İslamiyet Öncesi İran


Zamanla İran'ın kalbi haline gelecek olan bu yayla, bu göçten ( Proto Hint Avrupalılar) neredeyse yedi bin yıl önce yerleşmiş tarım toplulukları da dahil olmak üzere çok çeşitli halkların yaşadığı bir yerdi. Batı İran'ın merkezi Zagros Dağları'nda bulunan kalıcı meskenlerin, değirmenlerin ve tahıl depolama kaplarının bulunuşu, avcılık ve toplayıcı lıktan tarım toplumlarına geçişin milattan sekiz bin yıl önce gerçekleştiğine işaret ediyor. Keçiler muhtemelen ilk olarak burada evcilleştirildi ve koyunlar, sığırlar ve domuzlar da mevcuttu. Buğday ve arpa bu bölgeye özgüydü. İran'ın kuzeydoğusundaki çağdaş Neolitik yerleşim yerleri de tespit edildi ve İranlıların gelişinden önce bu platoda insan yerleşimi olduğu ortaya çıkarıldı. Buraların eski sakinleri, zamanla İran kültürü içerisinde eridiklerinden, artık sadece geride bıraktıkları arkeolojik kayıtlar aracılığıyla onlara ışık tutabiliyoruz. İran dillerini konuşan gruplar yeni bölgelere yerleştikçe yerli nüfusla karıştılar ve nihayetinde İran dili galip gelse de ortaya çıkan yeni kültürel durum ortak bir etkileşimin ürünü oldu. 

Güneye doğru ilerleyen Ön-İranlıların karşılaştığı ilk büyük uygarlık; Hazar Denizi'nden doğuya, modern Afganistan'ın dağlık bölgesi ile günümüz Türkmenistan ve Özbekistan'ın kurak bozkırları arasında yaşanan bir Bronz Çağı medeniyetiydi. MÖ 3000'lerin sonlarından MÖ 2000'lerin başlarına kadar gelişen bu medeniyet, arkasında 20. yüzyılda Sovyet kazılarında ortaya çıkarılan duvarlı şehirler, seramikler, aletler ve mücevherlerden oluşan maddi bir kültür bıraktı. Sovyetler, ilgili siteler topluluğunu Pers İmparatorluğu'nun karşılık gelen iki vilayeti olan Belh ve Merv'in eski Yunanca isimleri olan Baktriya ve Margiana ile etiketledi ve bu sahaya Baktria-Margiana Arkeoloji Kompleksi (BMAC) adını verdi.
....
BMAC halkları hiçbir yazılı kayıt bırakmadığından dilleri bilinmese de Hint İran diline bir dizi ödünç sözcük bıraktılar. Bunlar, kültürel borçlanmanın bir göstergesi olarak "deve", "eşek" ve "buğday" gibi kelimelerdi. Göç eden Hint İranlılar, MÖ 2000'ler boyunca BMAC ile karıştı ve yavaş yavaş melez bir toplum oluşturdu. Bu kültürel sentez, İranlı savaşçı kabilelerin "uygarlaştırılmasındaki" ilk büyük adım olarak düşünülebilir. Avrasya tarihi boyunca, bozkır göçebeleri ve vaha yerleşimcileri arasında baskın ve ticaret arasında gidip gelen bu zorlu ilişki, Avrupa'dan Çin'e kadar sürekli tekrarlandı. Göçebeler yerleştiklerinde, eskiden  İran dili konuşanların yaptığı gibi, dillerini empoze etmekte sıklıkla başarılı olsalar da hızlı bir şekilde şehir kültürü içinde asimile oldular. Göçebe ve yerleşimci arasındaki bu dinamik, 20. yüzyılın başlarına kadar İran toplumunun temel bir özelliği olmaya devam etti. 

İranlı kabileler güneye ve batıya doğru göç ettikçe, Güneydoğu İran, Güney Mezopotamya ve Doğu Anadolu'da uzun süredir yaşayan bir dizi başka yerleşik toplumlarla temas kurdular. Güneydoğu İran'da, Ciruft kasabasının güneyindeki kazılar, en azından MÖ 3000'e ve muhtemelen daha öncesine dayanan bir kültürün kalıntılarını ortaya çıkardı. Bu bulguların nasıl yorumlanacağı net değildi ve akademisyenler Ciruft'ta bulunan tüm eserlerin gerçekten oradan gelip gelmediğini tartıştı. 2001 'de başlayan bu keşifler henüz çok yeni olduğu için ve neredeyse tamamen İranlı arkeologların yetki alanında olduğu için, haklarındaki iddiaların etkisini değerlendirmek için çok erken, ancak yine de olasılıklar oldukça ilgi çekici.













Elam uygarlığı

III. binyılın başında, Elamlılar, başta İran Mezopotamya sınırındaki Susiane (bugünkü Huzistan) Ovası olmak üzere, bütün Güney İran'a yayılmış durumdadırlar. Sus'un, Elam Devleti'nin ilk başkenti olduğu sanılır. Elam devleti, Mezopotamya uygarlığından çivi yazısını, tabletleri, silindir biçimindeki mühürleri ve düz kırmızı çanak çömlekleri alır. Bu etkiler, doğal kaynaklar bakımından, zengin Yayla ile hammaddelerden yoksun Susiane ve Mezopotamya arasında «karum ticareti» geliştikçe çoğalır. Bu ticaret, Iran devleti üzerindeki Mezopotamya etkisini güçlendirecektir.

Öte yandan, Akkad imparatorluğu, MÖ XXIII.yy.'da, Elam devletini kendi içinde eritir. Bununla birlikte, arkeolojik kaynakların yetersizliği nedeniyle, III. binyılın bu ikinci yarısında Mezopotamya etkisinin yaylanın içerilerine kadar yayılıp  yayılmadığı bilinmemektedir. Siyelk'te bir kopukluk olur ve tarihçileri iki binyıla yakın bir döneme ilişkin her türlü bilgiden yok­sun bırakır. Kuzeydoğuda, Hisar'da, IV. binyıldan başlayarak ken­dini hissettiren Doğu'nun kültürel etkisi, Orta Asya kökenli siyah veya gri-siyah bir seramiğin benimsenmesinden ibaret gibidir.

Elamlılar, Mezopotamya'nın etkisi altında kalmakla birlikte, Akkad İmparatorluğu'nun siyasî hegemonyasına karşı çıkarlar. Gözü pek savaşçılar olarak Mezopotamya'nın boyunduruğun­dan kurtulup, İran'ı uzun bir çatışma dönemine sokarlar.

Elam

Her ne kadar Bereketli Hilal bölgesi, belgelenen malzeme dolayısıyla öne çıksa da, Mezopotamya'nın siyasi bir boşlukla çevrili olmadığı. bazıları büyük boyutlu olmak üzere çeşitli krallıklarla temas içinde olduğu kesindir, ama özellikle MÖ III. binyılla ilişkili olarak bu krallıklar arkeolajik açıdan fazla incelenmemiştir. Ancak hem Yukarı, hem de Aşağı Mezopotamya'ya ait belgelerde bu krallıkların izine rastlanır. Aralarında en öne çıkan ve İran'ın batısında yer alan Elam, başkentleri Susa ve Awan olan bir Şehir konfederasyonu şeklindedir. 

MÖ IV ile III. binyıl arasında Susa'nın Uruk'un etkisi altında kaldığını zaten gördük. MÖ III. binyıl hakkında bu şehrin akropolünde bulunmuş 14 bin kadar tablete sahip olduğumuz gibi, bunlara Tepe Yahya, Teli Malyan ve Şahri-Sokhta gibi İran'ın dört bir tarafına yayılmış çeşitli merkezlerinde bulunmuş başka belgeler eklenmelidir. Bu belgeler, sadece kısmen deşifre edilmiş olan ve ilk Uruk tabletlerinden kısa bir süre sonra ortaya çıktığı ve doğudan gelen halkların beraberinde getirdikleri sanılan ön-Elam yazısıyla yazılmıştır. Ur III döneminden itibaren, muhtemelen Awan hanedanının son kralı olan ve UrNammu'nun (MÖ y. 2112-2095) çağdaşı olduğu sanılan Puzur-İnşuşinak yönetiminde ortaya çıkmış olan lineer Elam dili de belgelenmiştir. Elam dili şimdilik Sümer dili gibi izole bir dil gibi durmaktadır. Eski Yakındoğu tarihinin tamamı boyunca bu krallık, Mezopotamya'ya yaklaşımı konusunda muğlak bir politika sürdürür. Ön Hanedanlar devrinde belgelenmiş olan sayısız yağmalama amaçlı saldırıyla birlikte Enmebaragesi, Lagaş kralı Eannatum, Adab kralı Lugalannemundu (ama bu bilgi kesin değildir), Sargon kralları ve Ur III kralları başta olmak üzere Mezopotamya'nın çeşitli kralları da Elam topraklarına askeri seferler düzenlerler. Şimaşki ve Markhaşi (veya Barkhaşi) krallıkları da sıklıkla Mezopotamya'ya karşı Elam Krallığıyla ittifak kurarlar. Bunlardan İran'ın batısında, Zagros sıradağlarının büyük kısmını kapsıyor olması gereken Şimaşki Krallığı daha çok Ur III dönemine ait bazı çivi yazılı metinler sayesinde bilinir.

Antik Yakın Doğu. Ed: Umberto Eco, Massimo Maiocchi, Alfa Yayınları
……

MÖ XII. yüzyılda Orta Elam Krallığı I.Şutruk-Nahhunte (MÖ 1185-1155) tarafından kurulan hanedan yönetiminde en müreffeh dönemini yaşar ve Sippar, Eşnunna ve Kassitlerin Babil'in yanı sıra başkent olarak kullandığı DurKurigalzu ülke topraklarına katılır. Babil'in kuzeydoğu bölgesinin kontrolünü alan II. Kutir-Nahhunte nihayet Kassit hanedanına son vermeyi başarır. Babil'in tamamını istila eden Kutir-Nahhunte, Hammurabi'nin Kanunlarını içeren stel, Akkadlı Naram-Sin steli ve tanrı Marduk'un heykeli gibi Mezopotamya uygarlığının sembolik değeri yüksek çeşitli anıtlarını Susa'ya taşır. Ancak bu parlak devir sadece birkaç yıl sürer ve İsin hanedanıyla Babil yeniden canlanır ve hem Assurlulara, hem de Elamlılara karşı koyar.

II. İsin hanedanının üçüncü kralı Ninurta-nadin-şumi, Assur topraklarında Arbela'ya [Erbil] kadar ulaşmayı başarır, oğlu I. Nebukadnezzar ise (MÖ 1125-1204), Ulaya Nehri yakınlarında gerçekleşen zorlu bir mücadele sonucunda Elamlıları nihai olarak yenilgiye uğratır. Nebukadnezzar Susa'ya kadar ilerler ve halkının bağımsızlığını elde etmenin yanı sıra Marduk heykelini geri alıp vatanına geri getirerek hem Babil tanrılarının başında Marduk'un yer aldığını (Enuma Eliş adlı ünlü Yaratılış Destanı muhtemelen bu dönemde yazılmıştır), hem de ülkeyi kurtaran kral olarak kendini kabul ettirir. Bütün bunlar, Nebukadnezzar'ı konu alan ve kaderini Marduk'un kaderiyle bağdaştıran, dolayısıyla da kralın rolüyle en yüce varlığın rolünün tek bir siyasi-teolojik ideolojide birleştiren bazı epik metinlerin de yardımıyla gerçekleşir.

Antik Yakın Doğu. Ed: Umberto Eco ,Assur, Babil, Elam, Giancarlo Lacerenza


Kültür açısından büyük ölçüde etkilendikleri Asurlular ve Babillilerle sürekli savaştılar. M.Ö.12.yy.da Babil’e sürekli akınlar düzenleyip sonunda egemenlikleri altına aldılar. Ama, büyük kral Şilak’in-Şuşinak’ın M.Ö.1120’ye doğru ölmesi ve Babil’de güçlü ve gözüpek bir kral olan Nabukodonosar I’in tahta çıkması, Elam devletinin gerilemesine yol açtı. Önce Asurlular, daha sonra İskender ve Selefkiler karşısında bozguna uğrayarak tarihten silindiler. Gelişim Hachette


Med Krallığı
Medler, İran yaylasının kuzeybatısında, Hazar denizinin gü­neyinde oturuyorlardı. Bilebildiğimiz kadarıyla, VIII. ve VII. yüzyıllarda Medler, klan rejiminin çözülüş aşamasındaydılar. Ekonominin başlıca dalları, tarım ve hayvancılıktı; zanaatçılık ise yeni yeni gelişmeye başlıyordu. Medler bakırı, tuncu, altın ve altın-gümüş karışımını işlemeyi biliyorlardı. Asur krallarının yazıtları, Medlere karşı yapılmış savaşlardan, onlardan ele geçi­rilmiş, sonra da köle haline getirilmiş çeşitli zanaatçılardan söz ediyorlar. At yetiştiriciliğiyle ünlü Medler, çok erkenden savaş arabaları kullanmaya başladılar; hayvancılık da gitgide önem ka­zandı. Eğer öteki İranlı kabilelerden daha ileriye gitmişlerse, Asur ve Elamla ilişkilerinin yanısıra, Mezopotamya'yı Hind'e bağlayan -ve Zagros'tan geçen- büyük ticaret yolu   sayesindeydi bu.

Medlerin siyasal tarihini, Herodotos'un verdiği yarı efsane­vî bilgilerle, Asur metinlerinin söylediklerine dayanarak, -o da belli bir ölçüde - biliyoruz.

Herotodos'un anlattığına göre, VIII. yüzyılın sonlarında, Dayakko adlı biri, Med kabilelerini toplar ve Med krallığını ku­rar; Asur metinleri de, az buçuk doğruluyor bunu. VIII ve VII. yüzyıllar boyunca, Medler, Asurluların sık sık saldırılarına uğra­mış ve onlara tabî olmuşlardır az çok. VII. yüzyılın sonlarında Asur'un gerileyişiyle, Medler, saldırıya geçerler. Ve 625 yılında, kralları Fraurt, kabileleri kesin olarak bir devlet halinde topla­mayı başarır. İskitlerin yardım ettiği Asurlulara yenilirse de, ye­rine geçen oğlu Kiyaksar (İ.Ö. 625-585), hem İskit saldırısını püskürtür, hem de orduyu yeniden kurar.

Babil kralı Nabopolassar'ın bağlaşığı olarak Kiyaksar, başlı­ca düşmanı Asur'la hesaplaşmaya başlar. 612-605 yılları arasın­da, Med ve Babil'in birleşik güçleri, Asur'a öldürücü darbeyi vu­rurlar;
Ninova alınıp yerle bir edilir ve Asur imparatorluğuna son verilir. Kiyaksar, arkasından Perslere, Urartulara ve Kappadokya'ya boyun eğdirir. Batı doğrultusundaki yürüyüş, Küçük Asya'da, güçlü bir devlet olan Lidya'nın direnişiyle karşılaşır. 28 Mayıs 585 tarihinde Medlerle Lidyalılar arasındaki savaş, '--söylendiğine göre ünlü filozof Thales'in daha önceden haber verdiği- bir güneş tutulmasıyla kesintiye uğrar. Düşmanlığa son verip, Kiyaksar, Lidya kralı Alyat ile barış yapar; Halys ırmağı, her iki krallığın sınırı olarak tanınır.

Kiyaksar'ın yerine geçen Astiyag (İ.Ö. 585-550) da yayılma politikasını sürdürür: Küçük Asya'yı ele geçirmeyi başaramaz; Mezopotamya'nın ve kuzey Suriye'nin fethine yollar birliklerini. Onun zamanı, Med krallığının doruğudur, İran yaylasının ortala­rından Halys ırmağına, Suriye'ye ve İran körfezine değin uzanı­yordu ülkenin sınırları. 
Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, Server Tanilli

 “Kral Nabonid’in (M.Ö. 554/53 ya da 550/49) 3. ya da 6. yılında”, diye bildiriyor bize Babil kaynakları, “Anşanlı Kyros, Medli bir vasal, Medlerin askeri birliklerini dağıttı”; belli ki bu birliklerin büyük bir bölümü, onun saflarına katıldı. Bunun üzerine, zaferi kazanan, “Med Kralı” Astyages’i tutsak almayı, onun başkenti Ekbatana’yı ele geçirmeyi, hâzineyi yağmalamayı ve ganimeti Anşan’a götürmeyi başardı. Anşan, Güney İran dağlık bölgesindeki Elam imparatorluğunun doğu bölümünün merkezinin eski şark adıdır ve böylelikle, Perslerin daha sonra Parsa (Yunanca Persis) diye adlandırdıkları bölgeyle büyük ölçüde çakışan bir yere düşmektedir. Buna, göre, Kyros, Astyages’e karşı mücadeleye buradan başladı. Gerçi Asur kaynakları, 9. yüzyıl için, Kuzeybatı İran’da Medlerle Mannaların toprakları arasındaki Pars(u)a ülkesinin halklarından gelen haraç ödemelerinin girişini belgelemektedir; ancak, bu adın Perslerin Güneybatı’da bulunan daha sonraki anayurtlarıyla bir ilgisinin bulunduğundan ve buna göre, eskiden kabul edildiği haliyle, Perslerin güneye doğru göçlerinde yurtlarını ve yurt nitelemelerini “kaydırdıklarından, bu arada, haklı olarak kuşku duyulmaktadır. Ama kesin olan, Persis’in geçici olarak Elam egemenliği altında kaldığı ve Elam imparatorluğunun Asur karşısında çöküşünden (M.Ö. 639) belli bir dönem sonra, Kyros’un Astyages üzerindeki zaferiyle iktidar ilişkilerini tersyüz etmesine kadar, bunu Medler'in egemenliğiyle değiştirmek zorunda olduğudur.
....
Kendi yazılı aktarmalarının eksikliği ve güvenilir olmayan arkeolojik bulgular sonucu, Med “imparatorluğu”nun toprak, politik, toplumsal ve kültürel “kimliği” bugüne kadar belirsiz kalmaktadır.

Antik Pers Tarihi, Josef Wiesehöfer




Helenistik Ara Dönem
MÖ IV. yy'ın ikinci yarısında, Batı'da Makedonya kralı II. Filippos, Yunanistan'ın birliğini gerçekleştirdiği sırada, Ahemenî im­paratorluğu uçurumun eşiğindedir. Filippos'un vârisi Büyük İs­kender, babasının projesini yeniden ele alarak Perslere karşı bir se­fer düzenler. Pers imparatorluğu, MÖ 334'te, Büyük İskender'in Makedonyalı mızraklı alayları karşısında çöker ve Büyük İsken­der, fetihlerini İndus'a kadar sürdürür. Bununla birlikte, beklene­nin tersine, yenilenlerin yasal mirasçısı gibi davranır. II. Keyhüs­rev gibi, o da, yeni tebasına büyük bir hoşgörüyle davranır. Hat­ta, Ahemenî sarayındaki tören âdetlerini bile benimser; ordusundaki subay ve askerlerini Pers kadınlarıyla evlendirir. Ancak, Aramcanın yerine Yunancanın «koinè» lehçesini geçirir. Bu dil, Helenistik dönemde, tüm Yunan dünyasının iletişim aracı olur; iranlı çocuklar da bu dilde eğitilirler. Büyük İskender'in, MÖ 323'te vakitsiz ölümüyle, Doğu ile Batı'yı tek bir imparatorluk ça­tısı altında birleştirme girişimi gerçekleştirilemez. Bununla birlik­te, Büyük İskender'in Asya'daki fetihlerinin, özellikle, İran'da Helenizmin yayılması bakımından, çok önemli kültürel etkileri olur.


Selefkiler Hanedanı
Büyük İskender'in mirasının, «diadohos» olarak bilinen gene­ralleri arasında paylaşılmasından sonra, Akdeniz'den İndus'a ka­dar uzanan uçsuz bucaksız topraklar (Mısır, Filistin, Güney Suri­ye ve Anadolu kıyıların bir bölümü hariç), Babil'in Yunanlı satra­pi Seleukos'a düşer. Seleukos, Helenistik Selefkîler Hanedan'ını kurar ve I. Seleukos adını alır. Yeni şehirler kurarak (Dicle kıyısın­da Seleukeia, Orontes «Asi» kıyısındaki Antiokeia «Antakya») ve eski Pers başkentlerinin adlarını Yunancalaştırarak (Sus Seleukeia, Ekbatana Epifaneia olur), Büyük İskender'in siyasetlerini sür­dürmeye çalışır. Bununla birlikte, Selefkîlerin yükselişi çok geç­meden, Arsakî (Arsakid) Hanedanı yönetimindeki Partların güçlü bir direnişiyle karşılaşır.





Seleukeia kralları, İskender'in Doğululaştırma politikalarını devam ettirir; Yunan askeri ve ticari kolonilerini doğuya yerleştirir ve ordularında İranlıları kullanır. Ancak politik öncelikleri genel olarak Batı, özel olarak ise Doğu'yu kontrol eden diğer önemli Makedon/Yunan hanedanlığı olan Mısır'daki Ptolemaios ile aralarındaki rekabettir. Doğuda Soğdiana ve Baktriya gibi ücra satraplar zamanla bağımsız prenslikler haline gelir. Baktriya, şu an Kuzey Afganistan olarak bilinen bölgede, Yunan hanedanlıklarının egemenlikleri altında Doğu ve Yunan kültürlerini birleştiren kalıcı bir kültür oluşturur.

Kuzeydoğunun ata dayalı kültürleri, İskender' e ve ondan önceki Akhamenidlere mutlaka bazı sorunlar yaşatmıştır. Dahaeler ve Sakalar gibi kabilelerin (İran ailesinden dillere sahiptirler) tüm askeri güçleri, at sırtında savaşmaya yöneliktir, oldukça hareketli bu topluluklar, tehdit edildiklerinde çölün ve Aral Gölü'nün güneyindeki yarı çöl toprakların uçsuz bucaksız kumlarında kaybolabilmişlerdir. Dolayısıyla herhangi bir imparatorluğun böylesi toplulukları egemenliği altına alması zordur. 

Selevkos Nikator'un MÖ 281 yılında ölümünden sonraki iki neslin hakimiyeti sırasında, Dahaeler arasındaki bir kabile ya da kabileler grubu olan Parni; Parthia (Part İmparatorluğu) ve Hazar Gölü'nün doğusundaki topraklarda (MÖ yaklaşık 250 yılında isyan ederek Parthia' da bağımsızlığını ilan etmek için uğraşan yerel Selevkos Satrapı Andragoras'ın yerine geçerek) egemenliğini ilan eder ve Selevkos'un doğuda kalan topraklarını da tehdit etmeye başlar. Bu hükümdar hanedanlığına Arsaklar denir. Bu isim Parthia' yı egemenliği altına alan Arsak'tan (Arsakes) gelir. Ancak Arsaklar, hakimiyet alanlarını genişletirken (MÖ 200' den önce Hyrkania'nın içlerine kadar girerler) kentlerdeki Yunan kolonilerinin varlıklarını ve kültürlerini koruma ve sürdürme konusunda da dikkatli davranır ve Part kralları, paraların üstüne philhellenos (Yunan dostu) yazısını bastırarak bu unvanı kullanmaya başlar. Bazı Selevkos kralları Parthia ve Baktriya' da yeniden bir otorite sağlamak için Doğu' ya keşif planları yapar ya da doğu topraklarına ilerler. Partlı Arsaklar ise Doğululara kafa tutmaktansa onlarla müttefik olmayı ya da onların egemenliğine boyun eğmeyi tercih eder. Ancak Selevkos sürekli batıya doğru çekilmek zorunda kalır ve I. Arsaklı Mithridates (MÖ 171-138) döneminde Parthlılar; Sistan, Elam ve Media'yı, MÖ 142' de ise Babil'i ve son olarak MÖ 141' de Seleukia'yi alarak (Selevkos tahtında hak iddia edenler ise veraset kavgaları ve iç savaşlarla boğuşmaktadırlar) yeni bir genişleme sürecine girer.

İran,  Zerdüşt'ten Günümüze İran Tarihi Michael Axworthy , Say Yayınları, 2016

Arsaki Partları

İran kökenli bir kral hanedanının iktidara gelmesi, Helenizmin egemenliğine karşı ulusal bir tepki olarak görülür, İskitlerle akra­ba, göçebe bir kavim olan Partlar, Aral Gölü ile Hazar Denizi böl­gesinden göç ederek, III. yy'ın ikinci yarısında, hanedana adını ve­ren Arsakes'in komutasında Hirkania'ya yerleşirler. İnatçılıklarıyla Selefkîleri tedirgin ederler.

II. yy'da, kralları
I. Mitridates, başta, Iran ve Babil olmak üzere, Selefkîlerin egemenliği altındaki birçok eyaleti almayı başarır ve Seleukeia'nın karşısında yeni Part baş­kenti Ktesifon'u kurar. Bugünkü Afganistan'dan Fırat'a kadar uza­nan bu yeni imparatorluk, Batı, Hindistan ve Uzakdoğu arasında­ki ticarî ilişkilerde büyük önem kazanacak; Çinlilerle yakın ilişkiler kuran Partlar, İpek Yolu'nu denetimleri altına alacaklardır. İran, böylece, Mezopotamya'ya, Suriye'ye ve o sırada Yakındoğu'nun büyük bölümüne egemen olan Roma İmparatorluğu'na doğru yo­la çıkan Doğu ürünlerinin toplandığı bir merkez durumuna gelir. Romalılar, Fırat sınırını geçerek, Partların egemenliği altında bulu­nan Ermenistan'ı ele geçirmeye çalışırlar. Yaklaşık üç yüzyıl süren çetin bir savaşın sonunda, zayıf düşen Partlar, MS 115-117'de Traianus'a; 165'te, Lucius Verus'a ve 197-198'de, Septimius Severus'a yenilirler. Bu imparatorların başarılarıyla gerileyen Part Hanedanı'na, Sasanîler tarafından son verilecektir.

Göçebe kökenli Partlar, yapıcı bir kavim olduklarını kanıtlarlar. Saltanatları sırasında, Mezopotamya yoğun bir şehircilik faaliye­tine sahne olur. Babil, Uruk, Kiş, Seleukeia ve Nippur'da büyük ba­yındırlık çalışmaları gerçekleştirilir. Partlar, terk edilmiş Girsu (bu­gün, Tello). Ninova ve Asur şehirlerini de yeniden canlandırırlar.

Kültürel açıdan, Part uygarlığıyla Selefkiler dönemi arasında büyük bir kopukluk görülmez. Alfabesi, Arami alfabesinden tü­retilen Partça yazı dilinin kullanılmasına karşın, Yunanca kullanı­mı ağırlığını korur. Yunan tanrılarının tasvirlerini taşıyan sikkeler­de, Arsakî kralları «filhellenes» unvanını taşır. Yine de, MÖ I. yy'dan başlayarak, Helenizm etkilerinden kopup ivme kazanır: eski İran dinî geleneklerine geri dönüş gözlenir, paraların üzerinde Partça efsaneler çoğalır, her türlü dış etkiden arındırılmış sanatsal ve teknik biçim arayışlarına girilir, vb. Sasanîler döneminin şafağında, İran, Helenizmin etkisinden kopmanın eşiğine gelir.




Sasani İmparatorluğu 

III. yy'ın başında, Part kralı IV. Artabenos'u yenen I. Ardaşir, 224'te, Ktesifon'da krallık tacını giyer. Böylece, adını, efsanevî atası Sasan'dan alan İran Sasanî İmparatorluğu'nu kurar.

Sasanî­ler, Ahemenî gelenekleriyle yeniden bağ kurmak istemektedir. Aslında, Sasanîler de Fars kökenli Persler olmalarına karşın, bura­da tarihin tekerrürü sona erer. Partlara karşı ayaklanan Sasanîler. MS 224'ten başlayarak, Babil'i ve imparatorluğun başkenti Seleukeia-Ktesifon'u egemenlikleri altına almayı başarırlar.

241'de. kral I. Ardaşir iktidardan çekildiği sırada, Sasanî imparatorluğu. Fırat'tan Indus kıyılarına kadar uzamaktadır. Öncelleri Partlar gi­bi Sasanîler de Akdeniz, Hindistan ve Uzakdoğu arasındaki tica­ret yollarını denetimleri altına almaya çalışırlar. Bunu yapmak için, iki cephede çarpışmak zorunda kalırlar: batıda, Roma'ya ve çok geçmeden Bizans'a; doğuda, Kuçan imparatorluğu'na ve gö­çebe Orta Asya halkları Hunlara ve Türklere karşı.

Sasanî kralla­rının çoğu bu görevlerin ikisini birden üstlenir. Başlangıçta, Roma imparatorlarına karşı önemli zaferler kazanırlarsa da, IV. yy'dan başlayarak, Sasanî, başarıları seyrekleşmeye başlar. V. yy'da im­paratorluk içinde soyluların gizli düzenleri artar ve Mezdekîlerin dinî ve toplumsal şiddet hareketleri tırmanır. Bu arada, gerek batıda, gerekse doğu sınırlarında Romalılarla savaş yeniden başlar. VI. yy'da, Sasanî imparatorluğu belli bir toparlanma yaşar: 531'e doğru tahta çıkan I. Hüsrev (Anuşirvan), reformlar yaparak ve Mezdek hareketine son vererek, içeride düzeni yeniden sağlar; dışarıdaysa Bizans ile barış imzalar, Hunları devre dışı bırakır Yemen'i egemenliği alanına sokarak Etyopyalıları buradan sürer(575).

II. Hüsrev döneminde, imparatorluk en parlak günlerini ya­şar. Batıdaki savaş önemli zaferlerle noktalanır; Pers orduları, art arda Ermenistan, Edessa (bugün, Şanl
ıurfa), Kapadokya'daki Ca­esarea (bugün, Kayseri), Antakya, Şam ve Kudüs'ü işgal ederler. 619'da II. Hüsrev Mısır üzerine yürür ve bütün doğu Mısır'ı işgal ederek, imparatorluğunun sınırlarını İskenderiye'ye kadar geniş­letir. Ancak, çok geçmeden Sasanî zaferlerinin kalıcı olmadığı or­taya çıkar. Bizans, 628'den başlayarak, toparlanır, kaybettiği bü­tün toprakları geri alır, hattâ, Ktesifon'u kuşatır. 634'ten sonra za­yıflayan Sasanîlerin toprakları, Arapların istilâsına uğrar. Bizans İmparatorluğu kadar sağlam bir yapısı olmayan Sasanî İmpara­torluğu, Arap yayılmasına karşı koyamaz. Fırat yakınlarındaki Kadisiye'de (637) ve Nihavend'de (642) alınan yenilgilerin ardın­dan Müslümanların egemenliği altına girer.


İslam öncesi Iran, onun yalnızca kendi öz geleneklerini ve aktarımlarını (örneğin, kozmik ve dünyevi olayların Zerdüşti bakış açısı, Eski Iran krallığının idealleri ya da Iran tarihinin eğlendirici ve aynı zamanda öğretici sunumuna duyulan ilgi) sürdürmekle değil, aynı zamanda diğer kültürleri istekle kabul etmesi, karıştırması, dönüştürmesi ve aktarması yoluyla da karakterize edilebilinir. Ahamenit sanat stili ve Yunan ve Hint hekimlik bilgisinin geç dönem Sasanileri tarafından Müslümanlara aktarılması, bu sava örnek oluşturabilir.

Antik Pers Tarihi, Josef Wiesehöfer, Telos yayıncılık, 2002

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder