Türklerin kurduğu ilk devlet olan Asya Hun İmparatorluğu aynı zamanda Orta Asya tarih sahnesinin ilk büyük imparatorluğudur. Hunların tarih sahnesine çıkışlarının kesin tarihi belli olmamakla birlikte, efsanevi Çin kayıtlarında M.Ö. 2255’lere kadar götürülmektedir. Bu dönemde Hunların adı kaynaklarda farklı şekillerle yazılmıştır. Çin kaynaklarında, değişik isimlerle geçen Hunlar, M.Ö. 318 yılında bir anlaşma dolayısıyla Hun adının en çok bilinen Hsiung-nu şekli ilk defa kullanılmış ve bu durum bir daha değişmemiştir. Hsiung-nu kelimesinin Hun adının tam karşılığı olduğu ise M.S. 311 tarihli Soğdça bir metinden anlaşılmıştır.
Pek açık olmamakla birlikte, Hunların atalarına dair bazı belgeler mevcuttur. Kaplumbağa kabukları ve kemikler üzerine yazılan söz konusu yazılarda Hunların atalarının Çin’deki hanedanlarla ilişkilerine yer verilmektedir. Daha sonraki devirlerde de görüldüğü gibi, Ordos ve Kansu bölgeleri arasındaki alan, Hunların atalarının Çin’e akın yoludur. Bu akınlar neticesinde Çin’deki ağaç saban kullanan ve gelişmemiş Lung-shan kültürünün yerine Yang-shao kültürü ortaya çıkmıştır. Yang- shao kültürü demirin kullanımı, atın evcilleştirilmesi, gök kültü gibi özellikleri dolayısıyla bozkır özellikleri taşımaktadır. Bu kültürün siyasi sahnede temsilcisi Cho- u (M.Ö. 1122-255) Devleti’dir. Bozkır özellikleri taşıyan bu devlet zamanla çinlileşmiştir. Diğer taraftan Çin üzerine düzenlenen Hun akınları asırlarca durmak bilmemiş, bu akınları durdurmak için M.Ö. 780’li yıllarda Çin Seddi’nin ilk temelleri atılmıştır. Hunlarla savaşlarda başarılı olamayan Çinliler, yüz yıl süren bir askeri reform yapmışlar, ordularını Hun tarzında teşkilatlandırarak, eğiterek ve silahlandırarak onları durdurmaya çalışmışlardır. Nihayet, Ch’in hanedanının imparatoru büyük bir imar faaliyetine girişerek M.Ö. 247-221 yılları arasında Çin Seddi’nin inşasını tamamlamıştır.,
O dönemde Dunhular çok güçlüydüler. Yüeçiler ise
zirvedeydiler. Hunların şan-yüsü ise Teoman’dı. Onun farklı kadınlardan iki
oğlu vardı. Küçük oğlunu varis gösterebilmek için şan-yü, büyük oğlu Mete’yi
feda etmeye karar verdi. Şan-yü, onu Yüeçiler’in yanına gönderdi. Daha sonra
Teoman, Yüeçiler’e saldırdı. Mete ölmedi, bir at çalıp kaçtı. Babası ona
başlangıç için bir birlik verdi. Mete, askerlerini eğitirken düdüğünün uçtuğu
tarafa ok atmalarını emretti [Hunların savaş okları, kemikten yapılmış
delikli boncuklarla donatılıyordu. Yüzlerce ıslıklı ok, düşmana korku
salıyordu.] Çok geçmeden Mete, okunu güzel atına yönlendirdi. Ok atmayan
birlikteki askerlerin kafalarının kesilmesini emretti. Bir süre sonra Mete,
oku sevdiği eşine attı. Kendisini takip etmeyenlerin de kafalarını kestirdi.
Av sırasında Mete, okunu babasının atına yönlendirdi. Askerlerin hepsi,
aynısını yaptı. Mete, artık vaktinin geldiğini anladı. Mete, okunu babasına
attığında, askerlerinin hepsi tereddüt etmeden aynısını yaptı. Teoman, ok
yağmuruna tutuldu. Küçük kardeşini, üvey annesini ve babasının yakınlarını
idam ettikten sonra Mete, şan-yü oldu. Ordadaki (Hunlar, askerî karargâh ve
hükümdarın kaldığı yeri bu terimle ifade ediyorlardı) gelişmelerden haberdar
olan Dunhuların hükümdarı, söz konusu karışıklıkların Hunları zayıflattığı düşüncesiyle
Mete’den sınır bölgesinin kendisine verilmesini istedi. Aksakalların çoğu
savaştan korktuğundan dolayı Mete’ye bu toprakları Dunhulara vermesini
tavsiye ettiler. Buna çok kızan Mete şöyle demiştir: “Toprak, devletin
temelidir. Toprak başkasına verilmez!” Toprağı Dunhulara vermeyi teklif eden
herkesin kafasını kestirtti. Daha sonra Mete atına bindi ve geç kalan
herkesin kafasının kesilmesini emretti. Doğuya yol alan Mete, ani olarak
Dunhulara saldırdı… Dunhuları bozguna uğrattı, hükümdarını öldürdü, onlardan
birçok kimseyi esir aldı ve hayvanlarını da götürdü.” Tartarica Atlas |
Adı bilinen ilk Hun hükümdarı (Şan-yü) Tou-man’dır (M.Ö. 221-209)- Onun vaktinde Çinliler Hunları yenerek Kuzeybatı Çin’den çıkarmışlardır. Bu durum Orhun, Selenga, Onon ve Ongin gibi ırmakların havzalarında, yani Ötüken ve Moğolistan coğrafyasında Hunların nüfus olarak güçlenmelerine sebep olmuş, gelecekteki büyük imparatorluğun temeli atılmıştır.
Babası ve üvey annesinin entrikalarına rağmen kendisine kurulan tuzaklardan kurtulan Mo-tu (Mete/”Bahadır”), M.Ö. 209’da Hun tahtına çıkmış, önce doğuda kendini tehdit eden Tung-hu’ları, daha sonra güneydeki Yüe-chihları yenerek rakipsiz olduğunu göstermiştir.
Akabinde Kuzeybatı Çin’deki atalarının eski topraklarını alarak devletini özellikle ekonomik açıdan güçlendirmiştir. Bunun yanında Orta Asya’da Kırgızlar ve Ting-lingler gibi 26 boy ve devletçiği kendine bağlayarak devletini geniş bir imparatorluk haline getirmiştir. M.Ö. 199 yılında kendisinden en az dört kat büyük orduya sahip Çin imparatorunu kuşatarak, ona büyük bir tehlike yaşatmıştır. Devletin sınırları Kore’den Aral Gölü'ne, Baykal Gölü’nden Çin Seddi’ne ve Doğu Türkistan’ı içine alacak şekilde genişlemiştir. Tamamını işgal edecek gücü olduğu halde Çin’i ele geçirmemiş, ancak kendi ekonomisini güçlendirmek maksadıyla Çin’i vergiye bağlamıştır.
Orta Asya’nın en büyük imparatorluğu haline gelen Asya Hun İmparatorluğunun bu güçlü durumu M.Ö. 174 yılında Mete’nin ölümünden sonra oğlu Chi-yü (M.Ö. 174-160) zamanında da devam etmiştir. Onun oğlu Chün-ch’en (M.Ö. 160- 126) döneminin ilk yirmi yılında Hun üstünlüğü sürmüş, ancak daha sonra onun ve diğer devlet adamlarının başarısız yönetimi yüzünden ülkede huzursuzluklar baş göstermiştir. Buna Çinlilerin entrikaları da eklenince savaş meydanlarında yenilgiler birbirini takip etmiştir.
Bu arada Çinliler Batı Türkistan’ın diğer halklarıyla (Yüe-chihlar, Wu-sunlar) temasa geçmişler ve Hunlara karşı ittifak yapmışlardı. Çin’e karşı askeri üstünlüklerini M.Ö. 119 yılında bir savaşta kaybeden Hunların mücadelesi durmadı; M.Ö. 56 yılına kadar bağımsızlıklarını korudular. Dışarıda Çinlilere karşı savaştıkları gibi, ülke içinde de onların müttefikleri olan Wu-huan- lar, Hsien-piler, Ting-lingler ve Wusunlarla mücadele ediyorlardı.M.Ö. 56 yılında tahta çıkan Hun hükümdarı Ho-han-ye, ülkesi için tek kurtuluş çaresinin Çin’deki Han hanedanına bağlanmak olduğu düşüncesini taşıdığını devlet meclisinde söyleyince büyük bir tartışma çıktı. Bağımsızlık taraftarları davalarını kaybedince hükümdarın kardeşi Chih-ch’i liderliğinde Batı Türkistan’a göç ettiler. Burada yerleşerek ayrı bir devlet kurdular ve M.Ö. 36’da üzerlerine gönderilen kalabalık Çin ordusuna kahramanca direndilerse de, mağlup olarak yok edildiler.
Doğuda kalan Hunlar ise Çin’in siyasi üstünlüğünü tanıyarak
varlıklarını sürdürüyorlardı. M.Ö. 8 yılında Hun tahtına geçen Wu-chu-liou,
Çin’e olan siyasi bağımlılığa son verdi. Devleti eski gücüne kavuşturma
yönünde önemli adımlar attı. Kuzey Çin’i yerle bir eden akınlar düzenledi.
Onun M.S. 13’te ölümü üzerine başa geçen kardeşi ve diğer hükümdarlar devrinde
de güçlü durum devam etti.
Ancak, M.S. 46 yılında Hun ülkesinde büyük bir kıtlık
çıkınca devlet yeniden zayıflamaya yüz tuttu. Hun hükümdarı ekonomik destek
için Çinlilerle anlaşmak zorunda kaldı. Wu-sunlarla Çinliler ortak harekât
yapınca Hun ülkesi karışıklığa sürüklendi ve M.S. 48 yılında kuzey ve güney
olmak üzere ikiye ayrıldı.
Yaygın, ama kanıtlanmamış bir kurama göre, Hunlar Şyunğnu
soyundandırlar. İlk kez 18. yüzyılda, ileri gelen Fransız Doğu bilimcisi
Deguignes'in önerdiği bu özdeşleştirmeyi, biri ancak Çince çevrimyazısından
bilinen iki adın rastlantısal ses uyumundan başka destekleyen pek bir şey
yoktur. Kuzeyli Şyunğ-nuların siyasal gücü M.S. 2. yüzyıl ortalarına gelindiğinde
tamamıyla kırılmıştı -bazı Güneyli Şyunğ-nuların tarihiyse, 4. yüzyıla kadar
izlenebilmektedir- ve bu kabilelerin batıya doğru herhangi bir göçe giriştiklerine
dair kanıt yoktur. Tersine, gelişme süreçleri, onların Çinliler tarafından
tümüyle özümlenmelerine varmaktadır. Şyunğ-nu-Hun özdeşliğini kabul edersek,
o zaman Moğolistan'da Kuzeyli Şyunğ-nu çöküşüyle Avrupa ufkunda Hunların
ortaya çıkışı arasında geçen iki yüzyıl açıklanamaz. Elbette, Şyunğ-nu imparatorluğunun çözülmesi, halkının yok olması demek değildir. Bugün Roma kalıntıları birçok ülkede bulunabildiği gibi, eski Şyunğ-nu uyruklarının soyundan gelenlerin de başka siyasal birimlere katıldığına kesin gözüyle bakabiliriz. İç Asya etnik birimlerinin durmadan değişen bileşimleri içinde , Hunların arasında da Şyunğ-nu öğeleri bulunabilir, belki de vardı. Kendilerinin Şyunğ-nu kökenlerini bilip bilmedikleriyse yanıtsız kalmaya mahkum bir sorudur. Rafe de Crespigny'nin dediği gibi, " Han dönemi metinlerinde Xiongnu [Şyunğ-nu] deyiminin iki anlam taşıdığını teslim etmek gerekir. Bir yandan, Xiongnu özgül bir etnik kökeni, dili ve kültürü olan özgül bir grubu anlatmaktadır. Ama aynı zamanda, geniş anlamıyla, Xiongnu o kabilenin egemenliği altında kurulan siyasal birimi ifade etmektedir." Burada, Şyunğ-nu hakkında söylenenler, lç Asya'nın -Hunlar dahil- göçebe devletlerinin hepsi için değilse bile, çoğu için geçerlidir. Akılda tutulacak önemli nokta, Hun devletindeki egemen öğenin Şyunğ-nularla tarihsel bir bağlantısı olduğunu gösterecek hiçbir kanıtın bulunmadığıdır. İç Asya Tarihi, Hun Dönemi, Denis Sinor |
Ekonomi Hun şanyülerinin Çin’in Han Hanedanlığı’ndan aldığı
hediyeler, kalabalık göçebe kabilelerin ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli
değildi. Bundan dolayı sınır ticaretini başlatmak, Hunlar için çok önemliydi.
Ancak imparator hükümeti buna müsaade etmiyordu. Sınırda pazarların
açılmasını isteyen şanyü M. Ö. 158’de yeni seferlerde bulundu ve birkaç
kuzey eyaletini yakıp yıktı. Bundan sonra imparator, Hunlarla yine akrabalık
bağlarını güçlendirerek onlarla barış yaptı. Bunun dışında imparator,
sınırdaki gümrük noktalarında pazarlar açtı, göçebelere hediyeler gönderdi ve
prensesini gönderdi. Hun toplumunun tamamen göçebe olduğuna dair görüşleri,
Hun topraklarının içerisinde şehirlerin mevcut olduğuna ve tohumların
oralarda saklandığına dair kayıtlar çürütmektedir. Hun şehirlerinden biri
Baykal Ötesi’nde, İvolga Nehri’nin Selenge’ye döküldüğü yerde tespit edilmiştir.
Hendek ve surlarla çevirili şehirde yarım toprak damlar inşa edilmiştir.
Burada demir ve bronz dökümhanelerinin izleri, dökme demir, demir orak ve
taştan tohum rendesi bulunmuştur. Tarımın gelişimine Hun Ülkesi’nin sert
iklimi engel olmuştur. Başta darı ve arpa olmak üzere hububat üretimi,
nüfusun ihtiyaçlarını karşılamıyordu (yaklaşık 1.5 milyon kişi). Hun
ekonomisinin temelini göçebe hayvancılık oluşturuyordu. Bu tür ekonomide at,
başlıca rol oynuyordu. Yaygın tarım ekonomisinde (Kış için hayvanlara yem
hazırlanmıyordu) at, tüm yıl boyunca otlakta olup otu, derin olmayan karın
altında bulabiliyordu. Büyük at sürülerinin yanı sıra Hunların çok kalabalık
öküz, yak, deve, koyun ve keçi sürüleri vardı. Günümüz hesaplamalarına göre
devletin zirvede bulunduğu sırada kişi başına 19 hayvan düşüyordu. Gerileme
döneminde ise bu rakam 5–9 arasında değişiyordu. Hayvanlar, Hunlarda aile
mülkiyeti sayılıyordu. Her ailenin, hayvanlarını otlatmak için kabileye ait
toprakların belli bir kısmına sahip olma hakkı vardı. Tartarica Atlas |
Batıda ortaya çıkan Hunlar, Büyük Hunların ardılları mıydı? Bu sorunun yanıtı tartışmalıdır. B.Berksan
Roma İmparatorluğu'nun son dönemleriyle ilgilenen ve Hun
tarihini yazmaya kalkışan bir öğrencinin bu işe başlamadan önce
okuyucularına, ne başlangıcı ne de sonu olan veya ne başı ne de kuyruğu olan
bir hikaye sunacağını itiraf etmesi gerekir. Böylesi bir tarih yazımı,
Hunların Çin yıllıklarında çok sık sözü edilen Hsiung-nu olarak mı
tanımlanacakları sorusuyla başlamalıdır. 18. yüzyılda ilk defa De Guignes
tarafından ortaya atılan bu tanımlama sonu gelmeyen tartışmalara neden
olmuştur, ancak Çince bilmeyen bir araştırmacı için, yetkili kaynakların
çoğunun bunu kabullenme eğiliminde olduğunu söylemekten başka çaresi yoktur.
Diğer yandan, son dönem araştırmacılar, bu tanımlamaya karşı duran, ancak
meslekten olmayanlara son derece inandırıcı gelebilecek bir tez ortaya
atmışlardır ve gerçekten de bu tezin peşinden koşan birçok kişi Bury'nin şu
sözlerini akıllarına getirmiş olmalılar: "Kuzey Zenghi Krallığı'ndan Rus
steplerine sıçramak ölümcüldür ve bunu ancak hayal gücünün kanatlarında
yapabilirsiniz, gerçeğin temelleri üzerinde değil." Yine de, uzmanlar bu
konuda bir fikir birliğine varana kadar Roma İmparatorluğu'nun son
dönemleriyle ilgilenen öğrencinin Hsiung-nu' dan hiç söz etmemesi önerilir. Hunlar, Edward Arthur
|
Batı Hunları
Roma dünyasıyla temaslarından önce, Hunların Azak'ın doğusunda, Güney Rus Bozkırı'nda, hatta daha da doğudaki, bütün kötü şeylerin geldiği, iyi tanımlanmamış, ölçülmez İskitya [ Skythia] ülkelerinde yaşadıkları önermesine karşı çıkılamaz. Hun hücumuna ilk uğrayanlar, Don (Tanais) boyunda göçebelik eden ve yaşam biçimleri birçok bakımdan Hunlara benzeyen, ama onların öfkeli saldırı coşkusuna sahip olmayan Alanlardı. Bize erişebilen bilgilerin kıtlığı, Hunlarla Alanlar arasındaki çatışmaların tam bir öyküsünü derlemeye elverişli değildir; fakat Hunların galip geldikleri, geriye kalan Alanların da daha sonraki savaş girişimlerinde onlara katıldıkları açıktır. Bu olaylar, 370'li yılların başlarındaydı.
Hun ve Alanların birleşik kuvvetleri şimdi de, Don'dan Dinyester'e ve Karadeniz kıyılarından kuzeydeki Pripet bataklıklarına kadar Güney Rus Bozkırı'nı kapsayan güçlü Germen devletinin sahibi Doğu Gotlarına (Ostrogotlar) yöneldi. Hun-Alan kuvvetlerinin yinelenen saldırılarına karşı koyamayan Ostrogot kralı Ermanarik, çaresizlikten kendini öldürdü: onun yerine geçen Vithimeris de az sonra savaşta vuruldu. Ostrogotlar Hun egemenliğine girdiler, ama hala Hunimund (Hunların koruduğu) sanını taşıyan kendi kralları tarafından yönetiliyorlardı. Bütün Ostrogotlar bu uzlaşmaya razı olmadılar: "Cesaretleriyle ünlü ve deneyimli generalleri" Alatheio ve Saphraks , kendilerini izlemeye istekli savaşçı birlikleriyle, Dinyester lrmağı'na kadar çekildiler. Orada, Batı Gotlarının (Vizigotlar) reisi Athanarik'in askerleriyle birleştiler. Herhalde, üzerlerine gelen Hunlara karşı ortak bir harekat için Vizigot kardeşleriyle güçbirliği etmek niyetindeydiler. Athanarik de, besbelli teslim olmayacaktı, savaşmaya hazırlandı. Fakat beklenmedik bir biçimde, geceleyin nehri aşan Hunlar Gotların cenahlarını sardılar. Bunun üzerine, Gotlar aceleyle geri çekilip, Prut ve Tuna arasında ikinci, pekiştirilmiş bir direnme hattı oluşturmaya çalıştılar. Bu derme çatma engel, bir Hun saldırısına dayanabilecek kadar güçlü çıktı; kendilerini yağmaya vuran Hunlar da onu aşmak için yeni bir girişimde bulunmadılar.
Sonuç olarak, incelediğimiz dönemde Hun
tarihinin dönüm noktası, Doğu Karadeniz' deki vatanlarından bugün Ukrayna
Cumhuriyeti olarak bilinen bölgeye taşınmalarıdır. Bu, coğrafi anlamda bir
taşınma, ya da komşu değiştirme gayreti değildi. Yapılan, yiyecek sıkıntısı
yaşanan bir bölgeden yiyecek bolluğu olan bir bölgeye taşınmaktı.
Karadeniz'in doğusunda Hunlar sadece kendileri kadar ilkel göçebe bir ırk
olan Alanları sömürebiliyorlardı, ancak Ostrogotlar tarımla uğraşıyor ve
zengin köylerde yaşıyorlardı. Hun toplumunun daha sonraları bilinen doğrultuda
ilerlemesine neden olan etmen, Ostrogotlardan yiyecek gasp etme olasılığıydı. Hunlar, Edward Arthur Thompson |
…
Çatışmayı başlatmış olabilecek Hun hükümdarı Balamber
[Balamir] hakkında adından başka hiçbir şey bilinmemektedir. Değerli tarihçi
E.A. Thompson'a göre, "Balamber'in hiç var olmamış bulunması, hayli kesin
görünüyor: kendilerini kimin yendiğini açıklamak için, Gotlar onu icat
etmişlerdir." Bu, belki aşırı bir görüştür; fakat Balamber'in olsa olsa
bir kabile reisi ya da özgül bir savaşçı grubunun başı olduğu güvenle
varsayılabilir.
…
395-96'da Kafkaslar üzerinden Ermenistan, Suriye, Filistin ve Kuzey Mezopotamya'ya ilerleyen büyük Hun saldırısı, bu iyice uygarlaşmış bölgelerin sakinleri için sarsıcı bir darbe olmuştu.
395 yılının yazında Hun kabileleri Kafkasya'yı geçerek
Yakın Doğu' da göründüler. Dönemin büyük güçleri olan Roma ve Sasani
İmparatorluklarının hakimiyet alanları bu istiladan etkilenmişti. Görünüşe
göre Hunlar, birbirinden ayrı hareket eden birkaç orduya ayrılmıştı. Bu
şekilde Küçük Asya, Suriye ve Mezopotamya'nın büyük bölümünü istila etmeyi
başarmışlardı. Roma nüfuz alanında bulunan Edessa (Urfa) ve Antiocheia'ya
(Antakya) ulaştılar. Ayrıntılar çoğu zaman muğlak olsa da bize o günlerin
dehşetini anlatan çok sayıda Suriyeli kaynak bulunmaktadır. Beytüllahim' de,
Kilise Babası Hieronymus olayları not etmişti (bkz. Hier. epist. 60,16,3
Hilberg); Roma dünyası çökmekle karşı karşıya kaldığından bu, dünyanın sonu
için apaçık bir işaret olup yine ona göre kıyamet alametlerinden biriydi. Hunlar, Timo
Stickler |
…
4. yüzyıldan 5.'ye geçilirken Hunların Pontus bozkırlarını işgale devam ettikleri genellikle kabul edilir ve herhalde doğrudur. Ama ne yazık ki, elimizdeki kaynakların hiçbiri böyle bir şey söylemez. Yaşadıkları yerlerle ilgili kıt kanıtlar da, az çok sürekli Hun yerleşim alanları olarak yalnızca iki bölgeye işaret ediyor. Bunlardan biri Pannoniya, öteki de Tuna aşağılarının kuzeyi, yani bugünkü Romanya'dır. Bu bölge, Balamber'den sonra adını bildiğimiz ikinci Hun reisi (regulus) olan Uldız'ın [Uldin] harekat üssüydü. Got reisi Gainas, başarısız ayaklanmasının ardından ordusunun artıklarıyla "ömrünün geri kalanını geçirmek üzere vatanına dönmek niyetiyle" Tuna'yı aştığı zaman, Uldız'ın kuvvetlerinin saldırısına uğramış ve yenik düşmüştü (400 yılı aralık ayı). Gainas'ın kesik kafası İmparator Arcadius'a gönderildi, Uldız ödüllendirildi ve Hunlarla Romalılar arasında bir antlaşma yapıldı. Bu antlaşmanın koşullan bilinmiyor, fakat 404-5'te Uldız'ın yönetimi altındaki Hunlar -her zamanki gibi, sürekli yerleşme niyetleri olmaksızın- yeniden Trakya'yı istila ettiler. Bir yıl sonra, Nisan 406'da, bu kere Stilikho'nun hizmetindeki Hunlar Got kralı Radagaisus'un Fiesole yakınlarında yenilmesine önemli katkılarda bulundular;
….
422'de Trakya'ya büyük bir akın yapmalarına kadar Hunlardan hiçbir haber yoktur. Tuna'yı aşan ve lstanbul'u bile tehdit eden sefer, Romalıların Hunlara yılda 350 libre altın vermeyi kabul ettikleri bir barış antlaşmasıyla sonuçlandı. Bu istilanın sorumlusu olan -herhalde, sağladıklarından da yararlanan- Hun hükümdarı, Theodoret'e göre, sefer sırasında tepesine yıldırım düşerek can veren Ruga (Rua, Rugila) idi. Eğer II. Theodosius'un ilahi korumaya mazhar olduğunu anlatmaya çalışan bu öyküye azıcık olsun inanılacaksa, o zaman söz konusu yıldırım, sefere katılan bir başka adsız Hun önderine çarpmış olmalı; zira Ruga 434 yılında ölmüştü.
Hunların egemenliği bölünmüştü. Ruga'nın ülkesi, -eğer bu
terimi kullanmak caizse- imparatorluğun Karpatlar'ın güneyiyle Tuna'nın
kuzeyinde kalan doğu bölümüydü ; 422'de Trakya'ya buradan saldırmıştı.
Karpatlar'ın kuzey ve batısındaki, Büyük Macaristan Ovası'nı kapsayan araziye
ise, Ruga'nın kardeşi Oktar egemendi.
…
Ruga'nın yeğenleri olan iki kardeş: ağabey Bleda ve küçüğü Attila. Attila'nın tarihte oynayacağı rolün büyüklüğü ve ağabeyinin ölümü nedenleriyle, Batı kaynakların Attila'yı Ruga'nın tek mirasçısı sanması ve çok az istisnasıyla, bunların Bleda'yı gözalıcı kardeşinin yanında sönük kalan sadece bir ortak-hükümdar diye anması, şaşırtıcı değildir.
..
Görünüşe bakılırsa, Bleda amcasının siyasal çizgisinden sapmamıştır. Doğu Romalılar Hun temsilcileriyle görüşmek üzere, Plinthas'ı quaestor (yargıç) Epigenes'le birlikte göndermeyi gerekli gördüler. Karşılaşma, Margus şehri yakınlarında oldu. Bazılarının dediği gibi, Bleda ve Attila değil, Hun elçileri atlarından inmeksizin -Yunanlıları da kendilerine uymak zorunda bırakarak- sıkı bir pazarlığa giriştiler. İstekleri ikiliydi: daha yüksek bir haraç almak ve Hun kaçaklarının geri verilmesini sağlamak. Görüşmeler, 422'de kabul edilen yıllık haracın iki katına çıkarılarak 700 libre altına yükseltilmesiyle sonuçlandı; Hun kaçaklarının ve fidyesi ödenmeden kaçıp kurtulan Romalı savaş esirlerinin kaderlerini düzenleyen geniş kapsamlı önlemler alındı. Ayrıca bir ticaret anlaşması yapıldı. Margus sözleşmesi Hunların yararına olmakla birlikte, Theodosius'un yıllık haraç ödemelerini sürüncemede bırakmasına karşın, Doğu Roma'nın sınır bölgeleri beş yıl kadar sürekli Hun akınlarından uzak kaldı. Bu süre boyunca, Hunlar "lskit'' kabilelerine karşı ufak tefek askeri seferlerle oyalandılar.
…
Attila'nın iktidar dizginlerini ne zaman, nasıl ve ne kadar
sağlam bir biçimde ele geçirdiği bilinmiyor. Onun Ruga'dan boşalan yeri
dolduruverdiği yolundaki yaygın kanıya -gördüğümüz gibi- itibar edilemez. 444
ya da 445'te ağabeyi Bleda'nın öldürülmesi üzerine, Attila Hunların tek hükümdan
oldu.
Bizans'a karşı sakıngan bir siyaset izledi, yaptığı savaşlar karşılık vermeler niteliğindeydi ve amaçları apaçık sınırlıydı. Bunlar esas itibarıyla ekonomik amaçlar olup, sürekli toprak ilhaklarını içermemekteydi.
…
441'deki ilk Hun saldırısını, Hun soylularının mezarlarında gömülü hazineleri aramak için Tuna'yı geçen Margus piskoposunun onaylanamayacak eylemi kışkırtmıştır. Romalıların piskoposu teslim etmeye yanaşmamaları, ülkenin üzerine Hun istilasını çekti; bunun sonucunda Viminacium, (söz konusu piskopos tarafından ihanetle Hunlara teslim edilen) Margus, Singidunum (Belgrad) ve sınır boyunun savunmasında kilit bir mevki olan Sirmium gibi zengin şehirler harap oldu. Ondan sonra, bütün 442 yılı boyunca süren bir bırakışmaya varıldı; fakat bu arada çatışma nedenlerini ortadan kaldırmak için hiçbir şey yapılmadı: yıllık haraçlar zamanında ödenmemiş, kaçaklar teslim edilmemiş ya da fidyeyle salıverilmemişti. Bunun üzerine, Hunlar yeniden saldırıya geçtiler. Kazandıkları zaferlerin, yaptıkları tahribatın, ender olarak da gerilemelerinin anlatılması, çözümü burada üstümüze vazife olmayan çetin zamandizim sorunları çıkarmaktadır. Savaş sırasındaki çeşitli kuşatmalarda, Hunlar hayli büyük beceriler gösterdiler. Ben bu büyük Balkan savaşının sonu için, Maenchen-Helfen'in önerdiği 447 tarihini kabul ediyorum; ayrıca, onun sub specie aeternitatis her bir eylem için kesin tarihlemeler yapmanın önemsiz olduğu yolundaki düşünce tarzını da paylaşıyorum. Burada vurgulanması gereken nokta, Doğu Roma yenilgisinin büyüklüğüdür.
Bleda ve Attila, Doğu Roma hükümetinin baskı olmaksızın
tepki vermeyeceğini anlayınca, 441' de topyekun bir saldırı başlattı. Sonraki
iki seferde Balkan vilayetlerinin büyük bir bölümünü tahrip ettiler. Tuna üzerindeki
Sirmium'dan (Sremska Mitrovica) Viminacium (Kostolac) üzerinden Margus'a
(Orasje) kadar olan tüm savunma sistemi çökmüştü; Hunlar, Morava Nehri
boyunca imparatorluğun iç kısımlarına kadar girmeyi başardılar. Naissus (Niş)
gibi nispeten büyük şehirler bile fethedildi ve bazı yerler yerle bir edildi.
Görünen o ki Bleda ve Attila saldırılarını bir çırpıda kestiklerinden ve
elçiler il. Theodosius ile müzakerelere başladıklarından, Konstantinopolis' e
bir saldırı da ihtimal dahilindeydi. Bu müzakarelerin ardından Hunlara
yapılacak ödemelerin yeniden başlaması, bir antlaşmayla kabul edildi.
Konstantinopolis' te bulunan hükümet bunu kabul etmek zorunda kaldı, zira
Balkanlar'daki Hunların tahribatı oldukça fazlaydı ve imparator yakın zamanda
kuzeni III. Valentinianus'a Vandallara karşı mücadelede yardımcı olmak üzere
Sicilya'ya asker gönderdiği için kendi askeri gücü oldukça sınırlıydı. Hunlar, Timo Stickler |
Bunu, hiç kuşkusuz maharetli bir diplomat olan, ama elinde oynayacak kartı kalmayan Anatolius'un kabul ettiği ağır barış koşulları en iyi biçimde gösteriyor: Attila'ya (422'de kararlaştırılan miktarın tam altı katı) yılda 2.100 libre altın ödenecek, ayrıca o zamana kadar savsaklanan haraçlar 6.000 libre altın olarak verilecek, Romalılar Tuna'nın güneyinde beş günlük yol genişliğinde bir araziyi boşaltacak-ar, böylelikle üzerinde bireylerin ya da orduların hareketinin kolaylıkla denetlenebileceği "hiç kimsenin olmayan bir toprak parçası" yaratılacaktı.
444-445 kışında, Hunların hakim olduğu bölgelerde,
muhtemelen 445'in başında, Bleda'nın kardeşi Attila tarafından öldürülmesiyle
sonuçlanan çatışmalar ortaya çıkmıştı. Kaynaklarımız genellikle karışık olup
kronolojik olarak da belirsizdir. Yine de bunun yumuşak bir iktidar
değişikliği meselesi olmadığına dair göstergeler açıktır. Şunu kesin olarak
öğreniyoruz ki Attila'nın kardeşinin populi' sini itaat etmeye zorlaması
gerekmişti. Aynı dönemde Karadeniz' in kuzeyindeki bir halk olan Akasirler de
muhtemelen Hunların egemenliğine isyan etmişti. Ağır çatışmalardan sonra
Attila onları mağlup etmeyi ve isyanı bastırmayı başarmış, nihayet en büyük
oğlu İlek'i de Akasirlere hükümdar olarak tayin etmişti. Bu arada Bleda' dan
bu bağlamda artık bahsedilmiyor; doğudaki savaş sona erdiğinde büyük bir
ihtimalle çoktan ölmüştü. …. 447 yılında yapılan sefer sırasında Attila, Konstantinopolis' teki yöneticilere, isteklerini görmezden gelmenin ve yakıp yıkma gücünü hafife almanın bir hata olduğunu çarpıcı bir biçimde göstermişti. Etkileyici bir seferle Hunlar, önlerine çıkan engelleri aşarak Balkan vilayetlerinin iç kısımlarına doğru ilerlediler. Çok sayıda müstahkem yer fethedilmiş, Tuna sınırına yakın Utus (Vit) Nehri yakınlarında yapılan bir meydan savaşında Attila, Doğu Roma ordusu komutanı Arnegisclus' a karşı büyük bir zafer kazanmıştı. öyle ki bu savaş esnasında Arnegisclus hayatını kaybetmişti. Kaynaklarımıza güvenecek olursak aynı senenin yazında Attila, Yunanistan' da bulunan Thermopylae'ye ve Konstantinopolis'in hemen yakınında yer alan Çanakkale Boğazı' na kadar ilerlemişti. Şimdiyse en azından Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkentinde ateşkese meyilli güçlerin savaştan yana olanlara karşı kendilerini gösterebilecekleri zaman gelmişti. Attila'ya elçi olarak gönderilen ordu kumandanı Anatolius'un önüne konan barış koşulları oldukça ağırdı kuşkusuz. Romalıların ona meydan okumasından ve büyük fedakarlıklar yapmaya zorlamasından sonra başka türlüsünü düşünmek mümkün değildi. MS 447 yılında yapılan Anatolius Barışı'na göre, beş yıl önce
yapılan son barış antlaşmasından bu yana biriken borçlara karşılık olarak
6000 pound altın, bir defaya mahsus olmak üzere ödenecekti. Gelecekte
Attila'nın yılda 2100 pound altın alacağı öngörülüyordu; bu MS 434 yılında
alınması gereken verginin üç katıydı. Elbette sığınmacıların ve asker kaçaklarının
da iade edilmesi gerekiyordu. Buna karşılık Romalı esirler için büyük bir
fidye ödenmeliydi. Hun hükümdarı Tuna sınırının tahkim edilmesini artık kabul
etmeye yanaşmıyor, ileriki yıllarda Il. Theodosius'un Balkan vilayetlerinde
savunmasız kalması gerekiyordu. Bunun için de Romalıların gelecekte faaliyet
göstermesine izin verilmediği ve Tuna'nın güneyinde, beş gün süren yolculuğun
ardından ulaşılan bir tampon bölge oluşturuldu. Bu özellikle
Konstantinopolis' e vurulmuş ağır bir darbeydi. Bugünkü Bulgaristan ve
Sırbistan' ın sınır bölgelerinde yaşanan bir yenilenme, böylesine gizli bir
belirsizliğin ve tehdidin hüküm sürdüğü ortamda tabiatıyla düşünülemezdi. Hunlar, Timo Stickler |
Attila, yıllar önce kendisine gönderilen Honoria’nın nişan
yüzüğünü bahane ederek, Batı Roma İmparatorluğu’nun yarısını veya devletin
idaresine katılma hakkını istedi. Bunun reddedilmesi üzerine sefere girişti
ve Batı Roma kumandanı Aetius ile Paris yakınlarında Campus Mauriacus denilen
yerde karşılaştı (451 Haziranı). 24 saat süren savaşta her iki taraf da ağır
kayıp verip geri çekildiler. Ancak, Attila maksadına erişmiş, Batı Roma’nın
asker kaynağı olan Galya’yı tahrip etmişti. Sayısı iki yüz bine varan Hun
ordusunun yarısı Germenler ve Gotlardan oluşuyordu. Ertesi sene (452 ilkbaharı) İtalya seferine çıkan Attila,
Kuzey İtalya’yı istilâ etti. Milano ve Pavya’yı ele geçirdi. Dehşete kapılan
Roma imparatoru, Roma şehrini terk etmeye karar verdi. Ancak Papa Leon’un
gelip kendine yalvarması, vergi ve prenses Honoria’nın nişan yüzüğünü teklif
etmesi üzerine Attila, ordusunu toplayarak İtalya’dan geri döndü. Attila, Türk tarihinde olduğu kadar, dünya tarihinde de arkasında derin izler, hatıralar bırakan bir liderdir. Birçok milletin hafızasında ölümsüzlüğe ulaşmıştır. Onun hakkında İtalya’da, Galya’da, Germen ülkelerinde, Britanya'da İskandinavya'da ve bütün Orta Avrupa’da yüzyıllar boyu ağızdan ağıza dolaşan efsaneler türemiş, roman, resim, heykel sanatlarına konu olmuş, hakkında pek çok kitap yazılmıştır. Tiyatro yazarlarına, kompozitörlere ilham vermiş, adına bir düzineye yakın opera bestelenmiştir. Almanların meşhur Nibelungen Destanı gibi çağdaşı kayıtları, onu babacan, iyiliksever ve yüksek vasıflı bir hükümdar olarak tanıtmaktadır. Tanrı’nın kılıcı Ares’e sahip olduğu, Attila'nın bu sayede bütün dünyayı ele geçireceği onun hakkında söylenen efsanelerin en meşhurudur. Dinî taassup içindeki Hıristiyan din adamları onun hakkında acımasız ve gaddar diye hikâyeler uydurmuşlardır. A.Ü.A.Ö.F |
Derleyicinin notu: Hunlar ve Atilla imgesi Avrupa merkezci yorumlarda 19. Ve 20. yy. da da bir şekilde kullanılmıştır. “3 Ağustos 1914'te Reich (Nazi Almanya’sı) Belçika'yı gayrihukuki işgal ettiğinde ve Fransa'ya taarruzun ilk günlerinde, Alman tarafındaki aşırılık ve savaş suçlarından esinlenerek, izleyen dönemde devlet güdümlü bir İngiliz propagandası gelişmişti. Bu propagandada düşman Almanların görsel açıdan basit ve kalıcı bir imgesi ortaya çıktı. Bu "kültürsüz Hun" ve "Alman barbarlar" imgesi, iç cephede oldukça etkili bir biçimde korkuları tazelerken direnişi arttırdı.” Timo Stickler
Sanat tarihinde de Hunlar
aşağılayıcı temalar içinde ele alınmıştır. Durum yukarıda alıntılanan ders
notundaki kadar olumlayıcı değildir. B.Berksan.
…..
Daha yakından incelendiğinde, Attila'nın önderi olduğu güç
yapısı, ailevi bağları olan kabilelerin birleşmesinden doğan alelade bir
devlet değil, devasa boyutlara ulaşan, birbirinden oldukça farklı barbar grup
ve birliklerden oluşan oldukça hareketli bir savaşçı birliği olarak ortaya
çıkmıştır. Bu birlik de ganimet ve itibar kazanarak varlığını kalıcı
başarılarla meşrulaştırmıştır. Kaynaklarımız Uldin' den Attila' ya kadar Hun
hükümdarlarının Tuna'nın kuzeyinde herhangi bir düşmandan korkmadan hüküm
sürmeye çalıştıklarını ve olası bir düşman girişimini henüz başlangıcında
engellediklerini tekrarbetekrar göstermiştir. Onlara boyun eğmeyen barbar
krallar veya gens'lerle, Hunların vücuda getirdiği bu savaşçı birliğine
katılana kadar savaşılıyordu. Ne var ki birliğe katılmak istemeyenler için
geriye kalan tek seçenek, Roma imparatoruyla anlaşarak Tuna Nehri'nin öte
tarafına geçmekti. Hunlar, Timo Stickler |
Gepidlerin kralı Ardarik, Hunlara karşı halkların (Gotlar hariç) koalisyon kuvvetlerinin önderiydi. Çarpışmada Hunlar çok ağır kayıplar verdi -Jordanes 30.000 kişinin kılıçtan geçirildiğini yazıyor- Attila'nın ilk oğlu Ellak da ölenler arasındaydı. Sağ kalan Hunlar Karadeniz kıyılarına kaçtılar; burada Attila'nın en küçük oğlu Imik (Ernak) başlarına geçti, kardeşi Dengizik de Ellak'ın yerini almış görünüyor. 467'de iki kardeş birlikte, bir barış antlaşması yapmak ve Hunlarla Romalıların "eski görenekleri uyarınca" mallarını değiş tokuş edecekleri bir pazar yeri açmak için imparator Leon'a başvurdular. Leon'un bu öneriyi reddetmesine içerleyen Dengizik savaşmak istedi; fakat başka çatışmalarla uğraşan kardeşi razı olmadı ve bıçak sırtındaki barış devam etti. Bu tarihte, lmik'in Hunlarının üstüne perde iniyor. Fakat Hunlar Pontus Bozkırı'nda varolmayı sürdürmüş ve iki yüzyıl sonra, 680'de Asparuh'un önderliği altında Balkanlar'a gelerek bugünkü Bulgaristan'ı meydana getiren Bulgar halkının belkemiğini oluşturmuşlardır. Imik'i bozkıra çekilişinde izleyenler, acaba Hun halkının çoğunluğu muydu, bunu bilmenin yolu yoktur. Ama kendi tarihsel geleneklerini yaşatacak kadar kalabalık olmalılar; çünkü Bulgar hükümdarlarının listesinde -hayli efsanevi bir kralın ardından- Imik adı ikinci sırada yer alır.
Dengizek'in 469 yılındaki başarısızlığı ve ölümüyle
Attila'nın soyu son bulmuştu. Bundan sonra Doğu Roma İmparatorluğu'nun Tuna
sınırının kuzeyinde Hun hakimiyeti yoktu. O devirlerde hakkında birtakım
haberler aldığımız Attila'nın diğer oğlu İmek' in akıbetini de bilmiyoruz.
İmek de Geç Antik Çağ tarihinde ortadan kayboluyor. Sonraki yıllarda
"Hunlar" ismi yine kullanılmıştı. 5. ve 6. yüzyıllar boyunca
haberdar olduğumuz Kuzey Karadeniz bölgesindeki Utigurlar, Kutrigurlar,
Saragurlar ve diğer pek çok atlı-göçebe halk, kaynaklarımızda bazen
"Hun" veya "Hunvari" olarak geçmektedir. Avarlar söz
konusu olduğunda bile Hun adıyla karşı karşıya kalıyoruz, zira Menander
Protektor' a göre Avarların isimleri de aslında Ouarchonitai idi (Men. Prot.
frg. 19,1 Blockley, 50-74; bkz. Theophylakt Simokates 7,8,3-6). Hunlar, Timo
Stickler |
Senin Allah'ına gurban
YanıtlaSil