Cezayir Bağımsızlık Savaşı (1954-1962)
Yves Courriese
1 Kasım 1954 tarihinde, Cezayir'in yetmiş ayrı yerinde devrimciler, Fransızlarla çatıştı. Bu, Fransız ordusunun büyük kayıplar vermesine, Dördüncü Cumhuriyetin devrilmesine ve de Gaulle'ün sivrilmesine yol açan, yakın tarihin sömürgeciliğe karşı savaşlarının en çetinlerinden birinin başlangıcıydı.
Budiyaf ile Bitat, daha sonraları Fransız ordusuna esir düştüler. Kerim, savaşın sonundaki Evian anlaşmasına katıldı. Diğer üçü ise savaşta öldü. 1 kasım günü, Fransa savaş çıkacağını hiç sanmıyordu. Fransa'nın görüşüne göre bu, olsa olsa Aures dağlarında oluşan ve Ulusal Kurtuluş Cephesini meydana getiren devrimci örgütün Kahire'deki liderleri Ben Bella, Hıdır ve Ait Ahmet tarafından yönetilen bir başkaldırma idi.
Cezayirli seçmenlerin oylarının önemli rol oynadığı seçimler dışında, Cezayir, Fransız hükümetince ciddiye alınmamıştı. Hükümet, polis raporlarının gerçeklik ve geçerlilik derecesini değerlendiremiyordu. Ayaklanmanın ilk günlerinden başlayarak, bu hareketin, Nâsır'ın desteğiyle Ben Bella tarafından yürütüldüğü fikri hâkim oldu ve bu görüş Fransa'ya oldukça pahalıya maloldu.
Ayaklanmanın temel nedeni, Fransızların Arapları küçük görmesi idi. Devrimcilerin küçük görülmesi ise, ilk günlerde savaşın akıl almaz bir biçimde yürütülmesine sebep oldu. Eğer bu altı kişi, sonucu umutsuz bir ayaklanmaya girişmişlerse (çünkü ellerinde 800 kişiden az eleman ve 400'den az silah vardı); bunun tek nedeni Fransa'ya olan güvenlerini kaybetmiş olmalarıydı. Cezayir, 1947'de kabul edilen bir kanunun geçerlilik kazanıp yürürlüğe girmesi için yedi yıldan beri boşuna beklemekteydi. Bu kanuna göre, Cezayirliler, kendi ülkelerinin siyasal ve toplumsal yaşamında yer alma hakkına sahip olacaklardı. Çoğunluğu Müslüman olan kozmopolit bir topluluğun başında, Fransızların atadığı Avrupa uşakları değil, Müslümanlar bulunmalı, en azından yönetimi denetleme hakkına sahip olmalı, Avrupalılara da orantılı bir temsil hakkı tanınmalıydı. Oysa Avrupalılar, hiç de buna yanaşmıyorlardı. Cezayir'deki Avrupalıların, milletvekilleri ve baskı grupları yoluyla sağladıkları güç öylesine büyüktü ki, Cezayirlilerle Fransızları eşit duruma getirecek bir statü kurmaya çalışan Başbakan Pierre Mendes-France'm bu yoldaki teklifleri, Avrupalılarca reddediliyordu. |
---|
Soustelle Ve Bütünleme Hareketi
Tanınmış etnolog ve solcu bir aydın olan Jacques Soustelle, 1955 şubat ayında, Genel Vali olarak Cezayir'e geldiği zaman, ülkede bir bütünlük, bir birlik kurma umudundaydı. Aures dağlarında 359, Kabile'de 200 ve Algérois'da 100 kişi olmak üzere, ayaklanma henüz dağınık ve birbirinden kopuk yerlerde gelişmekteydi. Ne var ki, Soustelle'in uğraşması ve savaşması gereken en büyük sorunlar işsizlik, cehalet ve hepsinden önemlisi kayıtsızlıktı. Suostelle, Müslümanları birleştirmekte kararlıydı; bunu sağlamak için, başlarında Ferhat Abbas'ın bulunduğu ılımlı Cezayirli liderlerle temasa geçti. Ama bu davranışı, sadece her türlü reformun devrimcilere yaradığını savunan nüfuzlu Avrupalılar tarafından değil; kökleşmeye, yayılmaya ve kendisine düşman ya da kayıtsız bir kitleye egemen olmaya çalışan Ulusal Kurtuluş Cephesi tarafından da, düşmanca karşılandı. Ulusal Kurtuluş Cephesi, taraftar kazanma yolunda gaddarlıktan bile yararlanıyordu. Hükümete bağlı küçük polis memurları, muhbirler gibi Müslümanları tasfiye etti. Tarlalara, bağlara, yollara hücum etti ve gerek isteyerek gerek zorbalıkla yerel halkın yardımını sağladı. Bu durum karşısında, ne pahasına olursa olsun birliği sağlamak isteyen Soustelle, Avrupalılar üzerinde kurulacak, hükümete bağlı bir Müslüman «üçüncü kuvvet» in, silahlı ayaklanmayı bastıracağını sandı, ama tuzağa düştü.
19 mayıs 1955'de, Biskra'da gizli bir görüşme yapıldığı sırada, askerleri çağırarak, ayaklanmaya katılanlardan kendilerini sorumlu tuttuğunu bildirdi. Bu, bütün Müslüman halkı kapsamına alabilecek bir sorumluluktu.
Fransızların karşı tedbir olarak yürüttüğü polis baskınları gibi hareketler, Ulusal Kurtuluş Cephesine karşı duyulan bağlılık ve gösterilen desteği güçlendirmekten başka bir işe yaramadı. Bir Arap köyü basılıp arandığı, köylüler tahkir edildiği zaman, Fransızlar istemeyerek ve ellerinde olmayarak, köylülerin direnişe katılmalarına yol açmış oluyorlardı. Doğu Cezayir'deki Constantine bölgesi halkı, bu baskınlara en çok uğrayan kitle oldu. 20 ağustos 1955'de, FLN yönetimindeki halk ayaklanması işte bu bölgede patlak verdi. Philippeville'de, el-Halia'da, Constantine'de ve Ayn Abid'de büyük ölçüde katliam yapıldı; kadınlarla çocuklar dahi esirgenmedi. 71 Avrupalı öldürüldü. Yetkikili makamlar, derhal Araplara el attılar ve ertesi hafta, 12 000 Cezayirli, aynı şekilde bir tarama ile misillemeye maruz bırakıldı. Herşeyden önce, 71 Avrupalının cesedini düşünen Soustelle için, yapacak bir-şey kalmıyordu. Katliamın şokundan henüz kurtulamamış olan Genel Vali, suikastçılarla görüşmeyi reddetti. Ancak, böylesine bir nefret gösterisinin, sadece köylere yapılan baskınlar ve köylülere yöneltilen tahkirlerin bir karşılığı olduğu görüşünü de kabul etmedi. Bu konuda kesin bir yargıya varamayışı aşırı inanışlı Avrupalılar tarafından da desteklendi. Aşırı inanıştakilerin, Musevî asıllı olmasından dolayı Ben Soussan lakabını taktıkları Soustelle, birdenbire Fransız Cezayir'i hareketinin «kurtarıcısı», bayraktarı durumuna geldi. Soustelle o sırada hâlâ birlik kurulabileceğine inanıyor idiyse, hiç kuşkusuz bir inançta olan tek kişi kendisiydi. Kimse, bunu duymak ya da aklından geçirmek bile istemiyordu. Cezayir Meclisinin Müslüman milletvekilleri de, Mendes-France kabinesinde bakanlık yapmış olan Cezayir valisi Jacques Chevalier'-nin önderliğindeki liberaller de, aşırı kanattakiler kadar, birleşme fikrini kabule yanaşmıyorlardı. Bazı reformlar yaparak, Ulusal Kurtuluş Cephesine karşı Fransızlarla beraberliği sürdürme amacıyla meydana getirilmiş Müslüman grubu olan «üçüncü kuvvet»in baş temsilcisi Ferhat Abbas, birkaç ay önce devrimcilerle temasa geçmişti. Soustelle de bunu biliyordu. Tasarladığı temel reformlardan hiçbirini gerçekleştiremeyen liberal Genel Vàli, 1956 şubat ayında, Müslümanların kayıtsız bakışları ve geldiğinde kendisini hiç de hoş karşılamamış olan Avrupalıların alkışlarıyla uğurlanarak Cezayir'den ayrıldı. Sokaklara dökülmüş olan Müslümanlar, yavaş yavaş kendi güçlerinin farkına varıyorlardı. Liderleri, aldıkları dersi unutmamaya ant içmişlerdi.
Ulusal Kurtuluş Cephesi, 1955 ocak ayından 1956 ekimine kadar Ramazan Abbane'nin çizdiği yoldan yürümeye devam etti. Burada Kerim Belkasım, Ulusal Kurtuluş Cephesinin askerî kesimi olan «Wilayas» başkanları ile temas ederek, ulusal kurtuluş ordusunu kurdu.
1 kasım 1954'deki ayaklanma sırasında, milliyetçi tutumundan dolayı hapiste bulunan Abbane, kısa süre içinde Ulusal Kurtuluş Cephesinin beyni durumuna geldi. İyi eğitim görmüş olan Abanne, hapiste geçirdiği beş yıl boyunca sürekli okuyarak, siyasal konulardaki bilgisini geliştirmişti. İlk çatışmada yer alanlar daha çok dağlılar, köylüler ve bir kısım işçilerdi. Abbane'nin başa geçmesiyle, cepheye aydınlar, bazı Komünist Avrupalılar ve ilerici Hıristiyanlar da katıldı. Ulusal Kurtuluş Cephesi örgütü, cepheye katılanların kişisel istekleriyle katılmaları ve daha önceki siyasal geçmişlerinin üzerinden bir sünger geçirmeleri şartıyla, her çeşit inanış ve düşünüşe açıktı. Ferhat Abbas, cepheye katılmadan önce, başında bulunduğu Cezayir Demokratik Birliği Partisini feshetmiş, Ben Hedda da, lideri olduğu Merkeziyetçi Grubu dağıtmıştı. Geride sadece, kendini milliyetçi hareketin bir simgesi olarak gören ve Cezayir Milliyetçi Hareketi (MNA) örgütünü, Ulusal Kurtuluş Cephesine karşı umutsuz bir çatışmaya sürükleyen Messali Hac kalıyordu.
20 ağustos 1956 tarihinde Abbane, bütün Wilayas başkanlarını, Curcura dağları eteğindeki Kabile'de topladı; «dışardan gelecek olanları» (Sahra bölgesindekileri) de Summam'da düzenlediği konferansa katılmaya çağırdı. Dar bir patika ile ulaşılan küçük bir orman kulübesinde yapılan bu toplantı sonunda, iç (Akdeniz) bölgesinin dış bölgelere ve siyasal amaçların askeri amaçlara üstünlüğünü kabul eden bir görüş doğdu. Bu görüş, Nasır tarafından desteklenen ve kendini şimdiden devrimin lideri olarak gören Ben Bella karşısında Abbane'nin zaferini simgeliyordu. Bu liderlik, ortak bir liderlik olarak sürdürüldü ve Cezayir'deki Koordinasyon ve Yürütme Komitesi tarafından denetlenerek güvenlik altına alındı.
En önemli çarpışmalar Doğu Cezayir'de yapıldı: Aures-Nementchas, Nord Constantine ve Kabile bölgeleri, en çetin çarpışmalara sahne oldu. Ordu iki düzeyde savaşmak durumundaydı: Bunlardan birincisi halk arasına karışmış mukavemetçilere karşı ikincisi ise Cezayir'i kasıp kavuran cehalet ve grevlere karşı sürdürülen savaştı. Yeni Başbakan Guy Mollet, yeni birlikler meydana getirdi ve eski birlikleri geri çekti. General Lorillot, 400 000 kişiyi ordu emrine verdi. Ancak, bütün bu sayıca üstünlüğe rağmen Fransız ordusu duruma bir türlü hâkim olamadı. Karşılarındaki düşman, çok az sayıda idi ve çok az silahı vardı. Ama son derece etkiliydi. Bu durum, bir sivrisineğin, bir mandayı ısırmasına benzetilebilirdi. Ve bu ısırılan yerler, çoğu defa ordunun başına iş açıyordu. Ordu, köylerin akıl almaz geriliğiyle savaşmak için sivil bir otorite durumuna gelmeye çalışıyordu. Kuzey Afrika’da bulundukları için Arapları herkesten iyi tanıdıkları iddiasında olan subaylarla, daha çok askerlerin yürüttüğü barışçı eylem, halkın Fransa'ya olan güvenini büsbütün yitirmesine ve Ulusal Kurtuluş Cephesine katılmasına yol açtı. Savaş alanında, sadece Çinhindi'nde gerilla savaşını öğrenmiş subayların yönetimindeki «Leoparlar» adı verilen paraşütçüler sonuç alabiliyorlardı. Sadece paraşütçüler, çetin doğal şartlara katlanabiliyorlardı.
1956 sonbaharında solcu, sendikacı ve cumhuriyetçi Robert Lacoste'un reform çabaları, aşırı sağ kanat tarafından engellendi. Bir an önce zafere ulaşmak isteyen, ama bir türlü gerilla savaşma ayak uyduramayan ordu ile, Ulusal Kurtuluş Cephesinin yabancı ülkelerdeki temsilcileriyle barış görüşmeleri yapmaya çalışan Paris arasında kalan Lacoste, hareket öncülüğünü kendi eline alma yollarını aramaya başladı. Tirajı artırdığı için, Ulusal Kurtuluş Cephesinin isteklerini bire bin katarak, abartıp yayınlayan basının körüklediği yerli halk, daha güçlü bir baskı yönetimi kurulmasını isteyen aşırı kanadı desteklemeye başladı.
1956 mayıs ayında, ölen sivil Avrupalıların sayısı 106'ya, Müslümanlarınki ise 1158'e ulaşmış bulunuyordu. Cezayir'deki Avrupalılara can güvenliği sağlama yolunda herhangi bir harekete geçilmiyordu. Aslında Soustelle'in tasarladığı reformların bir eşi olan reformları gerçekleştirebilmek için Avrupalıları yatıştırmak durumunda kalan Lacoste, iki hükümlüyü giyotinle idam etmek zorunluluğunu duydu. Böylelikle, zorbalık-baskı-terör kısır döngüsü kurulmuş oldu. Cezayir'in Avrupalılar kesiminde lüks bir villada hergün gizlice toplantılar yapan Koordinasyon ve Yürütme Komitesi, yıldırım birliklerine 18 ile 45 yaş arasındaki bütün Avrupalılara saldırma emrini verdi. 49 kişi öldürüldü. Cezayir'de, bir yılı aşkın bir süre boyunca devam edecek bir tedhiş havası başgösterdi. Ulusal Kurtuluş Cephesi tedhişçileri ile Mollet ve Lacoste tarafından sivil polis yetkisi verilen General Massu'nun X. Paraşüt Tümeni arasında, korkunç bir savaş başladı. Bombalamalar, karşı tethiş hareketleri, işkence ve zorbalık aldı yürüdü. İki grup arasındaki açıklık, kesin bir uçurum halini aldı. Sonunda paraşütçüler kazandı ve 13 mart Ayaklanmasının tohumları atılmış oldu. Koordinasyon ve Yürütme Komitesi, o zamana kadar devrimin yönetildiği Tunus'a çekilmek zorunda kaldı. Ama, artık bütün dünya bu konuya eğilmeye başlamıştı.
Bombalamalar ve başlatılan genel grev, bütün Cezayir halkının bu savaşa katıldığını Birleşmiş Milletlere kanıtlamış oldu. Cezayir sorunu, bir ulusal sorun olmaktan çıkmıştı artık. 1956 ekim ayında, Ben Bella, Ait Ahmet, Muhammed Budiyaf ve Muhammed Hıdır hapsedildiler. Onların, Rabat'tan Tunus'a geçebilmelerini sağlamak için Fas Kralının emirlerine vermiş olduğu uçak, Cezayir'e zorunlu iniş yapmak durumunda bırakılmış ve alana iner inmez, zırhlı araçlar ve askerî birlikler etrafını kuşatarak, içindekileri almışlardı.
Müslüman Kardeşlerimiz»
Yalnız, bu arada bir başka çıban başı patlak verdi: Ordu ile bağlantı kurmuş olan aşırı kanattakiler, 13 mayıs 1958 ayaklanması sonunda de Gaulle'ün iktidara gelmesi üzerine, zaferin ufukta göründüğü hayaline kapıldılar. De Gaulle'ün Fransız Cezayir'i fikrini destekleyeceğini ve Ulusal Kurtuluş Cephesi «haydutları» ile görüşmeye yanaşmayacağını umdular. Oysa, inzivaya çekildiği yıllar boyunca, aşırı baskı ve işkenceden yakınan Cezayirlilere kulak vermiş olan bu adamı yanlış anlıyor ve yanlış tanıyorlardı. Bu Cezayirliler, «günün birinde, ayaklananlarla oturup konuşmak, iyi olur» fikrini aşılamışlardı de Gaulle'e. Ama, siyasal alanda büyük bir cehalet içinde bulunan basit halkı arkasına alan aşırı kanattakiler, başka türlü düşünüp, karara vardılar. Ayrıcalıklarının herhangi birinden vazgeçecekleri yerde, kanlı bir karşı-tethiş örgütü olan OAS (Gizli Ordu Örgütü) ı kurdular ve 1962'de Avrupalıların toplu olarak kaçışına yol açan katliama giriştiler.
«Müslüman Kardeşlerimiz» terimi, Cezayir Forumunda kullanılmaktan öteye geçmeyen bir göstermelikti. Ulusun verdiği kararları ve milletvekillerinin onayladığı reformları uygulamaktan aciz olan Dördüncü Cumhuriyetin birbiri peşi sıra iktidarı kaybeden hükümetleri, Cezayir'deki şımarık çocuklarını yola getirememekle tüm güçsüzlüklerini ortaya koymuşlardı. Cezayir'deki Avrupalıların kaprislerine boyun eğmekle, etken kararlar almayı başaramamakla, bir yanı tutup öteki yanı aldatmakla, kendi kuyularını kendileri kazmış oldular. Çok geçmeden, 13 Mayıs ayaklanmasını hazırlayanların umdukları gibi Fransız Cezayir'i ilkesini benimsemeyen de Gaulle'ün Cezayir bağımsızlığını tanımak için gerekli işlemleri hazırladığı anlaşıldı.
(Türkçesi, Emre Çağatay)
20.Yüzyıl Tarihi, Arkın Kitabevi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder