Sizlerle paylaşacağım metinlerle, "büyük resmi" göstermeyi amaçlıyorum. Bu resim doğal olarak metni kaleme alan kültürün kendi yorumunu içermektedir. Bu bağlamda Fransız kaynakların çoğunlukta olduğunu belirterek okuyucuyu uyarmakla yetiniyoruz.Sayfaları düzenlerken zamanı daha az okuyucu için ana metni kısa tuttuk. Biraz daha ayrıntı isteyenler için aynı dönemi kutular içinde yer alan metinlerle genişlettik.Tablolar, okuyucunun düşünümlerine olanak tanımak için hazırlanmıştır. Karşılaştırma yapmak, bütünü görmek ve ayrıntıya ulaşmak için tablolar içindeki etkin bağlantıları kullanabilirsiniz.Kullandığım içerik, ansiklopedik nitelikte olup, internette sıkça rastladığımız türden komplo kuramlarını kapsamamaktadır. Diğer bir deyişle “bilinen gerçeği” yansıtan derlemeler söz konusudur.“Tarih” sorunlu bir alandır. Tarihin neliğine ilişkin içeriğe aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.Tarihi yapanlarla yazanların işbirliği her zaman okuyanların lehine sonuçlar üretmemiştir. B.Berksan
476'da ortadan kalkan🔎Roma İmparatorluğu, daha sonra 800'de Charlemagne, 962'de Büyük Otto I tarafından yeniden kurulmak istendi. Ama farklı özellikler taşıyan bu girişimler farklı sonuçlar verdi. Charlemagne yönetiminde, sınırları oldukça belirgin biçimde çizilmiş bazı Avrupa ülkeleri, siyaset, iktisat, düşünce ve sanat alanlarında ortak bir düzenlemeye gittiler. Başlangıçta bütün Avrupa'yı göz önünde tutan Otto imparatorluğunun girişimiyse, aslında Almanya sınırları içinde kalıyordu (o dönemde Avrupa hâlâ Batı ile bir tutuluyordu). Öte yandan, bu Hıristiyan imparatorluğunun egemenliğini ele geçirmek için, imparatorlar ile papalar arasında iki yüzyıl süren çatışmalar, birleşme olanağını ortadan kaldırdı ve Avrupa kavramının yerine, coğrafi bir kapsamı olmayan evrensel Hıristiyanlık kavramını koydu.
Kuzey Denizinden Roma'ya kadar yeni bir Avrupa ekseni
Çoğu zaman birbirlerine rakip Germen krallıklarına ayrılmış ve zaman zaman iç çekişmelerle parçalanmış eski 🔎Batı Roma İmparatorluğuBatı Roma VI. yy'dan itibaren büyük değişikliklere uğradı. III. yy'dan beri Galya'ya yerleşmiş olan Franklar, güneyde Ebro’dan kuzeyde Elbe'ye ve Danimarka sınırına kadar uzanan alanda bir çeşit birlik sağladılar. İtalya, önce Gotlar, sonra Lombardlar tarafından işgal edildi (VI. yy) fakat kralları papalığa karşı tutunamadılar. Yarımadanın kuzeyi, sonunda Frankların eline geçti.
Angıllarla Saksonlar’ın 🔎, VI. yy'dan IX. yy;a kadar çeşitli küçük krallıklar arasındaki çekişmeler ve çatışmalar yüzünden zor bir dönem yaşadı, ama buna rağmen sanat ve edebiyat alanında parlak eserler vermekten geri kalmadı. Vizigotların 🔎İspanyası «mirasçı devletler» arasında en ilginç olanıdır: güçlü bir şekilde yapılanmış bir kilisenin desteklediği bir monarşi, Katolik inancının, kanunun (Kral Recesvinto'nun 654'te kabul ettiği Forum Judicum (Hukuk Kitabı), Roma'da olduğu gibi, kanunların ülke topraklarında oturan herkese uygulanması esasını benimsedi) ve ülke yönetiminin mutlak birliğine dayanan bir düzeni sağladı.
Ama Vizigotlar İspanyası, 711;de birkaç çarpışmadan sonra Müslümanlara boyun eğmek zorunda kaldı ve böylece Araplar yedi yüzyıl boyunca İber Yarımadasına egemen oldular. Bu uzun işgal dönemi, İspanya'ya bugün hâlâ izlerine rastlanılan damgasını vurmuştur.
Roman ve Germen dilleri arasındaki kopukluk, IV.-XI. yy'larda kesinlik kazandı ve ondan sonra barbar krallıklardan her biri kendine özgü bir kültür yolunu tuttu. Batı, Roma Katolikliği'nin getirdiği birlik sayesinde topyekün çökmekten kurtuldu. Yüzyıllar boyunca Avrupa'nın kadrolarını meydana getiren keşişler, bu birliği kuvvetle desteklediler.
800'de, Charlemagne (Büyük Karl) ve onun hâkimiyeti altında uygulanan bir tür idarî birlik sayesinde, imparatorluk yeniden canlanır gibi oldu. Prensip olarak tam bir kanun ve düzen hâkimiyeti vardı. Saray şairleri içtenlikle Karl'ın gücünü anlatıyor ve onu «dünyanın başı ve Avrupa'nın zirvesi» olarak niteliyorlardı. Odak nokta artık Akdeniz olmaktan çıkmış, Ren kitlesine kaymıştı. Aachen başkent olmuştu. 843'te Verdun Antlaşması'yla Karolenj İmparatorluğu üç krallığa ayrıldı (Batı Frank, Orta Frank ve Doğu Frank).
Ama X. yy'dan itibaren Batı Roma İmparatorluğu,Doğu Frank Kralı I. Otto tarafından geliştirilerek güçlendi. Otto Hanedanı'nın imparatorları ve daha sonra Hohenstaufen Hanedanı, Almanya'nın Slavların aleyhine doğuya doğru Elbe Irmağı'nın ötesine kadar ve İskandinavlar’ın aleyhine kuzeye doğru genişlemesini desteklediler. Kendilerini esas itibarıyla doğu cephesinde ilerlemeye verdiklerinden, çok geçmeden Karolenj İmparatorluğunun ilerde Fransa olacak olan batı kısmına hâkim olmaktan vazgeçtiler. |
---|
Avrupa’yı birleştirme girişimi
Müslümanların
711 yılında Güney Akdeniz'de İspanya’ya, 732 yılında da Güney Fransa'ya kadar
yayılması sonucunda bu bölgelerdeki eski ulaşım sistemi geçerliliğini
yitirirken, ticari ilişkiler de Kuzey Afrika ve İspanya’dan gelen Sarazen ve
Mağribilerden dolayı kesilir. Göç döneminde Clovis'in (y. 466-511) yönetiminde
olan Fransa da Galya-Roma bölgesinde kendi Latin kaynaklı izlerini taşıyan
bir bölge oluşturur, ama sonuçta o da Alman bölgesiyle daha
sıkı bağlar kurar. Dikkati buradan, eski başkent Roma yerine, kuzeyle doğu sınırlarında
bulunan ve din açısından ortak özelliklere sahip olan halklara çevirmek daha
kolay olur. Bu arada, Saksonya'nın Şarlman (742-814) tarafından fethinden
sonra kuzeyde yaşayan ve yayılmakta olan halklarla ve Slav kontrolundeki Doğuyla
kurulan sıkı ilişkiler krallığın miras olarak devraldığı eski ve yeni
sorunlarla ve Şarlman'ın politikalarıyla bağlantılı olarak ortaya çıkan
sorunlarla yüzleşmesine neden olur.
Danimarka
kralı Harald'ın Mainz yakınlarında 826 yılında vaftiz edilmesi ve 831 yılında
Elbe'nin kuzeyinde, Aziz Anscarius'un İskandinav bölgesini de içeren Hamburg
başpiskoposluğunun kurulması bu açıdan büyük önem taşır. İlk Viking istilaları
ve Slav isyanlarıyla beraber imparatorluğun geçirdiği kriz döneminden dolayı
yayılma hareketlerine bir süreliğine ara verilir. Frankların İskandinavya'yla
bağlantı kurma girişimleri de önem taşır,
çünkü runik alfabe gibi temel bilgilerin aktarımını teşvik eder ve muhtemelen
İskandinavya'nın, kuzeyin ortak dili olduğu düşünülen eski Sakson dilinde yazılmış
olan Heliand [Kurtarıcı] adlı muhteşem şiir gibi popüler Hıristiyan şiirlerinin
etkisinde kalmasını sağlarlar.
Ortaçağ, Şarlman'dan Verdun Antlaşması'na Frank Krallığı, Ernst Erich Metzner
|
Dinsel Bölünme
Tüm Hıristiyan Batının imparatorluk bayrağı altında birleştirilmesi rüyası, hiçbir zaman gerçekleşmedi. Kaldı ki, imparator, papalığın şahsında Batının yönetimi konusunda ciddî bir rakiple karşılaştı. Papa, Germenlerin teşebbüslerine karşı,: Polonya ve Bohemya'nın, Hıristiyanlığı kabul etmesinden sonra da İskandinav dünyasının bağımsızlığını bir koz olarak kullandı. Üstelik Roma'nın imparatorluk yönetiminden çok daha etkili bir infaz şebekesi vardı: keşişler ve piskoposlar.
Henüz Avrupa olmayan bu Batı, her taraftan kuşatma altındaydı ve korku içinde yaşamaktaydı. VIII. yy'ın sonundan XI. yy'ın başına kadar, İskandinavlar, İskoçya, İngiltere, İrlanda ve hatta Fransa'ya saldırdılar ve bu ülkelerin büyük bir kısmını talan ve işgal ettiler. Sonra da Güney İtalya ile Sicilya'ya yerleştiler. Slavlar, Elbe'nin ötesindeki topraklarına saldıran imparatorluk kuvvetlerine şiddetle karşı koydular. Güneyde, Batı Akdeniz'de, adalarda, İspanya'da ve hatta Güney İtalya'da (Roma 846'da yağma edildi) ] Müslümanlar Batı'yı taciz ettiler. Nihayet doğuda Bizans'ın karşı konulamaz yükselişiyle Ruslar, Bulgarlar ve daha başka Doğul Slavları Ortodoksluğu kabul etti ve böylece Hıristiyan Avrupa kıtası ikiye bölündü. Uzun bir süre «Avrupa» batı kısmıyla, yani Latin Hıristiyanlığıyla özdeşleşti. 996'da imparatorluk tahtına çıkanı III. Otto, Quedlinburg Yıllığına göre, «Roma halkının, fakat aynı zamanda bütün Avrupa halklarının onayını almıştır.»
🔎Akınlar |
---|
Avrupa Dengesinin Kurulması
Avrupa'nın, dünyanın geri kalan bölgelerine oranla kendini ortaya koyabilmesi, büyük keşiflerin, söz konusu bölgeleri ortaya çıkardığı ya da daha iyi tanınmasına yol açtığı XVI. yy'da gerçekleşti. Güçlerinin farkına varan ve keşiflerden kaynaklanan iktisadi yayılmanın sağladığı zenginlikle daha da güçlenen bu devletler, Ortaçağ'ın evrensellik özlemlerini bir yana bıraktılar ve aralarındaki rekabeti göz önüne alan yeni uluslararası kurallar ortaya koydular.
XV. ve XVI.yy'larda, Osmanlı împaratorluğu'nun güçlenmesi Hıristiyanların birleşmesini engellerken, 🔎Reform hareketi de Kilise' yi zayıf düşürdü ve devletler arasındaki çatışmaları daha da ciddileştiren bölünmelere neden oldu. Karl V'in (Şarlken) imparatorluğu, 1556' da bölünmesinden sonra bile, çevredeki devletlerin gözüne bir tehlike olarak göründü; bunun üstüne bağımsızlıklarını korumak ve çok büyük devletlerin kurulmasını ya da ayakta kalmasını engellemek isteyen hükümdarlar, Avrupa dengesi düşüncesini benimsediler.
Avrupa'nın, dünyanın geri kalan bölgelerine oranla kendini ortaya koyabilmesi, büyük keşiflerin, söz konusu bölgeleri ortaya çıkardığı ya da daha iyi tanınmasına yol açtığı XVI. yy'da gerçekleşti. Güçlerinin farkına varan ve keşiflerden kaynaklanan iktisadi yayılmanın sağladığı zenginlikle daha da güçlenen bu devletler, Ortaçağ'ın evrensellik özlemlerini bir yana bıraktılar ve aralarındaki rekabeti göz önüne alan yeni uluslararası kurallar ortaya koydular.
XV. ve XVI.yy'larda, Osmanlı împaratorluğu'nun güçlenmesi Hıristiyanların birleşmesini engellerken, 🔎Reform hareketi de Kilise' yi zayıf düşürdü ve devletler arasındaki çatışmaları daha da ciddileştiren bölünmelere neden oldu. Karl V'in (Şarlken) imparatorluğu, 1556' da bölünmesinden sonra bile, çevredeki devletlerin gözüne bir tehlike olarak göründü; bunun üstüne bağımsızlıklarını korumak ve çok büyük devletlerin kurulmasını ya da ayakta kalmasını engellemek isteyen hükümdarlar, Avrupa dengesi düşüncesini benimsediler.
Karl V'e karşı oluşan bu düşünce, önce İspanya'ya, 1659'a kadar da Avusturya sülalesine karşı girişilen savaşımda iyice gelişti. Daha sonra Louis XIV tarafından özellikle İspanya'ya karşı kullanıldı; ama öbür devletler, Louis XIV'ün genişleme özlemlerini fark edince, aynı düşünce bu kez ona yöneltildi. Avrupa'daki savaşlardan en çok kazançlı çıkan ülkeyse İngiltere oldu: Denizlerle korunan bu ülke, Avrupa dengesinin kurulmasını sağlayacak güçbirliği önermekle yetinmişti. Avrupa'nın çıkarları ve barışı için üç yüzyıl boyunca ileri sürülen (XVIII. yy'da da ilişkiler eskisi gibiydi) bu düşünce, sonunda iyice somutlaştı. Ama Avrupa kavramı birleşme umudunu ileri sürmekten çok, devletlerin egemenliklerine saygı duyulmasına dayandırıldı.
Batının Hıristiyan devletleri
VI., VII. ve VIII. yy'ların büyük sarsıntıları, Batı devletlerinden bir çoğunu her türlü ticareti bırakıp kendi içlerine kapanmaya sevk etti. Hayatta kalmak ve güçlü olmak artık sadece toprak sahibi olmakla mümkündü. Ancak «feodal» toplum, Avrupa'nın her tarafı için tek ve aynı gerçek değildi: özellikle Loire Irmağı'yla Ren Nehri arasındaki bölgeleri kapsıyordu. İspanya'nın kuzeyinde, Leön, Castilla, Navarra ve Aragon prensleri, XI. yy'da hâlâ güçlü olan Müslümanların baskılarına karşı koyamayarak toprak bağışlarıyla elde ettikleri savaşçılardan yardım istediler. Bu Hıristiyan İspanya, özellikle XII. yy'dan itibaren Müslümanların fethetmiş oldukları yerleri birer birer geri alarak, güneye doğru genişlemeye başladı. Fakat kültürel ve kurumsal alanlarda, Karolenjlerin etkisinden kurtulamamış olan Katalonya dışında yedi yüzyıllık Müslüman hâkimiyetinin bazı özelliklerini taşımaya devam etti. Papalık iktidarının nüfuzu altındaki İtalya'ya imparatorlar göz diktiler. Venedik, Cenova, Pisa ve Floransa gibi site devletlerin başındaki finans aristokrasisi, durumunu gittikçe sağlamlaştırdı ve bu devletler XII. yy'dan itibaren güçlü bir şekilde ortaya çıkmaya başladılar. XIV ve XV yy'larda büyük bir kültürel atılım gerçekleştirdiler. İngiltere'de, 1066'dan sonra, 🔎Norman Hanedanı henüz pek kalabalık olmayan bu ülkeye sıkı bir disiplin ve Fransız feodal modelinden kopya edilen bir hizmet ve toprak tahsis sistemi uyguladı. Uzun bir süre kuzey ve batıdaki komşularına karşı savaşan İngiltere kralları, dikkatlerini Fransa'dan ayıramadılar. XIV. yy'a kadar İngiliz Parlamentosu'nda Fransızca konuşuldu. Bu parlamento, büyük toprak sahipleriyle şehir ve kasaba sakinlerinin koalisyonundan meydana gelmiş bir kurumdu ve 1215'te kraliyet gücünün zayıflığından yararlanıp Magna Carta diye bilinen fermanı çıkarttırarak, bu sayede her yıl krallık içinde alınacak vergilere izin verme hakkını elde etti. İngiliz monarşisi bu hakka daima saygı gösterdi ve parlamentonun işleyişi birkaç aksaklık dışında pek bir sorunla karşılaşmadı. Fransa'da işler başka türlü gelişti. 🔎Capet Hanedanı'nın iktidarı, XI. yy'da henüz çok zayıf olmasına rağmen, din ve hukuk adamları bir ittifak kurarak, devlette disiplini sağlamayı başardı. XIII. yy'da Fransa yönetimi en kuvvetli monarşi oldu; vergileri tayin etme sorunu kralın ajanlarıyla, bir türlü bir araya gelemeyen Etats-Generaux'daki (Sınıflar Meclisi) halk (üçüncü sınıf) temsilcileri arasında bitmez tükenmez bir pazarlığın konusunu oluşturdu.
İnsanların ve malların serbest dolaşımındaki engellere rağmen Avrupa'nın ekonomisi, XI. yy'dan itibaren canlanmaya başladı ve XII. yy'da da madenî paralar yeniden tedavüle çıkarıldı. Ama henüz bir Avrupa duygusu ve bilinci yoktu (belki her yerde bulunan Cluny ve Citeaux tarikatlarının keşişleri dışında). Doğuda, 1204'te Latinler tarafından mağlup ve yağma edilen İstanbul (Konstantinopolis), XIII. yy'ın sonuna doğru özerkliğine ve Doğu ve Kuzey cephelerinde gözleri kamaştıran dinî ve kültürel parlaklığına yeniden kavuştu. Fakat 1453'te Bizans İmparatorluğu, Osmanlılar tarafından fethedilerek tarihe karıştı. Doğudan gelen tehlikeler karşısında (XIII. yy'da Moğollar, XV. yy'da Osmanlılar) Batı, hızlı bir ekonomik büyüme içinde olmakla beraber, bir kez daha seferberlik ilan etmek zorunda kaldı. Fakat bir türlü birliğini sağlayamadı, çünkü değişik parçalarının çıkarları birleştirilemiyordu. 1464;te Bohemya kralı Osmanlılara karşı bir Hıristiyan hükümdarlar birliği teklif etti fakat sözünü dinleyen olmadı. Yarım yüzyıl sonra Fransa Kralı 🔎I. François, Türklerle anlaşmaya dayanan bir Realpolitik (gerçekçi politika) uygulayarak bu teklife değişik bir cevap verdi. |
---|
Bitmez tükenmez savaşlar
XIV. yy'dan XX. yy'a kadar Avrupa, bitip tükenmek bilmeyen savaşlara sahne oldu. En uzun ve şiddetlileri XVI. ve XVII. yy'lara rastlayan bu silahlı çatışmalar yüzünden Avrupa, halklarının ortak çıkarlarının ve ortak kültürel özelliklerinin bir türlü bilincine varamadı.
Bu anlaşmazlıklar, bazen rakipler arasındaki güç ve toprak kavgasından, bazen hanedanlar arasındaki rekabetlerden (🔎Yüz Yıl Savaşlarında olduğu gibi) çıkıyor ve ittifaklar yoluyla Avrupa kıtasının dört bir yanına yayılıyordu. «Başkası»na düşmanlık şeklinde ortaya çıkan milliyetçilik duygusuysa yavaş yavaş «küçük vatan» (yani baba toprağı, doğum yeri, «memleket») sevgisinin yerini aldı. Ama gün geçtikçe milliyetçilik Avrupa'yı böldü. Hükümdarlar arasındaki «veraset» savaşları, XVI. ve XVII. yy'larda zirveye ulaşarak ortalığı kasıp kavurdu. 🔎XIV. Louis, ailesini İspanya tahtına geçirebilmek için Fransa'yı büyük tehlikelere düşüren çetin mücadelelere sürükledi ve savaşın en kritik anında tehdit altındaki krallığını kurtarmak için tebaasının milliyetçilik duygularına seslenmekte tereddüt etmedi. Bu öyle bir dönemdi ki, herkes komşusunu yok etmek için uzaklarda müttefikler arıyor, «diplomatik denge» hesapları yapıyordu.
1300 yılından sonra ortaya yeni anlaşmazlık konuları çıktı. Bunlar dinî nitelikteydi ve Avrupa'yı en azından üç yüzyıl boyunca büyük sıkıntılara soktu. Papalığın itibarını kaybetmesi ve kilise hiyerarşisi yüzünden çıkan anlaşmazlıklar, öbür dünya için af ve bağışlama garantilerinin satılmasıyla alevleniyor ve rezalet ayyuka çıkıyordu. Dinde ve kilisede reform fikri, XVI. yy'da radikal bir şekil aldı. Bu, Avrupa kıtasında yeni bir bölünme yarattı. Kuzey (Kuzey Almanya, Hollanda, Danimarka, İskandinavya, İngiltere, daha sonra da İsviçre) Protestanlığa geçerken, Güney, Katolik Kilisesi'ne bağlı kaldı. Katolik vesayetinden kurtulmak için birbirlerine kenetlenen yeni milletler doğdu (1581'de kurulan Birleşik Eyaletler gibi). Bu dinî sürtüşmeler zihniyetleri derinden etkiledi. Avrupa'nın🔎Afrika, Asya ve Amerika kıtalarına doğru genişlemesi, XV. yy'dan itibaren yeni çatışmaları beraberinde getirdi: büyük çıkarlar söz konusu olduğundan, savaşlar denizlere ve sömürge topraklarına sıçradı (XVI. yy'da Hollanda'yla Portekiz, XVII. yy'da İngiltere'yle Birleşik Eyaletler ve XVIII. yy'da Fransa'la İngiltere arasında meydana gelen savaşlar gibi). Aykırı bir biçimde, bütün bu çalkantılar arasında (din savaşları, yoksulların sürekli olarak içinde yaşadıkları güvensizlik ortamı, birçok bölgenin yerle bir olması), Avrupa çok belirgin bir kültürel kalkınmayı da yaşadı:🔎Rönesans'ın getirdiği entelektüel, bilimsel ve sanatsal canlılık. Şiirlerini artık Latince değil Fransızca yazan Ronsard, «Avrupa'dan ve kavgalarından uzak» bir yere çekilmeyi düşlüyordu. XVII. yy'ın sonunda, Avrupa artık barışa susamış hale gelmişti. Çar I. Petro, ülkesini Avrupa milletleri arasına soktu; 1756'da, Montesquieu tarafından çizilen bir harita, Avrupa topraklarını Volga'ya kadar dayandırıyordu. Kant 1745'te, Almanca olarak bir ebedî barış projesi kaleme alıyordu. Ve 1625'te Hollandalı Grotius, Latince yazılmış kitabında devletler hukukunun temellerini atmaya çalışıyordu. |
---|
Kaynaklar:
Gelişim Hachette
Axis 2000
Times Dünya Tarihi
Gelişim Hachette
Axis 2000
Times Dünya Tarihi
Köylü Avrupa
1789'un
dünyası, ezici
oranda kıra
dayanmaktaydı. Bu temel gerçek iyice sindirilmeden, bu
dünyayı anlamak
olanaksızdır.
Kent olgusunun hiçbir biçimde gelişmediği Rusya,
İskandinavya
gibi ülkelerde ya da Balkanlarda nüfusun yüzde 90
ile 97'si kırsal
alanda yaşamaktaydı. Hatta gerilemeye başlamış olsa
da güçlü bir kent geleneğinin
bulunduğu bölgelerde bile kırsal ya da tarımsal nüfusun
yüzdesi olağanüstü
yüksekti: Elimizdeki tahminlere
göre Lombardiya'da yüzde 85, Venedik'te yüzde 72-80, Kalabriya ve Lukaniya'da
yüzde 90'ın
üzerindeydi.
Gerçekten de hızla gelişmekte
olan birkaç endüstri ya da ticaret bölgesi dışında, her
beş sakininden en az dördünün köylü olmadığı büyücek bir Avrupa devleti bulmak
için kendimizi epey zorlamamız
gerekir. İngiltere'de bile kentli nüfus, kırsal nüfusu ilk kez 1851 'de
geride bırakabilmiştir.. E.Hobsbawm, Devrim Çağı,
Dost Kitabevi
|
Taşra
kenti, özünde hala kırsal ekonomiye ve topluma aitti.
Çevrelerindeki köylülerin
sırtından geçiniyorlardı. Taşra
kentlerinin meslek sahipleriyle orta
sınıf halkı, tahıl ve hayvan
ticareti yapıyor, çiftlik
ürünlerini işliyor, avukat
ve noter olarak soylularm malikanelerinin işlerine ya da toprağa sahip
olan veya işleyen toplulukların yaşamlarının önemli bir parçası
olan bitmek
bilmeyen davalara bakıyorlardı; kırdaki iplik eğirmecilerine ve dokuınacılanna sipariş veren, sonra bunları toplayan tüccar-girişimciydiler
ve bütün
bunlardan daha saygın olarak hükümeti temsilen
kiliseyle lord bulunmaktaydı.
Bu
kentlerdeki zanaatkarlar ve dükkan sahipleri, çevrelerindeki köylülere
ve köylülerden geçinen kasabalılara mal satarlardı. Taşra kenti, Ortaçağ sonlarındaki görkemli
günlerinden sonra hazin bir gerileme içine girmişti.
'Özgür kent'den ya da kent-devletten neredeyse eser kalmamıştı; uluslararası ticarette bir uğrak yeri
ya da daha büyük bir pazar için üretim yapan
imalatçıların merkezi
olmaktan artık çıkmıştı. Gerilemekte olduğundan, tekelini
elinde tuttuğu ve dlşarıdan gelen herkese karşı
savunduğu kendi
pazarına giderek artan bir inatçılıkla
sıkı sıkıya yapışmıştı:
Genç radikallerin
ve büyük kent hilebazlarının alaya aldıkları taşracılığın büyük bölümü,
bu ekonomik öz-savunma hareketinden kaynaklanmaktaydı.
Güney Avrupa'
da kibar beyler ve zaman zaman da soylular, malikanelerinden kazandıkları kiralarla
buralarda yaşamaktaydı.
Almanya' da,
her biri büyücek birer
malikaneden ibaret olan sayısız küçük prenslikteki bürokratlar, itaatkar
ve sessiz köylülerden topladıklan gelirlerle
Serenissimus'un isteklerinigerçekleştiriyorlardı. Onsekizinci yüzyıl sonlarının taşra kenti, Batı Avrupa'nın bazı bölgelerinde ılırnlı klasik
ya da rokoko tarzı taş binaların egemen
olduğu fiziksel görünümünün tanıklık ettiği gibi, müreffeh ve genişleyen bir topluluk olabilirdi. Fakat
bu refah, kırdan gelmekteyciL E.Hobsbawm, Devrim Çağı,
Dost Kitabevi
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder