Soğuk Savaş




Soğuk Savaş
İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya, Japonya, ve İtalya’nın safdışı kalması, İngiltere ile Fransa’nın ise zayıflaması, Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği’ni iki “süper devlet” durumuna getirdi. Soğuk Savaş bu iki gücün karşılaşmasından doğan bir olguydu.

Soğuk savaş ne zaman başladı? ( Soğuk savaş terimi ilk kez 1947 de, ABD Başkanı Truman’ın mali danışmanı  B. Baruch tarafından kullanıldı) Unutmayalım ki Şubat 1945 Yalta konferansında Amerikan-Sovyet ilişkileri hiç de fena değildi. Yalta’da müttefik orduların işgal alanlarındaki tutumları konusunda Sovyetler ile anlaşmaya varılmıştı. Amaç her iki tarafın işgalindeki bölgelerde, demokratik rejimlerin yerleştirilmesiydi. Ancak Batı’nın anladığı anlamdaki demokrasiye karşı, Sovyetler kendi etki alanlarında “halk demokrasileri” ni geliştirdi. Güvensizliğin tohumları atılmıştı.
Mart 1946'da Churchill, söyleminde sık sık yeni bir terim kullanmaya başladı: “Demirperde”. Ona göre Sovyetlerin işgali altındaki bölgelerini Batı’dan ayıran sınır, geçilmesi zor bir demirperde gibiydi.
İplerin gerilmesine,  savaştan büyük yıkım görmüş ülkelerin yeniden inşa programına Sovyet etkisindeki coğrafyada yer alan ülkelerin katılmasının engellenmesi yol açtı.

Şubat-Haziran 1948 de Çekoslovakya’nın  Londra’daki hükümet üyelerinin komünist baskısı sonucu ülkelerinde yönetimden tasfiye edilmesi, kopuşun başlangıcıydı. Biraz daha yakından bakalım;
Başkan Truman, 12 mart 1947’de Kongre’de yaptığı konuşmada Türkiye ve Yunanistan’a yardım amacıyla istisnai krediler verilmesini istedi. Yunanistan’da 1946’nın ikinci yarısında yeniden başlayan iç savaş ve aynı dönemde Türkiye nezdinde Stalin’in, Sovyetler’in Boğazlar’ı kontrol etme isteğini açıklaması, bu iki ülkenin komünizm tehdidi altında olduğunu düşündürüyordu.
Truman, komünizmin çevresinin sistemli bir biçimde sarılması anlamına gelen containment politikasının ana hatlarını açıkladı. Ardından dışişleri bakanı George Marshall, Avrupa’nın yeniden yapılanması için,  5 haziran 1947’de bir ekonomik yardım planı hazırladı. Marshall Planı bütün Avrupa ülkelerine önerildi. SSCB, Amerikan yardımını reddetti ve bu yardımdan yararlanmak isteyen Çekoslovakya ile Polonya’yı da, öneriyi geri çevirmeye zorladı. Sovyet yorumcuları Marshall Planı’nın, ABD’nin Avrupa üzerindeki egemenliğinin ekonomik alt-yapısını oluşturmaya yönelik olduğunu ifade ediyordu. Buna paralel olarak savunma anlaşmaları imzalandı. Önce Fransa, İngiltere ve Benelüks ülkeleri arasında (Brüksel Antlaşması,1948); ardından ABD, Kanada, Belçika, Danimarka, Fransa, İngiltere, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Norveç, Hollanda ve Portekiz arasında Kuzey Atlantik Antlaşması, 1949) antlaşmalar imzalandı.
Sovyet ordusu tarafından kurtarılan Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinde koalisyon hükümetleri kuruldu. Bu hükümetlerde yer alan komünistler yavaş yavaş kilit bakanlıkları -içişleri, adalet, ekonomi ve savunma- elde edip tüm komuta aygıtlarını ele geçirdiler. Eylül 1947’de SSCB, Fransız, İtalyan, Sovyet, Bulgar, Macar, Polonya, Romanya, Çekoslovak ve Yugoslav KP’lerinin üye olduğu Komünist ve İşçi Partileri Enformasyon Bürosu’nu (Kominform) kurdu.
1947-1948’in sonunda Sovyet modeli, bütün halk demokrasilerine empoze edilmiştir. Şubat 1948’de Prag 12 bakan, devlet aygıtının ve polisin çekirdekleştirilmesini protesto etmek için istifa etti. Ardından komünistler iktidarı ele geçirdi (“Prag Darbesi”). Polonya’da, Polonya’ya özgü bir sosyalist yolun savunucusu olan Gomulka görevinden alındı ve yerine Stalin yanlısı Bierut getirildi.

1948’de SSCB ile Yugoslavya arasındaki ilişkiler koptu. Stalin tarafından sosyalist dünya ve Kominform’dan dışlanan Tito ve Yugoslav Komünist Partisi sosyalizme bağlılığını sürdürdü.

Bardağı taşıran ise Sovyetler’in Berlin’e müttefik işgal bölgesinden gelen malların nakliyatını engellemesi oldu. Bu hamleye ABD’nin yanıtı, Haziran 1948-Mayıs 1949 arasında Batı Berlin’in her türlü gereksinmesinin hava köprüsüyle karşılanmasıydı.

Almanya’daki Sovyet işgal bölgesini Fransız, İngiliz ve Amerikan işgal bölgelerinden ayıran gerçek bir iç sınır oluştu. Sovyet bölgesinin içinde kalan Berlin, dörtlü bir kontrol komisyonu tarafından dört yönetim bölgesine ayrılmıştı. SSCB, mart 1948’de komisyondan çekildi. Almanya’nın batıdaki üç bölgesinde ekonomiyi kalkındırmak ve bunu Berlin’e de yaymak amacına yönelik para reformu, haziran 1948’de kentin ablukaya alınmasına yol açtı.
Sovyetler, Batı Berlin’e ulaşan tüm kara ve demiryollarını kapatma kararı aldı. Sovyetler Batı Berlin’e kara ve demiryolu giriş-çıkışlarını kapatmaya karar verdiler. Ama mükemmel bir hava köprüsüyle, Batı Berlin’i boğma ve Batılıları kentten çıkarma girişimini önlemiş oldular. 12 mayıs 1949’da abluka kaldırıldı. Eylülde Federal Almanya Cumhuriyeti kuruldu; komünist eğilimli Alman Demokratik Cumhuriyeti ise Doğu Berlin’de ekim 1949’da ilan edildi.

Berlin krizi NATO’nun da kuruluş gerekçelerinden biriydi. Nisan 1949'da ABD, Kanada ve 10 Batı Avrupa ülkesi doğrudan Sovyetler’i hedef alan bir ittifak kurdular. O günkü koşullarda ittifak Avrupa’da konuşlu, 300 000 ABD askerinden güç alıyordu.
1949 yılında SSCB, kendi atom bombasına sahip olduğunu açıkladı.
O dönemde ABD’de anti-komünist kampanya başladı. 1950-53 arası senatör McCarthy’nin önderliğinde yapılan uygulamalar bir tür cadı avıydı.
Bu ortamda taraflar silahlanmaya devam ediyorlardı. SSCB 1955 yılında Avrupa’nın 8 komünist ülkesiyle NATO benzeri bir ittifak oluşturdu.  Artık rekabet Nato ile Varşova paktları arasındaydı.

Uzakdoğu'da Japonya’nın yenilgisiyle ortaya çıkan boşluk, ABD ile dengelenirken, bölgede yeni bunalımlar baş gösterdi



Burada bahsedilen gerçek anlamıyla domino oyunu olmayıp, bu küçük dikdörtgenlerin, yavaş yavaş devrilmelerini sağlamak üzere dikey biçimde birbirine yaslanarak dizilmesidir. Amerikan askeri komuta heyeti tarafindan 196o’lı yıllarda tanımlanan “domino teorisi’ kendi davasına bağlı bir ülkenin Batı kampı tarafından kaybedilip Sovyet blokuna geçmesinin, tüm komşu ülkelerin yavaş yavaş komünizmin eline düşmesine yol açma riskini taşıdığını ileri sürüyordu. 

Ekim 1949’da, Mao Zedung, Çan Kay-Şek yönetimini devirerek iktidara geldi.

1910-45 yılları arasında Japon sömürgesi olan Kore yarımadası, 38.paraleli esas alan iki işgal bölgesine bölünmüştü. Avrupa’da olduğu gibi kuzeyde Sovyet güdümlü komünist bir devlet, güneyde ise ABD güdümlü yönetimler vardı. 25 Haziran 1950' de Kuzey’in saldırısı ile Kore savaşı başladı. ABD önderliğinde BM şemsiyesi altında oluşturulan uluslararası güç Güney’in yanında yer aldı. Türk birliklerinin de katıldığı, aylarca süren savaş sonucu başlangıç hattına (38.paralel) dönüldü.  27 Temmuz 1953 de ABD, Çin ve Kuzey Kore arasında mütareke imzalandı. Bilanço ağırdı. Çoğu ABD’li 40 bin, 700 bin Güney, 2 Milyon Kuzey Kore’li ve Çin’li olmak üzere siviller dahil 6 milyon kurban verildi.


Asya’daki çatışmalar: Avrupa’yı saran Sovyet-Amerikan karşıtlığı Asya’ya da sıçradı. 1948’de Doğulu komünistler Manila’da bir araya gelerek bir ayaklanma taktiği izlemeyi kararlaştırdılar. Vietminh, Çinhindi’ndeki Fransız sömürgeciliğine karşı mücadelesini daha da radikalleştirdi.

Vietminh 1949’dan itibaren Çin Halk Cumhuriyeti’nin de desteğini aldı. Ancak Kuzey Koreli komünistler haziran 1950’de sınırı geçtiklerinde, Güney Kore’yi kaybetmemek için kararlılıkla mücadele eden ABD’yi karşılarında buldular. Bu arada BM birlikleriyle Türk birlikleri de savaşa katıldı. SSCB, ABD’ye karşı doğrudan çatışmaya girmedi; Çin ise Koreli komünistlerin yardımına koştu. 1953’teki ateşkesle ülke ikiye bölündü.


Bu sıcak savaşın ardından bir dizi kriz baş gösterdi.
Soğuk savaşın aktörleri Küba sahnesinde karşı karşıya geldiler. Küba’da Batista rejimini devirerek iktidara gelen  Castro’nun reform projeleri ABD ve Kübalı büyük toprak sahiplerinin engellemeleri ile karşılaştı. Castro ABD’nin şeker ithalatını kısmasına, ABD şirketlerinin millileştirerek yanıt verdi. ABD’nin desteklediği Castro karşıtı Domuzlar Körfezi çıkarması fiyasko ile sonuçlandı.
Daha sonraki gelişmeler SSCB’nin de dahil olduğu krizin tırmanmasıyla sonuçlandı. Castro’nun güvenliği için SSCB’den aradığı desteğe Kruşçef, orta menzilli füzeleri Küba adasına yerleştirerek karşılık verdi. ABD’ye bu kadar yakın konuşlanan füzeler o günkü stratejik dengeyi bozdu. İki tarafın birbirine kabul edilemeyecek ölçüde zarar verme kapasitesine dayalı olan bu dengenin önemli bileşenlerinden biri de, Türkiye’de konuşlu ABD füzeleriydi. Kennedy’nin Küba’daki füzelerin derhal çekilmesi talebine Kruşçef red yanıtı verince, Ekim 1962’de “füze krizi” ortaya çıktı. Çözüm, Küba ve Türkiye’deki füzelerin karşılıklı olarak çekilmesine dayalı uzlaşmayla sağlandı.

 1959’de Fidel Castro zaferle Havana’ya girerken, Küba’nın sosyalist kampda yer alacağına dair hiçbir işaret yoktu. Castro’nun Amerika Birleşik Devletleri ile arayı bozmak gibi bir niyeti de yoktu, ama Küba şeker üretiminin yüzde4 yüzde 80’ini kontrol eden bu  güçlü komşusunun ekonomik boyunduruğundan kurtulmayı amaçlıyordu. Bu sırada Florida’ya sığınan Castro karşıtlarını destekleyen Amerika Birleşik Devletleri, adadaki Amerikan işletmelerinin Castro tarafından millileştirilmesinden (ağustos 1960) sonra Küba’ya ticari ambargo koydu (ekim 1960).

Amerikalılar ile Küba arasında köprülerin atılmasına yol açan olay, Amerikalıların silahlandırdığı Kübalı sürgünlerin çıkartma girişimiydi (Domuzlar Körfezi Çıkarması, nisan 1961).Bu olay, Küba’da rejimin sosyalizme yönelmesini hızlandırdı. Sovyetler Birliği, çeşitli kaynaklar sağlayarak bu sürecin sorumlusu durumuna geldi.

Füzeler bunalımı. Fidel Castro, Sovyetler Birliği’nden “Amerikan saldırısı”na karşı Küba’yı korumasını talep etti. 1962’de Nikita Kruşçev, adaya gizlice füze rampaları yerleştirmeye karar verdi. 16 ekimde CIA, casus uçakları aracılığıyla nükleer füze rampalarının yerleştirilmekte olduğunu saptadı. İki gün sonra John Kennedy, füze taşıyan Sovyet kargo gemilerinin adaya doğru yola çıktığını öğrendi. Amerika Birleşik Devletleri sert tepki göstermeyi tasarlıyordu; Küba’yı istila etmek veya füze rampalarının bombalanması düşünüldü. Sonunda bir çözüm yolu bulundu ve 22 ekimde Küba denizden ablukaya alındı.
Ertesi gün Sovyetler Birliği, 12 kargo gemisinin yolunu değiştirdi. 26 ekimde Hruşçev, Sovyetler Birliği’nin füzelerini BM göze timinde geri çekeceğini, buna karşılık ABD’nin de Küba’yı istilaya kalkışmamasını Kennedy’ye resmen bildirdi. Böylece 28 ekimde bunalım sona erdi. Silahsızlanmaya doğru. Füze bunalımı Amerikalı yöneticilere, «tedrici cevap dedikleri yeni stratejilerinin etkisini gösterdi.
Bu strateji, askeri güç kullanma tehdidine dayanıyordu. Bu konuda güvenli iletişimi sağlamak üzere 1963’te Beyaz Saray ile Kremlin arasına bir direkt hat (“kırmızı telefon“) çekilmesi üzerinde anlaşmaya varıldı. 5 ağustos 1963’te atmosferde nükleer deneme yapılmasını yasaklayan Moskova Antlaşması imzalandı. Bu, ABD ile Sovyetler Birliği arasında nükleer silahların denetimi konusunda ilk resmi antlaşmaydı. SSCB’nin ABD ile kalıcı bir barış arayışı, Çin tarafından sert biçimde eleştirildi. Mao Zedong Kruşçev’i, bir sosyalist ülke olan Küba’nın egemenliğini feda ederek ABD’ye taviz vermekle suçladı.
Bu doğrultuda Çin 1963’teki antlaşmayı imzalamayı reddetti;  ilk nükleer bombasını patlattı. 1967’de de hidrojen bombası yaptı.
ABD Küba olayı sonrasında, gerici askeri yönetimleri desteklemek dahil, her türlü yola başvurarak devrimci hareketleri engellemeye dönük politikalar izledi.
SSCB de kendi kampını disiplin altında tutma çabasındaydı. Bu kapsamda 1956 Kasım’ında Macaristan’a müdahale edildi. 1968 yılında Varşova Paktı Çekoslavakya’daki özgürlükçü hareketi bastırıldı.

1956’daki SSCB Komünist Partisi’nin XX. Kongresi, Stalin’in politikasından uzaklaşma ve dış politikada barış içinde bir arada yaşama ilkesinin başlangıcı oldu. Bu kongreden sonra SSCB’nin sosyalizme geçişte birden fazla yol bulunduğunu kabul etmesiyle, Polonya ve Macaristan komünistleri bu yaklaşımı hayata geçirmeye yöneldiler. Polonya’da muhalefet ekim ayında partinin başına gelen Gomulka’nın çevresinde toplanmıştı.
Macaristan’da Imre Nagy 1 kasımda ülkenin tarafsızlığını ilan eden bir hükümet kurdu. Hareket, bir halk ayaklanmasına dönüştü. Sovyet birlikleri halk ordusunun direnişini kırdı.


O sırada İsrail, Fransız ve İngiliz birliklerinin Süveyş’e müdahaleleri, Batılı güçlerin dikkatini Ortadoğu’ya çevirdi. SSCB ve ABD, BM aracılığıyla taraflara bir ateşkes anlaşması kabul ettirdiler (1956). Sovyetler, bu bunalımdan üçüncü dünya ülkelerindeki nüfuzunu artırarak çıkacaktır.
1956' dan itibaren Vietnam’da “askeri danışmanları” ile sahne alan ABD, giderek bu ülkenin içine battı. Komünist tehdidindi engelleme sürecinde, 1961' den itibaren danışman sayısı dört katına çıkarıldı. 1964-68 arası askeri müdahale yoğunlaştı. Kesintisiz süren savaş, kuzeyli birliklerin 30 Nisan 1975 de Saygon’u ele geçirmesiyle sona erdi.

Sovyetler Birliği’nde Stalin’in ardından iktidara gelenler, uluslararası gerilimi azaltmaya ve öteki sosyalist devletlerle ilişkileri düzeltmeye çalıştılar. Ayrıca silahlanmada belirli bir eşitlik sağlanmasıyla (ilk Sovyet termonükleer bombası 1953’te, yani Amerikalılarınkinden bir yıldan daha az süre sonra yapılmıştı) SSCB’nin güvenliği göreli olarak artmıştı. Amerika’da da başkan Eisenhower, her türlü yeni müdahaleyi reddederek yerel savunma antlaşmalarını (Güneydoğu Asya, Ortadoğu, Avrupa) teşvik ediyordu. Temmuz 1953’te Kore’de ateşkes antlaşması imzalandı.
Çinhindi ile ilgili bir antlaşma da Cenevre Konferansı’nda (1954) karara bağlandı. 1955’te Kruşçev’in Yugoslavya gezisiyle SSCB ile bu ülke arasında görüşmeler yeniden başlamış oldu. Avusturya, ABD, İngiltere, Fransa ve SSCB arasında, Sovyetlerin Avusturya’nın tarafsız kalması koşuluyla işgal ettiği bölgelerden çekilmeyi kabul ettiği bir barış antlaşması imzalandı.


1950’den itibaren Kore Savaşı’nın yarattığı uluslararası gerilim, Batı blokunu, Batı Avrupa’nın askeri savunmasına Almanya’nın da katılmasını istemeye itti. 1954’te Avrupa Topluluğu savunma projesinin Fransızlar tarafından reddedilmesi, SSCB’yi rahatlattı. Federal Almanya Cumhuriyeti bu durum karşısında Batı Avrupa Birliği’nin oluşumuna katılmaya yöneldi ve ardından NATO’ya girdi (mayıs 1955). SSCB bu gelişmeye, Arnavutluk, Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Alman Demokratik Cumhuriyeti, Romanya ve Çekoslovakya’yı birleştiren karşılıklı yardım anlaşması Varşova Paktı ile karşılık verdi.

Yaşanan Küba olayı, kontrolsuz bir tırmanmanın felaketle sonuçlanacağı gerçeğini tüm taraflara gösterdi. Diğer yandan devam eden silahlanma karşılıklı yoketme gücünü aşan boyutlara vardı. Bu koşullarda 1975 yılında Avrupa’da güvenlik ve işbirliğine dayalı istikrar  oluştu. Helsinki antlaşması imzalandı. Helsinki güvenlik antlaşmasının getirdiği yumuşama havası Sovyetlerin 1979 Afganistan işgaliyle bozuldu. Yine de 70 lerdeki silahsızlanma antlaşmaları soğuk savaşın sonu gibi algılandı.

Amerikan stratejisi, savunma anlaşması ile yeniden ele alındı. 1961’de J. Kennedy ile birlikte iktidara gelen ekip «tedrici cevap taktiğini ortaya koydu. Silahlanma açısından Sovyetler’in üstünlüğüne güvenen Kruşçev kısmi çatışmaları teşvik etmek veya başlatmaktan kaçınmıyordu. Bir yandan da Çinli yöneticilerin gitgide sertleşen eleştirileriyle karşı karşıyaydı. Çin ile SSCB arasındaki kopuş 1961’de resmen ilan edildi.

Kasım 1958’de SSCB’nin Berlin’deki işgal sistemine bir son vermek istemesiyle, Berlin bunalımı başgösterdi. SSCB, Batılı güçlere bir ültimatom göndererek Batı Berlin’in serbest bir kent statüsü kazanması için altı ay süre verdi. Şansölye Adenauer ve General de Gaulle’ün katı tutumları karşısında SSCB, bir yandan atom savaşı tehdidini de hissettirerek görüşme yolları aramaya başladı. Cenevre (1959) ve Paris (1960) konferanslarının başarısızlığa uğramasından sonra, ağustos 1961’de Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin Berlin Duvarı’nı inşa etmesiyle bunalım son buldu.

Bundan sonra SSCB ve ABD, dünyadaki nükleer silahları karşılıklı olarak sınırlamaya çaba gösterdiler. 1963’te atmosferde, atmosfer dışındaki uzayda ve deniz altında nükleer denemeleri yasaklayan Moskova Antlaşması imzalandı. Yine de Sovyet- Amerikan kutuplaşması ve iki kamp arasındaki nüfuz mücadeleleri, uluslararası ilişkilerde belirleyici etken olmaya devam ediyordu. Ancak çatışmaları sınırlandırma kaygısı giderek ağır basmaya başladı.

Soğuk Savaş'ın en bariz yüzü askeri karşılaşma ve Batı'da daima coşkuyla karşılanan nükleer silahlanma yarışı olsa da, yarattığı başlıca etki bu değildi. Nükleer silahlar kullanılmadı. Nükleer güçler üç büyük savaşa girdiler (ancak birbirine karşı değil). Komünistlerin Çin'de kazandıkları zaferle sarsılan ABD ve müttefikleri (Birleşmiş Milletler kılığına bürünmüşlerdi) bölünmüş ülkenin Kuzeyindeki komünist rejimin güneye yayılmasını önlemek için 1950'de Kore'ye müdahale etttiler. Sonuç, araya çekilen bir çizgi oldu. Vietnam'da aynı hedefe bir kez daha ulaşamadılar ve kaybettiler. SSCB 1988'dc Amerikan destekli ve Pakistan'dan yardım gören gerillalara karşı Afganistan'daki dost hükümete sekiz yıl askeri destek sağladıktan sonra geri çekildi. Özetle, yüksek teknolojili pahalı silahlarla süren süper güç rekabetinin kararsız olduğu görüldü. Sürekli savaş tehditi, özellikle nükleer silahlara yönelik uluslararası barış hareketlerine yol açtı. Bu hareketler zaman zaman Avrupa'nın çeşitli yerlerinde kitle hareketleri haline geldi ve Soğuk Savaş haçlıları tarafından komünistlerin gizli silahlan olarak görüldü. Nükleer silahsızlanma hareketleri de, özgül bir savaş karşıtı hareket olmakla birlikte kararlı değildi. Vietnam Savaşı (1965-75) için askere alınmaya karşı mücadele eden genç Amerikalıların hareketi daha etkili oldu. Soğuk Savaş'ın sonunda bu hareketler, arkalarında iyi davaların anısını ve bunun yanı sıra, 1968 sonrası karşı-kültürlerin benimsedikleri anti-nükleer logoyu ve çevreciler arasında her türlü nükleer enerjiye karşı köklü bir önyargıyı ilginç çevresel yadigârlar olarak bıraktı.

Çok daha belirgin olan, Soğuk Savaş'ın siyasal sonuçlarıydı. Soğuk Savaş süpergüçlerin denetlediği dünyayı, kısa süre içinde, birbirinden kesin biçimde ayrılan iki "kamp" şeklinde kutuplaştırdı. Savaş sırasında bütün Avrupa'ya önderlik eden ulusal anti-faşist birlik hükümetleri (anlamlı biçimde, savaşa giren üç büyük devlet, SSCB, ABD ve Britanya dışında) 1947-48'de komünist yanlısı ve anti-komünist homojen rejimlere bölündü. Batıda komünistler siyasal bakımdan toplumun dışında tutulmak üzere hükümetlerden çıkarıldılar. ABD, komünistlerin İtalya'da 1948 seçimlerini kazanmaları halinde uygulanmak üzere askeri müdahale planları hazırladı. SSCB çok partili "halk demokrasileri"nden komünist olmayanları tasfiye ederek aynı çizgiyi izledi. Bu demokrasiler bundan onra "proletarya diktatörlükleri" yani Komünist Partiler'in diktatörlükleri olarak yeniden sınıflandırıldı. Garip bir biçimde sınırlanmış ve Avrupa merkezli bir Komünist Enternasyonal ("Kominform" ya da Komünist En­formasyon Bürosu) ABD'ye karşı durmak için kuruldu, ancak 1956'da, uluslararası hararetin düştüğü bir sırada, sessizce kapatıldı.

 Doğrudan Sovyet denetimi rastlantı sonucu Finlandiya'yı dışarda bırakarak, bütün Avrupa'yı sıkıca kavradı. Finlandiya, Sovyetler'in insafına kalmış ve güçlü Komünist Partisi'ni 1948'de hükümetten çıkarmıştı. Stalin'in burada uydu bir hükümet kurmaktan neden kaçındığı hâlâ bilinmemektedir. Büyük olasılıkla Finlilerin bir kez daha silaha sarılabilecekleri düşüncesi (1939-40'ta ve 1941-44'te yaptıkları gibi) onu caydırdı, çünkü denetleyemeyeceği bir savaş riskine girmeyi kesinlikle istemiyordu. Tito'nun Yugoslavyası üzerinde Sovyet denetimi kurmayı denediyse de başarılı olamadı. Sonuç olarak Yugoslavya, 1948'de karşı tarafa ka­tılmaksızın Moskova'dan koptu.

Aşırılıklar Çağı, Eric Hobsbawm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder