Göktürkler

VI. yüzyılın ortalarında Fars ve Roma imparatorlukları birbirleriyle savaşıyordu ve hem Doğu Asya hem de Batı Avrupa feodal beyliklere bölünmüştüler. Doğu Bozkırlarında Orta Asya Kültür Terkibi miti dinamiklerini müteakip Türkler yani Gök-Türkler efendileri olan Avarları devirdiler ve onların bakiyelerini ezip Avrasya'nın diplerine sürdüler. Bunu yaparken Avrasya 'nm tüm çevre medeniyetlerini şehirleşmiş özü yani Orta Asya vasıtasıyla birleştirdi. Orta Asya sadece Merkezf Avrasya 'nın değil tüm Avrasya 'nın ticaret ve kültür merkezi oldu. GökTürkler ticaretteki ısrarları sebebiyle askeri güçlerini halkları ticarete sevk etmek için kullandılar ve Orta Asya 'nın büyük bölümü üzerindeki hakimiyetleri ile Orta Asya ekonomisi -İpek Yolu- hiç olmadığı kadar canlandı.

Christopher Beckwith, İpek Yolu İmparatorlukları

 

M. S. I. binyılda Avrasya bozkırlarında etnik durum yavaş yavaş değişti ve burada Türk kavimleri üstün olmaya başladılar. I. binyılın ikinci yarısında onlar, Güney Sibirya, Merkezî ve Orta Asya, Aşağı İdil ve Kuzey Kafkasya’da birkaç büyük devlet kurdular: I. Göktürk Devleti, Doğu Göktürk Devleti, Batı Göktürk Devleti, Türgiş ve Uygur kağanlıkları, Büyük Kırgız Devleti, Karluk, Kimek ve Aral Oğuzları (Uz) devletleri. Bu dönem, “Eski Türk Çağı” olarak adlandırılmaktadır. Yine I. binyılın ikinci yarısında etnopolitik oluşumlar ortaya çıkmıştır ki, bunlar günümüz Türk halklarının selefleri konumundaydılar. Aynı dönemde bozkır kültürünün manevî kültürü de yeni bir seviyeye çıktı: Türk yazısı ve kâğıda dökülen Türk edebiyatı ortaya çıktı. Türk kavimleri ilk kez dönemin büyük dinlerini — Budizm, Maniheizm, Hristiyanlık, İslâmiyet — kabul ettiler. Göçebe ve yarı göçebe hayat şartlarında, bazen de yerleşik ve şehir hayatına geçildikten sonra (Yedisu ve Doğu Türkistan’da olduğu gibi) yeni özgün bir kültür meydana geldi. Atlas Tartarica

M.S. 540'lı yıllarda Çin ufuklarında daha önce pek bilinmeyen bir halk belirdi. Bu halk, birkaç yıl içinde büyük göçebe imparatorluklarının anayurdu olan Moğolistan'da sadece güç dengesini değiştirmekle kalmadı, aynı zamanda lç Asya ve dünya tarihi sahnesine daha önceleri bilinmeyen ya da aynı kültürel özellikleri gösteren gruplardan ayırt edilemeyen, fakat farklı bir dil konuşan yeni bir etnik grup getirmiş oldu. Bu halk Türk adını taşıyordu ve bu adı, daha sonra bir Türk dili konuşan birçok halka miras olarak bıraktı. Şurası açıktır ki, bu Moğolistan Türkleri orada birdenbire oluşan bir nesil değildi ve kendi adlarını taşıyan imparatorluğun kurulmasından önceki yüzyıllarda Moğolistan' da ve başka yerlerde yaşayan başka Türk halkları da bulunuyordu. Bununla birlikte, Moğolistan Türklerinin bize Türk dili ile yazılmış metinler bırakan ilk Türk halkı olduğu gözden ırak tutulmamalıdır. Bu arada Moğolistan'da iktidarın ellerine geçmesinden sonra pek geniş bir alana yayılmış olan Türk adının yüzde yüz bir kesinlikle M.S. 6. yüzyıldan önceye götürülemeyeceğini de belirtmek gerekir.

Tarihte Türk adını resmî devlet ismi olarak ilk defa kullanan Gök-Türkler, bağım­sızlıklarını kazanmadan önce Moğol asıllı Juan-juanlara bağlı idiler. O sırada Altay Dağları’nın güney eteklerinde yaşayan Gök-Türkler demir üretiyorlardı. Gök-Türklerin kesin olarak tarih sahnesine çıkışlarından önceki dönemlerine ait bilgiler ef­sane ve rivayetlerle karışıktır. Çin kaynaklarından ve arkeolojik kazılardan anlaşıl­dığına göre Gök-Türklerin kökeni Altay Dağları’nın kuzey bölgelerine dayanmak­ta, Hunların kuzey kolundan geldikleri ifade edilmektedir. A.Ü.A.Ö.F.


Menşeyleri konusunda yukarıda açıkladıklarımızı toparladığımızda, Altay Dağ­larını, Gök-Tûrklerin çıktıkları ilk kesin bölge olarak söylemek doğru olacaktır. Hun'larla bağlantıları tamamen açıktır. Orta Asya sahasında diğer kavim ve boy­larda (Wu-sun, Kao-ch'e ve Moğol'larda) görülen kurtla ilgili efsanenin Gök-Türk- lerde de daha geniş olarak görülmesi ve enteresan motiflerin bulunması dikkat çe­kici bir noktadır. Göktürkler, Ahmet Taşağıl

 

Türklerin lideri Bumin, Ruan-ruanlara(Juan Juan)  itaati bırakıp hemen karşı harekete geçmeye karar verdi. Onları ezici bir yenilgiye uğrattı ve bu zaferden cesaret alarak A-na-guy'un kızına talip oldu. O zamana kadar Türkler ya da hiç değilse onlardan bazıları, yüzyıldan daha uzun bir süre Ruan-ruan yönetimi altında yaşamışlardı. 439'da, Kuzey Vey imparatoru Tay-vu, Kansu'da Cü-çü ailesi tarafından kurulan küçük barbar devleti Kuzey Lyanğ'ı yıktığı zaman 500 kadar Türk ailesi Ruan-ruanlara sığınmak istemişti. Bu hareketin sebepleri bilinmiyor, fakat kaynakların belirttiğine göre, hepsi de A-şı-na soyundan olan bu Türkler Ruan-ruanlarca Altaylar'da iskan edilmişler ve orada demircilikle uğraşmışlar.

...

Moğolistan'daki Ruan-ruan yönetiminin sona ermesiyle ilgili birçok soru cevapsız kalmış ise de, 552'de buradaki yönetimi Türklerin devralmış olduğu ve iktidar değişiminin yabancı istilacılarca gerçekleştirilmediği de kesin gibidir.

….

Sanayi öncesi bir toplumda demircilerin gücünün pek mütevazı ölçüde olacağı düşünülse bile, muhtemelen Türklerin kontrolünde olan silah üretiminin önemi gözardı edilemez. Hatta Türklerin silah üretimini tekelleri altına almak için girişimlerde bulunduklarını gösteren, az sayıda fakat oldukça sağlam kanıt da vardır. Öyle görünüyor ki Türkler koca imparatorluğun yöneticileri olduktan sonra maden üretimini akrabaları olan Kırgızlara modern bir terimle, havale ettiler.

….

A-na-guy'un ölümü Bumin'e ve onun Türk halkına koskoca bir imparatorluğu yönetme gibi ürkütücü bir görev yüklemiştir.

“Büyük Yabgu” unvanını taşıyan Bumin, onların kağanıydı. Resmiyette o, Juan­Juan hükümdarının vassalı olup onun karargâhına Altay yataklarındaki demiri vergi olarak gönderiyordu. Fiiliyatta ise Bumin, metbusuna hesap vermeyi kesmiş ve Türklerin topraklarını Doğu’ya doğru çok uzak bir coğrafyaya kadar genişletmiştir. Böylece Türkler, Sarı Irmak’ın yanında göründüler ve başlangıçta barışçıl davrandılar. Sınırdaki Çin pazarlarında at karşılığında ipek ve tahıl almaya başladılar. Ancak sınırdaki memurlar kendilerinin devre dışarı bırakılarak yapılan ticareti teşvik etmiyor ve buna engel oluyorlardı. Bunun üzerine askerî seferler başladı.

İmparator Ven­di’nin danışmanı Türklerin yanına elçi heyeti göndermeye karar verdi. O, Aşina soyunun İran ile soy bağlantılarını göz önünde bulundurdu ve elçilik heyetinin başına Çin’in uzak Batısı’nda, İpek Yolu’nun ticarî merkezlerinden birinde yaşayan bir Soğdluyu getirdi. 545’te elçiler Bumin’in karargâhına geldiler. Böylece dönemin en büyük devletlerinden biri tarafından tanınan Türk Devleti, bu tarihten itibaren uluslararası bir statü kazanmış oldu. Çinli tarihçi, bu konuyu şöyle aktarmıştır: “Türkler birbirlerini tebrik ediyor ve şöyle diyorlardı: Artık bizim devletimiz gelişecektir. Çünkü Büyük Devlet’in elçisi bize geldi.” Bir sonraki sene ise Türk elçi heyeti, Batı Vey Devleti’nin başkenti Chang­an’a geldi. Askerî ittifak kurulmuştu. Güneyde böyle güçlü bir destek bulan Bumin, kuzeyi fethe başladı. En başta 50 bin göçebe Oğuz ailesini hâkimiyeti altına aldı, ardından birleştirilmiş güçlerle baş düşmanı Juan­Juanlara saldırdı. Juan­Juan Devleti yerle bir edildi. Juan­Juanların bir kısmı Kore ve Kuzey Çin’e, bir kısmı da Batı’ya kaçtı. Batı’ya gelenler bundan sonra Avar olarak adlandırıldılar. 551’de Bumin, beyaz keçeye oturtularak yukarı kaldırıldı ve Türk İli’nin hükümdarı ilan edildi. Böylece Büyük Bozkır’ın yeni imparatorluğu kurulmuş oldu. Tartarica Atlas

Türk imparatorluğunun kurucusu Bumin, zaferinden hemen sonra öldü ve yerine sadece birkaç ay hükümdarlık yapan oğlu Guo-lo geçti. Türk imparatorluğunun baştan beri bir ölçüde ikiye ayrılmış olduğunu gösteren kanıtlar vardır. İmparatorluğun, birçok göçebe imparatorluğunun geleneksel beşiği olan Moğolistan'da merkezleşen doğu kısmının batı kısmına karşı üstünlüğü değilse de, önceliği vardı. Doğu kısmını Bumin'in oğlu Muhan (553-72) yönetiyordu; batı kısmı ise Bumin'in kardeşi (ve Muhan'ın amcası) lştemi'nin (553-?) hissesine düşmüştü. Bu iki kağan, Birinci Türk Kağanlığı adı verilebilecek olan devletin kurucu liderleri sayılır. 

Türklerin yönetimi altındaki toprakların büyüklüğü imparatorluğun bazı idari bölgelere ayrılmasını ve yerel yöneticiye önemli ölçüde -belki de tam- bir özgürlük tanınmasını zorunlu kıldı. Verdiği bilgiler doğrudan doğruya Türklerden işittiklerine dayanan Menandros'un bildirdiğine göre, Türk devleti dört parçaya ayrılmıştı ve dört ayrı kişi tarafından yönetiliyordu. Huan Vanğ'ın Menandros'daki verilerden habersiz bildirdiğine göre, Çin kaynaklan açıkça dört büyük idari bölgenin, yani Merkez, Doğu, Batı ve Batı Sınır (şimyen) bölgelerinin varlığından söz etmektedirler. Merkez Bölgesinin yöneticisi Büyük Kağan (cunğ myen da go-han) idi. lştemi'nin imparatorlukta önemli bir rolü ve otoritesi var idiyse de -bu, 13. yüzyıl Moğol imparatorluğunda Batu'nun oynadığı rolle kıyaslanabilir- en üstün güç yine de Muhan'da idi; çünkü Türk ulusal bilincinin odak noktası olan kutsal Ötüken Ormanı onun bölgesi içinde bulunuyordu. lştemi'nin egemen olduğu alan ise Batı Sınır Bölgesiydi. Muhan bir dizi askeri harekata girişti. Önce , belki de Ruanruanların son askeri kuvvetleri olan birlikleri yok etti. Sonra, doğuda Kitanları yendi, kuzeydeki Kırgızları imparatorluğuna kattı, batıda Heftalitleri yenilgiye uğrattı; kudreti Pasifik'ten "Batı Denizi"ne ve kuzeyde Baykal Gölü'ne kadar uzanıyordu. Coğ şu, onun "Çin dışındaki bütün ülkeleri" zaptettiğini hayranlıkla kaydeder.

Bizans-Türk müzakereleri sırasında acil siyasal konular ticari sorunları ikinci plana itmiştir. İustinos, Türklerin egemenlikleri altına aldığı halklar, bunlar arasında Heftalitler ve özellikle Avarlar hakkında daha çok bilgi sahibi olmak için büyük ilgi gösteriyordu; çünkü bu sonuncular onun başına haddinden fazla dert açmıştı. Avarlar,  Batı kaynaklarında ilk kez Priskos'un anlattığı ve 461 ile 465 yıllan arasında meydana gelen bir göç olayı ile ilgili olarak anılmışlardır. Avarlar, Heftalit devleti sınırları içinde yaşadıklarından Türk istilasından etkilenmişlerdi. Bazıları bunu kabullenmiş ise de, öbürleri -Maniah'ın İustinos'a verdiği bilgiye göre, 20.000 kişi (savaşçı mı?)- batıya kaçmıştı ve Türklerce kaçak uyruk sayılıyorlardı. Avarlara karşı düşmanlık, Romalılarla Türkleri birbirlerine bağlayan bir başka ortak yandı. Menandros'un ifadesiyle, Türklerle Bizanslılar "dost olmuşlar" ve bir ittifak kurmuşlardı. Manialı tam bir başarı elde etmişti. Bu başarı Bizans'ın Türklere ilk elçilik heyetini göndermesine yol açtı.

Tardu uzun bir süre (603'te öldü) ve Türk imparatorluğunun Batı Sınır Bölgesini oluşturan geniş topraklar üzerinde hüküm sürdü. Bu topraklar üzerinde asıl yetki, hiç değilse teorik olarak, Bumin'in ikinci oğlu Muhan'ın (553-72), onun ölümünden sonra da Muhan'ın kardeşi Taspar'ın (572-81) ellerinde idi. Bunların adları, Soğdca Bugut yazıtında geçmektedir. Bu yazıttan, hem Soğdların Türk imparatorluğu içinde sürekli rolleri olduğu, hem de aralarında Budizme inananların bulunduğu anlaşılmaktadır. Doğu Türkleriyle Batı Türkleri arasındaki ayrılık -ki genellikle Bumin ile lştemi'nin hükümdarlıkları sırasında meydana gelmiş olduğu sanılır- Taspar'dan sonra tahta oturan Nivar Kağanın hükümdarlığı zamanında (581-7) ortaya çıktı. Daha önce sadece unvanı (Çince yazımı Şe-du ya da Şa-bo lüe) bilinen Nivar'ın adı Bugut yazıtında geçer.

….



Çin’in rolü

Çin'in Türk tarihindeki, Türk devletinin kuruluşundan yıkılışına kadar etkili olan rolünden -konuyu dağıtmamak için bu bölümde pek söz edilmedi. Türklerle Çinliler arasındaki ilk temaslar Türklerin henüz Ruan-ruan yönetimi altında oldukları zaman kurulmuştu. Türklerin ortaya çıkışı, Çin'de iç karışıklıkların başladığı döneme rastlamış ve ilk temaslar, kısa ömürlü Batı Vey (535-57) ve Kuzey Coğ (557-81) hanedanları ile olmuştu. Kısa ömürlü, fakat kudretli Sui hanedanı (581- 618) döneminde, Çin gücü, kişisel çekişmeler ve boylar arası çatışmalarla arapsaçına dönmüş olan Türk siyasal hayatında yönlendirici bir etken olmuştur. Çinliler, "barbar" gücünün sürekli olmayışına alışık olsalar da, Türklerin iç kavgalarının sürekliliği ve şiddeti karşısında şaşırıp kalmışlardı. "Türkler" Sui yıllıklarına göre, "yanyana barış içinde yaşamaktansa birbirlerini yok etmeyi tercih ederler. Birbirlerine düşman olan ve birbirlerini öldüren binlerce, binlerce değil on binlerce klandan oluşurlar. Ölüleri için büyük yas tutarlar ve onların öcünü almaya ant içerler." Türklerle Çinliler arasındaki temaslar, ilişkilerin düşmanca olduğu dönemlerde, daha çok Türklerin Çin topraklarına yaptığı akınlar, Çinlilerin de sorun çıkaran komşularına karşı giriştikleri askeri harekat biçiminde olmuştur. Barış dönemlerinde de hanedanlar arasında evlilik bağları kurulmuş ve iki taraf birbirine hediyeler ( Çinlilerinki daha çok ipekli kumaşlar, Türklerinki ise atlar) göndermiştir.


Batı Türkleri

Tunğ Yabgunun hükümdarlığının ilk yıllarında işler çok iyi gitmişti. Babasının dedesi lştemi'nin Batı Asya'ya yönelik emellerini yerine getirdi ve sürüp giden Bizans-İran ilişkileri oyununda rol aldı.

….

630'da Tunğ Yabgu artık güçlü bir adamdı. Onun doğrudan ya da dolaylı olarak kontrolü altında olan ülkelerden geçen ve hükümdarın kendisi ile de görüşen Çinli Budist Hacı Şüendzanğ onun kudretini ve maiyetinin içinde bulunduğu lüksü görgü tanığı olarak belagatle dile getirir. Tarım Havzası, Fergana Vadisi, bugünkü Afganistan'ın bazı kısımları ile lndus Vadisi'nin bazı kısımları gerçek coğrafi sınırları kesin olarak saptanamayan Türk yönetimi altında idi. Bununla birlikte, ihtişam ve istilalar peşinde koşan Tunğ Yabgu, Eski Tanğ Yıllıklarında ifade edildiği gibi, "halkına artık iyi davranmıyordu ve kabileleri ondan nefret ediyordu." Sonunda, Karluk Türklerinin önayak olmasıyla, Tunğ Yabguya isyan ettiler ve onu öldürdüler.

Tunğ Yabgunun ölümü, kimsenin dolduramayacağı bir siyasal boşluk yarattı; hükümdarlık iddiasıyla ortaya çıkan bazı önderler emellerini gerçekleştirmeye yetmeyecek kuvvetlerle birbirlerine karşı savaş açtılar. Batıdaki beş Nu-şı-bi boyuyla doğudaki beş Du-lu kabilesi kendi aralarındaki birliği korudularsa da, Batı Türk konfederasyonu artık çözülüyordu. Bu kabilelere Türkçede toplu olarak On Oklar deniliyordu; Çinliler ise bunlardan On Klan (Şı Şinğ) kabileleri diye söz ediyordu. Bu kabileler arasındaki sürekli çatışmalardan, önderlerini birbirine düşman eden caniyane kavgalardan yararlanarak, Tay-dzunğ ve onun kendisi kadar yetenekli olan ve artık Doğu Türklerinden korkmayan izleyicisi Gav-dzu (650-83) , Çin egemenliğinin sınırlarını yavaş yavaş genişlettiler ve daha son zamanlara kadar Türklerin egemenliğindeki bölgeleri Çin yönetimi altına aldılar

..

Batı Türk devletinin yıkılışı, gördüğümüz gibi, oldukça ani bir şekilde çökmüş olan doğudaki benzerinin yıkılışından daha uzun bir sürede gerçekleşti. Batı devletinin dağılışı ve Çinlilerce yutulması çeyrek yüzyıl kadar sürmüştür. Batı Türklerinin son de facto önderi olan Ho-lu 657'de esir alındı ve Çin başkentine götürüldü. Orada, galiba kendi ricası üzerine, İmparator Tay-dzunğ'un kabri üzerinde sembolik olarak kurban edildi. Gerçekte ise, hayatı bağışlanmıştı. lki yıl sonra, 659'da öldü ve hatırlanacağı gibi, Çinlilere esir düşerek ölen Şye-li'nin mezarı yanında toprağa verildi. Beş Du-lu kabilesi Ho-lu'nun iktidarının temelini oluşturuyordu. Onun sabık düşmanı ve Batı Türklerinin Nu-şı-bi hizbinin şefi olan yabgu Cın-cu, 659'da Çinlilere karşı savaşırken öldü. Cın-cu'nun Doğu Türklerinin hükümdarı Şyeli'ninkinden çeyrek yüzyıl sonra vuku bulan ölümü ve elindeki ülkelerin Çin tarafından işgal edilmesi ile Batı Türk devleti tarihe karıştı.

İkinci Türk Kağanlığı



 630-82 arasında Doğu Gök-Türk ülkesi Çin’e bağ­lanan boy beylerinin idaresinde geçti. 682’de Kut- lug önderliğinde başlayan isyan hedefe ulaştı ve II. Gök-Türk Devleti kuruldu. Kapgan ise (692- 716) önceleri zaferler dolu idare yürütse de aşırı sert idaresi yüzünden boy isyanları çıktı. Bundan sonra devletin başına geçen Bilge Kağan ve kar­deşi Kül Tegin ülkede huzuru sağladılar. Ancak, onlardan sonra Gök-Türk Devleti’nin ömrü uzun sürmedi; 745 yılında Uygurlar tarafından yıkıldı.  A.Ü.A.Ö.F.



Elteriş'in, en alt tabaka, morali bozulmuş Türk savaşçı gücüne, onları adeta kamçılayarak çeki düzen vermesi kolay iş değildi. Çin kaynaklarında adı Gu-do-lu (Ku-to-lu, yani Türkçe Kutluğ="Talihli") olarak geçer. Modern tarihçilerin ikinci Türk Kağanlığı adını verdikleri devletin kurucusu olur. İlk başarılarından biri, gittikçe genişleyen devletine Çinlilerin Dokuz Klan (Cyu şinğ) -Tye-le boyları konfederasyonu- adını verdiği Tokuz Oğuzları katması, onun gücünü artırdı. Onların katılmaları Elteriş'e, çok sayıda at kazandırdı. Bunlar, Çin'e karşı girişilecek seferlerde kullanılacak vazgeçilmez yedek savaş malzemesi demekti. Elteriş hastalanıp öldü ve oğulları çok genç, yedi ve sekiz yaşlarında olduğu için, onun yerini kimin alacağı sorun olmadı. Tahta, Çin kaynaklarında adı Mo-ço olarak geçen kardeşi Kapgan [Kapağan] Kağan çıktı. Onun lç Asya standartlarına göre bir hayli uzun olan yönetimi sırasında (691-716), Türk kağanlığı daha da güçlendi. Başlangıçta, Kapgan Çinlilerle iyi ilişkiler kurmaya çalıştı; Çinliler de Kapgan'a türlü onursal unvanlar verdiler. Buna karşılık, Kapgan 696'da yaptıkları akınlarla Çin'i rahatsız eden Kitanlara ağır bir darbe indirdi. Tarihi bakımdan çok daha önemli bir olay, Kapgan'ın, 670 ile 673 arasında, belki de kendi ricaları üzerine Ordos bölgesine yerleştirilmiş olan Türklerin yurtlarına iade edilmelerini ya da daha pervasızca, kendisine teslim edilmelerini istemesiydi.

Kapgan'ın görkemli saltanatı 22 Temmuz 716'da birdenbire sona erdi: en basit tedbirleri almayı ihmal ettiğinden pusuya düşürüldü ve bir Bayırku tarafından öldürüldü. Kapgan'ın oğlu Bögü babasının yerini alamadı. İktidarın dizginleri Elteriş'in iki oğlunun, Prens Kül (Kül [Köl] Tegin) ile Çin kaynaklarında Moci-lyen diye de anılan üçüncü Türk hükümdarı Bilge Kağanın (716-34) ellerine geçince, Bögü, kardeşleri ve öldürülen kağanın yakın akrabalarının çoğu hemen öldürüldüler. Kaynakların açık olarak bildirdiğine göre, iki kardeşten genç olanı, Kül Tegin, daha dinamikti ve kardeşinin tahta geçmesini sağlayan da oydu. Bilge Kağan, kardeşine olan minnet borcunu çok iyi biliyordu ve birçok benzer durumdan farklı olarak, iki kardeş, tam bir uyum içinde çalıştılar.

Bu arada, müstesna bir adamın, mesleği kaynaklarda izlenebilen, sayıları pek az lç Asya devlet adamından (hükümdarlardan farklı olarak) birinin yardımını gördüler. Bu adamın adı Tonyukuk'tu. Tonyukuk önce Elteriş'e, sonra da Kapgan'a üstün bir şekilde hizmet etmiş , Kapgan'ın ölümü üzerine de onun oğlunu destekleyen hizbe katılmıştı. Bu hata hayatına mal olmadı; genel katliamda hayatı bağışlandı. Bunun nedeni, kısmen belki onun devlet işlerinde büyük bir otorite olması ve ileri yaşta (o tarihte 70'ine yakın olmalıydı) bulunması, kısmen de onun Bilge Kağanın kayınpederi olmasıydı. Tonyukuk Türk devlet yönetim tarzının simgesiydi. Çin'in çetin fakat makul bir muarızı ve Türk ulusal değerlerinin öfkeli ve kızgın bir koruyucusu idi. O kadar ki, Türkler gibi savaşçı bir halka uygun olmayacağı düşüncesiyle Budizmi ve Taoizmi bile reddetmişti. Tonyukuk, Türkler sayıca pek az -onun deyişi ile, Çinlilerin yüzde biri kadar- olduklarından, onlar için ulusal kimliklerini koruyabilmenin tek yolunun "suları ve otlakları izlemek" ve sürekli yerleşim merkezleri kurmamak olduğunu düşünüyordu. Ona göre, eğer Türkler kendi eski gelenek ve göreneklerini değiştirecek olurlarsa, bir gün yenilebilir ve Çinlilerin egemenliği altına girebilirlerdi. Türkler, kuvvetli iseler saldırmalı, zayıf iseler dağlarına ve ormanlarına çekilmeliydiler. Tonyukuk'a göre savaş, halkının elinde stok mal gibiydi, budun'un hayat şartlarını geliştirmek için tek araçtı.

Kül Tegin 731 ilkbaharında öldü. Onun ölümü Bilge için müthiş bir darbe oldu. Hatta imparator Şüen Dzunğ bile bu gerçekten büyük adamın ölümü ile sarsılmış olmalıdır ki, onun anısına bir yazıt dikilmesi için emir verdi ve mezar külliyesinde inşa edilen tapınağın duvarlarını Kül Tegin'in dövüştüğü en önemli savaşları tasvir eden resimlerle süslemeleri için  altı ünlü ressam gönderdi. Ayrıca, Bilge Kağanın bir Çin prensesi ile evlenmesi için de rıza gösterdi.

İç çatışmalar yıkılmasına neden olduğunda, lkinci Kağanlık görkeminin doruğundaydı. Bilge Kağan maiyetinden olan güvenilir biri tarafından zehirlendi ve 25 Kasım 734'te öldü. Ölmeden önce katilden ve onun yardımcılarından öç alma fırsatını da buldu. Oğlu, herhangi bir güçlükle karşılaşmadan tahta geçmeyi başardı, fakat fazla yaşamadı. Bilge Kağanın ölümünden sonraki 10 yıl içinde Türklerin kağanı olduğunu iddia edenlerin sayısını bile kesin olarak saptayamıyoruz. Kağanlığın hızla çöküşünün nedenleri kabilelerin dağılması ve devletin en önemli unsurları olan Basmilların, Karlukların ve Uygurların iktidar mekanizmasını ele geçirmek için birbirleriyle rekabete girişmeleri sonucu meydana gelen iç karışıklıklardı. 745'te, son Türk kağanının başı, eski Türk imparatorluğunun yerini alan ve bir Tokuz Oğuz boyu olan Uygurların kurduğu devletin yeni hükümdarı tarafından Şüen Dzunğ'a sunuldu.

Gök-Türk devletinde hanedanın mensup olduğu A-shih-na’nın dışında birçok Türk boyu daha vardı. Kırgız, Karluk, Uygur, Sir Tarduş, Bayırku, Oğuz, Bugu, Basmıl, İzgil, Az ve Türgiş gibi boylar bunların en önemlileri idi. Aslında önceleri Kerulen Irmağından Karadeniz ve Kafkasların kuzeyine kadar uzanan geniş saha­da yaşayan bütün Türk boyların tamamı kaynaklarda Töles adıyla geçmektedir. Gök-Türk Devleti’nin doğuda ve batıda güçten düşmesi üzerine söz konusu boy grubunun içinden bazıları güçlenerek ön plana çıktılar ve 627 yılından sonra kaynaklarda kendi özel adlarıyla anılmaya başladılar. A.Ü.A.Ö.F.

…..

Türk uygarlığının genel görünümü, kaynaklardan çıkarıldığı kadarıyla, ne bir örnek ne de durağandır. Örneğin, Sui şu'ya göre Türklerin yazıları yoktur, Coğ şu ise onların yazılarını Hunlarınkine benzetir; fakat runik harfli Orhun Yazıtları bu bilgilerin ikisini de yalanlar.

Yinelenip duran girişimlere rağmen, Türk devletinin iç yapısı hakkında açık bir fikir ortaya konulamamıştır. Biz, türlü devlet büyüklerinin taşıdığı unvanların tam anlamlarını bile gerçekten bilmiyoruz. Bu büyük imparatorluğun her türden halkını -hiç değilse zaman zaman- birbirlerine sımsıkı bağlayan dayanışma bağlarının ne olduğunu da çıkaramıyoruz. Türk uygarlığının inanılır, yeterince ayrıntılı ve basmakalıp olmayan bir tasviri ileride yapılacak araştırmaların işi olarak kalıyor. Türklerin lç Asya tarihindeki rollerine gelince, bu gayet emin bir biçimde "merkezi" olarak nitelendirilebilir. Türkler, Çin sınırlarından Bizans hudutlarına kadar uzanan geniş bir coğrafi alanda siyasal birlik kurmayı başarmışlar ve bu birliği lç Asya standartlarına göre uzun sayılacak bir süre devam ettirmişlerdir. Sürekli etkilerle Çin'in, lran'ın ve Bizans'ın kaderlerine müdahalede bulunmuşlardır; Yunan, lran, Hint ve Çin dünyaları arasında bilgi taşıyıp durmuşlardır. Onların adı, Batı dünyasında, yüzyıllarca, dillerine bakılmaksızın tüm barbarlara verilen genel bir ad gibi kullanılmıştır. Fakat, lç Asya halkları için, Türk adı ortak bir dili paylaşan halkların birliğinin alameti farikası olmuş ve öyle de kalmıştır.

(Kök) Türk İmparatorluğunun Kuruluş ve Yıkılışı, Denis Sinor

Tüm bu sarsıntılarına karşın Tu-kiu (Göktürk)  imparatorluğu, 546 ve 680'de kurulan iki imparatorluk da dünya tarihi açısından önemli bir yere sahiptir. · Bu imparatorluktan Türk halkı doğmuştur. O güne kadar Hint-Avrupalı olan bozkırların Türkleşmesini büyük ölçüde sağlayan bu imparatorluktur.

Sogdiyana, Serinde, hatta başka yerleşik ülkelere Türk olgusunu sokan ilk devlettir. Türkçe konuşulmasında kuşkusuz büyük payı olmuştur ve gelecekteki Türk egemenliklerinin tohumlarım atmıştır. Bu devlet var olmasaydı Selçuklular, Osmanlılar, Altınordu ve Özbekler, Timur İmparatorluğu ve Hindistan'daki Büyük Moğollar da var olamazlardı dersek yanılmış olmayız sanırım.

Ortaasya, Tarih ve Uygarlık, Jean Paul Roux

 


2 yorum:

  1. Sayın editör yukarıdaki bilgiler için size çok teşekkür ederim Tarih öğretmeni olarak yıllarca özelde çalıştım alan sınavı içğn sizinden edindiğim bilgi sayesinde bu sene atandım. Bunun için size çok teşekkür ederim 🙏 Sadece bir sorum olacak size Ruan Ruan olarak ifade edilen Juan Juanlar sanırım Avrupa'da adları Juan Juanlar - Ruan Ruan olarak hangi kaynakta geçmekte Çin kaynaklarında mı yoksa başka kaynaklarda geçiyorsa bu hangi kaynak? Ya da ifade edilmiş biçimi mi o şekilde? Cevabınız için şimdiden teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öncelikle bu sayfaların size yardımcı olmasından dolayı mutlu oldum.
      "Ruan-ruanların gerçek adlarının ne olduğu bile bilinmiyor.
      Burada ve onlarla ilgili ciddi araştırmaların çoğunda kullanılan şekil Çin kaynaklarının onların adlarını yazmak için kullandıkları işaretlerin alışılagelmiş çevrimyazısıdır. Ruan-ruanların kendilerine verdikleri adı yazabilmek için Çinlilerin gösterdiği türlü çabalar bu işin üstesinden gelmedeki güçlüğü gösterir. Aksi yöndeki kesin iddialar bir yana bırakılırsa, Ruan-ruanlarca kullanılan dil ya da dillerle ilgili hiçbir sağlam kanıt olmadığı gibi onların etnik yapısı ile ilgili ayrıntılı bilgiler de aynı derecede karanlık ve bulanıktır" Kaynak olarak kullandığım Denis Sinor'un açıklaması bu şekilde. Umarım bu açıklama yardımcı olmuştur.

      Sil