöküşü yüzyıl
ilerledikçe daha da belirgin görünüyordu. Bu Ruslar için tamamen arzu edilen
bir şeydi. Boğazlar üzerinde yeniden Hristiyan hakimiyetinin kurulması, Üçüncü
Roma mitosunu, formüle edilmesinden beri Çarlık Rusyasının nihai amacını oluşturmuştu.
Boğazlara egemen olmak, Rusya'nın sıcak sulara sınırsız olarak açılması
rüyasını gerçekleştirecekti. Dostoyevski'nin 1871 de zafer beklentileri içinde
söylediği gibi: "Konstantiniye bizim olacaktır!" Diğer güçler için
"Avrupa'nın hasta adamı"nın çöküşü birçok tehlike içermekteydi.
Britanya, Hindistan'a olan iletişim hatlarından kaygı duyuyordu. Avusturya
kendini güneydoğu sınırında Rusya tarafından desteklenmiş bir devletler güruhu
tarafından tehdit edilmiş hissediyordu. Almanya kendisinin askeri gücünü bir
gün elinden alabilecek tek kara gücünün yükselişinden kaygı duyuyordu,
Rusya'nın önlenemez yayılması 1683-1914 yılları arası dönemde ortalama olarak günde 140 km2 olarak hesaplanmıştır. Napoleon Savaşlarının kazancının ardından, ana ivmeler artık Çin ve Japonya aleyhine, Rusların bazen "Orta Güney" dedikleri Kafkaslar ve Orta Asya'ya yönlendirilmişti. Ne var ki, Avrupa da hoşgörünün sınırlarını sürekli zorlayan Ayı'ya karşı bağışık değildi. Rusya'nın Yunan bağımsızlık savaşına müdahalesi alarm çanlarını çalmış ve Edirne Antlaşmasından (1829) kazancı Tuna deltasının ufak bir köşesiyle sınırlandırılmıştı.
1831'de olduğu gibi 1863'te de Rusya'nın Polonya'nın nominal bağımsızlığını ihlali, Britanya ve Fransa'nın sert protestolarına yol açtı. Fakat bu kendilerinin de gem vurmak zorunda oldukları Polonya toprağına sahip olan Berlin ve Viyana için kötü değildi. Böylece hiçbir şey yapılmadı. Rusya'nın 1853'te Tuna prensliklerine ilerlemesi Avusturya'dan ivedi bir askeri reaksiyona ve Kırım Savaşına öncülük etti. Bundan sonra St. Petersburg Avrupa'da doğrudan ilhakların pahalıya mal olacağını ve imparatorluğun bazı yerlerinin üstün donanmaya sahip güçlerden gelebilecek saldırılara açık olduğunu anladı. Kuzey Amerika'dan çekilme kararı alındı ve 1867'de Alaska ABD'ye cüzi bir miktar olan sekiz milyon dolara satıldı. Mülk daha başka yerlerde daha kolay alınabilirdi. 1859'da yarım yüzyıllık bir vahşet ve yağmadan sonra, Kafkasların dağ kabilelerinin fethi tamamlanmış ve Çeçen kahraman (Şeyh) Şamil ele geçirilmişti.
1860'tan sonra Amur ve deniz illeri Çin'den, 1864 te Türkistan İran'dan 1875'te Sakhalin ve Kuriller Japonya'dan alınmıştı.
Bütün bu kazançlar daha sonra kaybedenler tarafından "eşit olmayan anlaşmaların" meyvesi olarak adlandırılmıştır. I900'de Mançurya'nın Ruslar tarafından işgali anlaşmazlığa ve Rus-Japon savaşında yenilgiye yol açtı (1904-1905). 1907'de İran'ın İngiliz ve Rus etki alanına ayrılması, Britanya'nın birkaç on yıldan beri Orta Asya hakkındaki kaygılarını sona erdirirken, Rusya'nın Basra Körfezi hakkındaki niyetleri konusunda kuşkular yarattı.
Kırım
Savaşı (1853-1856), Britanya ve Fransa'nın Osmanlılara, Rusların Osmanlıların
Hıristiyan tebaasını koruma emellerine karşı yardım etmeye karar vermesiyle
başladı. Avusturya derhal Tuna prensliklerini işgal etti ve Batı güçleri de
Sardinya'dan yardım alarak Kırım'a ceza amaçlı bir harekât yaptı. Kötü siper
savaşı, kolera ve korkunç kayıplara rağmen, Sivastopol'ün kuşatılması başarıya
ulaştı. Paris Barış Anlaşması (1856) Karadeniz'i silahtan arındırdı,
Osmanlıların Hristiyan tebası üzerinde ortak bir Avrupa mandası oluşturuldu ve
Osmanlı İmparatorluğuyla prensliklerinin bütünlüğünü garanti altına aldı.
Bütün bunlara rağmen yirmi yıl içinde Ruslar Balkanlara geri döndüler. Bu kez açılış üç Osmanlı ilinde birden eşzamanlı başkaldırılarla gerçekleşti; Bosna, Hersek ve Bulgaristan. Sırbistan ve Karadağ'ın askeri müdahalesi, Avusturya'nın diplomatik oyunları ve Bulgaristan'da yüz otuz altı Türk subayının öldürülmesi şiddetli bir Osmanlı misillemesine yol açtı. 1876 Mayısında, yirmi binden fazla köylü Bulgaristan'da öldürüldü, Londra'da Gladstone öfkeliydi ve "Bırakın Türkler suistimallere tek mümkün yolla devam etsinler, yani kendilerini buralardan sürerek" dedi, Ardından İstanbul'da iki Sultan tahtan indirildi. St. Petersburg'da Çar, Balkan Hristiyanlarını korumayı kendine görev edindi. Lanetli lakaplı Sultan II. Abdülhamid'e (h. 1876-1909) koşul dikte ettirmek için iki uluslararası konferans düzenlendiyse de, o bunları parlamenter bir anayasa vaatleriyle geçiştirdi. 1877 Nisan’ında Rus orduları Tuna civarındaki ve Doğu Anadolu'daki Osmanlı topraklarını işgal ettiler. İlerlemeleri, Balkan geçitlerindeki sağlam Türk direnişi tarafından uzun süre ertelenmişti; fakat Ocak 1878'de Kazaklar İstanbul'un surlarını tehdit ediyorlardı. Aya Stefanos Antlaşmasıyla (1878) Babıâli Çarın koşullarını ve boyutları kaygı verici düzeye ulaşan bağımsız "Büyük Bulgaristan'ın yaratılmasını da kabul etmek zorunda kaldı".
13 Haziran-13 Temmuz 1878 tarihleri arasındaki Berlin Kongresi Aya Stefanos Antlaşmasının revizyonu ve Rus ihtiraslarının dizginlenmesi amacını taşıyan Britanya ve Avusturya'yı tatmin için toplandı. Büyük bir diplomatik olay olmakla beraber, tüm Avrupa güçlerinin sorunlarını eşit koşullarda oturup çözebileceklerinin sonuncusu olmuştur. Bismarck'ın koltuktaki "dürüst aracı" rolüyle birlikte, Birleşik Almanya'nın Avrupa'daki başat statüsü ve savaş rüzgârları, Londra'daki müzikhollere şöyle yansımıştır:
Savaşmak
islemiyoruz, ama zorunluyuz.
Gemimiz, adamımız ve paramız da var
Gemimiz, adamımız ve paramız da var
Ayıyla
daha önce savaştık ve Brilonlar da doğru davranırsa
Ruslar
Konstantiniye'ye sahip olamayacaklar.'
Birçok yönden Kongrenin Avrupa güç oyununun en kinayeli taraflarını otaya çıkartması gariptir. Balkan halklarından hiçbiri yeterince temsil edilmemiştir. Hiçbirine önem verilmemiştir: Bosna ve Hersek Avusturya işgaline verilmiş, Bulgaristan ikiye bölünmüş ve Ege'den uzaklaştırılmış, Sırbistan, Karadağ ve Romanya'nın bağımsızlıkları teyid edilmiş ve hepsinin en önemli saydığı toprak parçaları reddedilmiştir. Güçler buna karşıt olacak şekilde sadece kendilerini düşünmüşlerdir: Rusya, boğazların reddedilmesiyle, Romen müttefiğinden Besarabya'yı almış; Britanya, Osmanlı'dan Kıbrıs'ı almış; Avusturya Yeni Pazar'ın Sancak'ını almış ve Disraeli Berlin'i "Onurlu Bir Barış" iddia ederek terk etmiştir. Balkan milletlerinin hemen akabinde çoğu zaman şiddet içeren kendi çözümlerine başvurmalarına hiç şaşırılmamalıdır. Avrupa devletleri güç dengesini bırakıp, kendi ikili anlaşma ve ittifaklarında güvenlik bulmaya çalıştılar. Ulusal çıkarlar uğruna frenler her yönden kaldırılmıştı.
Avrupa Tarihi,Norman Davies
teşekkürler :)
YanıtlaSil:)
SilGüncellendi.
YanıtlaSil