Napolyon
Savaşları
1793-4'te Fransızların amacı Devrimi korumaktı. 1794-5'de,
Alçak Ülkeleri, Ren bölgesini, İspanya'nın bir bölümünü, İsviçre'yi ve
Savoy'u (ve Ligurya'yı) işgal ettiler. 1796'da Napoleon'un ünlü İtalya seferi, onlara bütün İtalya'yı kazandırdı ve Fransa'ya karşı kurulan ilk koalisyonu
kırdı. Napoleon'un, Malta'ya, Mısır'a ve Suriye'ye yaptığı keşif seferleri
(1797-9), İngiltere'nin deniz gücü karşısında başarılı olamadı ve Napoleon'un
yokluğunda kurulan ikinci koalisyon, Fransa'yı İtalya'dan çıkartarak Almanya'ya
kadar sürdü.
Müttefik ordularının İsviçre'de yenilmesi (1799 Zurich savaşı),
Fransa'yı istiladan kurtardı ve bir süre sonra Napoleon'un geri dönmesi ve
iktidarı almasıyla Fransa bir kez daha saldırıya geçti. 1801 'de kıta Avrupası'ndaki
geri kalan müttefikleri, hatta 1802'de İngiltere'yi barış masasına oturttu.
Ondan sonra, 1794-8'defethedilen ya da kontrol altına
alınan bölgelerde Fransa'nın üstünlüğü, sorgusuz sualsiz devam
etti.
1805-7'de Fransızlara karşı yeni bir savaş başlatma girişimi,
sadece Fransa'nın nüfuzunu Rus sınırlarına kadar yaymasını sağladı. 1805'de
Moravya'daki Austerlitz savaşında Avusturya yenildi ve ona da barış
dayatıldı. Ayrı olarak ve sonradan savaşa giren Prusya, 1806'daki Jena ve
Auerstaedt savaşlarında darmadağın oldu ve parçalandı. Auerstaedt'te
yenilmesine, Eylau'da (1807) tokatlanmasına ve Friedland'da (1807) bir kez
daha yenilmesine karşın, Rusya askeri bir güç olarak dokunulmaz
kaldı. Bu anlaşma sayesinde İskandinavya ve Türkiye Balkanları dışında
kıtanın geri kalanı da Fransa'nın hegemonyasına girmekle birlikte, Tilsit
Anlaşması'nda (1807) Rusya'ya haklı olarak saygılı davranıldı. 1809'da
Avusturya'nın özgürlüğü sarsma girişimi, Aspern-Essling ve Wagram
savaşlarında boşa çıkartıldı. Ne var ki 1808'de, Napoleon'un kardeşi
Joseph'in başlarına kral olarak getirilmesine karşı İspanyolların başlattığı
isyan, İngilizlere bir manevra alanı açtı ve bu yarımadada, İngilizlerin
zaman zaman uğradıkları yenilgilerden ve ricatlardan (örneğin 1809-10'da)
etkilenmeyen sürekli bir askeri faaliyetin başlamasına neden oldu.
Ancak Fransa, bu dönemde denizde tam anlamıyla bozguna uğradı.
Trafalgar savaşından (1805) sonra, sadece kanalı geçerek İngiltere'yi istila
etme değil, denizaşırı temaslar kurma şansı da ortadan kalktı. Ekonomik baskı
dışında İngiltere'yi yenmenin başka bir yolu yok gibi görünüyordu; Kıta Avrupası
Sistemi'ni (1806) kurarak Napoleon'un da yapmaya çalıştığı buydu. Bu ablukayı
etkin biçimde dayatmanın ve sürdürmenin önündeki güçlükler, Tilsit anlaşmasının
yarattığı istikrarı da zedeledi ve Rusya ile aranın açılmasına neden oldu;
bu, Napoleon'un geleceği açısından dönüm noktasıydı. Rusya istila, Moskova
işgal edildi. Napoleon'un düşmanlarının çoğunun benzer koşullar altında
yaptığı gibi Çar da barış yapmış olsaydı, kumarı kazanmış olacaktı. Fakat Çar
bunu yapmadı. Napoleon da, ya kesin kazanma ihtimali olmayan bitmeyecek bir
savaşı sürdürmek ya da geri çekilmekten birini seçmek durumunda
kaldı. Her ikisi de aynı oranda bir felaketti. Daha önce gördüğümüz gibi,
Fransız ordusunun yöntemleri, yeterince zengin ve insanların yoğun olarak
yaşadıkları bölgelere hızla baskın vermeye ve hayat damarlarını kesmeye
dayanıyordu.
Fakat ilk kez geliştirildiği Lombardiya'da ve Ren bölgesinde
işleyen, hatta orta Avrupa'da da uygulama şansı bulan bu yöntem, Polonya ve
Rusya gibi muazzam genişlikte, boş ve kıraç yerlerde tümüyle başarısızlığa
uğradı. Napoleon, Rusya'nın kışından çok, Büyük Ordu'ya yeterince ikmal
yapamadığı için yenildi. Moskova'dan çekilmek, Ordu'yu yıktı.
Rusya'ya giren 610.000 kişiden ancak 100.000 kadarı Rusya' dan çıkabildi. Bu koşullar altında, Fransa'ya karşı kurulan son koalisyona yalnız Fransa'nın eski düşmanlarıyla kurbanları değil, kazanan tarafta olmaya can atan herkes katıldı; sadece Saksonya kralı, Napoleon'a bağlılığından çok geç vazgeçti. Yeni ve son derece toy Fransız ordusu, Leipzig'de (1813) yenildi ve müttefikler, Napoleon'un hayranlık verici manevralarına rağmen, Fransa'ya doğru amansız ilerleyişlerini sürdürdüler; İngiltere ise İberik Yarımadası'ndan Fransa'ya ilerledi. Paris işgal edildi ve İmparator 6 Nisan 1814'de tahttan çekildi. 1815'te iktidarını geri almayı denedi, ama Waterloo savaşı (Temmuz 1815) onun sonu oldu.
Devrim Çağı, Eric Hobsbawm, Dost Kitabevi
|
Napolyon
Napolyon
Napoleon, barbar memleketi olan Korsika ölçülerine göre kibar
bir aileden gelmiş olmakla birlikte, tipik bir karisyeristti. 1769'da doğdu;
kraliyet ordusunun teknik yeterliliğin vazgeçilmez olduğu ender dallarından
birinde, topçuluk alanında yavaş yavaş yükseldi; hırslı, zor beğenen biriydi
ve devrimciydi. Devrim ve bilhassa tüm gücüyle desteklediği Jakoben
diktatörlüğü zamanında son derece önemli bir cephede yerel bir komiser
tarafından oldukça yetenekli ve gelecek vaad eden bir asker olarak farkedildi.
Komiser de raslantı eseri Korsikalı'ydı, ancak bu durum görüşlerini olumsuz
yönde pek etkilememiş olmalı. II. Yıl, onu general yaptı. Robespierre'in
düşüşünden sağ salim yakayı sıyırmayı başardı ve Paris'te işe yarar
bağlantılar geliştirme yeteneği, bu sıkıntılı günlerden sonra ona yardımcı
oldu.
Kendisini sivil otoritelerden bağımsız hareket eden
Cumhuriyet'in birinci asker kişisi yapacak olan 1796 İtalyan Seferi'nde şansı yaver gitti. 1799
yılının yabancı işgalleri Direktuvar'ın güçsüzlüğünü ve kendisinin de
vazgeçilmezliğini ortaya koyunca, iktidar yarı yarıya kendisine teslim
edilmiş, yarı yarıya da kendisi tarafından ele geçirilmiş oldu. Birinci
Konsül oldu; ardından ömür boyu Konsül ilan edildi; ardından İmparatorluğa
getirildi. Kendisinin gelmesiyle birlikte, sanki bir mucize olmuş gibi,
Direktuvar'ın çözülmeyen sorunları çözülür hale geldi. Birkaç yıl içinde
Fransa'nın bir Medeni Kanun'u oldu, kiliseyle anlaştı ve hatta burjuva istikrarının
en çarpıcı simgesi olan Merkez Bankası'nı kurdu. Böylelikle dünya ilk laik
mitine kavuştu.
Yaşlı okurlar ya da eski adetlere bağlı ülkelerdeki
okuyucular, Napoleon mitinin yüzyıl boyunca nasıl yaşadığını bilirler: Orta
sınıftan hiçbir ev, onun büstü olmadan tamam sayılmazdı ve nüktedan, zeki
broşür yazarları şaka yollu da olsa onun bir insan değil, bir güneş-tanrı
olduğunu ileri sürerlerdi. Bu mitin olağanüstü gücü, ne Napoleon'un
zaferleriyle, ne Napoleoncu propagandayla, hatta ne de Napoleon'un şüphe
götürmez kişisel dehasıyla açıklanabilir. Bir insan olarak iktidar onu
oldukça çirkinleştirmişse de, hiç tartışmasız son derece parlak, çok yönlü,
zeki ve düş gücü olan biriydi. Bir general olarak benzersizdi; bir yönetici
olarak son derece etkili bir tasarımcı, şef, idareci, icracı ve kendisine
bağlı olanların yapmakta olduklarını kavrayıp yol gösterebilecek çok yönlü
bir zihinsel yeterliliğe sahipti.
Devrim Çağı, Eric Hobsbawm, Dost Kitabevi
|
1792'den 1812'ye kadarki yirmi yılda, Avrupa haritası ve devletler sistemi geniş ölçüde yeniden düzenlendi. Fransız Devrim orduları üç çeşit ülkesel ve siyasal değişim getirdiler.
İlk olarak ve çeşitli zamanlarda Alçak Ülkeler, Almanya'nın, İsviçre ve İtalya'nın büyük bölümlerini doğrudan ilhak etmek yoluyla Fransa'nın öz ülkesini genişlettiler. Cumhuriyetin seksen üç olan il sayısı 1810'da imparatorlukla kırk dört milyon nüfuslu, yüz otuz departmana çıktı. Aisne, Allier, Aude... serilerine, "Bouches de l'Elbe" (Hamburg), "Sımplon" ve "libre" gibi yenileri eklendi. Fransa imparatorluğunun Fransızlığı her bir ilhakla azalıyordu.
İkinci olarak, her biri Fransa'ya sıkı şekilde bağlanmış olan koskoca bir yeni devletler takımı oluşturulmuştu, bunların her biri kendi anayasa modellerine ve Fransız usulü yönetime sahipti. Bu devletler, Hollanda Krallığına çevrilen (1804-1810) Batavya Cumhuriyetini (1795-1804), Etruria Krallığını (1801-1805), Ren Konfederasyonunu (1806-1813), Berg Büyük Dükalığını (1806-1813), Westphalia Krallığını (1807-1813), Varşova Büyük Dükalığını (1806-1813), beş İtalya cumhuriyetini ve sözde (Kuzey) İtalya Krallığını kapsamaktaydı.
Üçüncü olarak, Napoleon'un daha sonraki işgallerinin ardından, eski zamanlarda kurulmuş birkaç devletin varlığını sürdürmesine izin verildi, fakat büyük ölçüde değiştirilen sınırlar ve sıkıca denetlenen iç düzenlemelerle. Bunlar Avusturya, Prusya, İspanya, Napoli ve Portekiz'di.
Napoleon'un devrimci açıdan yeniden biçimlendirilen aydın despotluğundan kurtulan Avrupa bölgeleri sadece Britanya Adaları, İskandinavya, Rusya ve Osmanlı nüfuz alanlarıydı. Bu istisnalarla Avrupa, geleneksel düzeni yok eden, ancak insanlarına kısaca tamamen farklı bir şeyin tadını tattıran radikal değişikliklere bağlı kaldı.
Yerel nüfusun değişikliklere ne derece kucak açtığı ya da bunları başlattığı biraz karmaşık bir konudur. Bazı yerlerde açıkça sevinçten uçtular. Örneğin Fransız müdahalesini öteden beri isteyen Hollanda'da ve İsviçre'de derinlere kök salmış cumhuriyetçi unsurlar mevcuttu; Brüksel, Milano ya da Varşova gibi bazı kentlerin açıkça istek göstermeleri için iyi nedenler vardı. Diğer yerlerde, Fransızların kabulü karmadan düşmancaya dek derecelendirilebilir. Napoleon kurtuluş söyleminde güçlüydü, fakat bunun pratik uygulamasında zayıftı. Serflerin azad edilmelerinin ve cumhuriyet yönetiminin yararlarını artan vergilerin ve amansız zorunlu askerliğin getirdiği sıkıntılarla tartmak gerekir. Birçok ülkede ve özellikle İspanya'da, Fransızların gelişi şiddetli savaşları kışkırttı. Avrupa'da kuramsal olarak devrimi destekleyen birçok insan, bunu pratikte oldukça baskıcı bulacaktı.
Yerel nüfusun değişikliklere ne derece kucak açtığı ya da bunları başlattığı biraz karmaşık bir konudur. Bazı yerlerde açıkça sevinçten uçtular. Örneğin Fransız müdahalesini öteden beri isteyen Hollanda'da ve İsviçre'de derinlere kök salmış cumhuriyetçi unsurlar mevcuttu; Brüksel, Milano ya da Varşova gibi bazı kentlerin açıkça istek göstermeleri için iyi nedenler vardı. Diğer yerlerde, Fransızların kabulü karmadan düşmancaya dek derecelendirilebilir. Napoleon kurtuluş söyleminde güçlüydü, fakat bunun pratik uygulamasında zayıftı. Serflerin azad edilmelerinin ve cumhuriyet yönetiminin yararlarını artan vergilerin ve amansız zorunlu askerliğin getirdiği sıkıntılarla tartmak gerekir. Birçok ülkede ve özellikle İspanya'da, Fransızların gelişi şiddetli savaşları kışkırttı. Avrupa'da kuramsal olarak devrimi destekleyen birçok insan, bunu pratikte oldukça baskıcı bulacaktı.
Norman Davies- Avrupa Tarihi
1799 yılı önemli bir noktalama işareti gibidir. Bu tarihte gerçekleştirilen darbeyle Direktuar yönetimi ortadan kaldırılırken Napolyon Bonapart iktidara geldi. Cumhuriyetin bir generali olan Napolyon'un kısa sürede kurduğu diktatörlük 1814'e kadar sürerken dış ilişkileri bir kez daha altüst edip süreç içinde Avrupa haritasını yeniden oluşturdu. Yeni rejimde Birinci Konsül olarak göreve başlayıp kısa sürede Fransa İmparatoru oldu.
Çağının önde gelen şahsiyetleri gibi Bonapart da genç yaşta iktidara geldi. Olağanüstü dehaya sahip amansız askeri kişiliğini daha önce sergilemişti. Kazandığı zaferlerde kurnaz politik sağduyusunu isyankar bir tavır içinde hareket etmeye hazır olmasıyla birleştirmesi ona göz kamaştırıcı bir ün sağladı. Birçok bakımdan 18. yüzyılda görülen "serüvenci" tipinin örneğiydi. 1799'da başarılı generalliği ve görkemli fetihleri sayesinde kazandığı büyük bir kişisel itibara ve popülerliğe sahipti. Bu durumdan bertaraf ettiği politikacılar dışında kimse şikayetçi değildi. Kısa sürede orduya geri dönüp Fransa'ya karşı yeni bir savaş ittifakı yapan Avusturya'yı yenerek Fransa açısından zaferle dolu bir barış imzalaması bu itibarı pekiştirdi. Bu durum devrime yönelik tehdidi ortadan kaldırdı.
Birinci Konsül'ün devrime bağlılığından kimsenin kuşkusu yoktu ama bu ne anlama geliyordu? Kısa sürede monarşiyi yeniden kuran Napolyon (artık resmen sadece bu adla anılacaktı) 1804'te imparatorluğunu ilan etti. Bu asla eski monarşinin restorasyonu değildi. Aksine sürgündeki Bourbon Hanedanı'nı küçük düşürmek için her fırsatı kullanıp (hatta hanedana mensup prenslerden birini öldürttü), herhangi bir uzlaşmanın imkansız olduğunu gösterdi. İmparatorluğunu sağlama almak için aradığı halk desteğini düzenlediği halk oylamasıyla buldu. Fransızların onayladığı bu yeni monarşi halkın egemenliğine, yani devrime dayanıyordu. Resmi açıdan bir cumhuriyet rejimi olan Konsüllüğün başlattığı devrimin sağlamlaştırılma sürecini üstleniyordu.
1790'larda gerçekleştirilen büyük kurumsal reformlar ya pekiştirildi ya hiç dokunulmadı. Kilise mallarının tasfiyesi ardından haşlayan arazi satışlarına hiçbir müdahalede bulunulmadı. Eski meslek loncaları canlandırılmadı, eski hukuk sistemi yeniden yürürlüğe konmadı. Kanun önünde eşitlik ilkesi asla sorgulanmadı.
Bunların dışında yeni adımlar atıldı. Devlet memurlarının uzun zamandan beri gerçekleşmesini beklediği kanunların çıkarılması, günümüze kadar gelen Fransız hukuk sisteminin temelini oluşturdu. Bunun gerçekleşmesi Napolyon'un girişimciliği ve kararlılığının sonucuydu. 1789'dan beri her Fransızın ümide beklediği bu kanunlar, büyük ölçüde devrim meclisi üyelerinin eseri olmasına rağmen 1790'1ı yılların çalkantısı içinde meclisten geçirememişlerdi. Her ilin (departman) başına yönetici olarak bir vali (prefect) atandı. Bu valiler yetkileı;i bakımından Terör Döneminin olağanüstü hal temsilcilerini andırıyordu (eski devrimcilerin birçoğu prefect olmuştu). İmparatorluk hükümetinin günlük işleyişinde devrim ilkelerinin sık sık ihlal edildiği bir gerçekti. 1793'ten itibaren iktidara gelen tüm Fransız hükümetleri gibi Napolyon da basını cezalandırıcı bir sansür sistemiyle kontrol altına aldı. İnsanlar yargılanmadan hapsedilirken İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi fazla dikkate alınmadı. İşkenceyle sorgulama yasaklanmasına rağmen Napolyon'un gizli polisi bu uygulamayı sürdürdü. Konsüllük ve imparatorluk döneminde temsil organları bulunmasına rağmen pek dikkate alınmadı. Bununla birlikte görünüşe bakılırsa, tüm bunlar Fransız halkının arzularına uygundu. Napolyon'un gerçekliği son derece uyanık biçimde kabul etmesi de onların desteğini arttırmıştı. Napolyon'un papayla yaptığı anlaşma sonucu Fransa'da kilisenin konumundaki değişikliğin hukuken tanınması, Katoliklerin rejimle yeniden barışmasını sağladı.
Sonuçta tüm bunlar devrimin yurtta despotizmle, yurtdışındaysa askeri ve diplomatik güçle, güçlü biçimde pekiştirilmesini sağladı. Sonunda tüm bu kazanımlar Napolyon'un dev askeri hamleleriyle zarara uğradı. Aslında bu hamleler Fransa'ya Avrupa'da bir süre üstünlük sağladı. Fransız orduları doğuda Moskova'ya, batıda Portekiz'e ulaşırken, güneyde Atlantik kıyısındaki Coruna'dan kuzeyde Stettin'e kadar garnizonlar kurdu. Ne var ki bu yayılmanın maliyeti çok ağırdı. İşgal edilen ülkelerin amansızca sömürülmesi bile Fransa'nın askeri hegemonyasını, Napolyon'un küstah saldırganlığının yarattığı Avrupa koalisyonuna karşı sonsuza kadar sürdürmesini sağlayamadı.
.....
Avrupa Tarihi, J.M. Roberts, İnkulap Yayınevi
1799 yılı önemli bir noktalama işareti gibidir. Bu tarihte gerçekleştirilen darbeyle Direktuar yönetimi ortadan kaldırılırken Napolyon Bonapart iktidara geldi. Cumhuriyetin bir generali olan Napolyon'un kısa sürede kurduğu diktatörlük 1814'e kadar sürerken dış ilişkileri bir kez daha altüst edip süreç içinde Avrupa haritasını yeniden oluşturdu. Yeni rejimde Birinci Konsül olarak göreve başlayıp kısa sürede Fransa İmparatoru oldu.
Çağının önde gelen şahsiyetleri gibi Bonapart da genç yaşta iktidara geldi. Olağanüstü dehaya sahip amansız askeri kişiliğini daha önce sergilemişti. Kazandığı zaferlerde kurnaz politik sağduyusunu isyankar bir tavır içinde hareket etmeye hazır olmasıyla birleştirmesi ona göz kamaştırıcı bir ün sağladı. Birçok bakımdan 18. yüzyılda görülen "serüvenci" tipinin örneğiydi. 1799'da başarılı generalliği ve görkemli fetihleri sayesinde kazandığı büyük bir kişisel itibara ve popülerliğe sahipti. Bu durumdan bertaraf ettiği politikacılar dışında kimse şikayetçi değildi. Kısa sürede orduya geri dönüp Fransa'ya karşı yeni bir savaş ittifakı yapan Avusturya'yı yenerek Fransa açısından zaferle dolu bir barış imzalaması bu itibarı pekiştirdi. Bu durum devrime yönelik tehdidi ortadan kaldırdı.
Birinci Konsül'ün devrime bağlılığından kimsenin kuşkusu yoktu ama bu ne anlama geliyordu? Kısa sürede monarşiyi yeniden kuran Napolyon (artık resmen sadece bu adla anılacaktı) 1804'te imparatorluğunu ilan etti. Bu asla eski monarşinin restorasyonu değildi. Aksine sürgündeki Bourbon Hanedanı'nı küçük düşürmek için her fırsatı kullanıp (hatta hanedana mensup prenslerden birini öldürttü), herhangi bir uzlaşmanın imkansız olduğunu gösterdi. İmparatorluğunu sağlama almak için aradığı halk desteğini düzenlediği halk oylamasıyla buldu. Fransızların onayladığı bu yeni monarşi halkın egemenliğine, yani devrime dayanıyordu. Resmi açıdan bir cumhuriyet rejimi olan Konsüllüğün başlattığı devrimin sağlamlaştırılma sürecini üstleniyordu.
1790'larda gerçekleştirilen büyük kurumsal reformlar ya pekiştirildi ya hiç dokunulmadı. Kilise mallarının tasfiyesi ardından haşlayan arazi satışlarına hiçbir müdahalede bulunulmadı. Eski meslek loncaları canlandırılmadı, eski hukuk sistemi yeniden yürürlüğe konmadı. Kanun önünde eşitlik ilkesi asla sorgulanmadı.
Bunların dışında yeni adımlar atıldı. Devlet memurlarının uzun zamandan beri gerçekleşmesini beklediği kanunların çıkarılması, günümüze kadar gelen Fransız hukuk sisteminin temelini oluşturdu. Bunun gerçekleşmesi Napolyon'un girişimciliği ve kararlılığının sonucuydu. 1789'dan beri her Fransızın ümide beklediği bu kanunlar, büyük ölçüde devrim meclisi üyelerinin eseri olmasına rağmen 1790'1ı yılların çalkantısı içinde meclisten geçirememişlerdi. Her ilin (departman) başına yönetici olarak bir vali (prefect) atandı. Bu valiler yetkileı;i bakımından Terör Döneminin olağanüstü hal temsilcilerini andırıyordu (eski devrimcilerin birçoğu prefect olmuştu). İmparatorluk hükümetinin günlük işleyişinde devrim ilkelerinin sık sık ihlal edildiği bir gerçekti. 1793'ten itibaren iktidara gelen tüm Fransız hükümetleri gibi Napolyon da basını cezalandırıcı bir sansür sistemiyle kontrol altına aldı. İnsanlar yargılanmadan hapsedilirken İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi fazla dikkate alınmadı. İşkenceyle sorgulama yasaklanmasına rağmen Napolyon'un gizli polisi bu uygulamayı sürdürdü. Konsüllük ve imparatorluk döneminde temsil organları bulunmasına rağmen pek dikkate alınmadı. Bununla birlikte görünüşe bakılırsa, tüm bunlar Fransız halkının arzularına uygundu. Napolyon'un gerçekliği son derece uyanık biçimde kabul etmesi de onların desteğini arttırmıştı. Napolyon'un papayla yaptığı anlaşma sonucu Fransa'da kilisenin konumundaki değişikliğin hukuken tanınması, Katoliklerin rejimle yeniden barışmasını sağladı.
Sonuçta tüm bunlar devrimin yurtta despotizmle, yurtdışındaysa askeri ve diplomatik güçle, güçlü biçimde pekiştirilmesini sağladı. Sonunda tüm bu kazanımlar Napolyon'un dev askeri hamleleriyle zarara uğradı. Aslında bu hamleler Fransa'ya Avrupa'da bir süre üstünlük sağladı. Fransız orduları doğuda Moskova'ya, batıda Portekiz'e ulaşırken, güneyde Atlantik kıyısındaki Coruna'dan kuzeyde Stettin'e kadar garnizonlar kurdu. Ne var ki bu yayılmanın maliyeti çok ağırdı. İşgal edilen ülkelerin amansızca sömürülmesi bile Fransa'nın askeri hegemonyasını, Napolyon'un küstah saldırganlığının yarattığı Avrupa koalisyonuna karşı sonsuza kadar sürdürmesini sağlayamadı.
.....
Avrupa Tarihi, J.M. Roberts, İnkulap Yayınevi
Viyana Kongresi sonucu Avrupa'nın görünümü.http://napoleonistyka.atspace.com/ |
1. Fransız imparatorluğu Moskova'yı ele geçirdi ama kimse bunu sınırlarda göstermiyor beden?
YanıtlaSilNapolyon bir Pirus zaferi olarak nitelenebilecek Borodino savaşından sonra Moskova'ya girdi. Bu bir fetih olmadı. Karşısında düşman yoktu. Terkedilmiş ve ateşe verilmiş Moskova'yı elde tutamadı ve kısa süre sonra çekildi.
Sil