Kartaca


Kartaca ya da İkinci Kuşak Fenike

Sur kenti ile İspanya arasındaki gidiş gelişlerde Kartaca uzun süre bir durak noktasından başka bir şey olmadı. Fenike metropol olmaya devam etti, fakat 7. yüzyılda bu sistem bozuldu. Fenikeliler artık ilk başarı yıllarında olduğu gibi bomboş bir Akdeniz'le karşı karşıya değildiler, önce Etrüsklerin, sonra da Yunanlıların rekabeti çıktı karşılarına. Ayrıca Fenike 709'dan itibaren Kıbrıs'a yerleşen Asurlulara da karşı koymak durumundaydı. Arados, Byblos, Sayda ve Sur kentleri dayanıyordu, fakat 671'de Asurluların Mısır'ı işgal etmeleriyle her şey bitti. Bundan sonra Fenike kentlerinin "kralları" boyun eğdiler. Asurbanipal bir metinde şöyle der: "Denizin ortasındaki Arados'un kralı Yakimlu [Arados bir ada üzerinde kurulmuştur] kral atalarıma baş eğmemişti. Fakat ben onu dize getirdim. Zengin bir çeyizle kızını bana, Ninova'ya getirip teslim etti, hem de ayaklarımı öptü." Sur kentinin "Baal"i de kızlarından birini, yeğenlerini, hatta oğlunu Asurbanipal'e vermek zorunda kaldı, fakat Asur kralı oğlanı geri gönderdi. 574 yılında Asur İmparatorluğu yıkılalı otuz yılı geçmişti, herkes rahat nefes alabilirdi fakat Babil Kralı Nabukadonosor Sur kentini zaptetti.




Bu savaşlar, kentlerdeki karışıklıklar, ticaret ilişkilerinin bozulması, Kartaca'nın başına buyruk olmasını kolaylaştırdı. Fenike yaşamının merkezi, her iki Akdeniz'in birleşme noktası denebilecek Kartaca'ya kaydı ve Fenike uygarlığı burada devam etti; tıpkı benzeyen ve benzemeyen yönleriyle, Avrupa uygarlığının sonradan Amerika'da devam etmesi gibi.

Bu fark hem Kartaca ile Fenike arasındaki mesafeden, hem de Kartaca'da çeşitli kavimlerin bulunmasından ileri geliyordu. Kartaca yeni bir kenttir, "Amerikanvari" gelişmiş, karışık halkların yaşadıkları bir yer olmuştur, ayrıca uygarlık anlayışı ile de "Amerikan"dır, kaba ve maddeci bir dünya görüşüne sahiptir. Kentin hareketli yaşamı, dünyanın her köşesinden denizcileri, zanaatçıları, çıkarcıları Kartaca'da toplamış, tam anlamıyla kozmopolit bir kent meydana getirmiştir.

Fakat yine de bir Fenike kenti gibi yaşamaktadır, çünkü yaşamını deniz üzerinde ve deniz yoluyla sürdürmektedir. Hatta Sur kentinin denizcilik geleneğine uyarak yeni topraklar keşfetmeye çıkar. Sur denizcileri, herhalde İÖ 600 yılına doğru, firavun Neşao'nun emriyle Kızıldeniz yoluyla Afrika kıyılarına sarkmışlardı. Kartaca gemileri İÖ 450 yılına doğru Himilkon'un önderliği altında Avrupa'nın Atlas Okyanusu kıyılarını, Britanya Adaları'na kadar (Kassiterid Adaları) keşfettiler, amaçları kalay bulmaktı. Bundan çeyrek yüzyıl sonra bu kez Güney'e inen Hannon altın tozu peşinde Afrika'nın Atlas Okyanusu kıyılarını dolaştı, bugünkü Gabon ve Kamerun'a kadar gitti.

Ancak Kartaca'nın durumu Fenike'den farklıydı, onun arkasında büyük imparatorlukların tehdidi yoktu. Afrika kıyılarındaki Kollo, Cidcelli, Cezayir, Şerşel, Guraya, Tenes gibi küçük iskele ve limanlar yavaş yavaş Kartaca'nın denetimine geçti; bunlar önceleri basit birer uğrak yeri iken zamanla, iç ülkelerle ticaret bağlantıları kuran küçüklü büyüklü kentler durumuna geldiler. Demek Kartaca ve öteki kıyı kentleriyle Kuzey Afrika arasında gelişen bir ortak yaşama tanık oluyoruz. Daha taş devrinden yeni kurtulmuş olan Kuzey Afrika, efendilerinden çok şey öğrendi: Meyve ağaçları (zeytin, üzüm, incir, badem, nar), tarım, şarapçılık ve birçok el sanatı. Kartaca bir öğretici olarak çok derin izler bıraktı. Aziz Augustinus zamanında, Roma İmparatorluğu'nun yıkıldığı yıllarda Afrika köylüleri hâlâ Kartaca dilini konuşuyor ve Kenanlı olduklarını söylüyorlardı: "Unde interrogati rustici nostri quid sint, punice respondentes Chanani..." (Köylülerimize nereli oldukları sorulduğunda, Kenanlı diye cevap veriyorlar.)

Takas ile Para Arasında
Doğu ve Batı Akdeniz'in birleştiği noktada yer alan Kartaca, bu iki bölge arasındaki çok büyük ekonomik düzey farkından yararlanmıştır. Batı barbardır, gelişmemiştir; Kartaca oradan her şeyi ucuza elde etmektedir: Kassiterid Adaları'ndan ve Kuzey Batı İspanya’dan kalay, Endülüs ve Sardinya Adası'ndan kurşun, bakır ve özellikle gümüş, Kara Afrika'dan altın tozu getirir; buna bir de köle sağlayan her yerden alıp getirdiği köleleri eklemeliyiz, hatta denizin ortasından bile. Kartacalı tüccar kendi mallarını ve başkalarından aldığı malları Batı'ya getirip satmaktadır, ayrıca Kızıldeniz yoluyla Hindistan'dan gelen baharat ve ecza maddelerini de. Alışverişler takas yoluyla yapılır. Bu durumda paranın ortaya çıkması gecikir, Kartaca'nın işgali altında olan Sicilya'da İÖ 5. yüzyılın gelip çatmasını bekler, Kartaca'da ise 4. yüzyıla dek gecikir. Bunda şaşılacak bir şey yoktur, çünkü Kartaca para kullanımında pek acele etmemektedir. Sayda ve Sur kentlerinde para kullanıldığını biliyoruz. Bunun tek açıklaması Kartaca’nın para kullanma ihtiyacını duymamasıdır. Çin de aynı oyunu oynamış, bu alanda hiç de geri olmadığı halde (parayı, hatta kâğıt parayı bildiği halde) para kullanmaya çok geç karar vermiştir. Çünkü biliyoruz ki Çin'in alışverişte bulunduğu Japonya, Hindiçini ve Güneydoğu Asya adalarının ekonomileri daha emekleme dönemindedir, ticaretlerini takas usulüyle yaparlar ve bunlara egemen olmak kolaydır.

Takasın sürüp gitmesi para kullanmayan ekonomilerin, rakip ekonomiler karşısında, eninde sonunda zayıf düşmediği anlamına gelmez. 5. yüzyıldan sonra Yunan ekonomisi "tırmanmaya" başlar; rakiplerinin biblo ticareti karşısında yenik düşen Kartaca'nın durumuna getirilecek açıklamalardan biri de Yunanlıların parasal üstünlüğü olabilir.

Kimi yazarlar Kartaca'nın madencilikte pek ileri gitmemiş olmasını hayretle karşılarlar, oysa kentin elinde birçok maden yatağı vardır. Kartaca'nın baş döndürücü deniz ticareti onu, bu ticaretin gösterdiği kolaylıklara doğru sürüklemiş olmalı ki çoğu zaman ihraç ettiği mallar arasında kendi üretmediği malların da bulunduğunu görüyoruz. Bunu Kartaca'yı zayıf bırakan gerçek bir etken olarak görebilir miyiz? 17. yüzyıl Avrupası'nın güçlü devleti Hollanda bile denizlerin gezgin satıcısı olarak aynı yolu izleyecek, bir yerden alıp başka bir yere satacaktır. Kartacalılar da onlar gibi taşıyıcılık, aracılık yaptılar, bir elden alıp öbürüne sattılar. Onlar gibi kendi durumlarını savunmayı bildiler, özellikle İspanya madenleri üzerinde (bu madenler Etrüsklere, Yunanlılara ve Romalılara yasaktır) kurdukları tekeli sürdürdüler, kendi deniz uğraklarını, lüks eşya endüstrilerini savundular ve büyük çapta buğday toptancılığını kimseye bırakmadılar.

Kuşkusuz büyük kentin yaşamı ve sanatı bütün Akdeniz'e yayılan Yunan kültürünün yoğun etkisinden kendini kurtaramadı. Zaten egemen etkiyi benimsemek Fenike'de gelenekti (Fenike daha önce de Mısır'ı taklit etmişti). Yunan biçim ve çizgilerine Fenike kıyılarında olduğu kadar Kartaca'da da rastlamak olasıdır. Kartaca ortası avlulu Yunan ev mimarisini hiç çekinmeden olduğu gibi aldı, aynı zamanda süslü vazoları, hidrolik çimentoyu, lahitleri ve tabii bazı tanrıları da beraber (396'ya doğru Demeter ve Kore); bu arada Pythagoras felsefesini de. Annibal'in babası Hamilkar, İspanya seferinde Büyük İskender'i örnek aldı. Annibal Yunan kültürü ile büyümüştü. Hatta Roma askerlerini dehşete düşüren, alacalı kumaşlarla örtülmüş fillerin kullanılması bile Helen dünyasından esinlenmiş bir yöntemdir.



Kenti Görmek
İÖ 146 yılında Romalılar tarafından tahrip edilen Kartaca'nın ortadan kalkması basit bir yok oluş değildi. Ateşe verilen kent taş üstünde taş kalmayacak şekilde yok edildi ve temelleri üzerine bir Roma kenti kuruldu. Öyle ki arkeoloji çalışmaları Kartaca'nın toplumsal yaşamı hakkında işe yarar bilgiler edinmemize yetmiyor.

Hayalgücümüzü zorlayarak kenti Birsa (bugünkü Saint-Louis) tepesinin üzerinde düşleyebiliriz: tapınaklarıyla, Fenike kentlerinin çoğunda olduğu gibi birkaç katlı yüksek evleriyle, sarnıçlarıyla ve Romalıların yaptıkları bütün değişikliklere karşın tonozlarının güzelliğinde gerçek Kartaca mimarisinin tek kalıntısını gördüğümüz Bin Amfora denen çeşmesiyle.

Ancak yeni yapılan kazılar, Romalıların kurduğu kentin üç dört metre altında Kartaca sitesinin bir mahallesini ortaya çıkardı. Çünkü Kartaca kentlerinin sokakları düz çizgi halindeydi ve pek dar değildi, birbirleriyle bağlantıları merdivenlerle sağlanırdı, ayrıca bu mahallede, Sicilya kentlerininkine benzer bir de lağım şebekesi bulundu.

Salammbo kumsalındaki iki limandan (çifte liman antik kentlerde çok sık görülen bir özelliktir: Knidos, Delos ve daha başka on kent) biri dikdörtgen, öteki yuvarlaktır; birincisine ticaret gemileri yanaşır, yuvarlak limanda ise savaş gemileri karaya çekilip tersanenin damı altına gizlenir.

Birsa üzerine kurulmuş müstahkem kent, karadan gelecek saldırılara karşı iki ya da üç sıra muazzam surlarla çevrilmiştir; halkın yaşadığı mahalleler liman çevresinde öbeklenir. Liman ile Birsa yan yolu üzerinde bir çeşit meydanlık vardır ki Agora olabilir. Kuzeye doğru Megar adlı dış semtlerde bahçeler, meyvelikler, zengin villalar sıralanır. Nüfus bir hayli yoğundur, belki 100 000 kişi. Birkaç zengin yöneticinin çevresinde toplanmış işçi, köle, gemici ve zaman zaman paralı askerlerden oluşan bir halk topluluğudur bu.

Kent çok güzel kırlarla çevrilidir. Varlıklı sınıfın işlenmiş topraktan, bakımlı bahçelerden, aşılı ağaçlardan, seçme hayvanlardan çok hoşlandığı besbellidir. Kartacalı bir tarım uzmanı olan Nagon, dolaylı olarak bize kadar gelen yazılarında bağ yetiştirmenin, onu şiddetli kuraklığa karşı korumanın, iyi şarap yapmanın, badem ağacı dikmenin, narları kil içinde saklamanın, öküzün iyisini anlamanın ve benzeri işleri yapmanın çeşit çeşit yöntemleri olduğunu anlatır. Bağ bahçe sahiplerine de çok anlamlı bir öğüt verir: "Tarla satın alan evini satsın ki, kent yaşayışını köy yaşamına yeğlemesin."

Fernand Braudel-Akdeniz, Mekan ve Tarih- Metis Yayınları

Kartaca Görselleri de içeren geniş bir kaynak.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder