Mezopotamya


YAZILI SÜRECİN BAŞLANGICI (Uruk Dönemi)

Güney Mezopotamya’da nüfusları gittikçe artan kentlerin ihtiyaçları, yaygın kara ve deniz ticareti, ileri tarımsal yöntemler ve çeşitli iş kollarının gelişmesi ile karşılanabilmekteydi. Madencilik ve teknoloji alanında gösterilen çabalar da bunlara eklenince, kentlerde farklı bir yaşam biçimi oluşmaya başlamıştır. Bu yeni süreç adını, dönemi karakterize eden ilk bulguların ortaya çıkarıldığı Uruk (Tel el-Varka) kentinden alır. Uruk dönemi (4000-3100), kentli yaşam biçiminin ortaya çıkışını temsil eder. Sulu tarım sayesinde ekilip biçilen alanlardan daha çok ürün elde edilmeye başlanmış; saban, tekerlekli araba ve nehir taşımacılığı için de kayıklar günlük kullanıma girmiştir. Uruklu tüccarlar kentlerin ihtiyaçlarını karşılamak için Mezopotamya’nın bilinen sınırlarına ulaşarak bir ticaret ağı oluşturdular. Dönemin başlangıcında gerçek anlamda bir çömlekçi çarkının geliştirilmesiyle, çömlekçi atölyelerinin temel ihtiyaçlara yönelik seri üretime geçtikleri görülür. Özellikle Anadolu’dan karşılanan temel ihtiyaç maddeleri nedeniyle Uruk kültürü Fırat üzerinden Orta ve Yukarı Fırat bölgesindeki birçok merkeze taşınmıştır. Gittikçe karmaşık hale gelen sosyal ve özellikle de ekonomik ilişkiler dönemin sonlarında geliştirilen yazı (3200 yılları) sayesinde tutulmaya başlanan kayıtlarla düzene sokulmaya çalışılmıştır. Uruk döneminde neolitik çağdan beri kullanılan baskı mühür geleneği, yerini büyük oranda silindir mühürlere bırakmıştır. Güney Mezopotamya’da üçüncü binyılın son yüzyılı ile ikinci binyılın ilk yüzyılı Cemdet Nasr Dönemi; kuzey Mezopotamya’da ise Uruk’un çağdaşı Gawra Dönemi olarak adlandırılır. Ticari ilişkilere rağmen kuzey ve güney Mezopotamya arasında kentleşme ve günlük yaşamda belirgin farklar vardı. Yazının kullanımı ve birçok teknolojik gelişim uzun bir süre yalnızca güney kentleri ile sınırlı kalmış, kuzey bölgelerine daha sonra yayılmıştır.

Uygarlıkların Beşiği Mezopotamya- Kemalettin Köroğlu-Toplumsal Tarih Dergisi- Mayıs 2006

ERKEN HANEDANLAR

Yazının ortaya çıkışı ve günlük hayatta kullanılmaya başlanması, bize tarihi yapanların ve kültürleri oluşturanların adlarını ve toplumsal yapılarını da tanıtır. Sümerler Mezopotamya uygarlıkları içinde adeta belirleyici rol oynayan ilk önemli toplumdur. Eski Mezopotamya ve çevresindeki toplumlar yazı geleneğini, temel dini kuramları onlardan öğrenmiş ve binlerce yıl boyunca dualarını Sümerce yapmışlardır. İlk kez onların kaydettiği anlatılardan bir bölümü uzun tarihsel süreci aşarak günümüze kadar ulaşmıştır. ‘Yaratılış’ ve ‘Tufan gibi tek tanrılı dinlerde de karşılaşılan temel dinsel anlatıların kökeni Sümerlere dayanır. Yazılı kanunlar, matematik, tıp, fal, büyü vb. konularda atılan ilk adımlarda onların payı vardır. Çömlekçi çarkı, araba tekerleği, saban, yelkenli tekne, yapı kemeri, tonoz, oymacılık, kakmacılık gibi yararlı teknikler ve aletler yine Sümer ülkesinde geliştirilmiştir.

Erken Hanedanlar döneminde Sümerler güney Mezopotamya’da, Fırat ve Dicle’nin taşıdığı alüvyonlu birikinti ovasındaki kentlerde, her biri güçlü ve kendi yöneticilerine sahip devletlerde yaşadılar. Bu bölgede 18’i büyük, 35 kadar şehir ve kasabanın bulunduğu bilinmektedir. En önemli krallıklar arasında, kuzeyden güneye doğru Sippar, Kiş, İsin, Nippur, Adab, Zabalam, Şuruppak, Umma, Girsu, Lagaş, Badtibira, Uruk, Larsa, Ur ve Eridu sayılabilir. Kuzeyde Fırat üzerindeki Mari ve eski adını bilmediğimiz güneydeki Obeyd
  höyüğünde de bir krallık olduğu anlaşılmaktadır. Hemen her kent surlara çevrilmişti. Kent içinde, merkezde yüksekçe bir tepe üzerine yerleştirilmiş bir tapınak yer almaktaydı. Günümüze ikinci binyıl başlarındaki kopyaları ulaşmış olmakla birlikte, Erken Hanedanlar döneminden söz ettiği anlaşılan ‘Kral Listeleri’, tarihsel doğrulukları tartışmalı ve mitolojiyle harmanlanmış birçok kahraman ile hanedan ele alır. Kral listesine göre Sümer ülkesinde Tufan’dan önce hüküm sürmüş, adları bilinen efsanevi 8 yönetici ve kentleri vardı. Buradaki mitolojiyle karışmış kayıtlara göre, tanrılar ilk krallığı kurma görevini Eridu kentine vermiştir. Tufan sonucunda krallık yıkılmış, ancak yeniden kurulduğunda egemenlik zaman zaman bir kentten diğerine geçerek el değiştirmiştir. Tufan’dan sonraki ilk üç Sümer Hanedanı, sırasıyla Kiş, Uruk ve Ur hanedanlarıdır.

Uruk Hanedanı’nın kralları arasında Lugalbanda, Dumuzi ve Gılgamış gibi mitolojik kahramanlar da sıralanır. Bunlardan Gılgamış bütün önasya’da bilinen Tufan, Yaratılış ve Ölümsüzlük Arayışı gibi mitlerin en ünlü kahramanlarından biridir. Bu dönemde Sümer kentlerinden Lagaş’ta iktidarı ele geçiren kral Ur-Nanşe yaptığı inşaatlar, kral Urukagina ise ilk yazılı reformları ile anılır. Sümerlerin, adı yazılı belgelere geçen yüzlerce tanrısı vardı. Ancak bunların tümü aynı derecede kutsanmamaktaydı. Önemli tanrı ve tanrıçalar üst sıralarda yer alırken eşleri, çocukları veya hizmetkarlar alt sıralarda bulunmaktaydı. Gök tanrısı An başlangıçta Sümerlerin baş tanrısıyken, yerini hava tanrısı Enlil’e bırakmıştır. Ekur adındaki tapınağı Nippur kentinde bulunan Enlil, aynı zamanda tanrıların babası olarak bilinirdi. Nippur, Sümerlerin dini başkentiydi ve orada hizmet etmek, inşaat yapmak veya yapımına katkıda bulunmak büyük bir onur olarak kabul edilirdi. Enki bilgelik tanrısı; Ninmah (Ninhursag) ulu hanım, ana-tanrıça; Nanna ay tanrısı; Oğlu Utu güneş tanrısı; İnanna aşk tanrıçasıydı.

Uygarlıkların Beşiği Mezopotamya- Kemalettin Köroğlu-Toplumsal Tarih Dergisi- Mayıs 2006





AKKADLAR

Sümerler güney Mezopotamya’yı zengin, dışa açık ve refah seviyesi yüksek bir bölge haline getirdikleri sırada, Akkad olarak adlandırılan bazı Sami kökenli toplumlar da yavaş yavaş bölgeye sızmaya başlamışlardır. Yeni grupların gelişi buradaki uygarlığın tarihsel seyrinde bir kesintiye yol açmamış, tersine Akkadlar, egemen bir güç haline gelinceye kadar Sümer kent kültürünü özümsemiş ve kendi katkılarıyla birlikte bu kültürün sonraki toplumlara aktarılmasında önemli rol oynamışlardır. Akkadlar, Mezopotamya uygarlıkları arasında ikinci ve birinci binyılda önemli rol oynayan Assur ve Babil gibi Sami kökenli krallıkların öncüsüdür. Yaklaşık 200 yıl kadar tarih sahnesinde kalan devletin krallarından özellikle sülalenin kurucusu Sargon (2334-2279) ve torunu Naram-Sin  bu süreçte oldukça önemli rol oynamıştır.

Sargon’un (Akkadca Şarru-kin) geçmişi mitolojiktir. Yazılı belgelere göre, Kiş sarayında yükselerek yönetimi ele geçirdikten sonra Babil yakınlarında Agade adlı bir başkent kurmuş; kendisi için bir saray ve tanrıları için de büyük tapınaklar inşa ettirmiştir. Sargon 60 yıllık uzun saltanatı boyunca kayıtlara geçen en az 34 savaş yapmıştır. Sümer kent devletlerini, Elam ülkesini Fırat boyunca ilerleyerek Man (Tel Hariri) ve Ebla (Tel Mardih) gibi krallıkları ele geçirdi. Böylece Toroslardaki gümüş madenlerine ve Amanosların değerli sedir ormanlarına ulaşmış; ordularıyla Anadolu içlerine yağma seferleri yapma olanağı bulmuştur. Torunu Naram-Sin (2254-2218) döneminde de aynı politika izlenmiş; bu kez sefer yapılan bölgelere kralın betimlemeleriyle bezenmiş anıtlar dikilerek ulaşılan noktalar işaretlenmiştir. Naram Sin’den sonra istikrar bozulmuş; kuzeyden dağlı Gutiler güneye doğru hareketlenmiş; kuzey Suriye ve güneydoğu Anadolu’da Hurriler bir güç olarak sahneye çıkmışlardır.

Akkad egemenliği Mezopotamya’da yeni bir devlet modelini ve yeni bir kral tipini geliştirmiştir. Bu krallar başkentlerinin ihtiyaçlarını karşılamak için yıllık sefer yapan, rakip tanımayan, ‘Agade’nin Kralı’ unvanının yanı sıra, ‘Dört Bir Yanın Hükümdarı’ ve ‘Evrenin Kralı’ gibi ünvanlar kullanmaktaydı. Akkadlarla birlikte kent devleti modelinden, ‘bütün dünyayı’ yönetmeye aday bir imparatorluk düşüncesine geçildiğini veya bu düşüncenin temellerinin atıldığını söyleyebiliriz.

Uygarlıkların Beşiği Mezopotamya- Kemalettin Köroğlu-Toplumsal Tarih Dergisi- Mayıs 2006


III.UR
Güney Mezopotamya’da Sami kökenli Akkadların Sümer kentleri üzerindeki baskısı ortadan kalkınca, birçok kentin yönetici sülaleleri yeniden egemenliklerini ilan etmişlerdir. Gudea önderliğinde Lagaş, Utu-hegal yönetiminde Uruk bu kentlerden başlıcalarıdır. Ur Sülalesi ise ünlü kralı Ur-Nammu tarafından kurulmuştur. Akkad modelinde bir egemenlik anlayışı içinde ‘Sümer ve Akkad ülkelerinin kralı’ unvanını kullanarak tüm bölgeyi denetleme politikası gütmüştür. Bu sülalenin yaklaşık yüz yıllık iktidarında Ur kenti Mezopotamya’nın en büyük siyasal gücünün merkezi olmuştur. Doğuda Elam ülkesi ve kuzeyde Assur kenti üzerinde merkezi yönetimin kontrolü sağlanmıştır. Kuzeybatıda Akdeniz’e ulaşan Fırat yolu üzerindeki Mari, Tuttul, Ebla ve Akdeniz kıyısındaki Biblos gibi kentlerle de siyasi ilişkiler kurulmuştur. Dönemin en büyük krallarından biri olan Şulgi, Akkad Kralı Naram-Sin gibi kutsal bir kişilik olarak kabul edilmiş, adına tapınaklar yapılmış ve Sümer edebiyatında onun için ilahiler yazılmıştır. Üçüncü binyılın sonunda, Suriye’den Amurruların göçü, doğudan da Elam akınları devleti zayıflatmış, sülalenin yönetimi ve Mezopotamya’daki Sümer egemenliği sona ermiştir. Sümerler siyasal sahneden çekilmiş olsa da, gerçekleştirdikleri anıtsal mimari eserler ve yarattıkları kültür, binlerce yıl daha Mezopotamya toplumlarıyla birlikte yaşamıştır.

III. Ur Sülalesi döneminde gerçekleştirilen büyük inşa projeleri güney Mezopotamya’daki birçok kentin çehresini değiştirmiştir. Ur kentindeki ziggurat bunun en iyi örneklerinden biridir. Zigguratlar, tapınakların yükseltilmiş alanlara kurulması geleneğinin bu dönemde aldığı son biçimi temsil eder. Mezopotamya’da reform çabalarının yazılı belgelere yansıması Lagaş Kralı Entemena ve Urukagina  dönemlerine uzanır. Bu ilk belgelerde daha çok borç affı gibi konular işlenmiştir. Dünyada bilinen ilk yasa koyucu, Kral Ur-Nammu’dur.

Uygarlıkların Beşiği Mezopotamya- Kemalettin Köroğlu-Toplumsal Tarih Dergisi- Mayıs 2006





İKİNCİ BiNYILDA MEZOPOTAMYA
Güney Mezopotamya’da önce Akkad ve arkasından da III. Ur Sülalesi döneminde oluşturulmaya çalışılan imparatorluk düşüncesi kalıcı olamamıştır. Mezopotamya mirasına sahip olma kavgası yerel krallıklar tarafından yürütülmüş; güneyde, din ve kültür merkezi olarak Babil, kuzeyde de güçlü bir devlet merkezi konumu kazanan Assur, ikinci ve birinci binyılda bu iki bölgenin temsilcileri olarak ön plana çıkmıştır.

İkinci binyılın ilk yarısında kuzeyden Hurriler, batıdan da Amurrular gibi bazı yeni halklar kendi özgün kimlikleriyle Mezopotamya uygarlık haritasına katılmışlardır. Bölgenin nüfus yapısı ve yönetici hanedanlar büyük oranda değişmiştir. Ancak köklü mirasın kesintiye uğramadığı ve devam ettiği görülmektedir. Kuzey kökenli Hurriler, Mezopotamya çevresinde o döneme dek gelenlerden farklı özelliklere sahip ilginç toplumlardan biridir. Akkad Kralı Naram-Sin dönemi yazıtlarından anlaşıldığı kadarıyla, Hurriler Mezopotamya çevresine üçüncü binyıl sonlarında gelmişlerdi. İlk tunç çağında doğu Anadolu, Orta Fırat Havzası ve güneyde Filistin’e kadar yayılmış olan Erken Transkafkasya kültürünün bu toplumla ilişkili olduğu ileri sürülmüştür. İkinci binyıl başlarında Hurri nüfusu doğuya, Assur Krallığı’nın merkezi bölgesini de kapsayacak biçimde Zagros Dağları’na kadar yayılmıştı. Batıda ise Hurri nüfuzu Fırat havzasını aşarak Anadolu içlerine kadar yaygınlaşmıştır. Hurriler ikinci binyıl boyunca Mezopotamya ile Anadolu arasındaki ilişkilerde aracı rolü oynamışlar; başta inanç sistemleri olmak üzere, kültürleri bölge toplumları üzerinde belirgin izler bırakmıştır. Büyük bir siyasi güç oluşturmaları ise, ikinci binyılın ikinci yarısında Mitanni kökenli krallar önderliğinde gerçekleşmiştir.

Üçüncü binyıl sonlarında Mezopotamya’ya gelen Amurrular (MAR.TU; Amorit) ise, Aramiler ve İbraniler gibi batı Sami kökenli toplumlardan biridir. Babilli Hammurabi gibi, ikinci binyıl boyunca pek çok kentte kralların Amurru kökenli isimler taşıması, buralara yerleşenlerin yaşam biçimlerini değiştirerek bölgeye adapte olduklarını gösterir. Sümer kökenli bazı kültürel ve mitolojik unsurların tek tanrılı dinlere aktarılmasında da bu toplumun payı olduğu düşünülür.

Güney Mezopotamya’da Amurru kökenli Hammurabi sülalesinin egemenliğinden önce, İsin (Bahriyat) ve Larsa (Tel Senkereh) kentleri siyasi üstünlük ve bölgenin mirası için mücadeleye başlamıştı. Ancak bu bölge de Uruk, Kiş ve Sippar gibi kentlerin de kendi kralları vardı. Fırat üzerindeki Man (Tel Hariri), Dicle havzasındaki Eşnunna (Tel Asmar) ve Assur (Kalat Şerkat) kentleri de adlarından söz ettirecek kadar önemli gelişmelere sahne olmuştur. Kent devletlerinin güneydoğudaki komşusu Elam ise, zaman zaman güney Mezopotamya’ya doğru genişleyerek bu tabloya katılmıştır.


Uygarlıkların Beşiği Mezopotamya- Kemalettin Köroğlu-Toplumsal Tarih Dergisi- Mayıs 2006

BABİL
Güney Mezopotamya’nın temsilcisi Babil, krallık merkezlerinden biridir.  Burada yönetimi elinde tutan Eski Babil Sülalesi de Amurru kökenlidir. Babil esas ününü, bu sülalenin 6. kralı olan Hammurabi’ye borçludur. Hammurabi kendi çağdaşı olan bütün krallıklara karşı üstünlük mücadelesi vermiş ve gücünü kanıtlamıştır. Siyasal eylemlerinin yanı sıra, gerçekleştirdiği toplumsal reform ve ‘kısasa kısas’ esaslı yasaları onun ününü günümüze kadar taşımıştır. Babil’de Hammurabi Sülalesi iktidardayken, orta Anadolu’da Kızılırmak kavsi içinde Eski Hitit Devleti kuruluşunu tamamlayarak fetihlere başlamıştı. Kısa süre sonra Önasya’daki dengeleri değiştirecek kadar güçlenen Hitit Kralı 1. Murşili, 1595’te kuzey Suriye ve Fırat üzerinden ilerleyerek Babil’i ele geçirmiş ve bir dönemin kapanmasına neden olmuştur. Mezopotamya ise, bu süreçte Kassit ve Mitanni gibi yeni toplumların egemenlikleriyle tanışmıştır.

Babil Kralı Hammurabi sonrasındaki iki yüzyıl boyunca Önasya’da oldukça önemli değişiklikler yaşanmıştır. Mezopotamya’da Kassit adını taşıyan yeni bir toplum tarih sahnesine çıkmıştır. Anadolu’da Hint-Avrupa kökenli Hititler güçlenmiş, kuzey Mezopotamya’da Hurri halkı Mitannili yöneticiler önderliğinde yeni bir devlet kurmuşlardır. Doğudan Mezopotamya’ya gelen Kassitler başlangıçta tarım işçisi olarak tarlalarda çalışmışlar, nüfusları artınca da değişen dengelerden yararlanarak kentlerin yönetimini ele geçirmişlerdir. Babil ve Sümer ülkesine yerleşenler Eski Mezopotamya kültürünü benimsemiş, bir anlamda asimile olmuşlardır. Egemenlikleri süresince resmi yazışmalarda Babilceyi kullanmışlar, bu nedenle de dilleri ve kökenleri konusunda doğrudan bilgi verecek kayıtlar bırakmamışlardır. Varlıkları, şahıs ve yer adları ile bu dönemde yapıldığı anlaşılan mimari ve sanatsal eserlerdeki kimi üslup farklılıklarından sezinlenebilmektedir.


Uygarlıkların Beşiği Mezopotamya- Kemalettin Köroğlu-Toplumsal Tarih Dergisi- Mayıs 2006

YENİ BABİL
Yeni Assur Krallığı’nın yıkılışı ile onun mirası güneydeki Babil’e geçmiştir. Babil kenti, ikinci binyılın ilk yarısında ünlü kanun yapıcı Hammurabi’nin sülalesine de başkentlik yapmış olmasına rağmen, esas ününü Yeni Babil olarak adlandırılan Assur sonrasındaki dönemde kazanmıştır. Günümüze ulaşan anıtsal kalıntıların çoğu bu dönemde Nabopolassar ve özellikle de Nebukadnezzar tarafından yaptırılmıştır. Babil, Fırat Nehri’nin doğu yakasında, 8o bin kişinin yaşadığı 850 hektarlık bir alana kurulmuş, Eski Mezopotamya’nın en büyük kenti idi. Assur’un tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte Babil Nabopolassar, Nebukadnezzar ve Nabonidus gibi kralların yönetiminde Assurun bütün topraklarına egemen olmuştur. Babil kralları ve Kudüs’e yaptıkları seferler sonrası büyük grupları göçe zorlamış ve yaptıklarından dolayı Eski Ahit'te anılmışlardır. Nebukadnezzar, elde ettiği topraklardan sağladığı ganimetlerle Babil’i eski dünyanın gıpta ile baktığı görkemli bir kent durumuna getirmiştir. Yeni Yıl Şenilikleri’nde kullanılan tören yoluna açılan ünlü İştar Kapısı, Babil Kulesi ve diğer birçok yapı bu dönemde son şeklini aldı. Kenti süsleyen ve ünü dilden dile dolaşan yapılar arasında, Dünyanın Yedi Harikası arasında sayılan ‘Babil’in Asma Bahçeleri de vardı.

Yeni Babil kralları Mezopotamya çevresinde, eskiden Assur’un bulunduğu alanda egemenlik sürerken Medler Urartu’ya son vermiş ve doğu Anadolu üzerinden ilerleyerek Kızılırmak’a kadar tüm orta Anadolu’yu ele geçirmişti. İran’daki iktidar değişikliği ile siyasi arenada öne çıkan Persler ise 539 yılında Babil’i ele geçirerek uzun bir tarihe son vermiş Babil’in tarih sahnesinden silinmesiyle birlikte, Mezopotamya’nın birikimine sahip toplumların da bu bölgedeki siyasal egemenlikleri son bulmuştur. Tüm Mezopotamya ve çevresi Hint-Avrupa kökenli Perslerin denetimine geçmiştir.

Eski Mezopotamya, uygarlığa kentleşme, devlet yapılanması, mimarlık, sanat, teknoloji ve özellikle din gibi alanlarda büyük katkı sağlamıştır. Akkadların ve onların soyundan gelenlerin dünyayı yönetmek savlarıyla geliştirdikleri kutsal değerleriyle birleşmiş ve yeni bir devlet modelinin oluşturulmasına zemin hazırlamıştır. Doğu toplumlarındaki, emirleri tanrıdan alan imparatorluk düşüncesi Sümerlerin ve yalnızca ona karşı sorumlu olan ‘ulu kral’ düşüncesinin kökeninde bu anlayış yatmaktadır.

Mezopotamya’nın büyük merkezlerinden birçoğu Hellenistik ve arkasından Roma döneminde silikleşme ye başlamış, tarihi başlatanların adları unutulmuş, ancak oluşmuş ortak değerler sonraki kuşakları etkilemeyi sürdürmüştür. Bölgedeki toplumlar, uzun tarihleri boyunca genellikle kendi ürünleri olan veya kendi birikimleriyle fazla çelişmeyen yenilikleri kabullenmişlerdir. Kökleri binlerce yıl öncesine giden yaşam biçimi ve kültür, Mezopotamya’ya yönelen yabancı saldırılara, değişime karşı direnerek karşı koymuş; çoğu zaman da fatihlerini fethetmiştir.


Uygarlıkların Beşiği Mezopotamya- Kemalettin Köroğlu-Toplumsal Tarih Dergisi- Mayıs 2006


















































ORTA ASUR
Mitanni’nin Hitit baskısında olduğu dönemde Assur, kenti yeniden bölgesel bir krallık merkezi haline dönüştürmeye başlamıştır. Onüçüncü yüzyıl başlarında merkezi bölgede denetimi sağlayan Assur, 1. Şalmaneser (1274-1245) döneminde Hurri Mitanni Devletini tarih sahnesinden silerek bu bölgeyi Assur ülkesinin bir parçası yapmıştır. Şalmaneser ve ardılı 1. Tukulti-Ninurta ilgi alanını kuzey Suriye ile sınırlamamış; doğu Anadolu’nun dağlık bölgelerinde kabileler halinde yaşayan Uruatri ve Nairi kabileleriyle de savaşmıştır. Adları kayıtlarda ilk kez bu dönemde anılan Uruatri kabileleri, sonraları 9. yüzyıl ortalarında, Van Gölü çevresinde Assur’a rakip olacak güçte bir devlet kuran Urartuların atalarıdır. Tukulti-Ninurta, güne Babil üzerinde de üstünlük kurarak bütün Mezopotamya’nın mirasına sahip olma iddiasını güçlendirmiştir.

I. Tukulti-Ninurta’dan sonra Assur hızla zayıfladı. 1200 yıllarından itibaren Akdeniz havzası, Ege, Anadolu ve Mısır’ı etkileyen büyük göç dalgaları Mezopotamya’ya ulaşmakla birlikte, burada da dengelerin bozulmasına neden oldu. Mezopotamya’da da aynı yüzyılda 
Babildeki Kassit egemenliği son bulmuş, Assur ise oldukça küçülmüştür. Bütün Mezopotamya Arami göçlerinin baskısı altına girmiştir. Amurrular gibi batı Sami kökenli dil konuşan Aramiler de kabile halinde bölgeye gelmekteydi. Son güçlü Orta Assur Kralı 1. Tiglatpileser (ııı4-1o76), yazıtlarında  28 kez Fırat’ı geçerek Aramilere karşı seferler yaptığını ve onları yendiğini söylemekle birlikte, çabaları tehlikeyi önlemeye yetmemiştir. Arar göçlerine kuzeyden Aizi (Elazığ) bölgesinden gelen Muşki adlı bir başka topluluk daha eklenmiş, Assur bu dönemde birçok cephede göçebe topluluklarla uğraşmak zorunda kalmıştır.

Uygarlıkların Beşiği Mezopotamya- Kemalettin Köroğlu-Toplumsal Tarih Dergisi- Mayıs 2006




YENi ASSUR KRALLIĞI (1000-612)
Sümer, Akkad, Babil, Amurru, Hurri ve Kassit gibi, Mezopotamya’ya değişik katkılarda bulunmuş toplumlarla karşılaştırıldığında, Yeni Assur Krallığı’nın kurduğu sistem, köklü mirasa sahip olma anlayışı ve propagandaya yönelik anıtsal sanat yapıtlarıyla daha baskın bir görüntü çizer. Assur, Kalhu (Nimrud), Ninive ve Dur-Şarrukin (Horsabad) gibi başkentlerde saptanan on binlerce çiviyazılı kil tabletten oluşan arşiv ve kütüphaneler başta olmak üzere, krallığa ait tüm eserler yalnızca onların değil, bütün Mezopotamya’nın gizemli geçmişine ilişkin bilgiler verir.

Karışıklık döneminde başkent ve çevresini yöneten Assur kralları 10. yüzyıldan itibaren kontrolden çıkmış olan kuzey Suriye ve güneydoğu Anadolu’ya yönelmiştir. Aramiler ve Geç Hitit krallıkları Assur’a boyun eğmeye zorlanmıştır. Bu dönemin en güçlü krallarından Il. Aşurnasirpal (883-859), genişleyen ülkesini Assur’dan yönetemeyeceğini düşünerek, çevresi surlarla kuşatılmış, içinde saray ve tapınaklar olan Kalhu’yu (Nimrud) başkent olarak inşa etti. Akkad krallarının başlattığı uzak bölgelere yağma seferleri yapma geleneğini güçlü bir biçimde sürdürerek kayıtlara geçen 14 sefer yaptı. Fırat’ın batısına geçerek Akdeniz kıyılarına ulaşmayı başarmış ve silahlarını Akdeniz’in sularında yıkamakla övünmüştür. Ele geçirdiği bölgelerde eyalet merkezleri oluşturdu. 

Halefi III. Şalmaneser (858-824) zamanında da ülkenin batısındaki yerel krallıklara karşı güç gösterisi artırılarak sürdürüldü. Assur’un eyalet sistemine dahil ettiği bölgenin sınırları batıda Fırat Nehri’ne, kuzeyde Toroslara kadar uzayan bir alanı kapsamaktaydı. Yağma ve sindirme seferleri ise, planlı olarak kurulan üsler, yerel krallıklardan sağlanan destek ve ordunun yeniden yapılanmasıyla sınırlardan oldukça uzak bölgelere ulaşabiliyordu. Bu amaçla belirlenen yeni hedefler arasında doğu Akdeniz kıyılarındaki yerel krallıklar, batıda Çukurova ve orta Anadolu; kuzeyde ise Torosların ötesinde gelişmeye başlayan Urartu Devleti de vardı. III. Şalmaneser 34 yıllık saltanatı boyunca en az 34 sefer gerçekleştirdi. Çukurova’nın batı bölümündeki Kue, Toroslar ve kuzeyinde egemen olan Tabal ve Melid (Malatya/Arslantepe) gibi Geç Hitit krallıkları haraca bağlandı.

Assur baskı ve yağmalamalarına rağmen, ülkenin güneyinde Babil, kuzeyinde Urartu ve doğusunda da Medler, rakip güç olarak varlıklarını korumuşlardır. Urartu, III. Şalmaneser sonrasında Assur’un zayıflamasından yararlanarak 8. yüzyılın ortalarına kadar Önasya’nın büyük devletlerinden biri olmuştur. Eyalet valilerinin ve yerel krallıkların isyanıyla başlayan zayıflama ve gerileme süreci, Assur tahtına III. Tiglat- pileserin (745-727) çıkışıyla son bulmuştur.

Tiglat-pileser, yaptığı reformlarla eyalet valilerinin yetkilerini kısıtlamış; karışıklık çıkan bölgelerden çok büyük nüfus nakilleri yapmış, posta teşkilatını aktif hale getirerek güvenliği sağlama yoluna gitmiştir. Urartu kralını yenerek başkent Tuşpa’ya (Van) kadar ülkesini yağmalamıştır. İran içlerine, Medler üzerine ve Babil’e ilerleyerek gücünü hissettirmiştir. Kendisini Babil kralı ilan etmiştir. Yeni Assur Krallığı II. Sargon (721-705) sonrasında rakipsiz ve sınırtanımaz bir güç haline gelmiştir. Sınırlar daha ileri bölgelere doğru genişletilmiş, Mısır ile Asur komşu olmuştur. Sargon kendisi için Dur Şarrukin adlı bir başkent kurmuştur. Sargon’dan sonra Sennaherib (704-681), Esarhaddon ve Aşurbanipal döneminde gücünü artıran Assur Krallığı, Geç Hitit, Arami ve doğu Akdeniz krallıklarını egemenliğine almış; Mısır’ı da büyük seferlerle yağmalamıştır. Anadolu’da bu dönemde 7. yüzyıl başlarından itibaren İskit ve Kimmerlerin göçleri nedeniyle karışık bir süreç yaşanmaktaydı. Son Assur başkenti Ninive bu dönemin en büyük metropolü haline getirilmiştir. Son güçlü Assur kralı olan Aşurbanipal Ninive’de büyük bir kütüphane oluşturmuş, Sümerce, Akkadca sözlükler, işaret ve eşanlamlı sözcük listeleri, tıbbi tanı listeleri, kehanet, dinsel tören ve büyü özetleri gibi çalışmaların yanı sıra, ‘Yaratılış Destanı’ ve ‘Gılgamış Destanı’ gibi edebiyat yapıtlarını da toplamıştır. Yeni Assur Krallığı, sınırlarının en geniş olduğu dönemde Medler, Babilliler (Kaldeliler) ve kuzeydeki İskitlerin birleşerek 612 yılında Ninive’yi ele geçirmesiyle tarih sahnesinden silinmiştir. Assur’un yıkılışı, Mezopotamya’daki geleneksel yönetim biçimi ve köklü kültürler bağlamında tümüyle bir yok olma değildi. Olay daha çok siyasi iktidar ve gücün Ninive’den Babile aktarılması gibidir.

Assur kralları ‘Büyük Kral’, ‘Güçlü Kral’, ‘Assur Ülkesinin Kralı’, ‘Yukarı Deniz’den (Akdeniz) Aşağı Deniz’e (Basra Körfezi) Kadar Olan Bölgenin Hakimi’, ‘Dört Bir Yanın Kralı’ ve ‘Evrenin Kralı’ gibi unvanlarla tanıtılırdı. Bu unvanlar, kralın mutlak otoritesini göstermek amacıyla egemenlik alanı, ordunun gücü ve vergi alabildiği bölgelerin sınırlarına bakılmaksızın kullanılabilmekteydi. Tahta her ne şekilde çıkarsa çıksın, kralın Assur ülkesinin büyük tanrıları olan Assur, Enlil ve Ninurta tarafından seçildiği vurgulanırdı. Bu anlayış Mezopotamya’da Akkadlarla başlayan ‘tanrı adına yönetme’ fikrinin devamıydı.

Uygarlıkların Beşiği Mezopotamya- Kemalettin Köroğlu-Toplumsal Tarih Dergisi- Mayıs 2006






6 yorum:

  1. Metin boyunca birkaç yazım hatası görmekle birlikte, Yeni Babil başlıklı kısmın özellikle ilk paragrafının gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sanırım bir dizgi hatası olmuş.

    Çok faydalı bir paylaşım, emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Uyarınızı çok nazik yapmışsınız. Taramadan kaynaklanan hataları düzelttim.
      İlginize teşekkür ederim.

      Sil
  2. emeğiniz için çok teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  3. Ege göçlerinin mezopotamyaya etkileri hakkında bilgi sahibi olmak istiyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. https://bberksan.blogspot.com/p/ege-gocleri-ve-deniz-halklar.html

      Sil