Avrupa Tarihi I


Sizlerle paylaşacağım metinlerle, "büyük resmi" göstermeyi amaçlıyorum. Bu resim doğal olarak metni kaleme alan kültürün kendi yorumunu içermektedir. Bu bağlamda Fransız kaynakların çoğunlukta olduğunu belirterek okuyucuyu uyarmakla yetiniyoruz.
Sayfaları düzenlerken zamanı daha az okuyucu için ana metni kısa tuttuk. Biraz daha ayrıntı isteyenler için aynı dönemi kutular içinde yer alan metinlerle genişlettik.
Tablolar,  okuyucunun düşünümlerine olanak tanımak için hazırlanmıştır. Karşılaştırma yapmak, bütünü görmek ve ayrıntıya ulaşmak için tablolar içindeki etkin bağlantıları kullanabilirsiniz.
Kullandığım içerik, ansiklopedik nitelikte olup, internette sıkça rastladığımız türden komplo kuramlarını kapsamamaktadır. Diğer bir deyişle “bilinen gerçeği” yansıtan derlemeler söz konusudur.

“Tarih” sorunlu bir alandır. Tarihin neliğine ilişkin içeriğe aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
Tarihi yapanlarla yazanların işbirliği  her zaman okuyanların lehine sonuçlar üretmemiştir.  B.Berksan

 Kavimler Göçünden Sonra Avrupa

476'da ortadan kalkan🔎Roma İmpa­ratorluğu, daha sonra 800'de Char­lemagne, 962'de Büyük Otto I tara­fından yeniden kurulmak istendi. Ama farklı özellikler taşıyan bu giri­şimler farklı sonuçlar verdi. Char­lemagne yönetiminde, sınırları oldukça belirgin biçimde çizilmiş bazı Avrupa ülkeleri, siyaset, iktisat, dü­şünce ve sanat alanlarında ortak bir düzenlemeye gittiler. Başlangıçta bütün Avrupa'yı göz önünde tutan Otto imparatorluğunun girişimiyse, aslında Almanya sınırları içinde kalıyordu (o dönemde Avrupa hâlâ Batı ile bir tutuluyordu). Öte yandan, bu Hıristiyan imparatorlu­ğunun egemenliğini ele geçirmek için, imparatorlar ile papalar ara­sında iki yüzyıl süren çatışmalar, birleşme olanağını ortadan kaldırdı ve Avrupa kavramının yerine, coğ­rafi bir kapsamı olmayan evrensel Hıristiyanlık kavramını koydu.



Kuzey Denizinden Roma'ya kadar yeni bir Avrupa ekseni
Çoğu zaman birbirlerine rakip Germen krallıklarına ayrılmış ve zaman zaman iç çekişmelerle parçalanmış eski 🔎Batı Roma İmpa­ratorluğuBatı Roma VI. yy'dan itibaren büyük değişikliklere uğradı. III. yy'dan beri Galya'ya yerleşmiş olan Franklar, güneyde Ebro’dan ku­zeyde Elbe'ye ve Danimarka sınırına kadar uzanan alanda bir çe­şit birlik sağladılar. İtalya, önce Gotlar, sonra Lombardlar tarafın­dan işgal edildi (VI. yy) fakat kralları papalığa karşı tutunamadılar. Yarımadanın kuzeyi, sonunda Frankların eline geçti.

 Angıllarla Saksonlar’ın 🔎, VI. yy'dan IX. yy;a kadar çeşitli küçük krallıklar arasındaki çekişmeler ve çatışmalar yüzünden zor bir dönem yaşadı, ama buna rağmen sanat ve edebiyat alanında par­lak eserler vermekten geri kalmadı. Vizigotların 🔎İspanyası «miras­çı devletler» arasında en ilginç olanıdır: güçlü bir şekilde yapılan­mış bir kilisenin desteklediği bir monarşi, Katolik inancının, kanu­nun (Kral Recesvinto'nun 654'te kabul ettiği Forum Judicum (Hukuk Kitabı), Roma'da olduğu gibi, kanunların ülke topraklarında otu­ran herkese uygulanması esasını benimsedi) ve ülke yönetiminin mutlak birliğine dayanan bir düzeni sağladı.

Ama Vizigotlar İspan­yası, 711;de birkaç çarpışmadan sonra Müslümanlara boyun eğ­mek zorunda kaldı ve böylece Araplar yedi yüzyıl boyunca İber Yarımadasına egemen oldular. Bu uzun işgal dönemi, İspanya'ya bugün hâlâ izlerine rastlanılan damgasını vurmuştur.

Roman ve Germen dilleri arasındaki kopukluk, IV.-XI. yy'larda kesinlik kazandı ve ondan sonra barbar krallıklardan her biri ken­dine özgü bir kültür yolunu tuttu. Batı, Roma Katolikliği'nin ge­tirdiği birlik sayesinde topyekün çökmekten kurtuldu. Yüzyıllar boyunca Avrupa'nın kadrolarını meydana getiren keşişler, bu bir­liği kuvvetle desteklediler.

800'de, Charlemagne (Büyük Karl) ve onun hâkimiyeti altında uygulanan bir tür idarî birlik sayesinde, imparatorluk yeniden canlanır gibi oldu. Prensip olarak tam bir kanun ve düzen hâkimi­yeti vardı. Saray şairleri içtenlikle Karl'ın gücünü anlatıyor ve onu «dünyanın başı ve Avrupa'nın zirvesi» olarak niteliyorlardı. Odak nokta artık Akdeniz olmaktan çıkmış, Ren kitlesine kay­mıştı. Aachen başkent olmuştu. 843'te Verdun Antlaşması'yla Karolenj İmparatorluğu üç krallığa ayrıldı (Batı Frank, Orta Frank ve Doğu Frank).

 Ama X. yy'dan itibaren Batı Roma İmparatorlu­ğu,Doğu Frank Kralı I. Otto tarafından geliştirilerek güçlendi. Otto Hanedanı'nın imparatorları ve daha sonra Hohenstaufen Ha­nedanı, Almanya'nın Slavların aleyhine doğuya doğru Elbe Irmağı'nın ötesine kadar ve İskandinavlar’ın aleyhine kuzeye doğru ge­nişlemesini desteklediler. Kendilerini esas itibarıyla doğu cephe­sinde ilerlemeye verdiklerinden, çok geçmeden Karolenj İmparatorluğunun ilerde Fransa olacak olan batı kısmına hâkim olmaktan vazgeçtiler.

Avrupa’yı birleştirme girişimi
Müslümanların 711 yılında Güney Akdeniz'de İspanya’ya, 732 yılında da Güney Fransa'ya kadar yayılması sonucunda bu bölgelerdeki eski ulaşım sistemi geçerliliğini yitirirken, ticari ilişkiler de Kuzey Afrika ve İspanya’dan gelen Sarazen ve Mağribilerden dolayı kesilir. Göç döneminde Clovis'in (y. 466-511) yönetiminde olan Fransa da Galya-Roma bölgesinde kendi Latin kaynaklı izlerini taşıyan bir bölge oluşturur, ama sonuçta o da Alman bölgesiyle daha sıkı bağlar kurar. Dikkati buradan, eski başkent Roma yerine, kuzeyle doğu sınırlarında bulunan ve din açısından ortak özelliklere sahip olan halklara çevirmek daha kolay olur. Bu arada, Saksonya'nın Şarlman (742-814) tarafından fethinden sonra kuzeyde yaşayan ve yayılmakta olan halklarla ve Slav kontrolundeki Doğuyla kurulan sıkı ilişkiler krallığın miras olarak devraldığı eski ve yeni sorunlarla ve Şarlman'ın politikalarıyla bağlantılı olarak ortaya çıkan sorunlarla yüzleşmesine neden olur.

Danimarka kralı Harald'ın Mainz yakınlarında 826 yılında vaftiz edilmesi ve 831 yılında Elbe'nin kuzeyinde, Aziz Anscarius'un İskandinav bölgesini de içeren Hamburg başpiskoposluğunun kurulması bu açıdan büyük önem taşır. İlk Viking istilaları ve Slav isyanlarıyla beraber imparatorluğun geçirdiği kriz döneminden dolayı yayılma hareketlerine bir süreliğine ara verilir. Frankların İskandinavya'yla bağlantı kurma girişimleri de önem taşır, çünkü runik alfabe gibi temel bilgilerin aktarımını teşvik eder ve muhtemelen İskandinavya'nın, kuzeyin ortak dili olduğu düşünülen eski Sakson dilinde yazılmış olan Heliand [Kurtarıcı] adlı muhteşem şiir gibi popüler Hıristiyan şiirlerinin etkisinde kalmasını sağlarlar.

Ortaçağ, Şarlman'dan Verdun Antlaşması'na Frank Krallığı, Ernst Erich Metzner

Dinsel Bölünme
Tüm Hıristiyan Batının imparatorluk bayrağı al­tında birleştirilmesi rüyası, hiçbir zaman gerçekleşmedi. Kaldı ki, imparator, papalığın şahsında Batının yönetimi konusunda ciddî bir rakiple karşılaştı. Papa, Germenlerin teşebbüslerine karşı,: Polonya ve Bohemya'nın, Hıristiyanlığı kabul etmesinden sonra da İskandinav dünyasının bağımsızlığını bir koz olarak kullandı. Üs­telik Roma'nın imparatorluk yönetiminden çok daha etkili bir in­faz şebekesi vardı: keşişler ve piskoposlar.

Henüz Avrupa olmayan bu Batı, her taraftan kuşatma altındaydı ve korku içinde yaşamaktaydı. VIII. yy'ın sonundan XI. yy'ın başına kadar, İskandinavlar,  İskoçya, İngiltere, İrlanda ve hatta Fransa'ya saldırdılar ve bu ülkelerin büyük bir kısmını talan ve işgal ettiler. Sonra da Güney İtalya ile Sicilya'ya yerleştiler. Slavlar, Elbe'nin ötesindeki topraklarına saldıran imparatorluk kuvvetlerine şiddetle karşı koydular. Güneyde, Batı Akdeniz'de, adalarda, İspanya'da ve hatta Güney İtalya'da (Roma 846'da yağma edildi) ] Müslümanlar Batı'yı taciz ettiler. Nihayet doğuda Bizans'ın karşı konulamaz yükselişiyle Ruslar, Bulgarlar ve daha başka Doğul Slavları Ortodoksluğu kabul etti ve böylece Hıristiyan Avrupa kıtası ikiye bölündü. Uzun bir süre «Avrupa» batı kısmıyla, yani Latin Hıristiyanlığıyla özdeşleşti. 996'da imparatorluk tahtına çıkanı III. Otto, Quedlinburg Yıllığına göre, «Roma halkının, fakat aynı zamanda bütün Avrupa halklarının onayını almıştır.»
🔎Akınlar

Avrupa Dengesinin Kurulması
Avrupa'nın, dünyanın geri kalan bölgelerine oranla kendini ortaya koyabilmesi, büyük keşiflerin, söz konusu bölgeleri ortaya çıkardığı ya da daha iyi tanınmasına yol açtığı XVI. yy'da gerçekleşti. Güçlerinin farkına varan ve keşiflerden kay­naklanan iktisadi yayılmanın sağla­dığı zenginlikle daha da güçlenen bu devletler, Ortaçağ'ın evrensellik öz­lemlerini bir yana bıraktılar ve ara­larındaki rekabeti göz önüne alan yeni uluslararası kurallar ortaya koydular.

XV. ve XVI.yy'larda, Osmanlı împaratorluğu'nun güçlen­mesi Hıristiyanların birleşmesini engellerken, 
🔎Reform hareketi de Kilise' yi zayıf düşürdü ve devletler arasın­daki çatışmaları daha da ciddileştiren bölünmelere neden oldu. Karl V'in (Şarlken) imparatorluğu, 1556' da bölünmesinden sonra bile, çevre­deki devletlerin gözüne bir tehlike olarak göründü; bunun üstüne ba­ğımsızlıklarını korumak ve çok bü­yük devletlerin kurulmasını ya da ayakta kalmasını engellemek isteyen hükümdarlar, Avrupa dengesi dü­şüncesini benimsediler.

Karl V'e karşı oluşan bu düşünce, önce İspanya'ya, 1659'a kadar da Avus­turya sülalesine karşı girişilen sa­vaşımda iyice gelişti. Daha sonra Louis XIV tarafından özellikle İs­panya'ya karşı kullanıldı; ama öbür devletler, Louis XIV'ün genişleme özlemlerini fark edince, aynı düşün­ce bu kez ona yöneltildi. Avrupa'daki savaşlardan en çok kazançlı çıkan ülkeyse İngiltere oldu: Deniz­lerle korunan bu ülke, Avrupa dengesinin kurulmasını sağlayacak güçbirliği önermekle yetinmişti. Avrupa'nın çıkarları ve barışı için üç yüzyıl boyunca ileri sürülen (XVIII. yy'da da ilişkiler eskisi gi­biydi) bu düşünce, sonunda iyice somutlaştı. Ama Avrupa kavramı bir­leşme umudunu ileri sürmekten çok, devletlerin egemenliklerine saygı duyulmasına dayandırıldı.


Batının Hıristiyan devletleri
VI., VII. ve VIII. yy'ların büyük sarsıntıları, Batı devletlerinden bir çoğunu her türlü ticareti bırakıp kendi içlerine kapanmaya sevk etti. Hayatta kalmak ve güçlü olmak artık sadece toprak sahibi olmakla mümkündü. Ancak «feodal» toplum, Avrupa'nın her tarafı için tek ve aynı gerçek değildi: özellikle Loire Irmağı'yla Ren Nehri arasındaki bölgeleri kapsıyordu.
İspanya'nın kuzeyinde, Leön, Castilla, Navarra ve Aragon prensleri, XI. yy'da hâlâ güçlü olan Müslümanların baskılarına karşı koyamayarak toprak bağışlarıyla elde ettikleri savaşçılardan yardım istediler. Bu Hıristiyan İspanya, özellikle XII. yy'dan itibaren Müslümanların fethetmiş oldukları yerleri birer birer geri alarak, güneye doğru genişlemeye başladı. Fakat kültürel ve kurumsal alanlarda, Karolenjlerin etkisinden kurtulamamış olan Katalonya dışında yedi yüzyıllık Müslüman hâkimiyetinin bazı özelliklerini taşımaya devam etti.

Papalık iktidarının nüfuzu altındaki İtalya'ya imparatorlar göz diktiler. Venedik, Cenova, Pisa ve Floransa gibi site devletlerin ba­şındaki finans aristokrasisi, durumunu gittikçe sağlamlaştırdı ve bu devletler XII. yy'dan itibaren güçlü bir şekilde ortaya çıkmaya başladılar. XIV ve XV yy'larda büyük bir kültürel atılım gerçekleştirdiler.

İngiltere'de, 1066'dan sonra, 
🔎Norman Hanedanı henüz pek ka­labalık olmayan bu ülkeye sıkı bir disiplin ve Fransız feodal modelinden kopya edilen bir hizmet ve toprak tahsis sistemi uyguladı. Uzun bir süre kuzey ve batıdaki komşularına karşı savaşan İngiltere kralları, dikkatlerini Fransa'dan ayıramadılar. XIV. yy'a kadar İngiliz Parlamentosu'nda Fransızca konuşuldu. Bu parlamento, büyük toprak sahipleriyle şehir ve kasaba sakinlerinin ko­alisyonundan meydana gelmiş bir kurumdu ve 1215'te kraliyet gücünün zayıflığından yararlanıp Magna Carta diye bilinen fer­manı çıkarttırarak, bu sayede her yıl krallık içinde alınacak vergi­lere izin verme hakkını elde etti. İngiliz monarşisi bu hakka dai­ma saygı gösterdi ve parlamentonun işleyişi birkaç aksaklık dışın­da pek bir sorunla karşılaşmadı.

Fransa'da işler başka türlü gelişti. 🔎Capet Hanedanı'nın iktidarı, XI. yy'da henüz çok zayıf olmasına rağmen, din ve hukuk adam­ları bir ittifak kurarak, devlette disiplini sağlamayı başardı. XIII. yy'da Fransa yönetimi en kuvvetli monarşi oldu; vergileri tayin et­me sorunu kralın ajanlarıyla, bir türlü bir araya gelemeyen Etats-Generaux'daki (Sınıflar Meclisi) halk (üçüncü sınıf) temsilcileri arasında bitmez tükenmez bir pazarlığın konusunu oluşturdu.

İnsanların ve malların serbest dolaşımındaki engellere rağmen Avrupa'nın ekonomisi, XI. yy'dan itibaren canlanmaya başladı ve XII. yy'da da madenî paralar yeniden tedavüle çıkarıldı. Ama he­nüz bir Avrupa duygusu ve bilinci yoktu (belki her yerde bulunan Cluny ve Citeaux tarikatlarının keşişleri dışında).

Doğuda, 1204'te Latinler tarafından mağlup ve yağma edilen İstanbul (Konstantinopolis), XIII. yy'ın sonuna doğru özerkliğine ve Doğu ve Kuzey cephelerinde gözleri kamaştıran dinî ve kültü­rel parlaklığına yeniden kavuştu. Fakat 1453'te Bizans İmparator­luğu, Osmanlılar tarafından fethedilerek tarihe karıştı. Doğudan gelen tehlikeler karşısında (XIII. yy'da Moğollar, XV. yy'da Osmanlılar) Batı, hızlı bir ekonomik büyüme içinde olmakla bera­ber, bir kez daha seferberlik ilan etmek zorunda kaldı. Fakat bir türlü birliğini sağlayamadı, çünkü değişik parçalarının çıkarları birleştirilemiyordu. 1464;te Bohemya kralı Osmanlılara karşı bir Hıristiyan hükümdarlar birliği teklif etti fakat sözünü dinleyen ol­madı. Yarım yüzyıl sonra Fransa Kralı 
🔎I. François, Türklerle an­laşmaya dayanan bir  Realpolitik (gerçekçi politika) uygulayarak bu teklife değişik bir cevap verdi.


Bitmez tükenmez savaşlar

XIV. yy'dan XX. yy'a kadar Avrupa, bitip tükenmek bilmeyen savaşlara sahne oldu. En uzun ve şiddetlileri XVI. ve XVII. yy'lara rastlayan bu silahlı çatışmalar yüzünden Avrupa, halklarının ortak çıkarlarının ve ortak kültürel özelliklerinin bir türlü bilinci­ne varamadı.

Bu anlaşmazlıklar, bazen rakipler arasındaki güç ve toprak kav­gasından, bazen hanedanlar arasındaki rekabetlerden (🔎Yüz Yıl Sa­vaşlarında olduğu gibi) çıkıyor ve ittifaklar yoluyla Avrupa kıta­sının dört bir yanına yayılıyordu. «Başkası»na düşmanlık şeklin­de ortaya çıkan milliyetçilik duygusuysa yavaş yavaş «küçük va­tan» (yani baba toprağı, doğum yeri, «memleket») sevgisinin ye­rini aldı. Ama gün geçtikçe milliyetçilik Avrupa'yı böldü. Hüküm­darlar arasındaki «veraset» savaşları, XVI. ve XVII. yy'larda zirve­ye ulaşarak ortalığı kasıp kavurdu. 🔎XIV. Louis, ailesini İspanya tahtına geçirebilmek için Fransa'yı büyük tehlikelere düşüren çe­tin mücadelelere sürükledi ve savaşın en kritik anında tehdit al­tındaki krallığını kurtarmak için tebaasının milliyetçilik duygula­rına seslenmekte tereddüt etmedi. Bu öyle bir dönemdi ki, herkes komşusunu yok etmek için uzaklarda müttefikler arıyor, «diplo­matik denge» hesapları yapıyordu.

1300 yılından sonra ortaya yeni anlaşmazlık konuları çıktı. Bun­lar dinî nitelikteydi ve Avrupa'yı en azından üç yüzyıl boyunca büyük sıkıntılara soktu. Papalığın itibarını kaybetmesi ve kilise hi­yerarşisi yüzünden çıkan anlaşmazlıklar, öbür dünya için af ve ba­ğışlama garantilerinin satılmasıyla alevleniyor ve rezalet ayyuka çıkıyordu. Dinde ve kilisede reform fikri, XVI. yy'da radikal bir şe­kil aldı. Bu, Avrupa kıtasında yeni bir bölünme yarattı. Kuzey (Ku­zey Almanya, Hollanda, Danimarka, İskandinavya, İngiltere, da­ha sonra da İsviçre) Protestanlığa geçerken, Güney, Katolik Kilisesi'ne bağlı kaldı. Katolik vesayetinden kurtulmak için birbirlerine kenetlenen yeni milletler doğdu (1581'de kurulan Birleşik Eyalet­ler gibi). Bu dinî sürtüşmeler zihniyetleri derinden etkiledi. Avrupa'nın🔎Afrika, Asya ve Amerika kıtalarına doğru genişle­mesi, XV. yy'dan itibaren yeni çatışmaları beraberinde getirdi: büyük çıkarlar söz konusu olduğundan, savaşlar denizlere ve sö­mürge topraklarına sıçradı (XVI. yy'da Hollanda'yla Portekiz, XVII. yy'da İngiltere'yle Birleşik Eyaletler ve XVIII. yy'da Fransa'la İngiltere arasında meydana gelen savaşlar gibi).

Aykırı bir biçimde, bütün bu çalkantılar arasında (din savaşla­rı, yoksulların sürekli olarak içinde yaşadıkları güvensizlik orta­mı, birçok bölgenin yerle bir olması), Avrupa çok belirgin bir kül­türel kalkınmayı da yaşadı:
🔎Rönesans'ın getirdiği entelektüel, bilimsel ve sanatsal canlılık. Şiirlerini artık Latince değil Fransızca yazan Ronsard, «Avrupa'dan ve kavgalarından uzak» bir yere çe­kilmeyi düşlüyordu.

XVII. yy'ın sonunda, Avrupa artık barışa susamış hale gelmiş­ti. Çar
I. Petro, ülkesini Avrupa milletleri arasına soktu; 1756'da, Montesquieu tarafından çizilen bir harita, Avrupa topraklarını Volga'ya kadar dayandırıyordu. Kant 1745'te, Almanca olarak bir ebedî barış projesi kaleme alıyordu. Ve 1625'te Hollandalı Grotius, Latince yazılmış kitabında devletler hukukunun temellerini atmaya çalışıyordu.


Kaynaklar:
Gelişim Hachette
Axis 2000
Times Dünya Tarihi


Köylü Avrupa
1789'un dünyası, ezici oranda kıra dayanmaktaydı. Bu temel gerçek iyice sindirilmeden, bu dünyayı anlamak olanaksızdır. Kent olgusunun hiçbir biçimde gelişmediği Rusya, İskandinavya gibi ülkelerde ya da Balkanlarda nüfusun yüzde 90 ile 97'si kırsal alanda yaşamaktaydı. Hatta gerilemeye başlamış olsa da güçlü bir kent geleneğinin bulunduğu bölgelerde bile kırsal ya da tarımsal nüfusun yüzdesi olağanüstü yüksekti: Elimizdeki tahminlere göre Lombardiya'da yüzde 85, Venedik'te yüzde 72-80, Kalabriya ve Lukaniya'da yüzde 90'ın üzerindeydi. 

Gerçekten de hızla gelişmekte olan birkaç endüstri ya da ticaret bölgesi dışında, her beş sakininden en az dördünün köylü olmadığı büyücek bir Avrupa devleti bulmak için kendimizi epey zorlamamız gerekir. İngiltere'de bile kentli nüfus, kırsal nüfusu ilk kez 1851 'de geride bırakabilmiştir.. E.Hobsbawm, Devrim Çağı, Dost Kitabevi
Taşra kenti, özünde hala kırsal ekonomiye ve topluma aitti. Çevrelerindeki köylülerin sırtından geçiniyorlardı. Taşra kentlerinin meslek sahipleriyle orta sınıf halkı, tahıl ve hayvan ticareti yapıyor, çiftlik ürünlerini işliyor, avukat ve noter olarak soylularm malikanelerinin işlerine ya da toprağa sahip olan veya işleyen toplulukların yaşamlarının önemli bir parçası olan bitmek bilmeyen davalara bakıyorlardı; kırdaki iplik eğirmecilerine ve dokuınacılanna sipariş veren, sonra bunları toplayan tüccar-girişimciydiler ve bütün bunlardan daha saygın olarak hükümeti temsilen kiliseyle lord bulunmaktaydı.

Bu kentlerdeki zanaatkarlar ve dükkan sahipleri, çevrelerindeki köylülere ve köylülerden geçinen kasabalılara mal satarlardı. Taşra kenti, Ortaçağ sonlarındaki görkemli günlerinden sonra hazin bir gerileme içine girmişti. 'Özgür kent'den ya da kent-devletten neredeyse eser kalmamıştı; uluslararası ticarette bir uğrak yeri ya da daha büyük bir pazar için üretim yapan imalatçıların merkezi olmaktan artık çıkmıştı. Gerilemekte olduğundan, tekelini elinde tuttuğu ve dlşarıdan gelen herkese karşı savunduğu kendi pazarına giderek artan bir inatçılıkla sıkı sıkıya yapışmıştı: 
Genç radikallerin ve büyük kent hilebazlarının alaya aldıkları taşracılığın büyük bölümü, bu ekonomik öz-savunma hareketinden kaynaklanmaktaydı. Güney Avrupa' da kibar beyler ve zaman zaman da soylular, malikanelerinden kazandıkları kiralarla buralarda yaşamaktaydı. 

Almanya' da, her biri büyücek birer malikaneden ibaret olan sayısız küçük prenslikteki bürokratlar, itaatkar ve sessiz köylülerden topladıklan gelirlerle Serenissimus'un isteklerinigerçekleştiriyorlardı. Onsekizinci yüzyıl sonlarının taşra kenti, Batı Avrupa'nın bazı bölgelerinde ılırnlı klasik ya da rokoko tarzı taş binaların egemen olduğu fiziksel görünümünün tanıklık ettiği gibi, müreffeh ve genişleyen bir topluluk olabilirdi. Fakat bu refah, kırdan gelmekteyciL E.Hobsbawm, Devrim Çağı, Dost Kitabevi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder