Hunlar



Türklerin kurduğu ilk devlet olan Asya Hun İmparatorluğu aynı zamanda Orta As­ya tarih sahnesinin ilk büyük imparatorluğudur. Hunların tarih sahnesine çıkışları­nın kesin tarihi belli olmamakla birlikte, efsanevi Çin kayıtlarında M.Ö. 2255’lere kadar götürülmektedir. Bu dönemde Hunların adı kaynaklarda farklı şekillerle ya­zılmıştır. Çin kaynaklarında, değişik isimlerle geçen Hunlar, M.Ö. 318 yılında bir anlaşma dolayısıyla Hun adının en çok bilinen Hsiung-nu şekli ilk defa kullanıl­mış ve bu durum bir daha değişmemiştir. Hsiung-nu kelimesinin Hun adının tam karşılığı olduğu ise M.S. 311 tarihli Soğdça bir metinden anlaşılmıştır.

Pek açık olmamakla birlikte, Hunların atalarına dair bazı belgeler mevcuttur. Kaplumbağa kabukları ve kemikler üzerine yazılan söz konusu yazılarda Hunların atalarının Çin’deki hanedanlarla ilişkilerine yer verilmektedir. Daha sonraki devir­lerde de görüldüğü gibi, Ordos ve Kansu bölgeleri arasındaki alan, Hunların atala­rının Çin’e akın yoludur. Bu akınlar neticesinde Çin’deki ağaç saban kullanan ve gelişmemiş Lung-shan kültürünün yerine Yang-shao kültürü ortaya çıkmıştır. Yang- shao kültürü demirin kullanımı, atın evcilleştirilmesi, gök kültü gibi özellikleri do­layısıyla bozkır özellikleri taşımaktadır. Bu kültürün siyasi sahnede temsilcisi Cho- u (M.Ö. 1122-255) Devleti’dir. Bozkır özellikleri taşıyan bu devlet zamanla çinlileşmiştir. Diğer taraftan Çin üzerine düzenlenen Hun akınları asırlarca durmak bilme­miş, bu akınları durdurmak için M.Ö. 780’li yıllarda Çin Seddi’nin ilk temelleri atıl­mıştır. Hunlarla savaşlarda başarılı olamayan Çinliler, yüz yıl süren bir askeri re­form yapmışlar, ordularını Hun tarzında teşkilatlandırarak, eğiterek ve silahlandı­rarak onları durdurmaya çalışmışlardır. Nihayet, Ch’in hanedanının imparatoru bü­yük bir imar faaliyetine girişerek M.Ö. 247-221 yılları arasında Çin Seddi’nin inşa­sını tamamlamıştır.,

O dönemde Dunhular çok güçlüydüler. Yüeçiler ise zirvedeydiler. Hunların şan-yüsü ise Teoman’dı. Onun farklı kadınlardan iki oğlu vardı. Küçük oğlunu varis gösterebilmek için şan-yü, büyük oğlu Mete’yi feda etmeye karar verdi. Şan-yü, onu Yüeçiler’in yanına gönderdi. Daha sonra Teoman, Yüeçiler’e saldırdı. Mete ölmedi, bir at çalıp kaçtı. Babası ona başlangıç için bir birlik verdi. Mete, askerlerini eğitirken düdüğünün uçtuğu tarafa ok atmalarını emretti [Hunların savaş okları, kemikten yapılmış delikli boncuklarla donatılıyordu. Yüzlerce ıslıklı ok, düşmana korku salıyordu.] Çok geçmeden Mete, okunu güzel atına yönlendirdi. Ok atmayan birlikteki askerlerin kafalarının kesilmesini emretti. Bir süre sonra Mete, oku sevdiği eşine attı. Kendisini takip etmeyenlerin de kafalarını kestirdi. Av sırasında Mete, okunu babasının atına yönlendirdi. Askerlerin hepsi, aynısını yaptı. Mete, artık vaktinin geldiğini anladı. Mete, okunu babasına attığında, askerlerinin hepsi tereddüt etmeden aynısını yaptı. Teoman, ok yağmuruna tutuldu. Küçük kardeşini, üvey annesini ve babasının yakınlarını idam ettikten sonra Mete, şan-yü oldu. Ordadaki (Hunlar, askerî karargâh ve hükümdarın kaldığı yeri bu terimle ifade ediyorlardı) gelişmelerden haberdar olan Dunhuların hükümdarı, söz konusu karışıklıkların Hunları zayıflattığı düşüncesiyle Mete’den sınır bölgesinin kendisine verilmesini istedi. Aksakalların çoğu savaştan korktuğundan dolayı Mete’ye bu toprakları Dunhulara vermesini tavsiye ettiler. Buna çok kızan Mete şöyle demiştir: “Toprak, devletin temelidir. Toprak başkasına verilmez!” Toprağı Dunhulara vermeyi teklif eden herkesin kafasını kestirtti. Daha sonra Mete atına bindi ve geç kalan herkesin kafasının kesilmesini emretti. Doğuya yol alan Mete, ani olarak Dunhulara saldırdı… Dunhuları bozguna uğrattı, hükümdarını öldürdü, onlardan birçok kimseyi esir aldı ve hayvanlarını da götürdü.”  Tartarica Atlas

Adı bilinen ilk Hun hükümdarı (Şan-yü) Tou-man’dır (M.Ö. 221-209)- Onun vaktinde Çinliler Hunları yenerek Kuzeybatı Çin’den çıkarmışlardır. Bu durum Or­hun, Selenga, Onon ve Ongin gibi ırmakların havzalarında, yani Ötüken ve Moğo­listan coğrafyasında Hunların nüfus olarak güçlenmelerine sebep olmuş, gelecek­teki büyük imparatorluğun temeli atılmıştır.

Babası ve üvey annesinin entrikalarına rağmen kendisine kurulan tuzaklardan kurtulan Mo-tu (Mete/”Bahadır”), M.Ö. 209’da Hun tahtına çıkmış, önce doğuda kendini tehdit eden Tung-hu’ları, daha sonra güneydeki Yüe-chihları yenerek ra­kipsiz olduğunu göstermiştir. 

Akabinde Kuzeybatı Çin’deki atalarının eski topraklarını alarak devletini özellikle ekonomik açıdan güçlendirmiştir. Bunun yanında Orta Asya’da Kırgızlar ve Ting-lingler gibi 26 boy ve devletçiği kendine bağlayarak devletini geniş bir imparatorluk haline getirmiştir. M.Ö. 199 yılında kendisinden en az dört kat büyük orduya sahip Çin imparatorunu kuşatarak, ona büyük bir tehli­ke yaşatmıştır. Devletin sınırları Kore’den Aral Gölü'ne, Baykal Gölü’nden Çin Seddi’ne ve Doğu Türkistan’ı içine alacak şekilde genişlemiştir. Tamamını işgal edecek gücü olduğu halde Çin’i ele geçirmemiş, ancak kendi ekonomisini güçlendirmek maksadıyla Çin’i vergiye bağlamıştır.

Orta Asya’nın en büyük imparatorluğu haline gelen Asya Hun İmparatorluğu­nun bu güçlü durumu M.Ö. 174 yılında Mete’nin ölümünden sonra oğlu Chi-yü (M.Ö. 174-160) zamanında da devam etmiştir. Onun oğlu Chün-ch’en (M.Ö. 160- 126) döneminin ilk yirmi yılında Hun üstünlüğü sürmüş, ancak daha sonra onun ve diğer devlet adamlarının başarısız yönetimi yüzünden ülkede huzursuzluklar baş göstermiştir. Buna Çinlilerin entrikaları da eklenince savaş meydanlarında ye­nilgiler birbirini takip etmiştir.

Bu arada Çinliler Batı Türkistan’ın diğer halklarıyla (Yüe-chihlar, Wu-sunlar) temasa geçmişler ve Hunlara karşı ittifak yapmışlardı. Çin’e karşı askeri üstünlüklerini M.Ö. 119 yılında bir savaşta kaybeden Hunların mücadelesi durmadı; M.Ö. 56 yılına kadar bağımsızlıklarını korudular. Dışarıda Çinlilere karşı savaştıkları gibi, ülke içinde de onların müttefikleri olan Wu-huan- lar, Hsien-piler, Ting-lingler ve Wusunlarla mücadele ediyorlardı.



M.Ö. 56 yılında tahta çıkan Hun hükümdarı Ho-han-ye, ülkesi için tek kurtuluş çaresinin Çin’deki Han hanedanına bağlanmak olduğu düşüncesini taşıdığını dev­let meclisinde söyleyince büyük bir tartışma çıktı. Bağımsızlık taraftarları davaları­nı kaybedince hükümdarın kardeşi Chih-ch’i liderliğinde Batı Türkistan’a göç etti­ler. Burada yerleşerek ayrı bir devlet kurdular ve M.Ö. 36’da üzerlerine gönderilen kalabalık Çin ordusuna kahramanca direndilerse de, mağlup olarak yok edildiler.

Doğuda kalan Hunlar ise Çin’in siyasi üstünlüğünü tanıyarak varlıklarını sürdü­rüyorlardı. M.Ö. 8 yılında Hun tahtına geçen Wu-chu-liou, Çin’e olan siyasi bağım­lılığa son verdi. Devleti eski gücüne kavuşturma yönünde önemli adımlar attı. Ku­zey Çin’i yerle bir eden akınlar düzenledi. Onun M.S. 13’te ölümü üzerine başa ge­çen kardeşi ve diğer hükümdarlar devrinde de güçlü durum devam etti.

Ancak, M.S. 46 yılında Hun ülkesinde büyük bir kıtlık çıkınca devlet yeniden zayıflamaya yüz tuttu. Hun hükümdarı ekonomik destek için Çinlilerle anlaşmak zorunda kaldı. Wu-sunlarla Çinliler ortak harekât yapınca Hun ülkesi karışıklığa sürüklendi ve M.S. 48 yılında kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayrıldı.

 A.Ü.A.Ö.F

Yaygın, ama kanıtlanmamış bir kurama göre, Hunlar Şyunğnu soyundandırlar. İlk kez 18. yüzyılda, ileri gelen Fransız Doğu bilimcisi Deguignes'in önerdiği bu özdeşleştirmeyi, biri ancak Çince çevrimyazısından bilinen iki adın rastlantısal ses uyumundan başka destekleyen pek bir şey yoktur. Kuzeyli Şyunğ-nuların siyasal gücü M.S. 2. yüzyıl ortalarına gelindiğinde tamamıyla kırılmıştı -bazı Güneyli Şyunğ-nuların tarihiyse, 4. yüzyıla kadar izlenebilmektedir- ve bu kabilelerin batıya doğru herhangi bir göçe giriştiklerine dair kanıt yoktur. Tersine, gelişme süreçleri, onların Çinliler tarafından tümüyle özümlenmelerine varmaktadır. Şyunğ-nu-Hun özdeşliğini kabul edersek, o zaman Moğolistan'da Kuzeyli Şyunğ-nu çöküşüyle Avrupa ufkunda Hunların ortaya çıkışı arasında geçen iki yüzyıl açıklanamaz.

Elbette, Şyunğ-nu imparatorluğunun çözülmesi, halkının yok olması demek değildir. Bugün Roma kalıntıları birçok ülkede bulunabildiği gibi, eski Şyunğ-nu uyruklarının soyundan gelenlerin de başka siyasal birimlere katıldığına kesin gözüyle bakabiliriz. İç Asya etnik birimlerinin durmadan değişen bileşimleri içinde , Hunların arasında da Şyunğ-nu öğeleri bulunabilir, belki de vardı. Kendilerinin Şyunğ-nu kökenlerini bilip bilmedikleriyse yanıtsız kalmaya mahkum bir sorudur. Rafe de Crespigny'nin dediği gibi,  " Han dönemi metinlerinde Xiongnu [Şyunğ-nu] deyiminin iki anlam taşıdığını teslim etmek gerekir. Bir yandan, Xiongnu özgül bir etnik kökeni, dili ve kültürü olan özgül bir grubu anlatmaktadır. Ama aynı zamanda, geniş anlamıyla, Xiongnu o kabilenin egemenliği altında kurulan siyasal birimi ifade etmektedir." Burada, Şyunğ-nu hakkında söylenenler, lç Asya'nın -Hunlar dahil- göçebe devletlerinin hepsi için değilse bile, çoğu için geçerlidir. Akılda tutulacak önemli nokta, Hun devletindeki egemen öğenin Şyunğ-nularla tarihsel bir bağlantısı olduğunu gösterecek hiçbir kanıtın bulunmadığıdır. İç Asya Tarihi, Hun Dönemi, Denis Sinor




Ekonomi

Hun şan­yülerinin Çin’in Han Hanedanlığı’ndan aldığı hediyeler, kalabalık göçebe kabilelerin ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli değildi. Bundan dolayı sınır ticaretini başlatmak, Hunlar için çok önemliydi. Ancak imparator hükümeti buna müsaade etmiyordu. Sınırda pazarların açılmasını isteyen şan­yü M. Ö. 158’de yeni seferlerde bulundu ve birkaç kuzey eyaletini yakıp yıktı. Bundan sonra imparator, Hunlarla yine akrabalık bağlarını güçlendirerek onlarla barış yaptı. Bunun dışında imparator, sınırdaki gümrük noktalarında pazarlar açtı, göçebelere hediyeler gönderdi ve prensesini gönderdi. Hun toplumunun tamamen göçebe olduğuna dair görüşleri, Hun topraklarının içerisinde şehirlerin mevcut olduğuna ve tohumların oralarda saklandığına dair kayıtlar çürütmektedir. Hun şehirlerinden biri Baykal Ötesi’nde, İvolga Nehri’nin Selenge’ye döküldüğü yerde tespit edilmiştir. Hendek ve surlarla çevirili şehirde yarım toprak damlar inşa edilmiştir. Burada demir ve bronz dökümhanelerinin izleri, dökme demir, demir orak ve taştan tohum rendesi bulunmuştur. Tarımın gelişimine Hun Ülkesi’nin sert iklimi engel olmuştur. Başta darı ve arpa olmak üzere hububat üretimi, nüfusun ihtiyaçlarını karşılamıyordu (yaklaşık 1.5 milyon kişi). Hun ekonomisinin temelini göçebe hayvancılık oluşturuyordu. Bu tür ekonomide at, başlıca rol oynuyordu. Yaygın tarım ekonomisinde (Kış için hayvanlara yem hazırlanmıyordu) at, tüm yıl boyunca otlakta olup otu, derin olmayan karın altında bulabiliyordu. Büyük at sürülerinin yanı sıra Hunların çok kalabalık öküz, yak, deve, koyun ve keçi sürüleri vardı. Günümüz hesaplamalarına göre devletin zirvede bulunduğu sırada kişi başına 19 hayvan düşüyordu. Gerileme döneminde ise bu rakam 5–9 arasında değişiyordu. Hayvanlar, Hunlarda aile mülkiyeti sayılıyordu. Her ailenin, hayvanlarını otlatmak için kabileye ait toprakların belli bir kısmına sahip olma hakkı vardı. Tartarica Atlas

Batıda ortaya çıkan Hunlar, Büyük Hunların ardılları mıydı? Bu sorunun yanıtı tartışmalıdır. B.Berksan

Roma İmparatorluğu'nun son dönemleriyle ilgilenen ve Hun tarihini yazmaya kalkışan bir öğrencinin bu işe başlamadan önce okuyucularına, ne başlangıcı ne de sonu olan veya ne başı ne de kuyruğu olan bir hikaye sunacağını itiraf etmesi gerekir. Böylesi bir tarih yazımı, Hunların Çin yıllıklarında çok sık sözü edilen Hsiung-nu olarak mı tanımlanacakları sorusuyla başlamalıdır. 18. yüzyılda ilk defa De Guignes tarafından ortaya atılan bu tanımlama sonu gelmeyen tartışmalara neden olmuştur, ancak Çince bilmeyen bir araştırmacı için, yetkili kaynakların çoğunun bunu kabullenme eğiliminde olduğunu söylemekten başka çaresi yoktur. Diğer yandan, son dönem araştırmacılar, bu tanımlamaya karşı duran, ancak meslekten olmayanlara son derece inandırıcı gelebilecek bir tez ortaya atmışlardır ve gerçekten de bu tezin peşinden koşan birçok kişi Bury'nin şu sözlerini akıllarına getirmiş olmalılar: "Kuzey Zenghi Krallığı'ndan Rus steplerine sıçramak ölümcüldür ve bunu ancak hayal gücünün kanatlarında yapabilirsiniz, gerçeğin temelleri üzerinde değil." Yine de, uzmanlar bu konuda bir fikir birliğine varana kadar Roma İmparatorluğu'nun son dönemleriyle ilgilenen öğrencinin Hsiung-nu' dan hiç söz etmemesi önerilir.

Hunlar, Edward Arthur 

Yaklaşık 155’te askerî mağlubiyetlerin birinden sonra Hunların bir kısmı, Batı’ya gitti. Arkeologlar bugüne kadar bu nüfusun yeni yerleşim yerini tam olarak belirleyemediler. Ancak Hunların Orta Asya’dan çıkıp Urallar’ın Önü ile İdil Boyu’na yerleştikleri ve burada yerli Ugor ve Sarmat kabileleri ile temasa geçtikleri bilinmektedir. Temelini Hunların oluşturduğu yeni kabile birliğinin güçlenme süreci yaklaşık iki yüzyıl sürdü. IV. yüzyılın 70’li yıllarında Hunlar, Avrupa’ya doğru hareket etmeye başladılar ve böylece Kavimler Göçü’nü başlatmış oldular. Bu göç iki yoldan gerçekleşti: Don’un aşağı kısımları ile Kuzey Azak Yanı üzerinden ve Batı Hazar Yanı ile Kuban Yanı’ndan Kırım ve Karadeniz bölgesine. Tartarica Atlas


Batıya doğru göç eden Hunlar hakkında yaklaşık 170 yılından Alania'nın fethine kadar (355-365 yılları), gerek batı gerekse doğu kaynaklarında hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır. Bu zaman zarfında Çinliler iç huzursıızhıklar ile uğraşmakta ve Sien-pi'ler tarafından kuşatılmış durumda bulunmaktaydılar. Sien-piler ise, artık imparatorluklarının herhangi bir kısmına saldıramıyacak konumda bulunan ve uzak Türkistan'da yaşayan Hunlarla tüm irtibatlarını kaybetmiş idiler. Batı için henüz bir tehlike teşkil etmeyen Hunlarla Roma imparatorluğu arasında Alan ve Gotlar engel teşkil etmekteydiler. Bu sebeplerle ne Çin, ne Latin ne de Grek kaynakları Hunların faaliyetleri hakkında bilgi vermemişlerdir. Sadece Ermeni kaynaklarında, Ermeni Kralı Tıgrones'in ordusunda Alanların yanında Hunları da paralı asker olarak bulundurduğundan bahsedilmiştir. Yalnız bu Hunların Ak Hunlar (Eftalitler)mı, yoksa Avrupa Hunları mı olduğu tam olarak bilinmemektedir. Avrupa Hun İmparatorluğu, Ali Ahmetbeyoğlu.


Batı Hunları

Roma dünyasıyla temaslarından önce, Hunların Azak'ın doğusunda, Güney Rus Bozkırı'nda, hatta daha da doğudaki, bütün kötü şeylerin geldiği, iyi tanımlanmamış, ölçülmez İskitya [ Skythia] ülkelerinde yaşadıkları önermesine karşı çıkılamaz. Hun hücumuna ilk uğrayanlar, Don (Tanais) boyunda göçebelik eden ve yaşam biçimleri birçok bakımdan Hunlara benzeyen, ama onların öfkeli saldırı coşkusuna sahip olmayan Alanlardı. Bize erişebilen bilgilerin kıtlığı, Hunlarla Alanlar arasındaki çatışmaların tam bir öyküsünü derlemeye elverişli değildir; fakat Hunların galip geldikleri, geriye kalan Alanların da daha sonraki savaş girişimlerinde onlara katıldıkları açıktır. Bu olaylar, 370'li yılların başlarındaydı.

Hun ve Alanların birleşik kuvvetleri şimdi de, Don'dan Dinyester'e ve Karadeniz kıyılarından kuzeydeki Pripet bataklıklarına kadar Güney Rus Bozkırı'nı kapsayan güçlü Germen devletinin sahibi Doğu Gotlarına (Ostrogotlar) yöneldi. Hun-Alan kuvvetlerinin yinelenen saldırılarına karşı koyamayan Ostrogot kralı Ermanarik, çaresizlikten kendini öldürdü: onun yerine geçen Vithimeris de az sonra savaşta vuruldu. Ostrogotlar Hun egemenliğine girdiler, ama hala Hunimund (Hunların koruduğu) sanını taşıyan kendi kralları tarafından yönetiliyorlardı. Bütün Ostrogotlar bu uzlaşmaya razı olmadılar: "Cesaretleriyle ünlü ve deneyimli generalleri" Alatheio ve Saphraks , kendilerini izlemeye istekli savaşçı birlikleriyle, Dinyester lrmağı'na kadar çekildiler. Orada, Batı Gotlarının (Vizigotlar) reisi Athanarik'in askerleriyle birleştiler. Herhalde, üzerlerine gelen Hunlara karşı ortak bir harekat için Vizigot kardeşleriyle güçbirliği etmek niyetindeydiler. Athanarik de, besbelli teslim olmayacaktı, savaşmaya hazırlandı. Fakat beklenmedik bir biçimde, geceleyin nehri aşan Hunlar Gotların cenahlarını sardılar. Bunun üzerine, Gotlar aceleyle geri çekilip, Prut ve Tuna arasında ikinci, pekiştirilmiş bir direnme hattı oluşturmaya çalıştılar. Bu derme çatma engel, bir Hun saldırısına dayanabilecek kadar güçlü çıktı; kendilerini yağmaya vuran Hunlar da onu aşmak için yeni bir girişimde bulunmadılar.

Sonuç olarak, incelediğimiz dönemde Hun tarihinin dönüm noktası, Doğu Karadeniz' deki vatanlarından bugün Ukrayna Cumhuriyeti olarak bilinen bölgeye taşınmalarıdır. Bu, coğrafi anlamda bir taşınma, ya da komşu değiştirme gayreti değildi. Yapılan, yiyecek sıkıntısı yaşanan bir bölgeden yiyecek bolluğu olan bir bölgeye taşınmaktı. Karadeniz'in doğusunda Hunlar sadece kendileri kadar ilkel göçebe bir ırk olan Alanları sömürebiliyorlardı, ancak Ostrogotlar tarımla uğraşıyor ve zengin köylerde yaşıyorlardı. Hun toplumunun daha sonraları bilinen doğrultuda ilerlemesine neden olan etmen, Ostrogotlardan yiyecek gasp etme olasılığıydı. Hunlar, Edward Arthur Thompson

 

 




Çatışmayı başlatmış olabilecek Hun hükümdarı Balamber [Balamir] hakkında adından başka hiçbir şey bilinmemektedir. Değerli tarihçi E.A. Thompson'a göre, "Balamber'in hiç var olmamış bulunması, hayli kesin görünüyor: kendilerini kimin yendiğini açıklamak için, Gotlar onu icat etmişlerdir." Bu, belki aşırı bir görüştür; fakat Balamber'in olsa olsa bir kabile reisi ya da özgül bir savaşçı grubunun başı olduğu güvenle varsayılabilir.

395-96'da Kafkaslar üzerinden Ermenistan, Suriye, Filistin ve Kuzey Mezopotamya'ya ilerleyen büyük Hun saldırısı, bu iyice uygarlaşmış bölgelerin sakinleri için sarsıcı bir darbe olmuştu.



395 yılının yazında Hun kabileleri Kafkasya'yı geçerek Yakın Doğu' da göründüler. Dönemin büyük güçleri olan Roma ve Sasani İmparatorluklarının hakimiyet alanları bu istiladan etkilenmişti. Görünüşe göre Hunlar, birbirinden ayrı hareket eden birkaç orduya ayrılmıştı. Bu şekilde Küçük Asya, Suriye ve Mezopotamya'nın büyük bölümünü istila etmeyi başarmışlardı. Roma nüfuz alanında bulunan Edessa (Urfa) ve Antiocheia'ya (Antakya) ulaştılar. Ayrıntılar çoğu zaman muğlak olsa da bize o günlerin dehşetini anlatan çok sayıda Suriyeli kaynak bulunmaktadır. Beytüllahim' de, Kilise Babası Hieronymus olayları not etmişti (bkz. Hier. epist. 60,16,3 Hilberg); Roma dünyası çökmekle karşı karşıya kaldığından bu, dünyanın sonu için apaçık bir işaret olup yine ona göre kıyamet alametlerinden biriydi.

 Hunlar, Timo Stickler

 

4. yüzyıldan 5.'ye geçilirken Hunların Pontus bozkırlarını işgale devam ettikleri genellikle kabul edilir ve herhalde doğrudur. Ama ne yazık ki, elimizdeki kaynakların hiçbiri böyle bir şey söylemez. Yaşadıkları yerlerle ilgili kıt kanıtlar da, az çok sürekli Hun yerleşim alanları olarak yalnızca iki bölgeye işaret ediyor. Bunlardan biri Pannoniya, öteki de Tuna aşağılarının kuzeyi, yani bugünkü Romanya'dır. Bu bölge, Balamber'den sonra adını bildiğimiz ikinci Hun reisi (regulus) olan Uldız'ın [Uldin] harekat üssüydü. Got reisi Gainas, başarısız ayaklanmasının ardından ordusunun artıklarıyla "ömrünün geri kalanını geçirmek üzere vatanına dönmek niyetiyle" Tuna'yı aştığı zaman, Uldız'ın kuvvetlerinin saldırısına uğramış ve yenik düşmüştü (400 yılı aralık ayı). Gainas'ın kesik kafası İmparator Arcadius'a gönderildi, Uldız ödüllendirildi ve Hunlarla Romalılar arasında bir antlaşma yapıldı. Bu antlaşmanın koşullan bilinmiyor, fakat 404-5'te Uldız'ın yönetimi altındaki Hunlar -her zamanki gibi, sürekli yerleşme niyetleri olmaksızın- yeniden Trakya'yı istila ettiler. Bir yıl sonra, Nisan 406'da, bu kere Stilikho'nun hizmetindeki Hunlar Got kralı Radagaisus'un Fiesole yakınlarında yenilmesine önemli katkılarda bulundular;

….

422'de Trakya'ya büyük bir akın yapmalarına kadar Hunlardan hiçbir haber yoktur. Tuna'yı aşan ve lstanbul'u bile tehdit eden sefer, Romalıların Hunlara yılda 350 libre altın vermeyi kabul ettikleri bir barış antlaşmasıyla sonuçlandı. Bu istilanın sorumlusu olan -herhalde, sağladıklarından da yararlanan- Hun hükümdarı, Theodoret'e göre, sefer sırasında tepesine yıldırım düşerek can veren Ruga (Rua, Rugila) idi. Eğer II. Theodosius'un ilahi korumaya mazhar olduğunu anlatmaya çalışan bu öyküye azıcık olsun inanılacaksa, o zaman söz konusu yıldırım, sefere katılan bir başka adsız Hun önderine çarpmış olmalı; zira Ruga 434 yılında ölmüştü.

Hunların egemenliği bölünmüştü. Ruga'nın ülkesi, -eğer bu terimi kullanmak caizse- imparatorluğun Karpatlar'ın güneyiyle Tuna'nın kuzeyinde kalan doğu bölümüydü ; 422'de Trakya'ya buradan saldırmıştı. Karpatlar'ın kuzey ve batısındaki, Büyük Macaristan Ovası'nı kapsayan araziye ise, Ruga'nın kardeşi Oktar egemendi.

Ruga'nın yeğenleri olan iki kardeş: ağabey Bleda ve küçüğü Attila. Attila'nın tarihte oynayacağı rolün büyüklüğü ve ağabeyinin ölümü nedenleriyle, Batı kaynakların Attila'yı Ruga'nın tek mirasçısı sanması ve çok az istisnasıyla, bunların Bleda'yı gözalıcı kardeşinin yanında sönük kalan sadece bir ortak-hükümdar diye anması, şaşırtıcı değildir.

..

Görünüşe bakılırsa, Bleda amcasının siyasal çizgisinden sapmamıştır. Doğu Romalılar Hun temsilcileriyle görüşmek üzere, Plinthas'ı quaestor (yargıç) Epigenes'le birlikte göndermeyi gerekli gördüler. Karşılaşma, Margus şehri yakınlarında oldu. Bazılarının dediği gibi, Bleda ve Attila değil, Hun elçileri atlarından inmeksizin -Yunanlıları da kendilerine uymak zorunda bırakarak- sıkı bir pazarlığa giriştiler. İstekleri ikiliydi: daha yüksek bir haraç almak ve Hun kaçaklarının geri verilmesini sağlamak. Görüşmeler, 422'de kabul edilen yıllık haracın iki katına çıkarılarak 700 libre altına yükseltilmesiyle sonuçlandı; Hun kaçaklarının ve fidyesi ödenmeden kaçıp kurtulan Romalı savaş esirlerinin kaderlerini düzenleyen geniş kapsamlı önlemler alındı. Ayrıca bir ticaret anlaşması yapıldı. Margus sözleşmesi Hunların yararına olmakla birlikte, Theodosius'un yıllık haraç ödemelerini  sürüncemede bırakmasına karşın, Doğu Roma'nın sınır bölgeleri beş yıl kadar sürekli Hun akınlarından uzak kaldı. Bu süre boyunca, Hunlar "lskit'' kabilelerine karşı ufak tefek askeri seferlerle oyalandılar.

Attila'nın iktidar dizginlerini ne zaman, nasıl ve ne kadar sağlam bir biçimde ele geçirdiği bilinmiyor. Onun Ruga'dan boşalan yeri dolduruverdiği yolundaki yaygın kanıya -gördüğümüz gibi- itibar edilemez. 444 ya da 445'te ağabeyi Bleda'nın öldürülmesi üzerine, Attila Hunların tek hükümdan oldu.

Bizans'a karşı sakıngan bir siyaset izledi, yaptığı savaşlar karşılık vermeler niteliğindeydi ve amaçları apaçık sınırlıydı. Bunlar esas itibarıyla ekonomik amaçlar olup, sürekli toprak ilhaklarını içermemekteydi.

441'deki ilk Hun saldırısını, Hun soylularının mezarlarında gömülü hazineleri aramak için Tuna'yı geçen Margus piskoposunun onaylanamayacak eylemi kışkırtmıştır. Romalıların piskoposu teslim etmeye yanaşmamaları, ülkenin üzerine Hun istilasını çekti; bunun sonucunda Viminacium, (söz konusu piskopos tarafından ihanetle Hunlara teslim edilen) Margus, Singidunum (Belgrad) ve sınır boyunun savunmasında kilit bir mevki olan Sirmium gibi zengin şehirler harap oldu. Ondan sonra, bütün 442 yılı boyunca süren bir bırakışmaya varıldı; fakat bu arada çatışma nedenlerini ortadan kaldırmak için hiçbir şey yapılmadı: yıllık haraçlar zamanında ödenmemiş, kaçaklar teslim edilmemiş ya da fidyeyle salıverilmemişti. Bunun üzerine, Hunlar yeniden saldırıya geçtiler. Kazandıkları zaferlerin, yaptıkları tahribatın, ender olarak da gerilemelerinin anlatılması, çözümü burada üstümüze vazife olmayan çetin zamandizim sorunları çıkarmaktadır. Savaş sırasındaki çeşitli kuşatmalarda, Hunlar hayli büyük beceriler gösterdiler. Ben bu büyük Balkan savaşının sonu için, Maenchen-Helfen'in önerdiği 447 tarihini kabul ediyorum; ayrıca, onun sub specie aeternitatis  her bir eylem için kesin tarihlemeler yapmanın önemsiz olduğu yolundaki düşünce tarzını da paylaşıyorum. Burada vurgulanması gereken nokta, Doğu Roma yenilgisinin büyüklüğüdür.

Bleda ve Attila, Doğu Roma hükümetinin baskı olmaksızın tepki vermeyeceğini anlayınca, 441' de topyekun bir saldırı başlattı. Sonraki iki seferde Balkan vilayetlerinin büyük bir bölümünü tahrip ettiler. Tuna üzerindeki Sirmium'dan (Sremska Mitrovica) Viminacium (Kostolac) üzerinden Margus'a (Orasje) kadar olan tüm savunma sistemi çökmüştü; Hunlar, Morava Nehri boyunca imparatorluğun iç kısımlarına kadar girmeyi başardılar. Naissus (Niş) gibi nispeten büyük şehirler bile fethedildi ve bazı yerler yerle bir edildi. Görünen o ki Bleda ve Attila saldırılarını bir çırpıda kestiklerinden ve elçiler il. Theodosius ile müzakerelere başladıklarından, Konstantinopolis' e bir saldırı da ihtimal dahilindeydi. Bu müzakarelerin ardından Hunlara yapılacak ödemelerin yeniden başlaması, bir antlaşmayla kabul edildi. Konstantinopolis' te bulunan hükümet bunu kabul etmek zorunda kaldı, zira Balkanlar'daki Hunların tahribatı oldukça fazlaydı ve imparator yakın zamanda kuzeni III. Valentinianus'a Vandallara karşı mücadelede yardımcı olmak üzere Sicilya'ya asker gönderdiği için kendi askeri gücü oldukça sınırlıydı.

Hunlar, Timo Stickler

Bunu, hiç kuşkusuz maharetli bir diplomat olan, ama elinde oynayacak kartı kalmayan Anatolius'un kabul ettiği ağır barış koşulları en iyi biçimde gösteriyor: Attila'ya (422'de kararlaştırılan miktarın tam altı katı) yılda 2.100 libre altın ödenecek, ayrıca o zamana kadar savsaklanan haraçlar 6.000 libre altın olarak verilecek, Romalılar Tuna'nın güneyinde beş günlük yol genişliğinde bir araziyi boşaltacak-ar, böylelikle üzerinde bireylerin ya da orduların hareketinin kolaylıkla denetlenebileceği "hiç kimsenin olmayan bir toprak parçası" yaratılacaktı.

444-445 kışında, Hunların hakim olduğu bölgelerde, muhtemelen 445'in başında, Bleda'nın kardeşi Attila tarafından öldürülmesiyle sonuçlanan çatışmalar ortaya çıkmıştı. Kaynaklarımız genellikle karışık olup kronolojik olarak da belirsizdir. Yine de bunun yumuşak bir iktidar değişikliği meselesi olmadığına dair göstergeler açıktır. Şunu kesin olarak öğreniyoruz ki Attila'nın kardeşinin populi' sini itaat etmeye zorlaması gerekmişti. Aynı dönemde Karadeniz' in kuzeyindeki bir halk olan Akasirler de muhtemelen Hunların egemenliğine isyan etmişti. Ağır çatışmalardan sonra Attila onları mağlup etmeyi ve isyanı bastırmayı başarmış, nihayet en büyük oğlu İlek'i de Akasirlere hükümdar olarak tayin etmişti. Bu arada Bleda' dan bu bağlamda artık bahsedilmiyor; doğudaki savaş sona erdiğinde büyük bir ihtimalle çoktan ölmüştü.

….

447 yılında yapılan sefer sırasında Attila, Konstantinopolis' teki yöneticilere, isteklerini görmezden gelmenin ve yakıp yıkma gücünü hafife almanın bir hata olduğunu çarpıcı bir biçimde göstermişti. Etkileyici bir seferle Hunlar, önlerine çıkan engelleri aşarak Balkan vilayetlerinin iç kısımlarına doğru ilerlediler. Çok sayıda müstahkem yer fethedilmiş, Tuna sınırına yakın Utus (Vit) Nehri yakınlarında yapılan bir meydan savaşında Attila, Doğu Roma ordusu komutanı Arnegisclus' a karşı büyük bir zafer kazanmıştı. öyle ki bu savaş esnasında Arnegisclus hayatını kaybetmişti. Kaynaklarımıza güvenecek olursak aynı senenin yazında Attila, Yunanistan' da bulunan Thermopylae'ye ve Konstantinopolis'in hemen yakınında yer alan Çanakkale Boğazı' na kadar ilerlemişti. Şimdiyse en azından Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkentinde ateşkese meyilli güçlerin savaştan yana olanlara karşı kendilerini gösterebilecekleri zaman gelmişti. Attila'ya elçi olarak gönderilen ordu kumandanı Anatolius'un önüne konan barış koşulları oldukça ağırdı kuşkusuz. Romalıların ona meydan okumasından ve büyük fedakarlıklar yapmaya zorlamasından sonra başka türlüsünü düşünmek mümkün değildi. 

MS 447 yılında yapılan Anatolius Barışı'na göre, beş yıl önce yapılan son barış antlaşmasından bu yana biriken borçlara karşılık olarak 6000 pound altın, bir defaya mahsus olmak üzere ödenecekti. Gelecekte Attila'nın yılda 2100 pound altın alacağı öngörülüyordu; bu MS 434 yılında alınması gereken verginin üç katıydı. Elbette sığınmacıların ve asker kaçaklarının da iade edilmesi gerekiyordu. Buna karşılık Romalı esirler için büyük bir fidye ödenmeliydi. Hun hükümdarı Tuna sınırının tahkim edilmesini artık kabul etmeye yanaşmıyor, ileriki yıllarda Il. Theodosius'un Balkan vilayetlerinde savunmasız kalması gerekiyordu. Bunun için de Romalıların gelecekte faaliyet göstermesine izin verilmediği ve Tuna'nın güneyinde, beş gün süren yolculuğun ardından ulaşılan bir tampon bölge oluşturuldu. Bu özellikle Konstantinopolis' e vurulmuş ağır bir darbeydi. Bugünkü Bulgaristan ve Sırbistan' ın sınır bölgelerinde yaşanan bir yenilenme, böylesine gizli bir belirsizliğin ve tehdidin hüküm sürdüğü ortamda tabiatıyla düşünülemezdi.

Hunlar, Timo Stickler

 




Attila, yıllar önce kendisine gönderilen Honoria’nın nişan yüzüğünü bahane ederek, Batı Roma İmparatorluğu’nun yarısını veya devletin idaresine katılma hak­kını istedi. Bunun reddedilmesi üzerine sefere girişti ve Batı Roma kumandanı Aetius ile Paris yakınlarında Campus Mauriacus denilen yerde karşılaştı (451 Hazira­nı). 24 saat süren savaşta her iki taraf da ağır kayıp verip geri çekildiler. Ancak, At­tila maksadına erişmiş, Batı Roma’nın asker kaynağı olan Galya’yı tahrip etmişti. Sa­yısı iki yüz bine varan Hun ordusunun yarısı Germenler ve Gotlardan oluşuyordu.

Ertesi sene (452 ilkbaharı) İtalya seferine çıkan Attila, Kuzey İtalya’yı istilâ etti. Milano ve Pavya’yı ele geçirdi. Dehşete kapılan Roma imparatoru, Roma şehrini terk etmeye karar verdi. Ancak Papa Leon’un gelip kendine yalvarması, vergi ve prenses Honoria’nın nişan yüzüğünü teklif etmesi üzerine Attila, ordusunu topla­yarak İtalya’dan geri döndü.

Attila, Türk tarihinde olduğu kadar, dünya tarihinde de arkasında derin izler, hatıralar bırakan bir liderdir. Birçok milletin hafızasında ölümsüzlüğe ulaşmıştır. Onun hakkında İtalya’da, Galya’da, Germen ülkelerinde, Britanya'da İskandinav­ya'da ve bütün Orta Avrupa’da yüzyıllar boyu ağızdan ağıza dolaşan efsaneler tü­remiş, roman, resim, heykel sanatlarına konu olmuş, hakkında pek çok kitap ya­zılmıştır. Tiyatro yazarlarına, kompozitörlere ilham vermiş, adına bir düzineye ya­kın opera bestelenmiştir. Almanların meşhur Nibelungen Destanı gibi çağdaşı kayıtları, onu babacan, iyiliksever ve yüksek vasıflı bir hükümdar olarak tanıtmakta­dır. Tanrı’nın kılıcı Ares’e sahip olduğu, Attila'nın bu sayede bütün dünyayı ele ge­çireceği onun hakkında söylenen efsanelerin en meşhurudur. Dinî taassup içinde­ki Hıristiyan din adamları onun hakkında acımasız ve gaddar diye hikâyeler uydur­muşlardır. A.Ü.A.Ö.F

 

Derleyicinin notu: Hunlar ve Atilla imgesi Avrupa merkezci yorumlarda 19. Ve 20. yy. da da bir şekilde kullanılmıştır. “3 Ağustos 1914'te Reich (Nazi Almanya’sı) Belçika'yı gayrihukuki işgal ettiğinde ve Fransa'ya taarruzun ilk günlerinde, Alman tarafındaki aşırılık ve savaş suçlarından esinlenerek, izleyen dönemde devlet güdümlü bir İngiliz propagandası gelişmişti. Bu propagandada düşman Almanların görsel açıdan basit ve kalıcı bir imgesi ortaya çıktı. Bu "kültürsüz Hun" ve "Alman barbarlar" imgesi, iç cephede oldukça etkili bir biçimde korkuları tazelerken direnişi arttırdı.” Timo Stickler 

Sanat tarihinde de Hunlar aşağılayıcı temalar içinde ele alınmıştır. Durum yukarıda alıntılanan ders notundaki kadar olumlayıcı değildir. B.Berksan.

…..

Daha yakından incelendiğinde, Attila'nın önderi olduğu güç yapısı, ailevi bağları olan kabilelerin birleşmesinden doğan alelade bir devlet değil, devasa boyutlara ulaşan, birbirinden oldukça farklı barbar grup ve birliklerden oluşan oldukça hareketli bir savaşçı birliği olarak ortaya çıkmıştır. Bu birlik de ganimet ve itibar kazanarak varlığını kalıcı başarılarla meşrulaştırmıştır. Kaynaklarımız Uldin' den Attila' ya kadar Hun hükümdarlarının Tuna'nın kuzeyinde herhangi bir düşmandan korkmadan hüküm sürmeye çalıştıklarını ve olası bir düşman girişimini henüz başlangıcında engellediklerini tekrarbetekrar göstermiştir. Onlara boyun eğmeyen barbar krallar veya gens'lerle, Hunların vücuda getirdiği bu savaşçı birliğine katılana kadar savaşılıyordu. Ne var ki birliğe katılmak istemeyenler için geriye kalan tek seçenek, Roma imparatoruyla anlaşarak Tuna Nehri'nin öte tarafına geçmekti. 

Hunlar, Timo Stickler

 

Gepidlerin kralı Ardarik, Hunlara karşı halkların (Gotlar hariç) koalisyon kuvvetlerinin önderiydi. Çarpışmada Hunlar çok ağır kayıplar verdi -Jordanes 30.000 kişinin kılıçtan geçirildiğini yazıyor- Attila'nın ilk oğlu Ellak da ölenler arasındaydı. Sağ kalan Hunlar Karadeniz kıyılarına kaçtılar; burada Attila'nın en küçük oğlu Imik (Ernak) başlarına geçti, kardeşi Dengizik de Ellak'ın yerini almış görünüyor. 467'de iki kardeş birlikte, bir barış antlaşması yapmak ve Hunlarla Romalıların "eski görenekleri uyarınca" mallarını değiş tokuş edecekleri bir pazar yeri açmak için imparator Leon'a başvurdular. Leon'un bu öneriyi reddetmesine içerleyen Dengizik savaşmak istedi; fakat başka çatışmalarla uğraşan kardeşi razı olmadı ve bıçak sırtındaki barış devam etti. Bu tarihte, lmik'in Hunlarının üstüne perde iniyor. Fakat Hunlar Pontus Bozkırı'nda varolmayı sürdürmüş ve iki yüzyıl sonra, 680'de Asparuh'un önderliği altında Balkanlar'a gelerek bugünkü Bulgaristan'ı meydana getiren Bulgar halkının belkemiğini oluşturmuşlardır. Imik'i bozkıra çekilişinde izleyenler, acaba Hun halkının çoğunluğu muydu, bunu bilmenin yolu yoktur. Ama kendi tarihsel geleneklerini yaşatacak kadar kalabalık olmalılar; çünkü Bulgar hükümdarlarının listesinde -hayli efsanevi bir kralın ardından- Imik adı ikinci sırada yer alır.

Dengizek'in 469 yılındaki başarısızlığı ve ölümüyle Attila'nın soyu son bulmuştu. Bundan sonra Doğu Roma İmparatorluğu'nun Tuna sınırının kuzeyinde Hun hakimiyeti yoktu. O devirlerde hakkında birtakım haberler aldığımız Attila'nın diğer oğlu İmek' in akıbetini de bilmiyoruz. İmek de Geç Antik Çağ tarihinde ortadan kayboluyor. Sonraki yıllarda "Hunlar" ismi yine kullanılmıştı. 5. ve 6. yüzyıllar boyunca haberdar olduğumuz Kuzey Karadeniz bölgesindeki Utigurlar, Kutrigurlar, Saragurlar ve diğer pek çok atlı-göçebe halk, kaynaklarımızda bazen "Hun" veya "Hunvari" olarak geçmektedir. Avarlar söz konusu olduğunda bile Hun adıyla karşı karşıya kalıyoruz, zira Menander Protektor' a göre Avarların isimleri de aslında Ouarchonitai idi (Men. Prot. frg. 19,1 Blockley, 50-74; bkz. Theophylakt Simokates 7,8,3-6). Hunlar, Timo Stickler







🔎Kavimler Göçü

1 yorum: