Henüz
ondokuzuncu yüzyıl akademiciliği tarafından üstün bir
'saf', aşağı bir 'uygulamalı' dal ayrımına
uğramamış olan
bilimler, kendilerini üretimdeki sorunların çözümüne adadılar:
1780'lerin
en gözalıcı ilerlemeleri,
geleneksel olarak endüstrinin gereksinimlerine ve atölye
uygulamalarına en yakın konumdaki
kimya alanında gerçekleşti.
Diderot ile
d'Alembert'in Büyük Ansiklopedisi, salt ilerici toplumsal ve siyasal düşünceyi
değil, teknolojik ve bilimsel
ilerlemeyi de içeren bir özetti. Çünkü, gerçekten de onsekizinci yüzyılı derinden
biçimlendirmiş olan insan bilgisinin, ussallığın,
zenginliğin, uygarlığın ve doğa
üzerinde
kurulan denetimin ilerlemekte olduğu
inancı, yani
'Aydınlanma', gücünü esas
olarak üretimden, ticaretten ve her ikisiyle kaçınılmaz
olarak
ilişkisi olduğuna inanılan ekonomik ve
bilimsel ussallıktan almıştı. Bunun yanında, Aydınlanmanın en büyük savunucuları,
ekonomik
bakımdan en ilerici sınıflar, zamanın elle tutulur ilerlemeleriyle doğrudan ilgisi bulunan tüccar çevreleri ve ekonomik olarak aydınlanmış toprak lordları,
bankerler,
ekonomide ve toplum yaşamında idari konumda
bulunan bilimsel düşünen yöneticiler, eğitimli
orta
sınıf, imalatçılar ve girişimciler
gibi sınıflardı.
Bu insanlar,
matbaacı ve gazeteci, mucit, girişimci ve
dirayetli bir işadamı olan Benjamin Franklin'i, geleceğin etkin, kendi kendini yetirtirmiş ussal yurttaşının bir
simgesi olarak selamladılar. Bu tür yeni
insanlar, okyanusun öte yakasından
gelecek
somut örneklere gereksinmesi olmayan İngiltere'de, taşrada,
gerek bilimsel ve endüstriyel gerekse siyasal ilerlemelere kaynaklık eden dernekler kurdular. Birmingham'daki Lunar
Society'de [Ay Derneği],
çömlekçi
Josiah Wedgwood, modern buharlı makinenin Mucidi
James Watt ve iş ortağı Matthew
Boulton, kimyacı Priestley, biyolog ve evrim kuramının öncüsü küçük soylu Erasmus Darwin (büyük bilgin
Darwin'in büyükbabası), büyük matbaacı Baskerville
bulunmaktaydı.
Bu insanlar;
her yerde, sınıfsal ayrımların gözardı edildiği ve çıkar gözetmeyen
bir şevkle Aydınlanma ideolojisinin propagandasının yapıldığı Farmason localarına doluştular.
Çifte devrimle
ilgili düşünceler (hatta bunlar, İngiliz
fikriyatının Fransız yorumu
oldukları hallerde bile)
en geniş uluslararası geçerliliklerine,
Fransızların formülasyonları sayesinde ulaşmış olmakla
birlikte, bu ideolojinin önde gelen iki
merkezinin (İngiltere'nin ve Fransa' nın) aynı zamanda
çifte
devrimin de merkezleri olmaları anlamlıdır.
'Aydınlanmış' düşünceye, laik,
ussal ve ilerici bir bireycilik egemen olmaktaydı.
Bireyi,
zincirlerinden; hala dünyanın dört bir köşesine gölgesi düşen ortaçağın cahil gelenekçiliğinden, ('doğal' ve 'ussal' dinden ayrı
olarak)
kilisenin hurafelerinden, insanları doğuma
ve
ilgili başka ölçütlere göre alt ve üst olarak hiyerarşiye
ayıran usdışılıktan kurtarmak,
Aydınlanmanın başlıca amacıydı.
Özgürlük, eşitlik
ve (bunları takiben) bütün
insanların kardeşliği, onun sloganlarıydı. Zamanı geldiğinde bunlar, Fransız Devrimi'nin
sloganları oldular. Bireysel özgürlüğün hakim olmasıyla,
en
hayırlı sonuçları yaratmak
mümkün olabilecekti. En olağanüstü sonuçlar,
bireysel yeteneğin ussal bir dünyada engelsiz bir
biçimde uygulanmasından beklenebilirdi; aslında bunu çoktandır
görmek
de mümkündü. Tipik bir 'aydınlanmış' düşünürün ilerlemeye duyduğu
tutkulu
inanç, yansısını, çevresindeki bilgide,
teknikte, zenginlikte ve uygarlıkta görebileceği
ve
belli bir haklılıkla da kendi düşüncelerinin
durmadan ilerlemesine varabileceği gözle görülür artış ta
bulmaktaydı. Aydınlanma düşünürünün yaşadığı
yüzyılının
başlarında cadılar hala yakılmaktaydı; aynı yüzyılın sonlarındaysa Avusturya gibi
aydınlanmış devletler,
sadece işkenceye izin veren yasaları değil, köleliği
de
kaldırmışlardı. Feodalitenin
ve kilisenin yerleşik çıkarlan gibi, ilerlemenin
önüne dikilmiş geriye kalan tüm engeller de süpürülse, kimbilir daha neler
olabilirdi?
Özgür toplumun
kapitalist bir toplum olacağını doğallıkla varsayan pek
çok aydınlanmacının
varlığına, üstelik
bunların siyasal bakımdan
da belirleyici kimseler olmalarına
karşın, 'Aydınlanma'ya bir
orta sınıf ideolojisi demek, tam olarak doğru değildir. Kuramsal
olarak Aydınlanmanın amacı, bütün
insanları özgür kılmaktı. Bütün ilerici, ussalcı
ve
hümanist ideolojiler onun içinde örtük olarak bulunmaktaydılar;
aslında onlar Aydınlanmadan çıkmaktaydı. Ne var ki, uygulamada Aydınlanma’nın
gerektirdiği özgürleşimin
önderlerinin, soylulardan çok toplumun orta tabakalarından
gelen
yetenek ve liyakat sahibi ussal insanlar olmaları ve onların etkinliklerinin
ortaya çıkardığı toplumun da
'burjuva' ve kapitalist bir toplum olması
anlaşılır bir
durumdu. .
- Pek çoğu -1780'lere kadar- aydınlanmış
mutlak
monarklara inanmış Aydınlanmanın kıta Avrupası'ndaki
savunucularının siyasal
bakımdan ihtiyatlı ve ılımlı tutumlarına
karşın, 'Aydınlanma' nın devrimci bir
ideoloji olduğunu belirtmek çok
daha doğru olur. Çünkü Aydınlanma, Avrupa'nın pek çok yerinde hakim olan toplumsal
ve siyasal düzene son verilmesini
ima
etmekteydi. Anciens regime'lerden kendini gönüllü olarak fesh
etmesini beklemek çok
fazla olurdu. Tam tersine, daha önce gördüğümüz
gibi,
bu rejimler bazı bakımlardan yeni toplumsal
ve ekonomik güçlere karşı kendilerini tahkim
etmekteydiler; ve (İngiltere, Birleşik
Eyaletler ve çoktan yenildikleri başka birkaç
yer dışında) tutunabildikleri
kaleler, tam da ılımlı
aydınlanmacıların bel
bağladıkları monarşilerdi.
E.Hobsbawm,
Devrim Çağı, Dost Kitabevi
|
Ansiklopedinin kapağı. (Çeviri: Kaan Öktem)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder