Devrimler Avrupası

Devrimler Avrupası (1820 - 1890)
  • Napolyon'un düşüşünü izleyen 15 yıl içinde, her ülkede atılımlar ve tepkiler, reformcu girişimler, hatta anayasal özgürlük unsurları görüldü. Ama sonuç olarak, yeniden kurulan devletlerin dayandığı temeller sağlamlaştırıldı. Bu devletler  savaşlardan ve didişmelerden yorgun düşen bir toplumun çelişkilerini ve zıtlıklarını denetleyebilecek gücü kazanmış gibiydiler.
  • Fransa'nın yenilgisinden sonra, kapitalist ilişkiler Avrupa'nın bir çok ülkesinde gelişmeğe devam etti. İmalathanelerin sayılarının çoğaldığı, işçi kentlerinin yükseldiği görülüyordu, ama köylerde, yoksul köylülerin yoksullukları gittikçe koyulaşmaktaydı.
  • İtalya ve İspanya'da, yığınların eskiden beri kötü olan yaşam koşulları; iktidarı tekrar ele geçiren soylu ve rahip sınıflarının ayrıcalıklarını yeniden işler duruma getirmeleri, devrim sırasında kapatılmış olan manastırları yeniden açmaları ve engizisyon mahkemelerini yeniden kurmaları ile acınacak duruma geldi.
  • Fransa’da, X.Charles(1824-1830), başa geçer geçmez, ihtilalde kaçan göçmen aillere büyük tazminatlar verdi, daha sonra dine karşı kiliselerde işlenen suçlar için ölüm cezasını kabul etti. Bununla yetinmeyerek, başta üniversiteler olmak üzere, daha aşağı derecedeki okulları dahil kilisenin denetimine soktu.
  • Temmuz monarşisi döneminde(Louis Philipe 1830-1848) iktidar; yüksek burjuvazinin yani bankacıların, demiryolu işletmeciliğine yatırım yapan işadamlarının, demir ve kömür madeni sahiplerinin elindeydi. Bu gruba, çoğunluğu eski ulusal mülkleri elinde bulunduran toprak sahiplerinin bir kesimi de katılıyordu.
  • Özellikle 1840'dan sonra Louis Philipe ülkenin siyasal ve toplumsal sorunlarıyla ilgileneceği yerde, başkaldırmaları bastırmak için sert tedbirler alma yoluna gitti.









































1815-1830 Dönemi
Restorasyon döneminde (1815-30) reaksiyonun örtüsü, ona karşı olan herkesi aynı ölçüde örttü ve bu örtünün altındaki karanlıkta Bonapartistlerle Cumhuriyetçiler, ılımlılarla radikaller arasındaki farklılıkları ayırt etmek hemen hiç mümkün değildi. 1830'lara doğru Owencı 'kooperasyon'un himayesinde siyasette ve ideolojide bağımsız bir proleter eğilimin
ortaya çıktığı İngiltere dışında, öz-bilinçli işçi sınıfı devrimcileri ya da sosyalistler hiç değilse siyasi yaşamda henüz ortada görünmüyordu.

İngiltere dışındaki kitlesel hoşnutsuzlukların çoğu, henüz kötülükten ve kargaşadan başka hiçbir şey getirmediği görülen yeni topluma karşı siyasal olmayan ya da lejitimist ve klerik görünümlü sessiz bir protesto niteliği taşımaktaydı. O nedenle birkaç istisna dışında kıta Avrupası'ndaki siyasal muhalefet, hala aynı anlama gelen bir avuç zengin ve eğitimli grupla
sınırlıydı; çünkü Ecole Polytechnique gibi solun kalesinde bile öğrencilerin sadece üçte biri -ki hayli yıkıcı bir gruptu-, küçük burjuva kökenliydi (çoğunun ailesi, ordunun ve devlet görevlerinin alt kademelerinden gelmekteydi); yalnızca 0.3'ü 'halk sınıfları'ndan geliyordu.

Yoksulların bilinçli olarak solda yer alan bu kesimi, ılımlı yorumundan çok radikal-demokrat
biçimiyle de olsa, orta sınıf devriminin klasik sloganlarını benimsemişti; ancak bu sloganlar, toplumsal bir meydan okuma tınısından yoksundu.
(….)
Bu dönemde ne toplumsal, hatta ne de ulusal ayrımlar henüz Avrupa'daki muhalefeti uzlaşmaz kamplara bölebilmişti. 1820'lerin başlarına kadar Jakoben karşıtı bir isteri tarafından engellenmiş olmasına karşın, düzenli bir kitle politikası biçimini yerleştirmiş İngiltere ile ABD'yi bir yana bırakırsak, bütün Avrupa ülkelerinin muhaliflerini birbirine çok benzer bir siyasal gelecek beklemekteydi. Ayrıca –mutlakçılığın birleşik cephesi, Avrupa'nın bütününde barışçıl reform seçeneğini neredeyse tamamen dışlamış olduğundan- devrimi gerçekleştirme yöntemleri de birbirine son derece benzerdi. Bütün devrimciler kendilerini
(belli bir haklılıkla), bir kez geldiğinde özgürlüğe tereddütsüz kucaklarını açacak olmalarına rağmen, özgürlük mücadelesine katılmaları beklenemeyecek cahil ve yanlış yönlendirilmiş sıradan halkın oluşturduğu o devasa ve atıl kitle arasında ve nihai olarak onların yararına çalışan özgürleşmiş ve ilerici küçük bir seçkinler grubu olarak görmekteydiler: Hepsi de (hele hele Balkanların batısındakiler), tek bir düşmana, Çarın önderliğinde birleşmiş mutlakçı prenslere karşı savaştıklarını düşünüyorlardı.  

O nedenle devrimi birleşik ve bölünmez bir şey olarak; ulusal ya da yerel özgürlüklerin bir toplamı olmaktan çok, tek bir Avrupa görüngüsü olarak kavrıyorlardı. Hepsinde de aynı devrimci örgütlenme tarzını, hatta aynı örgütü benimsernek gibi bir eğilim vardı: Asilerin gizli kardeşlik cemiyet(ler)i.
Son derece renkli törenleri ve hiyerarşileri olan bu kardeşlik cemiyetleri, Napoleon döneminin sonlarında ortaya çıkan masonik örgütleri kendilerine örnek aldılar ya da taklit ettiler. En fazla uluslararası niteliğe sahip olduğundan aralarında en iyi bilineni, 'iyi kuzenler' örgütü ya da Carbonari idi.

Devrim Çağı, E. Hobsbawm, Dost Kitabevi

1830
1830 devrimleri son derece genel vahim bir dönemin, yaygın ekonomik ve toplumsal rahatsızlığın ve hızla değişen toplumsal koşulların ilk ürünleriydi. Bunu ba§lıca iki sonuç izledi. Birincisi; 1789'u örneğine uygun olarak, kitlelerin siyasi yaşama girmesi ve kitle devrimi bir kez daha olanaklı hale geldi, dolayısıyla yalnızca gizli kardeşlik cemiyetlerine bel bağlamak bir zorunluluk olmaktan çıktı. Ekonomik çöküntünün halkta yol açtığı rahatsızlık. ile Restorasyon monarşisinin politikalarının sonuçsuz kalmasının birlikte yarattığı tipik bir bunalım durumu yüzünden Paris'teki Bourbonlar devrildi. Kitlelerin oldukça hareketli olduğu 1830 Temmuzu Paris 'i, ne öncesinde ne de sonrasında görülmedik sayıda ve yerde barikatlar kurulduğuna tanık oldu (Gerçekten de ı830, barikatı halk ayaklanmasının simgesi haline getirdi. Barikatın Paris'teki devrimci tarihi en azından 1588'e kadar uzanmakla birlikte, 1789-94 arasında önemli bir rol oynamamıştı). İkinci sonuç; kapitalizmin ilerlemesiyle 'halk'ın ve 'çalışan yoksullar'ın -yani barikatları kuranların-, giderek 'işçi sınıfı' olarak endüstri proletaryasıyla özdeşleşmeleriydi. O nedenle, ortaya bir proleter-sosyalist devrimci hareket çıktı.

ı830 devrimleri aynı zamanda solcu siyaset tarzına iki değişiklik daha soktu. Ilımlılan radikallerden ayırdı ve yeni bir uluslararası durum yarattı. Bunu yapmakla da hareketin yalnızca farklı toplumsal değil, ulusal kesimlere de ayrılmasına yardımcı oldu.

Uluslararası bakımdan ı830 devrimleri, Avrupa'yı iki büyük bölgeye ayırdı. Ren'in batısında birleşmiş reaksiyoner devletlerin nüfuzunu bütünüyle kırdı. Ilımlı liberalizm, Fransa, Belçika ve İngiltere'de zafer kazandı.

Liberalizmin daha radikal tipi, halk desteğine sahip liberal ve liberalkarşıtı katolik hareketlerin birbiriyle zıtlaştığı İberik Yarımadası'nda ve İsviçre'de tam anlamıyla zafer kazanamamakla birlikte, Kutsal İttifak'ın artık bu bölgelere müdahalesi olanaksızlaştı (Oysa Kutsal İttifak bunu Ren'in doğusunda her yerde hala yapabiliyordu).

1830'ların Portekiz ve İspanyol iç savaşlarında mutlakçılarla ılımlı liberal güçler, karşılıklı olarak
kendi taraflarını desteklediler (Liberaller bu konuda biraz daha enerjikti ve belli belirsiz 1930'ların İspanyolseverliğinin ipuçlarını verecek biçimde yabancı radikal gönüllülerden ve sempatizanlardan yardım görmekteydi). Fakat bu ülkelerdeki sorun, güçler arasındaki yerel dengelerin kararına
kalmıştı. Yani, kısa ömürlü liberal zaferlerle (1833-7, 1840-3) muhafazakâr toparlanma arasında gidip gelmelere, kararsızlığa terkedilmişti.

Ren'in doğusundaki durum, bütün devrimler (Alman ve İtalyan ayaklanmaları Avusturyalılar tarafından ya da onların desteğiyle; çok daha ciddi olan Polonya ayaklanmasıysa Ruslar tarafından) bastırıldığından, yüzeysel bakımdan 1830 öncesindeki gibi kaldı. Bunun yanında bu bölgede ulusal sorun, diğer bütün sorunların önünde gitmeye devam etti. Birleşememiş ulusların üyeleri, ya küçük prensliklere bölünmüş olduğundan ya da tersine (Habsburg, Rus ve Türk imparatorlukları gibi) çok uluslu imparatorlukların içersinde bulunduklarından ya da her iki özelliği de gösterdiklerinden, bütün halklar ulus olma ölçütüne göre ya çok küçük ya da çok büyük olan devletler altında yaşamaktaydılar. Büyük oranda mutlakçı olmayan bir kuşakta yer almakla birlikte, Avrupa'nın geri kalanında cereyan eden dramatik olayların dışında görece sakin bir yaşam sürdüren Flamanları ve İskandinavları hiç hesaba katmasak da olur.

1848 devrimlerinin, her iki yakanın her yerinde olmasa da, Ren'in her iki yakasında patlak vermiş olmasının da gösterdiği gibi, bu iki bölgede meydana gelen devrimler arasında ortak pek çok yan bulunmaktadır. Ancak devrimci ate§, her iki bölgede de aynı değildi. Batıda İngiltere ve Belçika genel devrimci ritimden ayrılırken, İspanya, Portekiz ve daha az ölçüde de İsviçre, bulaşıcı iç savaşlara sürüklendiler ve ( 184 7 İsveç iç savaşında olduğu gibi) buralardaki bunalım, rastantılar dışında artık Avrupa'nın diğer yerlerindeki bunalımla da çakışmaz oldu. Avrupa'nın geri kalanında etkin 'devrimci' uluslarla edilgen ya da coşkusuz olanlar arasında keskin bir ayrım doğdu. (…)

Aynı türden olmasa da devrimin sorunları Doğu'da da Batı'da da birbirine benzerdi: Ilımlılarla radikaller arasında artan bir gerilime yol açmaktaydı. Batıda ılımlı liberaller, Restorasyon döneminin ortak muhalefet cephesinden çıkarak (ya da ona duydukları büyük yakınlığı  yitirerek), hükümet ya da potansiyel hükümet dünyasına girdiler. Üstelik radikallerin çabalarıyla -barikatlarda radikallerden başka kim savaşabilirdi ki?- iktidarı ele geçiren ılımlı liberaller, hiç gecikmeden radikallere ihanet ettiler. Onlar için demokrasiyle ya da cumhuriyetle alış verişe girmek kadar tehlikeli bir şey olamazdı. ''Artık meşru bir dava olmadığı gibi" diyordu Restorasyon döneminin muhalif liberali, Temmuz Monarşisi'nin Başbakanı Guizot, "bunca zamandır demokrasi bayrağı altında yer verilmiş ilkeler ve duygular konusunda yanıltıcı bahanelere de gerek yoktur. Bir zamanlar demokrasi olan, şimdi anarşi demektir; demokrasi ruhu, bugün devrim ruhundan başka bir şey değildir, uzun zaman da öyle kalacaktır. "

Bunun da ötesinde, kısa bir hoşgörü ve şev k arasından sonra liberaller coşkularını başka reformlarla ılımlılaştırmaya ve radikal solu, özellikle de işçi sınıfı devrimcilerini bastırmaya yöneldiler. İngiltere'de 1834-5 Owencı 'General Union' ile Chartistler, hem Reform Yasası'na karşı çıkanların hem de destekleyenlerin düşmanlığıyla karşılaştılar. 1839'da Chartistlerin üzerine sürülen askerlerin komutanı, bir orta sınıf radikali olarak Chartistlerin isteklerinden birçağuna yakınlık duymuş, fakat yine de Chartistleri kontrol altında tutmaktan geri durmamıştı. Fransa'da 1834 cumhuriyetçi ayaklanmasının bastırılması, bir dönüm noktası oldu: Aynı yıl bir tarım işçileri sendikası kurmaya kalkan altı dürüst Wesleyanlı işçiye verilen gözdağı ('Tolpuddle Şehitleri' olayı), İngiltere' de de işçi sınıfı hareketine karşı benzer bir saldırıya geçildiğini gösteriyordu. O yüzden radikaller, cumhuriyetçiler ve yeni proleter hareketler liberallerle safları ayırdılar; hala muhalefette yer alan ılımlılar, artık solun sloganı haline gelen 'demokratik ve toplumsal cumhuriyet' şiarından rahatsız olmaya başladılar.
Avrupa'nın geri kalanında hiçbir devrim başarılı olamadı. (…)
Devrim Çağı, E. Hobsbawm, Dost Kitabevi
Kaynak: images.classwell.com




















1848 Devrimi

Modern dünyanın tarihinde bundan çok daha büyük ve kesinlikle çok daha başarılı yığınla devrim olmuştur; ancak hiçbiri, sınırları, ülkeleri, hatta okyanusları aşan bir orman yangını gibi bu denli hızla ve alabildiğine yayılmamıştır. Avrupa devrimlerinin doğal merkezi ve ateşleyicisi konumundaki Fransa'da  24 Şubat günü Cumhuriyet ilan edildi. Devrim, 2 Mart'ta Güneybatı Almanya'ya, 6 Mart'ta Bavyera'ya, 11 Mart'ta Berlin' e, 13 Mart'ta Viyana'ya ve hemen ardından Macaristan'a, 18 Mart'ta Milano'ya, dolayısıyla (Sicilya müstemlekesinde çoktandır bağımsız bir ayaklanmanın baş gösterdiği) İtalya'ya sıçradı. O zamanlar birilerinin (Rothschild Bankası'nın) elindeki en hızlı haberleşme servisi, Paris'ten Viyana'ya beş günden önce haber taşıyamıyordu.

Bugün on devletin topraklarının bulunduğu Avrupa'nın bir bölgesinde, hiçbir hükümet birkaç haftadan fazla dayanamıyordu (Bunun, başka yerlerde ve ülkelerde yarattığı etkileri saymaya ise gerek bile yoktur).

Öte yandan 1848, doğrudan etkisi Pernambuco'da (Brezilya) 1848 ayaklanmasında ve birkaç yıl sonra Kolombiya'da hissedilebilecek dünya çapında olma potansiyeli taşıyan ilk devrimdi. Bir anlamda,  asilerin bundan böyle hayalini kuracakları ve çok nadir anlarda, örneğin büyük savaşlardan sonra gerçekleşebileceğini düşündükleri bir 'dünya devrimi' paradigması sunmaktaydı. Aslında bu tür kıta Avrupası ya da dünya ölçeğinde kendiliğinden ortaya çıkan patlamalar, son derece nadir vakalardır.

Avrupa'da 1848, kıtanın hem 'gelişmiş' hem de geri kalmış bölgelerini etkisi altına almış tek olaydır. Hem son derece yaygındı, hem de bu tür devrimler arasında en az başarılı olanıydı. Patlak verişinden sonraki altı ay içerisinde yenileceği ayan beyan ortadaydı ve on sekiz ay içinde alaşağı ettiği rejimler, biri dışında yeniden kuruldular; tek istisna olan Fransa Cumhuriyeti de, varlığını borçlu olduğu ayaklanma ile arasına .olabilecek en fazla mesafeyi koydu.

(...)

Yine de, bu devrimlerin ortak yanlarının, neredeyse aynı anda meydana gelmiş olmaktan; yazgılarının iç içe geçmiş olmasından; ortak bir ruha ve biçeme, garip bir romantik-ütopyacı iklime ve benzer bir belagata (Fransa bunun için guarante-huitard sözcüğünü bulmuştu) sahip olmaktan ibaret kalmadığı belirtilmelidir. Hiçbir tarihçi, bu devrimi şu görüntülerinden tanımakta zorlanmayacaktır: Sakallı militanlar; sarkık boyun bağları; geniş kenarlı, üç renkli şapkalar; her köşe başına kurulmuş barikatlar; özgürleşme, yoğun bir umut ve iyimser bir kafa karışıklığının ilk duyguları. O, 'halkların baharı'ydı; ama bahar gibi geçmedi. Şimdi bu devrimcilerin ortak özelliklerine kısaca bakalım.

İlk adımda hepsi de başarılı oldu, ama sonra hızla ve çoğu yerde toptan yenildiler. İlk birkaç ay içerisinde devrimci kuşakta yer alan yönetimlerin tümü temize havale edildi ya da iktidar edemeyecek hale getirildi. Neredeyse hiçbir direniş gösteremeden düştüler ya da geri adım attılar. Ancak devrim (Viyana'da, Macaristan'da ve İtalya'da [devrimci] hareket, karşı saldırıya geçme yeteneğini bir ölçüde korumuşsa da), görece kısa bir zamanda neredeyse her yerde; Nisan sonunda Fransa'da; yaz boyunca da devrimci Avrupa'nın geri kalan bölgelerinde inisiyatifini yitirdi. Fransa'da muhafazakar canlanmanın ilk belirtisi, nisan ayında yapılan seçimlerde kendini gösterdi. Genel oyla yapılan bu seçimlerde (monarşi yanlıları azınlıkta kalmış olsalar da) muhafazakarların büyük çoğunluğu, tamamen kentli düşünen solun henüz nasıl sesleneceğini bilemediği, tutucu olmaktan ziyade siyasi deneyimden yoksun bir köylülüğün oylarıyla Paris' e gönderildi (Gerçekten, -Fransa'nın ilerideki siyasi yaşamını inceleyenlerin bildiği gibi- 1849'da Fransa taşrasında 'cumhuriyetçi' ve solcu bölgeler yok değildi ve 1851'de Cumhuriyet'in kaldırılmasına karşı en sert direniş de buralardan-örneğin Provence'tan- gelecekti).

 İkinci belirti de,· Haziran ayaklanmasında yenilen Parisli devrimci işçilerin uğradığı bozgun ve tecrit oldu  Mayısta imparatorun kaçmasıyla manevra özgürlüğü artan Habsburg ordusunun, yeniden toparlanarak haziranda Prag'ta patlak veren -Çek olsun Alman olsun ılımlı orta sınıflardan .da destek gören- radikal bir ayaklanmayı bastırmasına göz yumulması, Orta Avrupa için dönüm noktası oldu. Böylelikle İmparatorluğun ekonomik çekirdeğini oluşturan Bohemya yeniden fethedildi; Habsburg, kısa bir süre sonra Kuzey İtalya'nın da denetimini yeniden eline geçirdi. Tuna prensliklerindeki geç kalmış ve kısa ömürlü olmuş devrimse, Rusların ve Türklerin müdahalesiyle bastırıldı.

Eski rejimler, aynı yılın yaz ayları ile son günleri arasında Almanya'da ve Avusturya'da iktidarı yeniden ellerine geçirdiler (Ekim ayında, giderek  devrimcileşmekte olan Viyana'yı dört bin kişinin canı pahasına silah zoruyla ele geçirmeleri gerekmişti). Bunun ardından Prusya kralı, otoritesini hiçbir güçlükle karşılaşmadan asi Berlinlilere yeniden kabul ettirecek cesareti topladı ve Alman parlamentosunu ya da daha ziyade ümitvar bahar günlerinde seçilmiş anayasal meclisiyle daha radikal Prusyalılarla öteki meclisleri kendi tartışmalarıyla (dağılmayı bekler halde) başbaşa bırakarak, (güneybatıdaki belli bir muhalefetin varlığı dışında) Almanya'nın geri kalanını süratle hizaya soktu. Kış geldiğinde, devrimin elinde yalnızca iki bölge kalmıştı: İtalya'nın bazı bölgeleri ile Macaristan. 1849 halkların baharında daha ılımlı bir devrimci eylem uyanışının ardından, aynı yılın ortalarında buraları da yeniden fethedildiler;

Macarların ve Venediklilerin ağustos 1849'da,silahları bırakmaları üzerine, devrim de son nefesini verdi. Tek istisnayı oluşturan. Fransa dışında, bütün eski yöneticiler -Habsburg İmparatorluğu'nda olduğu gibi, bazı durumlarda eskisinden daha büyük bir güçle- iktidara yeniden geldiler ve devrimciler sürgüne gönderilerek dağıtıldılar. Yine tek istisna olan Fransa dışında, 1848 baharının bütün siyasal ve toplumsal düşleri, neredeyse bütün kurumsal değişiklikler, çok geçmeden tümüyle silindi; hatta Fransa'da bile Cumhuriyet ancak iki buçuk yıl daha yaşayabildi. Geri döndürülmesi mümkün olmayan yalnızca bir tek değişiklik gerçekleşmişti: Habsburg İmparatorluğu'nda serfliğin kaldırılması. • Önemli olmakla birlikte
bir tek bu kazanım dışında, Avrupa'nın modern tarihinde 1848, vaaderin en büyüğünü, toprak olarak en geniş alanı ve en dolaysız ilk başarıyı, en mutlak ve hızlı başarısızlıkla bir araya getiren bir devrim olarak boy göstermektedir.

Sermaye Çağı, E. Hobsbawm, Dost Kitabevi

























Komün
Ele aldığımız dönemin devrim tarihinin büyük bölümünde olduğu gibi, Paris Komünü de başardıklarından ziyade habercisi olduğu şey bakımından önem taşımaktaydı; bir olgu olmaktan çok bir simge olarak daha zorluydu. Ko m ünün gerçek tarihinin üzeri, gerek Fransa' da gerekse (Marx aracılığıyla) uluslararası sosyalist harekette yol açtığı son derece güçlü bir söylen (bugün de, özellikle Çin Halk Cumhuriyeti'nde yankısını sürdüren bir söylen) tarafından örtülüdür. 0 Olağanüstü, kahramanca, çarpıcı ve trajikti; fakat en büyük başarısı olan işçilerin tek bir kentte kurdukları ayaklanma hükümeti kısa ömürlü oldu (iki aydan daha kısa) ve en ciddi gözlemcilerin kanaatine göre akıbeti belliydi. 1917 Ekimi'nden sonra Lenin, muzaffer bir edayla §Unları söyleyecekti: "Komün'den daha fazla dayandık."

Ne var ki, tarihçilerin, geriye baktıklarında Komün'ü azımsama ayartısına kapılmamaları gerekir. Burjuva düzenine ciddi bir tehdit yöneltmiş olmasa bile, salt varlığıyla korkudan aklını başından almıştı. Yaşamının da ölümünün de üzerinden panik ve isteri hiç eksik olmadı; özellikle uluslararası basında komünizmi kurumlaştırmakla, zenginlerin mallarını kamulaştırmakla, karılarını paylaşmakla, terörle, toplu kıyımla, kaosla, anarşiyle, saygıdeğer sınıfları taciz eden kabuslarla suçlandı, ve tabii söylemeye bile gerek yok, bütün bunlar Enternasyonal'in bilinçli oyunlarıydı. Dahası, hükümetler, düzene ve uygarlığa yönelik bu uluslararası tehdide karşı harekete geçme gereği duydular. Polisin uluslararası işbirliği ve firari Komüncülere siyasi mülteci statüsü tanımama eğilimi (ki o günlerde bu, bugün olduğundan çok daha büyük bir skandaldı) dışında, -kendini paniğe kaptırmayan biri olan Bismarck'ın desteklediği Avusturya Şansölyesi, kapitalist bir karşı-Enternasyonal kurulmasını önerdi. Enternasyonal'in hızla gerilemesi, [Birlik anlaşmasının] imzalandığı dönemde bu hedefi acil olmaktan çıkarmış olsa da, 1873'te "bütün tahtları ve kurumları tehdit eden Avrupa radikalizmine karşı" yeni bir Kutsal İttifak olarak görülen Üç İmparatorun (Almanya, Avusturya, Rusya) Birliği'nin kurulmasında en büyük etken devrim korkusuydu.

Bu evhamın asıl nedeni, hükümetlerin genelde toplumsal devrimden değil, proletarya devriminden duydukları korkuydu. Bu anlamda Enternasyonal' i ve Komünü özünde bir proleter hareket olarak gören Marksistler, aslında hükümetlerle ve zamanın 'saygıdeğer' kamuoyuyla aynı çizgideydi. Gerçekte de Komün işçilerin ayaklanmasıydı (Bu sözcük, fabrika işçilerinden çok, 'halk' ile 'proletarya' arasında bir yerlerde bulunan insanları betimlediği kadar, aynı zamanda bu dönemde her yerde varolan emek hareketinin eylemcilerine de uygun düşmekteydi).  Tutukların 36.000 Komüncü, Paris'in çalışan kesimlerinin bir kesitini sunmaktaydı: %8 beyaz yakalı işçi, %7 hizmetli, %10 küçük esnaf ve benzeri. Ama geri kalanı, ezici bir oranla -inşaat ve maden işkollarında çalışan- işçilerdi; onları aynı zamanda orantısız bir ağırlıkla [Komün'ün] kadroları[ nı] da sağlayan-daha geleneksel vasıflı zanaatkarlar -mobilya, lüks mallar, matbaa ve giyim kuşam- ve tabii her zaman radikal olan ayakkabıcılar izlemekteydi.

Fakat, Komün' e sosyalist bir devrim denebilir mi? Her ne kadar Komünün sosyalizmi hala 1848 öncesine ait, özünde üreticilerin kendi kendilerini yönettiği kooperatif ve korporatif birimlere ilişkin (şimdi aynı zamanda hükümetin radikal ve sistemli müdahalesini gerektiren) bir hayal olsa bile, bu sorunun yanıtı kesinlikle evettir. Komünün pratik kazanımları ılımlı olmanın çok ötesindeydi, ama onun kusuru bu değildi. Çünkü Komün, kuşatılmış bir rejim, savaşın ve muhasara altındaki Paris'in çocuğu, [yabancı devletlere] teslimiyere karşı verilmiş bir karşılıktı. 1870'te Prusyalıların ilerlemesi, III. Napoleon imparatorluğunun boynunu vurdu. III. Napoleon'u deviren ılımlı cumhuriyetçiler, savaşı gönülsüz bir biçimde sürdürdüler ve kitlelerin devrimci bir şekilde seferber edilmesinin (yeni bir Jakoben ve toplumsal cumhuriyetin) geriye kalan tek direniş olasılığı olduğunu düşünerek, daha sonra savaşmaktan vazgeçtiler.

Kendi hükümeti ve burjuvazisi tarafından kuşatılmış ve yüzüstü bırakılmış Paris'te, asıl iktidar Milli Muhafızlar'ın ve arrondissernentlerin (bölge) valilerinin, yani pratikte halkın ve çalışan sınıfın mahallelerinin eline geçti. Devrimi tahrik eden silah bırakışmasından sonra Milli Muhafızları silahsızlandırma girişimi, Paris'in bağımsız bir yerel yönetim olarak örgütlenmesi ('Komün') biçimini aldı. Ama Komün derhal (o zaman Versailles'de bulunan) -müdahaleden kaçınan muzaffer Alman ordusu tarafından sarılmış- ulusal hükümet tarafından kuşatıldı. Komünün iki ayı, Versailles'in ezici güçlerine karşı neredeyse kesintisiz olarak sürdürülen bir savaş  dönemiydi: 18 Mart'ta ilan edilmesinden sonraki on beş günde inisiyatifini kaybetti. 21 mayısta düşman Paris' e girdi ve son hafta şunu gösterdi ki Paris çalışanlarının yaşamları kadar ölümleri de kolay olmayacaktı. Versailles'ın ölü ve yaralı olarak kaybı 1100 kişiydi; Komün de yüz kadar rehineyi idam etmişti.

Bu kavgada Komüncülerin ne kadarının öldüğünü kim bilebilir? Binlercesi katledildi: Versailles, bu rakamın 17.000 olduğu itiraf etti, ama bu gerçeğin olsa olsa yarısıdır. 43.000'den fazla insan tutuklandı; lO.OOO'i mahkum edildi ve bunların yaklaşık yarısı New Caledonia'da sürgüne, diğer yarısı da hapishanelere gönderildi. Bu, “saygıdeğer insanlar”ın intikamıydı.

O tarihten sonra Paris'in işçileriyle 'tuzu kurular'ı arasında oluk oluk kan aktı. Ve yine o tarihten sonra toplumsal devrimciler, şayet iktidarı ellerinde tutmayı beceremezlerse başlarına neler gelebileceğini öğrendiler.
Sermaye Çağı, E. Hobsbawm, Dost Kitabevi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder