Rusya’nın “Sovyetler Birliği “ dönemini anlatacak, gösterecek metinler, soğuk savaş döneminin rekabetçi politikalarının ve bunun günümüze yansıyan izlerinin gölgesinde oluşturulmuştur. Batı’nın özgürlükçü ve mükemmel rejimlere sahip olduğu, buna karşın Rusya’nın önder ülke olduğu doğu bloku rejimlerinin tam aksine totaliter, sahte demokrasiler ve başarısız ekonomik politikalar izledikleri kanıtlanmaya çalışılmıştır. Bu çabaların Sovyet görüşleri bağlamında aksi de doğrudur. Bazı olumsuzluklar büyüteç altına alınarak yansıtılırken, başarılar da küçültülmeye çalışılmıştır. Burada alıntılanan metinlerin de bu kusurları taşıdığını düşünüyorum. Gerçek resmi görmek ise, çoklu okumalara dayanarak, düşünerek, okuyucunun çabasına kalıyor. B.Berksan.
1921 yılına gelindiğinde Rusya’da yeni rejim bütün muhalefeti ve isyanları bastırmayı başardı. Müttefikler Rusya’da işgal ettikleri bölgelerden çekildiler. Ancak tüm yaşananlar, Sovyetlerin gözünde batılı devletlerin kendisini ortadan kaldırmak istediği düşüncesini güçlendirdi. Benzer şekilde Sovyetler de Batılı Devletlere güven vermemekteydi. Lenin ve arkadaşları Ekim 1917 İhtilali sonrası bir Dünya Proleter İhtilali’ni geçekleştirmek için Mart 1919’da III. Enternasyonal’i (Komintern) kurdular. Rejimlerini dünyaya ihraç etme çabalarını, Almanya ve Macaristan’da komünist ihtilallerin başarıya ulaşamaması, Rusya’daki isyan hareketleri ve batılı devletlerin müdahaleleri üzerine terk etmek zorunda kaldılar. Bunun yerine mevcut komünist rejimi güçlendirmek için ekonomik kalkınmayı hedef olarak seçtiler.
NEP
Yeni Ekonomi Politikası, Rus ekonomisini çöküşten kurtarmak amacıyla Lenin tarafından ortaya konan ekonomik politika idi. Bazı özel işletmelere izin verilerek, NEP sayesinde küçük işletmelerin kapitalizmde olduğu gibi kar mantığıyla devam etmesini içeren politikada sosyalist devlet, bankaları, büyük sanayi kuruluşlarını ve dış ticareti tekel olarak kontrol etmeye devam ediyordu.
NEP, Sovyetler Birliği Komünist Partisi X. Kongresi’nde kararlaştırıldı ve resmi olarak 21 Mart 1921 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu kararla köylülerden zorla alınan fazla tarımsal ürün alımı durdurulmuş, bunun yerine ürün üzerinden vergi alınmaya başlandı. Sanayi kuruluşlarıyla ilgili ek kararlarla politika netleştirildi. NEP politikaları kapsamında öncelikli olarak Savaş Komünizmi uygulamalarından en tepki çekeni olan, tarımsal ürün zoralımına son verildi. Köylülerin ürünlerini belirli bir kâr oranında pazarda satmalarına izin verildi. Köylüler artık fazla ürünlerini istedikleri gibi pazarda satabiliyor ve fazla ürün üretmek için çaba gösteriyordu. Tarımsal sektör, ağır sanayiden çok hızlı büyümekteydi. Fabrikalar dengeyi sağlayabilmek için imal edilen ürünleri daha yüksek fiyattan satmakta, köylüler ise bu tüketim ürünlerini satın alabilmek için daha fazla üretim yapmaktaydı. Tarımsal ürünlerin fiyatı ise dolayısıyla düşmekteydi. Bu durumu fark eden köylüler fazla ürünlerini hemen pazara getirmeyip en yüksek fiyatı verecek alıcıyı beklemeye başladılar. Bu açmaz ortaya yeni bir vurguncu zümrenin çıkmasına yol açtı. “NEP men” denilen bu insanlar genellikle tüccar ve tefeciydi, yüksek fiyatlardan ürünleri alarak kendi komisyonlarını koyup bu ürünleri devlete satmaktaydı. Bu durum sosyalist bir düzen için kabul edilemez bir durum olmasına rağmen geçiş aşamasında bu gibi durumlar Bolşevikler ve işçiler tarafından genel ekonomik kalkınma adına sineye çekildi.
NEP politikaları sayesinde I. Dünya Savaşı ve Rus İç Savaşı yüzünden harabeye dönen ekonomik yapı ayağa kalktı. 1925 yılına gelindiğinde siyasi, ekonomik ve kültürel olarak büyük bir değişim gerçekleştirilmiş; küçük işletmeler ve hafif sanayi tamamen özel girişimci ve kooperatiflerin eline geçmişti. 1928 yılına gelindiğinde tarımsal ve sanayi üretimi 1913 savaşı öncesinin seviyelerine gelmişti.
Rusya Tarihi, Açık öğretim
|
Ekonomik ve teknik yardım almak için Batılı Devletlerle ilişkileri geliştirmeye yöneldiler. Bu çabalar sonucunda İtalya, İngiltere ve Fransa 1924 yılında Sovyet Rejimi’ni tanıdılar.
Ancak Sovyet Rejimi’ni tanıyan ve diplomatik ilişkiler kuran Batılı Devletler, kendi düzenlerini yıkma amacında olduğunu düşündükleri Sovyet Rusya’ya güven duymuyorlardı. İki dünya savaşı arasındaki dönemde Sovyetler Birliği ile Batılı devletler arasındaki ilişkilerin en belirleyici özelliği bu olmuştur. Sovyetler Birliği ile Batılı devletler arasındaki ilişkilerin karşılıklı güvensizliğe dayalı olmasının aksine Almanya ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkiler 1922 yılında Cenova’da toplanan dünya ekonomik konferansı sırasında yakınlaşmıştır. Sürekli tamirat borçları gündeme getirilen Almanya dışında batılı devletler ile Sovyetler Birliği arasında da gerginlik ortaya çıkmıştır. Batılı Devletlerin, Çarlık Rusya’sının borçları ve Rusya’daki yatırımlarının devletleştirilme bedellerinin ödenmesi taleplerini Sovyet Rejimi geri çevirdi. Bu durum, Almanya ile Sovyetler Birliği’ni birbirine yakınlaştırdı.
16 Nisan 1922’de Cenova yakınlarında Rapallo’da imzaladıkları Antlaşma ile iki devlet arasında diplomatik ilişkiler başladı. Bu gelişme, batılı devletlerce hoşnutsuzlukla karşılanırken 1925 yılında imzalanan Locarno Antlaşmaları da Sovyetler Birliği’ni rahatsız etti. Nitekim Rapallo Antlaşması’nın etkisiz kalacağını düşünen Sovyetler Birliği’nin ısrarı üzerine 24 Nisan 1926’da Berlin’de bir Alman-Sovyet Antlaşması imzalandı. Buna göre taraflardan biri saldırıya uğrarsa diğeri tamamen tarafsız kalacak ve taraflardan birine ekonomik ve mali yaptırım uygulanırsa diğer devlet buna katılmayacaktı. Hitlerin iktidara gelmesine kadar her iki devletin ilişkileri iyi bir seviyede yürümüştür. Ancak İngiltere ve Fransa’nın Rusya’daki rejimi yıkmak istedikleri ve her an savaş çıkarabilecekleri korkusu Sovyetleri rahatsız ederken, Sovyetlerin izlediği dış siyaset de Batılı Devletler için kuşku vericiydi.
III. Enternasyonel ile ortaya konan Dünya Proleter İhtilali anlayışı 1927’de Troçki’nin, Komünist Partiden ihraç edilmesiyle iyice geri plana itilmişse de karşılıklı güvensizlik devam etti. Bu yüzden Sovyet Rusya Locarno Antlaşmaları’na karşılık olarak etrafını çevreleyen devletlerle “saldırmazlık ve tarafsızlık antlaşmaları” oluşturmaya çalıştı. Bu anlamda 17 Aralık 1925’de Paris’te Türkiye ile bir dostluk ve saldırmazlık anlaşması imzalarken, Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya ve Romanya’ya 1926 da, Fransa’ya da 1927’de aynı türde antlaşma teklifinde bulunduysa da sadece Eylül 1926 da Litvanya ile bir anlaşma imzalayabildi. Yakınçağ Avrupa Tarihi, Açık Öğretim
1917 Ekim İhtilali sonrası Sovyet Rusya’yı öldüğü 1924 yılına kadar Lenin yönetti. Lenin’in ölümünden sonra başlangıçta Yosif Stalin, Grigori Zinoviev ve Lev Kamenev’den oluşan bir” Üçlü Otorite” (Triumvriat) iktidarı ele geçirdi. Ancak Lenin’in ölümü sonrası Parti içindeki fikir ayrılığı iyice su yüzüne çıktı.
Stalin
Lenin’in ölümünden sonra Genel Sekreterlik görevine getirilen Stalin, beş yıl içinde parti ve devlet yönetiminde mutlak hakimiyetini kurdu. Toplam 30 yılı aşan hakimiyeti döneminde bilhassa üç-dört özelliği ile dikkati çekti. İlki tarım ülkesi olan Rusya’yı dünyanın etkili bir sanayi ülkesine çevirdi. Ülkeyi kolektifleştirdi, hemen herşeyi devletleştirerek, neredeyse özel mülkiyeti ortadan kaldırdı. Bütün bunları yaparken milyonlarca insanı çalışma kamplarına koyarak, ulusları top yekûn sürerek, insan haklarını çiğneyerek, hukuku ayaklar altına alarak örneği pek görülmemiş terör metotlarını kullandı. İkinci Dünya Savaşının galipleri arasında yer aldı. Diğer ifade ile Stalin çökmekte olan çarlık rejimini dünya gücü olan Sovyetler Birliğine dönüştürdü.
Rusya Tarihi, Açık öğretim
|
Troçki’nin önderliğinde Dünya Proleter İhtilali’nin gerçekleştirilmesi amacını taşıyan grubun karşısında partinin çoğunluğuna dayanan Stalin vardı. Stalin, daha realist bir politika izlemek taraftarıydı. İki grup arasındaki çekişme, 1926 yılında Stalin’in zaferiyle sonuçlandı ve Troçki, Türkiye’ye kaçmak zorunda kaldı. Stalin, daha sonra Troçki’ye karşı ittifak yaptığı Zinoviev ve Kamenev’i de etkisiz hale getirerek Komünist Parti’ye egemen oldu. Stalin partiyi ele geçirdikten sonra 1928’de 5 yıllık bir planı yürürlüğe soktu. Plan, Sovyet ekonomisini ayağa kaldırmayı amaçlıyordu. Bu plana karşı pek çok ayaklanma olduysa da Stalin hepsini bastırdı. Plandaki sanayileşme, tarımda kolektifleşme amaçları genel olarak başarıya ulaşsa da halkın refah düzeyi yükseltilemedi. Bu 5 yıllık planı ve yeni planları uygulamak için Sovyet Rusya’nın barışçı bir dış politika izlemesi gerekiyordu.
Beş Yıllık Planları
Stalin, Sovyetler Birliği’nde daha güçlü bir sanayi temeli kuruluncaya kadar sosyalizmin tam olarak uygulanamayacağı kanısındaydı. O zaman genişlemiş bir proletarya, Sovyet Komünizmine daha geniş bir temel sağlardı. Stalin, Sol Muhalefeti temizledikten sonra, onların sanayileşmeyi hızlandırma planına açıktan açığa sahip çıktı. Bunun maliyeti ise köylülerden daha fazla kaynak sızdırılarak karşılanacaktı. Stalin, "fazlalıklar"ın devlete devredilmesi uygulamasını 1928’ de ve 1929'da yeniden başlattı ve "kulak" denilen zengin köylülerin arazilerine el koydu. Bu uygulama köylü muhalefetinin artmasına yol açınca 1930’da bir sonraki adımı attı: Tarım zorla kollektifleştirildi; toprak ve hayvanlar üzerindeki özel mülkiyete son verildi. Beş Yıllık Plan, Lenin'in Yeni Ekonomik Politikası’nın tamamen terk edilmesiyle sonuçlandı.
Nikolay Buharin (1888-1938), yenilenen kamulaştırma ve acil kolektifleştirme politikasına karşı çıktı, çünkü bunun, köylülerin rejime desteğini büyük ölçüde zayıflatacağı kanısındaydı. Bunun nihai sonucu olarak, sanayileşme hızlanmaktan çok yavaşladı 1928 de Buharin, Stalin'in kolektif liderlik ilkesini tamamen terk etmesine ve böylece kişisel otoritesini pekiştirmesine de karşı çıkan Sağ Muhalefet'in lideri oldu Stalin, Buharin'i, "kapitalist unsurlarda teslim olmaya çalışmakla suçladı 1930’un sonuna gelindiğinde, Stalin, Sağ Muhalefet’i temizlemiş bulunuyordu Hem Sol Muhalefet'in hem de Sağ Muhalefet’in ayak altında çekilmesiyle, Joseph Stalin’in uzun diktatörlüğü gerçek anlamda başladı. Buharin, 1938’de idam edildi.
Küçük tarlalar zorla birleştirilerek kolektif çiftlikler oluşturuldu. Köylüler her yıl belirli bir süre kolektif çiftlik için çalışmak zorundaydılar; makineler, tohum ve giysiler devletçe sağlanıyordu. Serbest piyasa ortadan kalktı; üretim kotalarını ve fiyatları devlet belirliyordu. Tarımın kolektifleştirilmesinin başlıca amaçlarından birisi, köylüleri sanayide çalışmaya zorlamaktı. Birinci Beş Yıllık Plan döneminde, 9 milyon köylü fabrikalarda çalışmak üzere alındığı için, Sovyetler Birliği'nin sınai ve kentsel nüfusları ikiye katlandı.
Stalin, Mart 1930’da Pravda'da "Başarı Sarhoşluğu" başlıklı bir yazı yayınladı. Uyguladığı Beş Yıllık Plan'ın, en uçuk beklentilerini bile aşan bir başarıya ulaştığını ve artık bir mola verme zamanının geldiğini duyurdu. Aslında zoraki kolektifleştirme, Sovyet tarımsal üretiminin felaket derecesinde azalmasına yol açmıştı. Gerçekten de Stalin, görevlilere, el konulmuş hayvanları sahiplerine iade etmeleri emrini verdi. Ama bunu, teoride bir değişiklik değil, bir mola olarak görüyordu.
Beş Yıllık Plan, dört yıl üç ay sonra 1932’de sona erince, köylülerin % 62’si kolektif çiftliklerde devlet için çalışıyordu. Köylülerin küçük şahsi tarlalarını ellerinde tutmalarına izin verildi; onların yetiştirdikleri sebzeler ve meyveler, pazara ulaşan ürünlerin neredeyse yarısını oluşturuyordu.
….
Ama genel olarak bakılınca. Beş Yıllık Plan sırasında Sovyetler Birliği’nde yaşam koşulları kötüleşti. Yakıt ve makine aksamı eksiklikleri şiddetlendi. Yüzbinlerce köylü öldürüldü, belki 2 milyonu da ağır çalışma cezasıyla Sibirya'ya ya da diğer uzak yerlere sürgün edildi. 1930-1933 arasında yaklaşık 7 milyon kişi açlıktan öldü ve 1932-1933 döneminde, çoğu Ukrayna'da olmak üzere 4-5 milyon insan açlık çekti. Orta Asya'daki Kazakistan'da 1926-1933 arasında yaklaşık 2 milyon kişi (nüfusun onda biri) öldü ya da öldürüldü.
İnsani kayıp hiç umursanmadan unutulduğu taktirde, ağır sanayi kurma seferberliği başarılıydı. Sovyet verileri hatalı ve bazen yanıltıcı olmasına rağmen devlet, ağır sanayide (demir ve çelikte), yakıt üretiminde (petrol ve elektrikte) yeni sanayilerde (özellikle kimyasallarda) ve traktör imalatında bazı iddialı üretim hedeflerine gerçekten ulaştı. Buhran, 1929-1934 yılları arasında Batı ekonomilerini tarumar ederken, Sovyet ekonomisi %27 gibi dikkate değer yıllık büyüme oranını yakalamış olabilir. Yetersiz planlama, rakamların bildirilmesinde yaşanan kargaşa (üstüne üstlük, başarıları bildirme telaşının artması), en yetenekli teknisyenlerin (toplumsal sınıflan nedeniyle) görevden alınarak yerlerine sadık ama yarı okuryazar işçilerin ya da petrolü çamur zanneden köylülerin getirilmesi nedeniyle oluşan verimsizliğe rağmen bu başarılar kazanıldı.
Dinyeper Barajı ve Ural Dağları’ndaki yeni sanayi kenti Magnitogorsk gibi dev gösteriş projeleri, milletlerarası ölçekte ilgi çekti. Yabancı ziyaretçiler, coşkulu görünen pek çok işçiyle karşılaştılar. Parti yetkilileri, “emek kahramanları" seçiyor ve belirlenen üretim hedeflerini rekor düzeylerde aşan bu kişileri övüyorlardı…
İkinci Beş Yıllık Plan (1933-1937), süregiden kolektifleştirmeye rağmen, çığırtkan sınıf savaşı söylemine daha az dayanıyordu. 1936'ya gelindiğinde, köylülerin %93'ü kolektif çiftliklerde çalışıyordu. Stalin, burjuva kökenli “uzmanlara karşı ideolojik kampanyayı gevşetti ve teknokratlar yeniden fabrikalarda görülmeye başlandı. Ama Sovyet yaşamının kalitesi önemli derecede iyileşmedi.
….
Bu arada, Stalin iktidar üzerindeki denetimini sağlamlaştırdı. Tüketim mallarının çoğu hala yetersiz olmakla birlikte, 1930’larda Sovyetler Birliği’nde 4,5 milyon radyo Stalin’in konuşmalarını yayınlıyordu.
Modern Avrupa Tarihi, John Merriman, Çev, Şükrü Alpagut, Say Yayınları
|
1930’dan itibaren Rusya barışçı bir politika izlerken Kızıl Ordu’nun çağdaş silahlarla donatılması da ihmal edilmedi. 5 yıllık planın önemli kısmı savaş sanayisine yönelikti. Barışçı politikanın bir sonucu olarak Dünya İhtilali düşünceleri bir yana bırakıldı. Rusya, 1927 Cenevre Silahsızlanma Konferansı’na katıldı ve takip eden yıl da Briand-Kellog Paktı’na girdi. 8 Mart 1931’de Türkiye ile “Deniz Silahlarının Sınırlandırılması Antlaşması”nı imzaladı. 1931-1932 Çin Japon anlaşmazlığında tarafsız kaldı. Besarabya’nın Romanya’ya katılmasını tanımasa da bütün komşularıyla Saldırmazlık ve Dostluk Antlaşmaları imzalamayı ihmal etmedi. Sovyetlerin önceliği ekonomik durumlarını düzetmek ve barıştan yararlanarak gelecekteki olası savaşlara hazırlanmaktı. Kasım 1933’de A.B.D. tarafından da tanınmıştı. Ancak Hitler’in ortaya çıkıp Avrupa’yı tehdit etmeye başlaması, Sovyet Rusya’yı yeni bir politika izlemeye yöneltti. Özellikle Hitler’in doğuya doğru genişleme eğilimi, Rusya’yı tedirgin ediyordu. Uzak Doğu’da Japon tehlikesiyle karşılaşması Stalin’i, Fransa ile bir anlaşma arayışına yöneltti. Sovyet Rusya artık statükonun korunması ve ortak bir güvenlik sisteminden yana bir politika izlemeye başladı. Nitekim 1933’de Milletler Cemiyeti’nin üyesi oldu.
İspanya iç savaşının çıkmasıyla İspanya’da Komünistlerle Nasyonal Sosyalistler arasındaki mücadele nedeniyle Almanya ve Rusya ilişkileri daha da gerilmeye başladı. Almanya’nın, Avusturya’yı ilhak etmesi, Çekoslovakya’yı ortadan kaldırması gibi adımlar atması ve Polonya’yı tehdit etmeye başlaması üzerine İngiltere ve Fransa ile Moskova’da görüşmelere başladı. Ancak Rusya’nın Baltık Devletleri’ni ele geçirme istekleri nedeniyle Rusya gizlice Almanya ile de görüşmelere başladı. Yeni bir savaşın yakın olduğunu sezen Rusya, bu savaşı sınırlarından uzaklaştırarak Kapitalist blok ile Faşist blok arasında çıkacak bu savaştan yararlanmak peşindeydi. Sovyetler yeni bir dış politika izlemeye başladılar ve Almanya ile anlaşarak kapitalist devletler ile Faşist ülkeler arasında çıkacak savaşı teşvik etmeye çalıştılar. Gizli şekilde Almanlarla görüşmeleri sürdüren Rusya, 23 Ağustos 1939’da Saldırmazlık Paktı’nı imzaladı. Böylece Sovyetler Birliği, Baltık Devletleri ve Polonya’yı Almanya ile paylaşma imkânı elde ederken Faşist ve Kapitalist bloklar arasında çıkacak bir savaşın sonucunu yıpranmadan bekleyecek ve bu arada silahlanmasını da tamamlayacaktı.
Kruşçof
Stalin’in ölümünden sonra SBKP Genel Sekreterliğine seçilen Nikita Kruşçov’un ilk işlerinden biri rejimi biraz nefes alınacak duruma getirmesi oldu. Kruşçov Stalin’in şahıs kültünü yıktı ve onun özel olarak azınlıklara karşı suçlarını ortaya çıkardı. Milyonlarca azınlık haksız suçlamalarla sürüldüler diyerek Türki topluluklardan Kırım Tatar, Karaçay, Balkar, Ahıska Türkü ile Volga boyu Almanları, Kalmuklar Kuzey Kafkasya halkları Çeçen ve İnguşların adlarını saydı. İktidarı esnasında 1956’da Macaristan’da rejime karşı bir ayaklanma olunca, Sovyet tanklarını yolladı. Dört bin Macar’ın öldürülmesi ile isyan bastırıldı. Bu Sovyetler Birliğinin bir müttefikine ilk defa açıkça bir müdahalesi idi.
Yerine Leonid Brejnev geçti ve Kruşçov’tan daha fazla 18 yıl hakimiyette kaldı. O Kruşçov döneminde verilen kısıtlı özgürlükleri ortadan kaldırdı. Tarım ve endüstri üretimi artırma konusunda programlar düzenledi. Bu çabasında başarıları da oldu. 1973 yılına kadar tarım üretiminde ancak % 3’lük bir artış olmuşsa da, endüstri ile madencilik alanında % 130’dan fazla bir artış kaydedildi. Halkın yaşam seviyesi yükseldi, geliri arttı. Ancak 1973’ten sonra beklenmedik bir durgunluk yaşanmaya başladı. Böylece Brejnev’in batılı ülkeler ve A.B.D.’yi yakalama fırsatını kaybetti. Brejnev tarihe Güney Kore ile Kuzey Kore arasında süren savaşa katkıları ile de geçti. Komünist bir rejime sahip olan Kuzey Kore’ye Çin ile Sovyetler yardım ederken, Güney Kore’ye Amerika yardım ediyordu. Brejnev Sovyetler Birliği ordusunu kullanmayı gerekli gören bir liderdi. Çekoslovakya lideri Aleksandr Dupçek ülkeyi liberalleştirme gayreti içine girince Moskova Ağustos 1968’de Varşova Paktı ülkeleri ( Bulgaristan, Doğu Almanya, Macaristan ve Polonya) ve kendi askerleri ile Prag’a girerek kanlı şekilde Dubçek taraftarlarının bir kısmını öldürdü, diğerleri ise tutuklandı ve eski katı rejim geri döndü.
Brejnev ekonomik kalkınma politikasının yürümediğini görerek bu sefer Afganistan Marksist-Leninist Demokratik Afganistan Cumhuriyetine yardım bahanesi ile 24 Aralık 1979’da ordusunu soktu. Bu hükümete karşı Afgan mücahitleri duruyordu. Daha sonraları bu mücahitler Amerika’dan yardımlar da aldılar. Sovyetler Birliği Afganistan’da bir çıkmaza girdi. 10 yıl süren savaş Gorbaçov zamanında sona erdi.
Mihail Gorbaçov Mart 1985’te SBKP Genel Sekreterliğine seçilen son şahıs oldu. Mart 1990’da Devlet Başkanı da seçildi. İlk görevi altı yıldan, ikinci görevi ise bir yıldan biraz fazla sürdü. Gorbaçov SSCB’nin dünyaya Komünizm ideallerini yaymanın ötesinde 22,5 milyon kilometrekarelik dünyanın en büyük ülkesini nasıl yönetebileceği sorusuyla karşı karşıyaydı. SSCB’de sosyalist sistem halka mutluluk getirmemiş, tekdüzelik hakim olmuştu. Müttefikleri Moskova’dan memnun değildi. Diğer taraftan ülke çok pahalıya mal olan Afganistan askeri macerasına girmiş bulunuyordu. Endüstrinin ve bir hayli üretim araçlarının modern dünyadaki gelişmelere ayak uyduramaması›, çalışanların kayıtsız devlet işçilerine dönüşmesi SSCB’nin geleciğini karartıyordu. Bunlardan kurtulmak için Gorbaçov Glasnost (fieffafl›k) ve Perestroyka (yeniden yapılanma) reform programını başlattı.
Rusya Tarihi, Açık Öğretim Ders Kitabı
|
Sovyetler Birliğinin Çökmesi
20. yüzyılın son çeyreğine girilirken sahip olduğu askeri yetenek ve siyasi etki alanı açısından bakıldığında Sovyetler Birliği gerçekten de tartışmasız bir güç gibi görünüyordu. Ancak askeri ve siyasi bakımdan sergilediği etkileyici görüntünün aksine Sovyetler Birliği, ekonomik ve sosyal konularda ciddi bir çöküş süreci içindeydi. 1960’lı yılların ortasından 1980’li yılların ortalarına kadar geçen yaklaşık 20 yıllık dönemde Sovyet ekonomisindeki büyüme oranı yıllık %4,9’dan %1,8’e gerilemişti. Benzer şekilde 1980’li yıllarda tarım üretimindeki artış ise ancak %1,2 olmuştu. 1969 yılında ortalama yaşam süresi 69,3 yıl iken sadece 10 yıl sonra yaşam süresi 67,7 yıla inmişti. Aynı dönemde çocuk ölümleri ise binde 22,6’dan binde 28’e yükselmişti. Öte yandan alkolizm de ülkenin en ciddi sorunları arasında yer alıyor ve milli gelirin yaklaşık %8-9’u bu sıkıntının yol açtığı toplumsal sorunlarla mücadelede harcanıyordu. Sovyetler Birliği’ndeki bu tablo, Soğuk Savaş’ın ardından pek çok ciddi ekonomik ve sosyal meseleyi gündeme taşıdı. Ancak Sovyet topraklarında yaşanan bu iç sorunların ötesinde asıl gündem, Sovyetler Birliği’nin Doğu Avrupa ülkeleri üzerindeki etkisini kaybetmesi ve iki Almanya’nın birleşmesi ile ilgiliydi. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından yürütülen tartışmalar özellikle Almanya’nın birleşmesi hakkında hiçbir devletin yeterince istekli olmadığını açığa çıkaracaktı. Yakınçağ Avrupa Tarihi, Açık Öğretim
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder