İran 20.Yüzyıl


🔎Kaçarlar Dönemi

🔎Pehleviler Dönemi

İran İslam Devrimi ve daha sonraki dönemin tarihi için ana metin olarak Gene R. Garthwaite’ın  “İran Tarihi, Pers İmparatorluğundan Günümüze” adlı yapıtı esas aldım. Metin aralarına açtığım pencereler ile, konuyu genişleten ya da farklı yorum içeren alıntılar koydum.

İran İslam Cumhuriyeti kendine özgü bir ruhban sınıfı devleti görünümündedir. Seçimlerin olduğu nispeten demokratik bir yapının yanı sıra, sistemin teokratik temellerinin anayasa ile güvenceye alındığı ilginç bir modeldir. Devrim İran kozmopolit kültürünün ve güçlerinin ortak çabasıyla başarıldı. Devrimi yapan bileşenler içindeki en güçlü ve halka yakın olan mollalar, diğerlerini tasfiye etti ya da oyun alanının dışına itti. Şimdiki reformcular-gelenekçiler rekabeti içinde ötekiler (modern liberaller, solcular v.d.) ikincil roller oynamaktadır.  

Orada olup bitenleri gerici- ilerici gibi temel kategoriler ile değil, İran’ın kendine özgü birikimini ve geçmişini dikkate alarak değerlendirmek daha doğru olur düşüncesindeyim.

B.Berksan


İslam Cumhuriyeti'nin gelecekteki Cumhurbaşkanı Ebul Hasan Beni Sadr tarafından kaleme alınmış "Elli Yıllık ihanet" başlıklı makale, siyasal, ekonomik, kültürel ve toplumsal konularda işlediği günahlardan dolayı rejime elli ayrı suçlama yöneltiyordu. Bunların arasında hem 1953 hem de 1921 askeri darbeleri, temel yasaların çiğnenmesi ve Meşruti Devrim'le alay edilmesi, 19. yüzyıl sömürgeciliğinin tortusu kapitülasyonları tanıma, Batı'yla askeri ittifaklar kurma, muhalifleri katletme ve silahsız protestoculara, özellikle de 1963 Haziran'ındaki gösterilere katılanlara ateş açma, silahlı kuvvetlerdeki yurtsever subayları ayıklama, başta tarım ürünleri pazarı olmak üzere ekonomiyi yabancı tarım işletmelerine açma, liderlik kültüyle tek partili devlet kurma, dini gasp etme ve din kuruluşlarını ele geçirme, "kültürel emperyalizmi" yayarak ulusal kimliği önemsiz kılma, şaha tapınmanın, ırkçılığın, Aryenizmin ve Arap karşıtlığının propagandasını yaparak "faşizmi" tırmandırma, daha yakın tarihte de topluma büsbütün egemen olma amacıyla tek parti devletini tesis etme vardı. "Bu elli yıl" diye vurgulanmıştı makalede, "tam elli vatan hainliği suçu içermektedir."

Ervand Abramian

 

Devrim sürecinin başlamasına katkıda bulunan hemen ilk sebepler arasında 1960'lı yıllarda İran toplumunun geçirdiği yapısal dönüşümler akla gelmektedir. Şah'ın nitelendirmesiyle "beyaz devrim" ülkenin tarihinde daha önce hiç görülmemiş sarsıntılar doğurmuştu. Geleneksel monarşinin temelleri -toprak ağaları, ruhban sınıfı ve büyük aşiret reisleri- bu devrimden rahatsız olmuşlardı. Otoriter modernleşmeyle birlikte sistemin bu dayanakları şimdiden siyasi rollerinin bir kısmını kaybetmiş oluyorlardı. 1963 tarım reformu sonrasında taşınmaz mülklerini kaybedeceklerdi.

Buna paralel olarak 1962- 1975 yıllarında, şehirlerde orta sınıfın ortaya çıkması ve kırlık alanlardan büyük şehirlere, özellikle başkente yönelmiş bir göç hareketinin görülmesi ile belirgin, dikkat çekici bir ekonomik gelişme de aynı zamana denk gelmektedir. Yoksullaşan bu halk yığınları devrimde temel bir rol oynayacaktır. Yükselen şehirli orta sınıfa danışılmış olunsaydı monarşinin bu sınıf içinde yeni destekler bulabilmesi mümkün olabilirdi. Oysa Şah tam tersini yaptı. İran tarihinde ilk defa, 1975 yılında tek parti sistemini dayattı; böylece otoriterliğin güçlenmesini tercih ederken ilerici demokratikleşme seçeneğini dışlamış oluyordu. 1973- 1974 sırasında OPEC (Petrol Üreticisi Ülkeler Örgütü) bünyesinde oynadığı baskın rolden cesaret alarak kendisini hem halkından hem de yabancı müttefiklerinden uzaklaştıran bir küstahlık örneği sergiledi.

Şah, 1976'da yeni projelerinin ve aynı zamanda silah alımlarının finansmanını teminat altına almak için petrol fiyatlarının % 20 ile % 25 arasında arttırma çarelerini aramaya başladı. Ford yönetimi bu politikanın Amerikan ekonomisi üzerindeki ağır sonuçlarından endişe duyuyordu. 1976 Aralık'ı Doha konferansında Şah düşüncesinden vaz geçmeyince Amerikalılar Suudilerle anlaştılar. Suudiler ise her türlü fiyat artışına karşıydılar ve petrol üretimlerini muazzam ölçüde arttırdılar. Fiyatlar düştü, İran’ın gelirleri çöktü ve 1977 başında ülke gerçek bir ekonomik ve mali krizin içine yuvarlandı. 

1977 Ocak'ında Carter'ın başkanlık görevine başlamasıyla İran’ın dahili ve uluslararası durumu daha da bozuldu, rejim zayıflarken muhalefet ayağa kalkmaya başladı. 1977 Eylül'ünde Başbakan Amir Abbas Hüveyda'nın yerine ABD' de eğitim görmüş teknokrat Cemşid Amuzegar geçti ve ilk iş olarak kamu ekonomisini düzeltmek maksadıyla ruhban sınıfının bazı mensuplarına doğrudan verilmekte olan yardımları keserek onların hoşnutsuzluğunu uyandırdı. Demokratlar, liberaller, sol hareketler ve Humeyni taraftarları arasında karmakarışık bir ittifak ortaya çıkmış oldu. Bu ittifak kırlık bölgelerden gelmiş şehir halkına olduğu kadar çarşıya da dayanacaktı. Böylece rejimi süpürecek olan kriz başlamış oldu.

100 Soruda İran, Mohammed Reza Dijalili, Thiery Kellner.

 

1979 Devrimi döneminde İran'ın işgücünün yüzde kırkını tarım, yüzde yirmisini sanayi, kalan yüzde kırklık bölümünü ise hizmet sektörü oluşturuyordu. İran ekonomisinin yüzde sekseninden fazlası petrole dayanıyordu; 1973 ile 1979 yıllan arasında uluslararası siyasi ve ekonomik etkenler (özellikle de 1973 Arap-İsrail Savaşı ve süregiden Arap petrol ambargosu) nedeniyle her zamankinden daha yüksek bir petrol geliri elde edilmişti. Şahın 1953 ile 1973 yılları arasında, petrol gelirlerindeki düzenli artışa bağlı olarak kaydettiği ekonomik gelişme şunları beraberinde getirdi:

(1) ekonomik anlamda gelişmelerden faydalanırken, siyaseten her türlü kurumsal demokratik talepten mahrum edilen büyümüş bir burjuvazi,

(2) şah ailesinin işine fazlasıyla yarayan devlet kapitalizminin doğrudan sonucu olan geniş çaplı yoksulluk ve bir ekonomik altsınıf, hızlı ve anlamsız bir kentleşme, kırsal bölgelerde yoksullaşma,

(3) İran ekonomisinin küresel kapitalist sisteme entegrasyonundan eşit ölçüde mustarip olan küskün bir tüccar sınıfı,

(4) hükümdarlığa karşı piyasayla yaptığı tarihsel iş birliğini yeniden hayata geçirmek zorunda kalan öfkeli bir ruhban sınıfı,

(5) uzun yıllardır muhalif ve yönetim karşıtı devrimci fikirler gütmüş olan -esasen Meşrutiyet Devrimi dönemindekine benzer, ama bu defa daha büyük ve küresel bağlama taşınmış bir güç birliği içindeki seküler ve İslamcı entelektüel seçkin kesimler.

….

Pehlevi rejiminin ideolojik açıdan İslam-öncesi, Pers kökenli ve monarşik bir meşruiyete yönelişine işaret ediyordu açıkça. Avrupalı ve Amerikalı bir Şarkiyatçı ordusunun İran'daki destekçileriyle iş birliği içinde düzenlediği bu monarşik ideolojik propagandaya yönelik alternatif direniş biçimleriyse, sömürgecilik karşıtı ulusçuluk, Sovyet yanlısı veya bağımsız sosyalizm ve tabii yerel Şii İslamcılığı idi. Bu üç muhalif ideolojiden halk tarafından çok açık nedenlerle en itirazsız kabul göreni ise İslamcılıktı.

Ayetullah Humeyni'nin neredeyse dünya çapında 1979 Devrimi'nin önderi olarak tanınması, ( 1) kısmen ruhban sınıfı içindeki iyi örgütlenmiş devrimci kadrolarca sağlanmış, (2) onun liderliğinin kutsiyetine inanan Şii müminlerin çoğunluğu tarafından desteklenmiş, (3) Pehlevi hükümdarlığına karşı birleşik bir cephe oluşturma doğrultusunda Marksist ve ulusçu güçlerce stratejik olarak benimsenmiş ve (4) sektiler-dindar ayrımı olmaksızın İran'ın dokusuna işlemiş olan örtük Şii hissiyatının etkisiyle gerçekleşmiştir.

Ketlenmiş Halk İran, Hamid Dabashi, Metis Yayınları

 1 Şubat 1979'da İran’a dönen Humeyni'yi bütün gruplar devrimin lideri olarak kabul etti. Orduyla birlikte Pehlevi Hanedanı'nın düzeni de çöktü.

..

 

Humeyni Tahran'dan ayrılıp Kum'a gitmeden önce Mehdi Bazargan'ı başbakan olarak atadı. Ancak hem iktidar hem yetki Humeyni'deydi. Artık kendisine büyük bir saygı ifadesi olarak "İmam" denmeye başlamıştı.

..

Düzeni yeniden kurmak kolay olmadı. Şahı devirmek amacıyla birbirinden çok farklı grupları bir araya getiren ortam artık yerini ideolojik farklılıklara bırakmıştı. Ayrılıkların başlıca konusu ekonomi ve toplumda dinin rolüydü.

.. 

Karşılıklı suçlamalar başlıca gündem maddesi olmuştu. Yüzlerce kamu görevlisi, subay ve devrime muhalif olan diğer kişiler tutuklandı. Bunların büyük kısmı basit mahkemelerde yargılanıp devrim veya İmam adına idam edildi. On binlerce kişi yurtdışına kaçtı. Bu durum zamanla kalıcı bir sürgüne dönüştü. Kamu düzenine yönelik sözde İslami kuralları zorla uygulatan İslami milislerin sayısı hızla arttı. Bunların öfkesi özellikle kadınlara yönelmekle birlikte; kıyafet, müzik, içki, sinema ve edebiyat gibi kültürel Batılılaşmayı açığa vuran her şeyi kapsıyordu. Pehlevi yönetiminin bürokratik ve askeri elitlerinin yerini genç devrimciler aldı.

İslami Cumhuriyet Partisi

İslami devrimin ideolojisine örgütsel bir yapı sağlamak isteyen Humeyni'ye yakın ayetullahlar, 1979 yılı ortalarında İslami Cumhuriyet Partisi'ni (İCP) kurdular. İCP, İslami cumhuriyet adına halk desteği sağlamaya ve laik ılımlıları gözden düşürmeye çalıştı. Camiler aracılığıyla halkla doğrudan ilişki kuran ulema ağına olan yakın bağlarıyla İCP, kısa zamanda lran'ın en büyük siyasal gücü haline geldi.

İCP'nin ikna gücü, muhalefet toplantılarını basma ve muhalifleri tutuklamak için Cumhuriyet Muhafızlarını çağırma imkanıyla daha da arttı. Şah rejiminin çöküşü Marksistlerden militan din adamlarına kadar siyasal yelpazenin tamamına hitap eden, birbirine rakip siyasal örgütlerin doğmasına yol açmışsa da, iktidar mücadelesi aslında İCP ile Özgürlük Hareketi'nin çeşitli kolları arasındaydı. İCP ulemanın, lran'ın siyasal ve toplumsal yapısındaki radikal değişimden çok şey kazanacak olan kentli ve kırsal kitlelerin çoğunluğunun desteğine sahipti. Özgürlük Hareketi politikacıları orta sınıf teknokratlara ve meslek sahiplerine, esnafın bazı kesimlerine, Batılılaşmış üniversitelerdeki gruplara ve ulemanın hükümete hakim olmasına karşı çıkanlara hitap ediyordu. Seçmenlerinin toplumun Batı'ya dönük unsurlara olan bağı, bu kesimlerin yenilgilerinin sebebi oldu.

Modern Ortadoğu Tarihi, William L. Cleveland, Agora Kitaplığı, 2008

1979'un anarşiye çok yakın ortamında toplanan kurucu meclis delegelerinin hazırladığı anayasa taslağı Aralık 1979'da halkoyuna sunularak onaylandı. Bu arada Humeyni'nin baskın rolü ve dini liderliği üç kriz sayesinde sağlamlaştı. İki olay onun kontrolü dışında gerçekleşti. Bunlardan ilki Kasım 1979'da Amerikan elçiliğinin basılması ve görevlilerin rehin alınmasıydı. İkincisi lrak'ın Eylül 1980'de İran topraklarına girmesiydi. Üçüncüsüyse siyasi bir iç krizdi. Haziran ve ağustos ta gerçekleşen bombalama olaylarında İslam Cumhuriyeti'nin önemli liderleri ve devlet yetkilileri öldürüldü. Bu olay İran’daki solcu ve laik muhalefetin ezilmesine zemin hazırladı.

….

İran İslam Cumhuriyeti’nin 1979 tarihinde hazırlanan ve 1989'da değişiklikler yapılan anayasası, kuvvetler ayrılığı bakımından 1906-7 anayasasına benzer. Eski anayasa gibi yenisi de otorite çıkmazına, yani yetkinin Tanrı'dan mı yoksa halktan mı kaynaklandığı sorusuna bir çözüm getirmez. hk anayasaya dayanarak Pehlevi'nin laik hukuk reformlarını uygulamaya koymasıyla ortaya çıkan gerilimi çözmek amacıyla, yeni anayasa devlet ve hukuku şer'i bir bağlam içine yerleştirir. 1979 Anayasası'nın 1906-7 Anayasası'ndan en büyük ayrılığı velayet-i fakih makamının kurulmasıdır. Bu makam yanılmaz imamın vekilliğidir. Böylece, Humeyni'nin dini ve tarihi bakımdan örneği bulunmayan, İslam devletleriyle ilgili radikal fikirleri kurumlaşmış ve yürürlüğe konmuş oldu. Geleneksel sayılamayacak bu modem hamle, Pehleviler döneminde meydana gelen değişimlere karşı bir tepkiydi.


Yerleşik devlet kurumlarının benzeri olan kurumlar 1979'da iktidar için yaşanan çekişmeye katıldı. Paralel kurumlar genellikle sokak kaynaklıydı ve bu gelenek 19. yüzyıl başlarına kadar uzanıyordu. Yerel camilerde oluşturulan ve başını imamların çektiği devrimci komiteler kanun dışı tutuklamalar, duruşmalar ve idamlar gerçekleştirdi. Hükümet Müslüman olmamakla hem kamusal hem özel tavırlarında karşıdevrimci olmakla suçladığı insanları tespit edip dağıtmak ve tutuklamak için sokak eylemcilerine güveniyor, onları ahlak polisi gibi kullanıyordu.

Ocak 1980'de Ebu'l Hasan Beni Sadr (d. 1933) İslam Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı olarak seçildi. Tahsilini Fransa'da yapan bu iktisatçının eğitim geçmişi, laik ve milliyetçi yeni liberallere özgüydü. İlk meclis seçimlerini mollaların ağırlıkta olduğu İslami Cumhuriyet Partisi kazandı.

Rehine krizi

Şahın tedavi için New York'ta bir hastaneye kabulüne tepki gösteren İranlı bir militan öğrenci grubu 4 Kasım l 979'da ABD Büyükelçilini işgal ederek buradaki Amerikalı diplomatları rehin aldı. Bu olay İran ile ABD arasında 444 gün sürecek rehine krizini başlattı.

….

Ayetullah Humeyni l 979-80 rehine krizini doğrudan kendi lehine çevirerek, bu yolla ( l) mutlak otoritesine tehdit arz eden silahlı grupları acımasızca ve etkili biçimde devre dışı bırakmış, (2) ayrılıkçı Kürt hareketini sert bir şekilde bastırmış, (3) İslam devrimini 1953 darbesi nevinden ABD destekli potansiyel bir darbeye karşı teminat altına almış ve (4) milletin yüce önderi olarak kendisine ve halefine ciddi bir yetki veren İslam anayasasını ivedilikle meclisten geçirmiş, böylece tek bir hamleyle 1 979 devriminin ve cumhuriyetin İslamileştirilmesini anayasal bir boyuta taşımıştı.

Ketlenmiş Halk İran, Hamid Dabashi

 

İran siyaseti 1979-81 yıllarında büyük çekişmelere sahne oldu. Baskın kişilik Humeyni olduğundan bütün gruplar onun desteğini almaya çalışıyordu. Ancak sonunda hangi grubun bunu başaracağı açık değildi. Yelpazenin bir ucunda radikal sol gruplar, diğer ucunda Hizbullah üyeleri (bunlar sokak çetelerinden pek farklı değildi) ve din adamlarıyla bağlantılı olan ve sokak siyasetini temsil eden komiteler vardı. Merkezde muhtelif laik milliyetçi gruplar yer alıyordu. Bunların başında milliyetçiliğe ve meşrutiyetçiliğe bağlı Milli Cephe hizipleri geliyordu. Bunlar İslami Cumhuriyet Partisi'ne ve özellikle devlet kontrolüne direnen unsurlarına muhalifti.



Savaş 

İki ülkeyi bölen konular, çok eskilerden gelen Arap ve Pers uygarlıkları arasındaki kültürel rekabetten, sınırlar ve seyrüsefer haklarına, kamu hayatında milliyetçiliğin ve dinin rolünün çatışan yorumlarına kadar değişmekteydi. Irak'ın en hassas sorunlarından birisi, kuzey sınırıydı. Kürtler, İran devriminin karmaşasından yararlanmışlar, Saddam Hüseyin rejimine karşı silahlı direnişlerini yeniden başlatmışlardı. Yeni Iran hükümeti, Irak ordusundan kaçan Kürtlere sınırlarını kapatmayı reddederek, 1975 anlaşmasını ihlal ediyordu.

Ancak Irak rejiminin gözünde Humeyni'nin oluşturduğu en büyük tehlike, Irak Şiilerine Hüseyin'i devirmeleri çağrısında bulunmasıydı. Bu, sadece rejimin varlığını hedef alan siyasal bir tehdit olmayıp, aynı zamanda lslamiyet'in evrensel ilkeleri ile Baas'ın laik milliyetçiliğini karşı karşıya getiren ideolojik bir tehditti. Humeyni iktidara gelmeden Saddam Hüseyin'i ve onun 'kafir Baas Partisi'ni İslamiyet'in düşmanı olarak nitelemişti.

1980'de Hüseyin'in Şii ayaklanmasını bastırması ve ileri gelen bir Şii din adamını idam ettirmesi üzerine Humeyni, "Irak halkı ve ordusu Baas rejimine sırt çevirip devirmelidir," demişti. Humeyni aynı konuşmasında, Irak rejimini 'lslam'a ve Kuran'a saldırmakla suçlamıştı.

Modern Ortadoğu Tarihi, William L. Cleveland, Agora Kitaplığı, 2008













Irak ordusunun başlangıçta başarılı olup Hürremşehr'i işgal etmesine rağmen İran ordusu zayıf durumda olduğu halde ayakta kalmayı başardı. Yeniden örgütlenen İran ordusu kaybedilen toprakları geri aldıktan sonra lrak'a karşı saldırıya geçti ve Fao Yarımadası'nı ele geçirdi. Düzenli ordunun yanı sıra Pasdaran adı verilen Devrim Muhafızları ve Besic adı verilen genç gönüllü milisler de savaşıyordu. Sekiz yıl süren savaş 1988'de sona erdiğinde, iki tarafın ölü sayısı ürkütücü bir rakama ulaşmıştı. Savaşın son döneminde Irak, Tahran ve diğer şehirleri vuran füzelerin yanında kimyasal silahlar kullanmaktan da çekinmemişti. İran'ın sorunlarını artırmak isteyen Irak, uzun zamandır burada yaşayan İranlıları sınır dışı etti. Bir kısım kanlıysa gönüllü olarak İran'a sığındı. 1980'lerin ortasında İran'da Irak ve Afganistan'dan gelen yaklaşık 4 milyon mülteci yaşıyordu. 

İdeolojik anlamda savaş, Şiilikte temel öge olan şehitler saygısını hiç görülmemiş şekilde ön plana çıkarmayı sağlamıştır. Savaşın bitişinden otuz yıl sonra bile, şehitlerin hatırasına hasredilen birçok tören sayesinde, gerçek bir toplumsal kontrol aracı olan bu saygı hala devam etmektedir. Şehitler şehirlerdeki kabartmalarda veya filmlerde sıkça yer almakta, "kaybolan nesil" teması etrafında gerçek bir tür de gelişmiştir. Buna paralel olarak rejim, mali olarak desteklediği ve kendisine destek aradığı dernekler ve vakıflar -eski muharipler, savaş dulları, vb. gibi-kurmuştur. Eski muharipler, siyasi ve ekonomik nüfuz ağları sayesinde kısa zamanda devlet aygıtı içinde temel bir rol oynamaya başlamışlardır

100 Soruda İran, Mohammed Reza Dijalili, Thiery Kellner.

 

Pehleviler bütün kamu kurumlarını devlete tabi kılmıştı. Yeni İslami cumhuriyet hükümeti de benzer şekilde bir kültür devrimi başlattı. Amaç bütün bakanlıklar, ordu ve güvenlik güçleri, yargı, taşra yönetimleri, üniversiteler, radyo ve televizyonda bilinen muhalifleri temizlemekti. Devrimci tecrübe kazanmış, dini liderlerle bağlantısı olan ve genellikle gençlerden oluşan yeni bir elit, Pehlevi yanlısı elitin yerini aldı. Eski elitin bir kısmı yurtdışına kaçarken diğerleri tutuklanıp milislerin ağırlıkta olduğu mahkemelerde alelacele yargılandı ve genellikle idam edildi. Bunlardan en dikkat çekici olanı, 1979'da yargılanıp idam edilen, şahın başbakanı Emir Abbas Huveyda idi. Devrimde önemli rol oynayanlardan bazıları bile yargılanıp çabucak idam edileli. Humeyni'nin ilk danışmanlarından olan Sadık Kutbzade 1982'de bu akıbeti paylaştı. Muhalifler genellikle uyuşturucu kaçakçılığı, fahişelik ve eşcinsellik gibi ahlaki unsurlarla suçlanıyordu. "İslami" kıyafetler giyilmesi zorunlu hale getirildi. Keyfi tutuklamaların devam etmesi sonucu on binlerce insan işkenceye maruz kaldı ve bir kısmı öldürüldü.

Aydınların, öğrencilerin, meslek sahipleri ve orta sınıf ile şehirli kitlelerin yer aldığı geniş koalisyon şahı devirmesine rağmen 1981 'in ilk yarısında dağıldı. İCP devletin içindeki zorlayıcı unsurları ve Hizbullahçıları, sokaklarda bilinen muhaliflere saldırtmaktan çekinmedi.

Devrimden sonra hükümetin sanayi ve imaları, bankacılığı, büyük ölçekli şirketleri millileştirmesi sonucu, devletin baş ekonomik aktör olarak rolü iyice arttı. Petrol en büyük gelir kaynağı olmaya devam etti. Önce anan petrol üretimi ve gelirleri, 1980'lerin ortasında dünya petrol fiyatlarının düşmesiyle birlikte azaldı.

Sadece İran'ın İslamiyet öncesi geçmişi değil, yeni İslami gereklerle uyuşmayan İslamiyet çağına ait kültürel üretim de saf dışı edilmeye uğraşıldı. Örneğin, Firdevsi'nin Şehname'si bile kısa bir süre yasaklandı. İslamiyet öncesi arkeolojik anıtlar küçümsendi. Çocuklara devrimden önce daha popüler olan İslamiyet öncesi kahramanların adı verilirken, devrim sonrası Müslüman adlarının konulması yaygınlaştı; ancak İran'ın geçmişine ciddi biçimde leke süren tavırları benimseyen İranlıların sayısı fazla değildi. İran milliyetçiliğinin en kalıcı kimlik olarak ortaya çıktığı İran-Irak Savaşı olmadan bile, İran kültürü ve kimliği zirvede kalmaya devam etti.

Beni Sadr'ın 1981'de iktidardan uzaklaşmasıyla birlikte Humeyni Tudeh'i de yasakladı ve karşı görüşte olan herkesi hain ilan etti. Pehlevilerin kendilerini İran'la ve milliyetçilikle özdeşleştirmesi gibi Humeyni de kendini İslamla ve İslam Cumhuriyeti'yle özdeşleştirmişti. Humeyni, İCP'ye egemen tutucu mollalardan oluşan Muhafızlar Konseyi ve Devrim Muhafızları 1980'lerin ortasında devleti, devlet kurumlarını, bütün baskı araçlarını ele geçirip devrimin ve İslam’ın simgelerini kontrol altına aldılar. Kısacası İran ikinci devrimin sonunda, modern bir devletin merkeziyetçi yapısı içinde bir teokrasi haline gelmişti. İktidarın bu şekilde pekiştirilmesi, devrimden sonra özel maksatlarla yaratılan paralel kurumların devlet yapısıyla bütünleşmesine imkan verdi. Ancak bu kurumların başına buyruk yöneticileri, hükümet kontrolünün yarattığı bütçe kısıntıları ve bürokratik müdahaleden hoşlanmamıştı.

Devrim iki yıl içinde, ikisi de ulemanın hükumet üzerindeki kontrolüne bir tür kısıtlama getirmek isteyen ilk başbakanını ve ilk cumhurbaşkanını yemişti. Bezirgan ile Beni-Sadr'ın ayrılması, Humeyni ile İCP'nin iktidarlarını pekiştirmesine imkan tanıyacaktı.

Ancak İslami Cumhuriyet ılımlı laik muhaliflerini yenilgiye uğratırken, militan İslami Sol'dan yeni bir muhalefet dalgasıyla karşılaştı. 1981'in ikinci yansında Mücahidin-i Halk örgütünün bombaları, onlarca dini ve siyasal lideri öldürdü ve rejimi tehdit etmeye başladı. Hükümet, Mücahidin saldırılarına öyle bir kitle tutuklamaları ve idamlarla karşılık verdi ki, bu defa da iktidar terörü başlamış oldu. 

Bir tarihçiye göre, solcu tehdit hükümeti toplumun tümüne ideolojik tekörneklilik uygulama çabalarını arttırmasına vesile olmuştur. İran’ın bütün üniversite ve kolejleri 1980'de, İslamileştirmeleri amacıyla kapatılmıştı. Bu kapatma döneminde öğretim üyeleri arasında temizlik yapılmış, müfredat İslami değerleri vurgulayacak şekilde değiştirilmiş, ders kitaptan yeniden kaleme alınmıştı. Üniversiteler 1982'de tekrar açılmaya başladığında, hükümet sadece sağlam İslami geçmişleri olanların kayıtlarını yaptırmalarına imkan sağladı ve solcu siyasal faaliyete karışmış olanlar okullara alınmadılar. Sonuç, genel öğrenci sayısında ve özellikle kadın öğrenci sayısında görülen çok büyük düşüştü: Tahran Üniversitesi'nde devrimden önce 17 bin öğrenci varken, bu sayı 1983'te 4.5OO'e indi. Kadın öğrenci oranı da toplamın yüzde 40'ından 1970'lerin sonunda yüzde 10'a düştü.

Modern Ortadoğu Tarihi, William L. Cleveland, Agora Kitaplığı, 2008


Liderlerin ve onları destekleyen kitlelerin hedefleri şimdiki hayatın kalitesini düzeltmekti. Sosyal adalet ve kültürel bütünlük el ele gidecekti. Şahın baskıcı hükümetine ve ondan çıkar sağlayan ayrıcalıklı seçkinlere karşı kitlesel devrimci ayaklanma, daha iyi bir ekonomik gelecek sağlama umudunu taşıyordu.

Humeyni en üstün İslam hukukçusu olarak çok büyük anayasal yetkisini kişisel bir diktatörlük için kullanmamıştı; o daha çok bir rehber olmuş, önemli konularda karar vermiş ve günlük sıradan idari konularla ilgilenmemiştir. Çeşitli hükümet gruplarını birbirleriyle dengeleyerek, hiçbir grubun üstünlük sağlamamasını garantiye alarak ülkeyi yönetmiştir. İslami Cumhuriyet Partisi'nin 1987'de aniden kapatılmasının bir sebebi de bu olabilir; parti, din adamlarının otoritesini yerleştirme amacını tamamlamış ve rakip bir güç merkezi olmasına fırsat kalmadan dağıtılmıştı. Humeyni zaman zaman önemli konularda karar vermez ve bu uygulamayla adamlarını isteklerinin ne olduğu konusunda tahminler yürütmeye bırakır, hükümetin işlemesini felce uğratırdı.

Modern Ortadoğu Tarihi, William L. Cleveland, Agora Kitaplığı, 2008

Kaybedilen İran topraklarını geri alan ordu itibar kazanmakla birlikte Irak kuvvetlerine karşı bariz bir üstünlük sağlayamadı. İranlılar milliyetçi bir temelde bütünleşti ama savaşın yarattığı tablo morallerini bozdu. 300.000 kişi ölmüş, çok daha fazlası yaralanmıştı. Savaşın daha çok cereyan ettiği güneybatı İran büyük bir yıkıma uğramıştı. Savaşın yol açtığı bedel, ekonomiye etkisi, on yıl süren kaos ortamı, moral bozucu diğer etkenlerdi. lrak'ın füze ve kimyasal silah kullanması güvensizlik ortamını iyice arttırmıştı. Bu durum savaşın yol açtığı psikolojik darbeyle birleşince, Humeyni'nin ateşkesi kabul etme kararında önemli bir faktör oldu.

1988 Haziranı'nda İran-Irak Savaşı'nın bitiminden hemen sonra, İslam Cumhuriyeti önemli bir krizle karşı karşıya kaldı, zira Ayetullah Humeyni'nin veliahdı Ayetullah Hüseyin Ali Montazeri kendisine duyulan güveni sarstı. İlk başlarda Humeyni'nin sadık bir müridi olan Ayetullah Montazeri, Humeyni'den sonra liderliği alma beklentisiyle mutlak Şii liderliğinin (velayet-i fakih'in) liyakatleri üstüne kapsamlı ve şevkli yazılar yazdı.

Ama İran-Kontra Skandalı olarak bilinen olayın açığa çıkarılmasında üstlendiği rol yüzünden Humeyni'nin nazarında eski itibarını kaybetti. 1985'te Reagan hükümeti (İsrail yönetiminin ve Manoucher Ghorbanifar adlı uluslararası bir silah tüccarının karlı arabuluculuğuyla) İslam Cumhuriyeti ile bir dizi gizli pazarlık görüşmesi gerçekleştirdi. Reagan yönetimi sırasında ABD Ulusal Güvenlik Konseyi'nde görev yapan Yarbay Oliver North tarafından yürütülen pazarlığa göre, Lübnan' daki Amerikalı rehineler İran'a satılan ABD silahları ile değiş tokuş edilecekti. Anlaşma hayli ilginçti: Lübnan Hizbullahı Lübnan'daki Amerikalıları serbest bırakacak, Oliver North da (sonradan ABD tarafından ikmal edilecek olan İsrail stoğundan aldığı) ABD silahlarını bu rehinelerin salıverilmesi karşılığında İran'a satacak ve elde edilen hasılat Nikaragua'daki Sandinista yönetimiyle savaşan Kontralara sevk edilecekti. Sonuç olarak Lübnan'da rehin alınan Amerikalılar bu yolla ABD'nin gayrimeşru (ve ahlaksız) Latin Amerika politikaları doğrultusunda suiistimal edildi.

Ketlenmiş Halk İran, Hamid Dabashi, Metis Yayınları,



 Savaş sırasında milisler Sipah-i Pasdaran-ı İnkılab-ı İslami (İran Devrim Muhafızları Ordusu) adıyla tam donanımlı bir askeri kuvvete dönüştüler. Kendilerine ait bakanlıkları olan Devrim Muhafızları'nın sayısı 120.000'i buluyordu ve kendilerine ait küçük deniz ve hava birimlerine sahiptiler. Bundan başka Besic-i Müstezefin (Ezilmişlerin Sefer Hazırlığı) diye bilinen destek gücünü oluşturan 200.000 kadar genç ve yaşlı gönüllüyü denetimleri altına almışlardı. Yeni rejim, profesyonel savaş gücü olarak eski ordunun büyük bölümünü korumuş, yalnızca üst rütbedekileri ayıklamakla yetinmişti. Ayrıca komünistlerin komiserlik sistemini dine uyarlayarak, 270 din görevlisini kilit bölükleri denetlemekle ödevlendirmişti.  Düzenli ordudaki asker sayısı 370.000'di. Bir kez daha adı değiştirilerek Savunma Bakanlığı diye anılan Savaş Bakanlığı'nın idaresindeydi. SAVAK ile Saray Muhafızları kuşkusuz lağvedilmişti. İlkinin yerine çok daha geniş kapsamlı bir istihbarat Bakanlığı getirildi. İkincisinin yerineyse Devrim Muhafızları arasından seçilen 2.000-5.000 kişilik Kudüs Gücü aldı. Bu durumda silahlı kuvvetlerde artık yarım milyondan fazla personel bulunmaktaydı  Ervand Abramian

 Humeyni'nin 3 Haziran 1989'da ölümünün ardından liderlik Konseyi, rehber unvanı verdiği Hamaney'i lider olarak seçti. Bir süre sonra, belli bir şüpheciliğe rağmen Ayetullah unvanı verildi. Temmuz ayında cumhurbaşkanı olan Rafsancani'nin gücüyse din alimliğinden çok siyasi pragmatizme, dikkate değer servetine ve işadamlarına özgü keskin zekasına dayanıyordu. 

Kırk bini aşkın İranlının öldüğü 21 Haziran 1990 tarihli büyük depremle beraber, insanların dikkati siyasetten, hayat ta kalanlara yardım etmek üzere güç ve kaynaklan seferber etmeye yöneldi. Bu durum İslam Cumhuriyeti'nin ruhban sınıfı muhafızlarının milletin meşru liderleri ve İran halkının kolektif refahının koruyucuları sıfatının tasdik edilmesinde etkili oldu. Her şeye rağmen, İslam Cumhuriyeti hala ayaktaydı: bütün hasımlarını alt ede rek devre dışı bırakmış, ülkenin toprak bütünlüğünü korumuş ve bölgenin jeopolitiğindeki önemli bir güç olarak öne çıkmıştı.

Ketlenmiş Halk İran, Hamid Dabashi

 

1993 'te bir kez daha başkanlığa seçilen Rafsancani 'nin İran ekonomisini düzene kavuşturmaya ağırlık vermesi şaşırtıcı olmadı. Hem Muhafızlar Konseyi'ne hem Liderlik Konseyi'ne atanan cumhurbaşkanı, bu iki kurum üzerinde kontrol sağlayarak kurnaz ve pragmatik bir siyasetçi olarak ünlendi. 1990'lann başında meclisteki molla üyelerin sayısı ciddi biçimde azalarak yüzde 25 civarına geriledi.

Rafsancani yönetiminin belirleyici özelliği toplumsal huzursuzluk ya da ekonomik istikrarsızlık yaratmadan özel sektörü kalkındırmaya yönelik tutarlı çaba göstermesiydi- Rafsancani muazzam petrol gelirleri sayesinde bunu bir ölçüde başarmıştı da. İktisadi projesini İslam Cumhuriyeti'nin idari mekanizması bünyesin deki altı organın siyaseten tahkimine katkıda bulunarak fiiliyata geçirdi. Bu idari organlar şunlardı: (l) her şeyden önce, şeriatın mutlak otoritesi (velayet-i fakih) fikrine dayanan ve Ali Hamaney'in elinde olan dini devrim liderliği, (2) sekiz senedir Rafsancani'nin oturduğu cumhurbaşkanlığı makamı, (3) ruhban sınıfının iktidarını İslam Cumhuriyeti anayasası çerçevesinde kurumsallaştırma işi gören (nitekim onun onayı olmaksızın hükümetin yasama organının hiçbir yasa çıkaramadığı) Anayasayı Koruma Konseyi (4) İslam anayasasından sonra oluşturulan ve Anayasayı Koruma Konseyi'ndeki Şii hukukçuların hukuki meselelerde kılı kırk yarmasının İslam Cumhuriyeti açısından tehlike arz etmemesini sağ layan Uygunluk Konseyi, (5) her daim ulusun siyasi eğilimine bağlı bir joker olarak kalan parlamento ve (6) ruhban kurumunun emin ellerine teslim edilen adli yargı.

Ketlenmiş Halk İran, Hamid Dabashi

 

Mayıs 1997'de yapılan genel seçim gerek değişim, gerek devlerin kısıtlamaları ve kontrolünün gevşetilmesi konusunda büyük beklenti yarattı. Büyük bir kitle katılımı yaşanan seçimde başta gençlerden, meslek sahibi orta sınıftan ve kadınlardan oluşan 30 milyonu aşkın seçmen oy kullandı. Ülke çapında seçmenlerin yüzde 70'ini oluşturan ezici bir çoğunluk Hüccet-ül İslam Muhammed Hatemi'yi (d. 1943) cumhurbaşkanlığına seçerken, meclise seçilen vekillerin büyük bir kısmı reformcuydu.

Hatemi'nin başlıca artısı liberal kimliğiydi. Seyyid olması da işe yarıyordu. Rafsancani'nin yönetiminde kültür bakanlığı yaparken sansürü gevşetmiş, İttilaat ve Kayhan gazeteleri tarafından "namussuz ve ahlaksız filmlerle kitapları" yaymakla suçlanmıştı. Katı sansürün "durgun ve gerici bir ortam" yarattığından şikayet ederek 1992'de sessizce bakanlık görevinden istifa etmiş ve Ulusal Kütüphane'ye müdür olmuştu. Bir yandan da Tahran Üniversitesi'nde Batı siyasal düşüncesi konusunda dersler veriyordu. 

Davranışlarıyla devrimci bir din adamından çok, üniversite profesörünü andırıyordu. Rafsancani, Cumhurbaşkanlığı kampanyasını "sivil toplumu" desteklemek, "hasta ekonomiyi" iyileştirmek ve "uygarlıklar çatışmasının" yerine "uygarlıklar arası diyalogu" tesis etmek temaları üstüne kurmuştu. Bireysel özgürlüklerin, ifade özgürlüğünün, kadın haklarının, siyasal çoğulculuğun ve en çok da hukukun egemenliğinin hakim olduğu açık bir toplumun önemi üstünde ısrarlı duruyordu.  Ervand Abramian

 

Reformcuların seçim başarısında gazetelerin ve yazılı medyanın oynadığı rol, sertlik yanlılarının baskısıyla sonuçlandı. Bunun ardından önde gelen aydınların ve rejim karşıtlarının tutuklanması geldi. Temmuz 1999'da üniversitelerde yaşanan büyük hükümet karşıtı gösterilerin ardından Tahran Üniversitesi'nin yurtları devletin güvenlik güçlerinin yanı sıra düzeni korumayı kendine görev edinen gruplar tarafından işgal edildi.

 2000 yılına gelindiğinde nüfusun yüze 94'ü sağlık hizmetlerinden yararlanabiliyor ve temiz su bulabiliyor; altıyla yirmi dokuz yaş arasındakilerin yüzde 97'si okuma yazma biliyordu. Doğumda ölüm oranı Ortadoğu ülkeleri arasında en düşük duruma gelmişti, üniversite öğrencilerinin yüzde 63'ü, fakültelere kaydolanların yüzde 54'ü ve doktorların yüzde 45'i kadınlardan oluşuyordu. Hükümet aynı zamanda petrol gelirlerinin bir kısmını acil durumlar için ayırmıştı.   Ervand Abramian

 

2000 yılındaki meclis seçimi, daha önceki yerel seçim gibi reformcuların ikiye bir oranında kazanmasıyla sonuçlandı. Haziran 2001 'de yapılan seçimde oyların yüzde 75'ini alan Hatemi bir kez daha cumhurbaşkanı seçildi, ancak bu kez katılım oranı düşüktü.

Halkın iktidardaki seçkinlere karşı duyduğu hoşnutsuzluk kendini 2000 yılı seçimlerinde de gösterdi ve reformcu adaylar mecliste üçte iki çoğunluğu sağladılar. Öncülük yine ekonomik kalkınma, daha fazla söz özgürlüğü ve sosyal konularda dini hukukun rolünün azaltılmasını isteyen kadınlar ve gençlerdeydi. Değişime yatkın parlamenter bir çoğunluk olmasına rağmen Hatemi kendisini destekleyenlerin bekledikleri reformcu yasaları çıkaramadı.

Reformcuların büyük sorunu, 2000 seçimlerinin yarattığı muhafazakâr dalgaydı. Hamaney, adli makamlar, medya ve paramiliter örgütler üzerindeki yetkisini kullanarak reformcu gazeteleri kapattırdı, muhalif gazeteci ve aydınlan tutuklattı, reform yanlısı öğrenci gösterilerini dağıttı ve mecliste mevcut yasaları değiştirme tekliflerini önledi. Bu eşit olmayan yarışmada, anayasada yer alan otoriter-demokratik eğilimler tam olarak gözler önüne serilmişti. Reformcular, demokratik seçimle gelmiş parlamenterler olarak halkın isteklerini temsil ettiklerini, bu isteklerin daha hoşgörülü ve daha az otoriter bir devletten yana olduğunu iddia ediyorlardı. 

Anayasa on iki üyeli Muhafızlar Konseyi'ne meclisten çıkan bütün yasaların İslami ilkelere uygunluğunu denetleme yetkisi veriyordu. Hatemi'nin cumhurbaşkanlığında konsey lslami ilkelere öncelik verdi. Ayrıca, lslami hukukçunun Konsey'in kararlarını veto yetkisi vardı. Bu anayasal kısıtlamalar içinde Hatemi ile kendisini destekleyenlerin, atanmış yetkililerin yetkilerini azaltacak bir yasa çıkarmaları imkansızdı. Hatemi, hem siyasal hem de ekonomik alanda başarısızlıklarına rağmen 2001 cumhurbaşkanlığı seçiminde tekrar büyük bir zafer kazandı.

Rejim, Hatemi'nin zaferine bir yıl öncekinden daha yaygın bir baskı politikasına yönelerek karşılık verdi. Tutuklamalar, gazete kapatmalar ve gönüllü gözcülerin şiddetini teşvik etme, rejimin silahlarından sadece birkaçıydı. Hatemi'nin ılımlı yaklaşımı, bu baskı eylemleri karşısında özellikle üniversite öğrencileri arasında çekiciliğini kaybetti. Sözünü sakınmayan öğrenci liderleri, rejimin Hatemi'nin istediği gibi içeriden değiştirilemeyeceğini, dikta rejiminin gücünden kendi isteğiyle vazgeçmeyeceğini ifade etmeye koyuldu lar. Öğrenci sözcüleri böyle bir dille, halkın seçtiği cumhurbaşkanı ve meclis ile devletin resmi politikasına karar verip iktidarı elinde tutan ve kendi kendilerini atamış ulema arasındaki derin uçurumu ortaya koyuyordu.

Modern Ortadoğu Tarihi, William L. Cleveland, Agora Kitaplığı, 2008

Haziran 2005 cumhurbaşkanlığı seçimleri Mahmud Ahmedinejad'ın Rafsancani'ye karşı sürpriz bir şekilde ikiye bir üstünlüğüyle sonuçlandı. Muhafızlar Konseyi, aday listesini herhangi bir reformcu veya laik liberal milliyetçiyi dışlayacak şekilde kısıtlamıştı. Ahmedinejad'ın zaferi, Hatemi'nin kısıtlı reformlarının sonu anlamına geliyordu. Yeni başkan, Rafsancani gibi din adamı kökenli olmadığı gibi önemli bir siyasi şahsiyet de değildi. Ancak Tahran'ın belediye başkanlığını yaptığı sırada uzlaşmaz kişiliğini ortaya koymuş ve cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyasında popülist bir söylem kullanmıştı. Devrim Muhafızları 'yla Besic içindeki siyasi tabanını ve konumunu başarılı şekilde kullanarak seçimi kazandı.

 

İran tarihi, Pers İmparatorluğundan Günümüze, Gene R. Garthwaite, İnkılap Yayınevi, 2011

 

Gerek Haşimi Rafsancani, gerek se (temsil ettiği reform hareketiyle birlikte) Muhammed Hatemi'nin tamamen göz ardı ettiği yoksullaşmış kentli ve köylü altsınıf, Şubat 2004 parlamento seçimlerinde ve Haziran 2005 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde her ikisinden de (ve yerleşik İslam Cumhuriyeti yöne timinin kendisinden de) ağır bir biçimde intikam aldı. Doğrudan yoksul ve imtiyazsız kesime hitap eden radikal bir muhafazakar olan Mahmud Ahmedinejad reform hareketinin temelinde adeta deprem etkisi yaratan bir zafer kazandı. Ahmedinejad oyların yüz de altmış üçünü alarak cumhurbaşkanı seçildi. İran siyasi kültürü nün buhranı, döngüsünü tamamlamış oluyordu böylece: kentli yoksul kesim orta sınıfı yerinden etmek ve onun İran'ı küresel neoliberal ekonominin bir oyuncusu haline getirme planına son vermek üzere popülist İslamcılığa dönmüştü.

….

Reformcuların Şubat 2004 parlamento seçimlerinde ülke çapında aldığı yenilgiyi, reform hareketinin çöküşünün ve radikal İslamcıların yeniden canlanmasının en büyük işareti olarak değerlendirmek mümkündür.4 Bu parlamento seçimi sırasında muhafazakar İslamcılar parlamento denetimini neredeyse bütünüyle ele geçirirken, aşırı muhafazakar Anayasayı Koruma Konseyi tarafından binlerce reformcunun adaylığı reddedildi. İslam Cumhuriyeti'nin reform karşıtı, muhafazakar ve kavgacı hizipleri devletin en önemli organları üstünde artık tam denetim sağlamıştı.

Seçimlerde en çok oyu alan iki aday hiçbir ideolojinin temsilci si değildi, zira ikisi de ülkedeki en temel ve kaba sınıf ayrımı davalarının birer temsilcisiydi: orta sınıf mensubu ve sınıf atlama arayışındaki Avrupa-merkezci seçmenler Ali Ekber Hatemi Rafsancani'ye oy verirken, devletten gelecek sosyal yardımlara fazlasıyla ihtiyaç duyan ve daha dindar geçinen seçmen kesimin oyları ise Mahmud Ahmedinejad'a gitti. Seçimlere Ahmedinejad lehine fesat karıştırılıp karıştırılmadığı sorusu bütünüyle yersizdir. Nitekim Ahmedinejad Pasdaran'ın, Besiç'in, Hizbullah'ın ve onların ailelerinin desteklediği adaydır, ki bunlar Rafsancani'nin savaş sonrası ekonomi programından en olumsuz yönde etkilenen en yoksul İranlılardır. Güçlü bir ruhban sınıfı ile onun huzuru sağlamak için kurduğu yasadışı savaşçı örgütlerin üyeleri Ahmedinejad'a oy vermeleri için insanlara rüşvet ya da gözdağı vermişlerse bile, popülist tavrının ve sosyalist retoriğinin en imtiyazsız ve yoksul sınıflar üzerinde bü yük etki yarattığı gerçeğini değiştirmez bu.

Ketlenmiş Halk İran, Hamid Dabashi

 


Son Cumhurbaşkanı  Mesud Pezeşkiyan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder