(…)
Giritlilerin dinlerini incelediğimizde onun aynı dönemde
komşu bölgelerde mevcut bazı kültlerle benzerlik gösterdiğini görmekteyiz.
İlk olarak onların kültünde de büyük bir Doğa Tanrıçası vardır. Bunun yanında
da diğer tanrılar vardır. Bu tanrıça, Anadolu'nun ünlü doğa tanrıçası Kybele
ile bazı benzerlikler göstermektedir. Sözkonusu tanrılardan birinin ise her
yıl ilkbaharda doğumu şenliklere, ölümü kışın bazı yasiara yol açan
Anadolu'nun genç tanrısı Attis'le benzerliği vardır. İkinci olarak yine
Anadolu'da olduğu gibi bu Kybele ile Attis'in birleşmesi sonucunda doğaya bereket geldiği inancı mevcuttur. Giritliler ayrıca bu
tanrı ve tanrıça yanında boğaya da tapmaktadırlar.
Törenlerine gelince, Giritlilerde törenler esnasında
müzik eşliğinde danslar yapıldığı ve bu danslarda insanların vecde (extase)
eriştikleri düşünülmektedir. Tanrılara çeşitli kurbanlar, içki, eşya sunma adetleri
vardır. Çifte ağızlı balta da önemli bir semboldür.
Giritlilerin öteki dünya hakkındaki düşüncelerini
bilmiyoruz. Ancak ölümden
sonraki hayata inanıyor gibidirler.
Çünkü ev şeklinde mezarlar yapmakta ve bu mezarlara ölünün hayattayken
sevdiği ve kullandığı bazı eşyalar koymaktadırlar. Demek ki onların insanın
öldükten sonra bir hayat süreceğine ilişkin bir inançları mevcuttur. Başka
deyişle bunlarda "ölüler kültü" olduğu anlaşılmaktadır.
Ahmet Arslan- İlkçağ Felsefe Tarihi I
|
Girit'te insanı büyüleyen, doğru ya da yanlış, "başka" olduğunu düşündüğümüz bir uygarlık fikri vardır: Öyle bir uygarlık ki her şey güzelliğe ve yaşama sevincine yönelik; bütün bunların içinde savaşın yeri yok. (Zaten Girit kentleri surlarla çevrili değildir.) Knossos fresklerinde rahip-kral zambaklar arasında yürür, sarı, mavi, beyaz açık renkler giyinmiş kadınlar, göğüsleri dışarıda, mavi zeytin ağaçları altında oturan kalabalık seyirciler önünde dans ederler. İnce vücutlu cambazlar bir boğanın boynuzları arasında oynarlar. Yalın ve güçlü bir doğalcılığın her şeye egemen olduğu sahnelerdir bunlar: Bir ot parçası, bir demet safran çiçeği ya da susam, bir vazo cilası ya da bir duvar sıvasının kızıl rengi üzerinde beyaz zambaklar, soyut diyebileceğimiz kesintisiz bir motif içinde birbirine sarılmış kamışlar, çiçek açmış küçük bir zeytin dalı, bir ahtapotun kıvrılmış kolları, yunus balıkları, bir denizyıldızı, kanatlı bir mavi balık, hepsi başlı başına birer tema ve hepsi şaşırtıcı bir yaratma özgürlüğü içinde ele alınmış. Gerçek dışı neşe dolu bir âlemde mavi bir maymun safran çiçekleri topluyor, üzerlerinde yabangülleri açmış kırmızı, sarı, mavi beyaz alacalı kayalara konmuş firuze renkli bir kuş; bir yabankedisi, sarmaşık dalları arasından arkası dönük zavallı bir kuşu gözetliyor ve yeşil bir at güleryüzlü iki tanrıçanın bindiği arabayı çekiyor.
Fernand Braudel-Akdeniz, Mekan ve Tarih- Metis Yayınları
Mykenai
…
Kuyu mezarlar
Mykenai'da gün yüzüne çıkarılan ve “kuyu" mezar olarak
bilinen mezarlar iki grupta toplanmıştır: Heinrich Schliemann ve Valerios Stais
(1857- 1923) tarafından 1870'li yıllarda kazılan ve görece daha yeni olan (MÔ 1
600-1500) A Halkası ile daha eski olup (MÔ 1650- 1550) George Mylonas (1898-
1988) tarafından l950'lerde kazılmış olan B Halkası. Bu halkalar içerisinde
yer alan mezarlarda Ege bölgesinde keşfedilmiş en büyük hazinelerden biri
bulunmuştur; Myken uygarlığının kökeninin bu kadar uzun süre tartışma konusu
olması kısmen bu keşiflere bağlıdır. Mykenai'daki kuyu mezarlar, toprağa
kazılmış dörtgen kuyulardan oluşur. En dipte, ahşap bir örtü veya taş bir
levhayla kaplı bir tür bölmede bir veya birkaç ceset yer alırdı. Mezar ve çukur
toprakla doldurulurdu ve o bölge bir mezar taşıyla işaretlenirdi.
Mezar buluntuları
Cesetler altın varakla süslenmiş kefenlere sarılırdı, bazen
de yüzlerine altın maskeler takılırdı. Hepsi erkek altı yetişkin ile cinsiyeti
belirsiz bir çocukta altın maskeler olduğu tespit edilmiştir. Genelde ölünün
yanına birçoğu değerli veya egzotik malzemelerden, olağanüstü işçilik eseri
nesneler konurdu: bazıları oyma figüratif sahnelerle ve savat tekniğiyle
süslenmiş bronzdan kılıçlar ve hançerler; altın, gümüş veya taştan vazolar;
mücevherler; bazıları Girit'ten ve Kykladlardan ithal edilmiş keramik eserler.
Kuyu mezarlarda bulunan malzemeleri üslup açısından en iyi niteleyecek özellik,
münferit nesnelerin eşsizliğidir; her bir nesne birer sanat eseri olarak
algılanmış gibidir, dolayısıyla sipariş ü[1]zerine
yapıldığı sanılır, bu da bu nesneleri imal eden zanaatkarların eski modellerden
örnek almayıp yeni örnekler yarattığını düşündürür.
Toplumsal yapı
Dolayısıyla Myken uygarlığı büyük bir
"patlama"yla, Ege dünyasında daha önce eşine rastlanmamış büyüklükte
ve yoğunlukta bir zenginlikle başlar. Savaşçı yönlerini ve müthiş
zenginliklerini sergileyerek kendilerini gösteren yönetici gruplar ortaya
çıkar. Bu grupların hammadde edindiği geniş coğrafi bölge Baltık denizinden
(kehribar) Yakındoğu'ya (metaller, fildişi, sedir ve abanoz gibi değerli
tahtalar), hatta Girit ve Kykladlara (keramik eserler) kadar uzanır.
Dolayısıyla Mykenai'daki kuyu mezarlar, Myken uygarlığının gelişiminden sorumlu
olan seçkin sınıfın "soylu" mezarlarıdır. A Halkasının, inşaatından
yüzyıllar sonra taştan bir siperle çevrilip anıtsallaştırılmış ve şehrin
surlarının içine alınmış olması da, MÔ XIII. yüzyılda Argolis bölgesinin en
büyük merkezinde iktidar sınıfının atalarına atfettiği öneme işaret eder.
"Myken" teriminin kullanımı, Bronz çağında Yunanistan'da gelişmiş
olan uygarlığın, ülkeye geldiğinde zaten tanımlanmış olup günümüzde
"Myken" adını verdiğimiz özelliklere sahip bir etnik gruptan
kaynaklandığı fikrini temel alır. Ancak bu varsayım, arkeolojik veya dilsel
açıdan temelsizdir. Ayrıca kuyu mezarlardaki malzemeler üzerinde yürütülen
incelemeler sonucunda maddi kültür düzeyinde belli yerel kültür çevrelerinden
-yani Yunanistan'ın Orta Bronz çağından, Yeni Saray döneminde Girit'ten ve
Kykladlarda gelişmiş olan kültürlerden- kaynaklanan katkıları belirlemenin
mümkün olduğu görülmüştür. Zaten Myken maddi kültürünün gelişiminin
ardında sayısız dürtü yatar ve Minos dönemindeki Girit bunların başında yer
alır.
Hammaddeler üzerinde kontrol
Kuyu mezarların sahipleri olan seçkin sınıfların oluşumuna
dair en çok kabul gören teze göre, bu sınıflar doğudan ve batıdan Ege bölgesine
hammadde (kalay, altın, bakır) akışını kontrolleri altına almayı başarmış ve
siyasi iktidarlarını da bu beceriye dayandırmışlardı. Ancak Girit'teki
saraylardan bazılarının da yeni “Myken" efendilerine Girit'in sahip olduğu
insan kaynaklarına (zanaatkarlara) erişme imkanı sağlamış olacağını göz önüne
almak gerekir. En eski Myken mezarları MÔ 1650'lere uzanır ve Orta Yunanistan
ile Peloponnessos bölgesi arasında yer alırlar. Sonraki yüzyıllarda Myken
uygarlığı kuzeyde Olympos dağına ve Ambrakia körfezine, doğu ve güneyde de
Kykladlara, On İki Adalara ve Girit'e kadar uzanır. Myken yönetici gruplarının
ticari açıdan Ege bölgesinin dışına yayıldığını da göz önünde bulundurmak gerekir.
Myken devletlerinin Akdeniz'de geliştirmeyi başardığı kapsamlı ilişki ağı,
Anadolu'nun Ege kıyısından Yakındoğu'ya, Orta ve Batı Akdeniz'e kadar uzanır
Myken idari sistemi
Kuzeyde Thessalia'dan güneyde Girit'e ve doğuda Rodos'a
kadar birbirinden çok farklı coğrafi bölgelerde ve farklı kronolojik dönemler
farklı tarihsel bağlamlarda gelişen Myken uygarlığı, yekpare bir oluşum olarak
algılanmaz ve özellikle kapsadığı topraklar anlamında bölgesel açıdan büyük
farklılıklar sergiler. Bu kadar çeşitlilik gösteren bir oluşum ayrıntılı bir
şekilde incelenemediği için burada oluşturulacak tablo, coğrafi açıdan en
önemli bölge olan kuzeydoğu Peloponnessos ve yazılı belgelerin büyük kısmının
tarihlendirildiği MÔ XIII. yüzyıl açısından geçerli sayılmalıdır. Anakaradaki
bazı saraylarda (Mykenai, Pylos, Thebai) ve Girit'te (Knossos, Khania) bulunan
Linear B dilindeki bazı tabletler, Myken idari sisteminin yeniden kurgulanması
için birincil kaynaktır. Bu tabletler pişmemiş kil[1]den
yapıldığı için, içinde bulundukları yapılan yok eden yangınlarda pişerek daha
da sağlam hale gelmiş ve sarayların sonunu getiren felaketleri atlatarak
günümüze ulaşmıştır. Bu tabletlere kil tazeyken, Minos dili Linear A'dan
türemiş ve yaklaşık 89 işaretten oluşan Linear B dilinde idari konularda
çeşitli kayıtlar kazınmıştır. 1952'de İngiliz Michael Ventris ( 1922-1956)
tarafından yapılan çözümlemeler sayesinde Linear B, Yunancanın arkaik bir formu
olarak tespit edilmiştir. Linear B dilinde tabletlerin bulunduğu bütün
arkeolojik alanları genelde bağımsız devletlerin başkentleri olarak kabul
edilir. Myken döneminde Yunanistan, bir saraya bağlı küçük devletlerden
oluşurdu. En azından tabletlerde, sarayların üstündeki bir sisteme dair
herhangi bir iz yoktur ve münferit devletler arasında, diplomatik ilişkilerin
düzenlenmesini sağlayan bir hiyerarşi olup olmadığı tartışma konusu olmaya
devam etmektedir. Saray sistemi de, bürokratik bir kadro tarafından idare
edilen ve kaynakların merkezileştirilmesi ayrıntılı bir kontrol mekanizmasını
temel alan karma[1]şık bir ekonomik örgüt olarak tanımlanabilir.
….
Myken seçkin sınıflarının ekonomik kaynakları kontrolleri
altında tutmasına izin veren stratejilere gelince, en önemlileri arasında
tarımsal ürünlerin ve asgari geçim kaynaklarının -azık şeklinde veya bayramlar
ve şölenler yoluyla- dağıtımının yer aldığı kesindir. Ancak atalara ve
tanrılara sunulan adaklarla ilgili mekanizmanın, dolayısıyla da din tekelinin
uyguladığı kontrol de bu süreçte önemli bir rol oynar. Hem saraylarda, hem de
mezarlar bağlamında konum ve itibar oluşumuna, saray sisteminin dayandığı
kaynakların merkezileşmesiyle bağlantılı olan zenginlik gösterişi de aracı
olur. Saraylar ve kaleler, Myken uygarlıklarına özgü yapılardır. Saraylar,
iktidardaki seçkin sınıfların idare ve ikamet merkezi olan karmaşık mimari
yapılardır. Argolis bölgesindeki başlıca iki merkez olan Mykenai ve Tiryns,
hakim konumlarda yer alıp surlarla çevrili oldukları
için birer kale olarak da tanımlanabilir. Mykenai ile Tiryns'te, Messenia
bölgesinde Pylos'ta ve Lakonia bölgesinde ki Sparta yakınlarında saraylar
(Menelaion ve Aghios Vasilios) gün yüzüne çıkarılmıştır.
…
Myken uygarlığının çöküşü
Akdeniz'i boydan boya kaplayan uluslararası ticaret ağının
ortadan kalkması, MÖ XIII. yüzyılda (Geç Helladik IIIB'nin sonu) Myken
toplumunun yok olmasının sayısız sonucundan sadece biridir. Gla kalesi XIII.
yüzyıl başlarında (Geç Helladik IIIB) yıkılırken, Mykenai, Tiryns, Thebai ve
Pylos sarayları ve Sparta'daki Menelaion tapınağı aynı yüzyıl sonlarında
tamamıyla yok olur. Yunan anakarasında bu tarihten sonra en az yüz mekan
yıkılmış veya terk edilmiştir. Thebai gibi bazı mekanlar ancak yüzyıllar sonra
yeniden iskan edilir ve Yunanistan'm kırsal bölgelerinin büyük kısmı bomboş
kalır. Girit'te xın. yüzyıl boyunca belli başlı mekanlarda Genel anlamda bir
yıkını genel bir yıkım yaşanır ve bu merkezlerin hepsi yüzyılın sonuna gelmeden
terk edilir. Dolayısıyla Myken devletleri ortadan kalkar ve onlarla birlikte
Ege'de yüzyıllar boyu yazı, ileri düzey mimari, prestijli eşyalarda uzmanlaşmış
zanaatkarlık ve II. binyılda Yunanistan'da oldukça yüksek bir düzeye erişmiş
olan fresk tekniği de kaybolur.
…
Antik Yunan, Ed.Umberto Eco, II.Binyılda Ege Bölgesi, Anna Lucia D’Agata, Alfa Yayınları
AKHALAR
Yunan dünyası, XV. yy sonu ve XIII. yy
başı arasında Akhalar’ın egemenliğinde birçok prensliğe bölünmüştü. Bu
prensliklerin hepsi de tahkim edilmiş bir kentin etrafında örgütlenmişti.
Bütün kentlerde aynı mimari yapıya sahip bir saray bulunuyordu: merkezde
toplantı yeri olarak kullanılan büyük bir salon (megaron), salonun ortasında,
tavandaki açıklığın tam altında, önünde sütunlu bir giriş (propylaion)
bulunan büyük bir ocak. Yüzyıllar boyu Yunan uygarlığına damgasını vuran en
etkileyici yapılar bütünü Mykenai’dekilerdir. Efsaneye göre kale bedenleri
Kyklopslar tarafından inşa edilen Mykenai’de ünlü Agamemnon hüküm sürmüştür.
Mykenaililer savaşçı bir halktı, Kumandanları keskin kılıçlar, mızraklı
savaşçıları ise zırh, miğfer, baldır zırhı (knemis) ve kalkan taşırdı.
Mykenai saraylarının duvarları av ve savaş sahnelerinin tasvir edildiği
fresklerle süslüydü. M.Ö. XV. Yy.da Akhalar, Knossos’ta Minos sarayına
yerleştiler. XIV. ve XIII. yy’larda ticaretle uğraşmaya başladılar, Suriye,
Sicilya ve güney Italya ile ticaret yaptılar.
Akha toplumu hiyerarşik bir yapıda örgütlenmişti. Her prensin etrafında « arkadaş» denen görevliler bulunurdu. Prens, özgür insanlardan vergi alan ve onlara angarya uygulayan kent ileri gelenleriyle feodal bir ilişki sürdürürdü. Saray ve tapınak yazıcıları Girit yazısını uyarlamış, hâlâ çözülemeyen bu yazıdan farklı olarak bugün çözebildiğimiz yeni bir yazı icat etmişlerdi (Lineer B). Bu yazı, günümüze birçok belge (döküm ve sayım cetvelleri, vergi yükümlülerinin listeleri vb) bırakan titiz bir yönetimin gereksinimlerine karşılık veriyordu. M.Ö. 1280’e doğru çıkılan bir sefere ilişkin kayıtlar da günümüze kalmıştır. Bu belki de Kral Agamemnon’un giriştiği ve Homeros destanlarında anlatılan Truva savaşıdır. Sonuç olarak bu savaş daha sonra Dorlar tarafından yok edilen bir uygarlığın giriştiği son büyük harekattır.
Théma
Larousse
|
Bronz Çağının Saraylarından Arkaik Yunanistan'ın Şehir
Devletlerine
İstikrarsızlık dönemi
Yunan tarihinin Myken çağı ile polislerin [şehir devleti]
oluşumunun atfedildiği iki "güçlü" dönemi arasında yer alan karanlık
çağlar, düpedüz birleştirilir ve ana özellikleri yoksulluk, toplumsal durgunluk
ve kültürel soyutlanmışlık olan tek, uzun bir dönem olarak algılanır. MÖ XII ve
XI. yüzyılda ilk olarak yerleşim modellerinde ve geçim stratejilerinde ani bir
değişim yaşanır. Örneğin Argolis bölgesindeki yerleşim yerlerinin sayısındaki
azalma, XIII. yüzyılda başlamış olan bir eğilimin devamı niteliğindedir.
Peloponnessos'ta küçük boyutlu yerleşim yerleri ortadan kalkar ve nüfus belirli
bölgelerle sınırlıdır ve sadece Tiryns, Mykenai ve Pylos gibi sınırlı sayıda merkezde yoğunlaşır. Yerleşim
yerleri dönemi uzun zamandır iskan edilen merkezlerde süreklilik gözlemlenir.
Ancak Messenia, Boiotia ve Thessalia bölgelerindeki çeşitli merkezlerin terk
edilmiş olmasından ve Yunan anakarasında toplulukların yer değiştirme
göstergelerinden anlaşıldığı üzere, bu dönem aynı zamanda büyük ölçekli bir
istikrarsızlık dönemidir. Kykladlarda ve Doğu Girit'te yerleşim yerlerinin
kıyıdan uzaklara, yüksek yerlere taşınmış ve müstahkem hale getirilmiş olmasından,
en azından Doğu Ege'de denize yakın yerleşim yerlerinin güvenli sayılmadığını
anlayabiliriz.
Önceki dönemle bağlantılı unsurlar
Bu arada Orta Yunanistan'da, Attika'da Atina ve Perati,
Euboia'da (Eğriboz) Lefkandi ve Lokris'te Kynos gibi çeşitli merkezlerden XII.
yüzyılda katmanlı bir toplumun oluştuğu ve saray çağının seçkin sınıflarının
özelliklerini kısmi olarak muhafaza ettiği anlaşılmaktadır. Bu döneme ait
vazolarda resmedilmiş olan savaşçı mezarları, savaş sahneleri ve savaşçı
figürleri, askeri komutanın toplumsal açıdan ne kadar önemli olduğunu gösterir.
Saray toplumuna özgü cenaze töreni, yani birden fazla ölünün bir arada
gömülmesi uygulaması ve av faaliyetlerinin yanı sıra bu dönemde savaş ve
nakliye gemileri de kullanılmaya devam edilir. Gemilere dair resimler günümüze
ulaşmıştır; gemilerin donatılmasının kayda değer servet ve işgücü, dolayısıyla da bu gemilerin
silahlanmasını unsurlar sağlayabilecek seçkin bir sınıfın varlığını
gerektirdiği bellidir. Bu durumda XII. yüzyılda saray sistemine özgü unsurların
muhafaza edilmekle kalmayıp bazı merkezlerin siyasi-toplumsal düzeni açısından
temel önem taşıdıklarına dair kesin göstergeler söz konusudur.
Demir
MÔ XI. yüzyıl ortalarında yeni bir kırılma yaşanır. Birden
fazla cesedin beraber gömülmesi uygulaması ve bireysel gömülmenin ağırlıklı
olduğu yeni mezarlıkların kullanılmaya başlanması, bu dönemde ortaya çıkan yeni
unsurlardır. Ancak en büyük etkiyi yaratacak değişiklik, demirin ve demirle
bağlantılı olarak metalin eritilip yan sıvı halde işlenmesini temel alan
tekniğin kullanımıdır. Bronz elde etmek için gerekli olan ve Kıbrıs ile Doğu
Akdeniz kaynaklı olan bakır ve kalayın tersine, Yunanistan demir yatakları
açısından oldukça zengindir. Bu durum, yeni bir malzemenin benimsenmesi
açısından büyük bir dürtü oluşturmuş olmalıydı. Demir işleme tekniğiyse Kıbrıs'tan
ithal edilmiş olmalıydı.
Bölgesel farklılıklar
MÔ XI. yüzyıl ortalarından itibaren Ege bölgesi açısından
üniter bir gelişmeden söz etmek mümkün değildir ve farklı bölgeler farklı
seyirler izler. Atina ve Argos gibi bölgeler hızla gelişir ve bölgesel bir
birleşme süreci başlatırlar. Başka bölgelerdeyse apaçık bir gerilemeye tanık
olunur; örneğin Aitolia'dan Akhaia'ya ve Lakonia'ya kadar uzanan bölgede durum
böyledir. Burada XII. yüzyılda kullanımda olan merkezlerin terk edildiği ve
Batı Yunanistan ile Adriyatik kıyıları arasındaki ilişkiler ağında kesintiler
yaşandığı görülür. Lakonia bölgesinde çöküş XII. yüzyıl sonlarında başlar ve
bölgenin X. yüzyıl ortalarına kadar iskan edilmediği anlaşılır. XI. yüzyıl
sonlarından itibaren ve X. yüzyılın tamamı boyunca Yunanistan'da civar
bölgelerle ilişkilerde kesinti yaşanır. Toplumsal düzene gelince, Myken
uygarlığının çöküşüyle şehir devletlerinin oluşumu arasındaki yüzyılların
başlıca özelliği, yine münferit mekanlar arasındaki farklılıklardır. En büyük
farklılık, apaçık hiyerarşik belirtiler sergilemeyen bir toplumsal yapıya sahip
merkezler ile sıradışı bir zenginliğe sahip merkezler ve gelişmiş bir toplumsal
yapıya sahip merkezler arasında gözlemlenir.
Yunan Coğrafyası
Minos Sanatı
Miken Sanatı
Güncellendi
YanıtlaSil