Anadolu'da Roma Dönemi



Roma

Helen devletleri dünyasında M.Ö. 3. yüzyılın sonuna doğru köklü değişimler kendini göstermeye başladı. Makedonya kralı V. Philippos, 1. Makedonya Savaşı'nda (MÖ 215-205) ilk kez Romalılarla çarpıştı. Başlangıçta sadece İlirya ve Adriyatik kıyısındaki Roma üsleri için savaşılıyordu. V. Philippos, Romalıları buradan uzak tutmak, daha doğrusu kovmak istiyordu. Romalılar, bunun üzerine Pergamon kralı 1. Attalos'la birleşen Yunanlı Aitolialılar anlaştılar. Bitinya kralı 1. Prusias, Philippos'u desteklediği için çarpışma Anadolu'ya da sıçradı.

Philippos, Aitolialıları yendi. Prusias ve Attalos arasındaki anlaşmazlıklar Romalılara bir yarar sağlamadı; böylece MÖ 205'te, mevcut statükoyu onaylayan Phoinike Barış Antlaşması'nı kabul etmek zorunda kaldılar. 

Roma'nın Anadolu'ya gösterdiği ilgide iki nokta dikkat çekiyor. Bunlardan birincisi Phoinike Barış'ında İlion kentine bir ayrıcalık tanımış olmasıdır. Bunun nedeni kuşkusuz Roma'nın kendi kurucusu olan Aeneas'ın doğduğu kente özel bir saygı göstermek isteğiydi. İkincisi ise Roma'nın, MÖ 204'te Pergamon'daki Attaloslardan, Pessinus'taki ana tanrıçayı alıp Roma'ya getirmelerini istemesidir. Tanrıça, Romalıları Kartaca'daki Pön tehlikesinden koruyacaktı .

Helen dünyasının diğer ucunda, yani Mısır'da, Phoinike Barışı'ndan bir yıl sonra, MÖ 204 yılının yazında Kral IV. Ptolemaios Philopator (Babasını Seven) öldü. Onun yerine tahtta geçmesi gereken varisi ise henüz çocuktu. Bu karışık durumda V. Philippos ve Selevkos kralı III. Antiokhos, Ptolemaioslara ait toprakları kendi aralarında paylaşmak üzere gizlice anlaşıp birleştiler. Rodoslular ve Pergamon kralı 1. Attalos, özellikle Anadolu'daki Ptolemaios topraklarını ele geçirme amacını içeren bu planı durdurma amacıyla yardım istemek üzere MÖ 201'de Roma'ya bir heyet gönderdi. Pergamonlular, "Roma halkının dostları" olarak adlandırıldıkları için, Romalılardan yardım isteme hakkını kendilerinde görüyorlardı. Roma senatosu yardım etmek istedi, ama önce Pön Savaşları'ndan ötürü halkın yaraları sarılmalıydı. Bu nedenle anlaşmazlığa son vermek için Yunan kentlerine heyetler gönderildi; V. Philippos'a da bir ültimatom verildi. Uygulanan baskılar sonuç vermeyince II. Makedon Savaşı çıktı (MÖ 200-197).

Romalılar için bu savaş birinci savaştan daha başarılı geçti, çünkü Romalı komutan Titus Quinctius Flamininus, MÖ 197'de Kuzey Yunanistan'daki Kynoskephalai'de (Köpek Başları) Philippos'u yendi. V. Philippos ve III. Antiokhos arasındaki gizli anlaşmanın yarattığı sorun, yani Anadolu'daki Ptolemaios topraklarının paylaşılma sorunu devam ediyordu. Çünkü III. Antiokhos, Philippos'un yenilgisini fırsat bilip Suriye' deki başarılarından sonra Anadolu'ya girmiş, Güney ve Batı Anadolu'daki bazı kentleri ele geçirebilmişti. Bunlardan en önemlisi Ephesos'tu. Antiokhos, burada Romalılardan kaçan, Kartaca'nın eski komutanı Annibal'la karşılaştı. Antiokhos, Pergamonluları tehdit edip Troas ve Hellespont'a kadar ilerlemeyi başardı. Trakya'ya geçit sağlayan Abydos kentini fethetti. Anadolu'da böyle durumlarda artık Roma'nın yardımına güvenme alışkanlığı ortaya çıkmıştı. Bunun son örneği, III. Antiokhos'tan çekinen Smyrna kentinin Roma'yı koruyucusu ilan edip onun adına bir tapınak yaptırması oldu. 1. Selevkos, Lysimakhos'u M Ö 28I'de yendikten sonra Makedonya ve Yunanistan'a yönelmişti. III. Antiokhos da MÖ 196'da atasının izinden gitmeye karar verdi. Verilen karar, Roma'yla savaşılacağı anlamına geliyordu.

Pergamon kralı Il. Eumenes, Antiokhos'un kazanması halinde tehdit edileceğinden korkup Romalıları sürekli kışkırtmasaydı, bu savaş önlenebilirdi. III. Antiokhos, Yunanistan'daki ilk çarpışmalardan sonra MÖ 191'de Asya'ya geri çekilmek zorunda kaldı. Roma ordusu, Antiokhos'u takip ederek ilk kez Anadolu'ya ayak bastı. Romalılar, MÖ 189'da Magnesia yakınlarında Sipylos nehri dolaylarında Antiokhos'u yendiler. Kazanılan zaferde Il. Eumenes ve ordusunun payı büyüktü. MÖ 188'de Frig kenti Apameia'da yapılan barış antlaşması, Roma tarafından dikte edildi ve III. Antiokhos'la birlikte Selevkos gücünün Toros dağlarının doğusuna itildi. Böylece Anadolu'da Toros dağlarının batısındaki Selevkos egemenliğine son verildi.

Romalılar, Selevkos olmayan Yunan kentlerini özgür bıraktılar. Karya ve Likya Rodoslulara, Batı Anadolu'nun büyük bölümüyse Attaloslara verildi. Böylece küçük bir krallık olan Pergamon'dan Attalos Krallığı doğdu. Anadolu'nun en büyük Helen devleti olan Attalos Krallığı sonraki yıllarda Anadolu'daki gücünü, Roma'nın koruması altında daha da artıracaktı.

Makedonya Savaşları'ndan sonra Yunanistan ve Makedonya'yı terk eden Roma ordusunun, Apameia Barış'ından sonra da Anadolu'dan tamamen geri çekilmesi dikkat çekicidir. Sonunda Anadolu'da tek bir Roma askeri kalmadı. Roma, Helen hükümdarları arasında daha sonra meydana gelen anlaşmazlıklarda da arka planda kalmayı tercih etti ve askeri bir müdahaleye girmeden akıllı bir elçilik sistemiyle devletleri uzaktan yönetti. Romalılar, V. Philippos'un oğlu ve Antagonos Hanedanı'nın son temsilcisi Perseus'la III. Makedonya Savaşı'nda karşılaştılar ve MÖ 168'de Pydna'da bu savaşı kazandılar. Savaşın ardından Makedonya'nın iç siyasetine karışan Roma, bu Helen monarşisine son verip ülkeyi dört ayrı cumhuriyete böldü.

Roma Cumhuriyeti III. Makedonia Savaşını başarılı olarak sonuçlandırmış artık bu krallığın kendisine bir tehdit olma durumunu son vermişti. Bu tarihten itibaren Ege havzasında güçlü bir müttefike ihtiyacı kalmamıştı. Söz konusu galibiyet sonrasında Doğu dünyasına karşı politikasını değiştirdiği gibi karşısında güçlü bir krallık olmasını da istemiyordu. Uyguladığı bu yeni politikanın ilk ve ilginç örneği, İÖ 205 yılından beri müttefiki olan Pergamon Krallığına karşı sırtını dönmekti. 

M.A. Kaya, “Anadolu’da Roma Egemenliği

Romalılar, Anadolu'ya uzun bir süre boyunca doğrudan değil, Attalos Krallığı üzerinden hükmettiler, fakat artık Helen monarşilerinin sonu gelmişti, çünkü Roma'nın önemi artıyor, Anadolu'nun içindeki anlaşmazlıkların çözümü için sık sık Roma'ya elçiler gönderiliyordu. Hanedan mensupları eğitim amacıyla Roma'ya gönderiliyor; Anadolu sarayları da Romalı yöneticileri ve siyasetçileri ağırlıyordu. Alışılmadık bir kişiliğe sahip olan Pergamon hükümdarı III. Attalos, MÖ 133'te öldü. Vasiyetinde krallığı Romalılara bıraktı, bunun üzerine üvey kardeşi olduğunu iddia eden Aristonikos, III. Eumenes adıyla ülkeyi savaşa sürükleyip krallığın Romalılara geçmesini engellemeye çalıştı, ancak Manius Aquillius'un yönetimindeki Roma ordusu, Aristonikos'u MÖ 129'da yendi ve krallığı aldı. 

Romalılar daha önce Attalos Krallığı'na on kişilik bir heyet göndermişlerdi. Bu heyet, vasiyet maddelerinin arkasındaki gerçekleri inceleyip mirası almanın mümkün olup olmayacağını belirleyecekti. Maddelerden bazıları oldukça zor anlaşılıyordu, çünkü III. Attalos vasiyetine, Yunan kentlerini eklememiş; ayrıca ölümünden kısa bir süre önce Pergamon kentinin özgürlüğünü ilan edip vasiyetine dahil etmemişti. Adı anılan Yunan kentleri özgürlüklerine kavuşturulmuş olmakla beraber yükümlülüklerinden kurtulamamışlardı. Bu durum incelenip çözülmeliydi. Ill. Attalos'un vasiyetinden memnun olmayan birçok kent vardı. Krallığın kuzeyinde Rhyndakos [Adırnaz Çayı] nehri kıyısından 1. Attalos tarafından kurulan ve eşinin adını taşıyan Apollonia kenti, buna bir örnekti. Kent halkı, MÖ 2. yüzyılın sonlarına doğru, tahminen MÖ 133 ile 129 yılları arasında, Didyma'nın koruyucu tanrısı Apollon'dan kenti kurduğunu ispat etmesini rica etti. Apollon'un cevabını ne yazık ki bilmiyoruz, ama Apollon, kenti kurduğunu kanıtlasaydı Apollonialılar, Attalos olmayıp Yunan kökenli olmaları nedeniyle vasiyet dışı bırakılacaktı. MÖ 129 tarihinde Manius Aquillius'un askeri harekatından sonra on kişilik bir inceleme heyeti de mirasın devralınması gerektiğine karar verdi. MÖ 148'de Helen Yunanistanı ve Makedonya Roma'ya dahil edilmişti. MÖ 129'da Pergamon bölgesi de Roma eyaleti oldu. Romalılar için bir sorun çözülürken diğer yandan Anadolu'nun geleceğini derinden etkileyecek bir başka sorun belirmişti.

MÖ 2. yüzyılın başında Akdeniz Bölgesi'nde kendinden söz ettiren yeni bir büyük güç ortaya çıkmıştı. İranlı bir kavim olan Partlar, bundan sonraki birkaç yüzyıl boyunca Romalıların amansız rakibi olacaktı. Toros dağlarının doğusuna itilen Selevkoslar, MÖ 188'de Partlarla mücadele etmişti. Selevkoslar, iç anlaşmazlıklardan dolayı Partların batıya doğru ilerlemesini durduramadı. Selevkos kralı VII. Antiokhos Sidetes'in (Sideli) ordusu, MÖ 129'da Part kralı Il. Phraates tarafından tamamen yok edildi ve Fırat'ın doğusundaki bütün topraklar onlara teslim edildi.

Selevkoslar, bundan sonra artık sadece Kilikya'nın doğusunda ve Suriye'nin kuzeyinde varlıklarını sürdürebildi. Anadolu'nun köprü olma özelliği burada gerçekten tehlikeli bir durum yarattı, çünkü bu sefer Anadolu, Romalılar ve Partların siyasi ve askeri çıkarları için bir bağlantı noktası oluşturuyordu. Anadolu'daki siyasi oluşumlar, doğu ve batıdaki bu iki büyük gücün arasında ezilme tehlikesiyle karşı karşıyaydı.  Partlar, Roma'nın ön Asya'daki siyasi çıkarları açısından henüz sadece soyut bir sorun oluşturuyorlardı. Romalılar yeni eyaletlerine çok iddialı bir ad olan Asya adını verdiler, oysa Anadolu' da Helen krallıkları ve prenslikleri henüz varlıklarını sürdürüyorlardı. Buna rağmen Anadolu tarihi ile Roma tarihi arasında ayrılamaz bir bağ kuruldu. Anadolu'daki Roma egemenliğinin olumsuz yönleri kendini belli etmeye başladı. Sadece Roma kentine yönelik olan siyasi ve idari sistem, eyaletlerdeki hükümdarlıkları henüz kusursuz bir şekilde kapsayamadığı için, vergilerin toplanması Romalı memurların yerine vergi toplama kurumlan tarafından gerçekleştiriliyordu. Roma' dan vergi toplama hakkını sahn almış olan bu kurumlar, işlerini yaparken Asya eyaletindeki halka karşı anlayışsız ve zalim davranıyorlardı. Anadolu, tepki göstermekte gecikmedi. Pontus kralı VI. Mithradates Eupator (İyi Babadan Gelen), Romalılara karşı baş kaldırınca anlaşmazlıklar doruk noktasına çıktı.

Pontus Kralı Mithradates ve Anadolu’nun Pompeus Tarafından Yeniden Düzenlenmesi

Roma'yı Anadolu'da kalıcı bir askeri varlığa zorlayan neden, büyük bir olasılıkla Kilikya kaynaklı korsanlardı. Bunlar, tüm Akdeniz ticareti ve deniz yolları için gizli bir tehlike oluşturuyordu. Romalıların, MÖ 102 tarihinden itibaren Kilikya Trakheia'daki (Dağlık Kilikya) korsan yataklarını ele geçirmeye çalıştığını biliyoruz. Pontus kralı VI. Mithradates Eupator'un (MÖ 120-63) sefere hazırlanmasının nedeni, korsanların faaliyetlerinden çok onlar yüzünden burada her geçen gün büyüyen Roma varlığıydı. Diğer bütün Helen krallıkları tarihten silinmek üzere olduğundan, Mithradates yeni bir büyük Helen gücünün kurulması için çabalıyordu. Bu sebeple kızını Ermenistan kralı I. Tigranes'le evlendirerek sadece siyasi değil, ailevi bir bağ kurdu. Pontus kralı, Karadeniz'in kuzeyindeki Bosporos Krallığı'nı, daha sonra da Küçük Ermenistan, Kolchis (Doğu Karadeniz sahilleri), Paflagonya, Galatya ve Kapadokya'yı ele geçirdi. Böylece Romalıların genişlemesini durduracak bir konuma gelmişti.

Kapadokya, Romalıları harekete geçiren sorunların merkeziydi. Mithradates, sekiz yaşındaki oğlu Kırım'da adı günümüzün Kerç Boğazı'ndan gelen eski Yunan krallığı -ed.nu Ariarathes unvanıyla Kapadokya tahtına oturtmuştu. Daha önce Pontus hükümdarıyla dost olan Bitinya kralı III. Nikomedes Euergetes (Hayırsever), Mithradates'in gücünden rahatsız olmaya başladı. Nikomedes, Roma'dan yardım istedi. Romalılar, MÖ 94'te Ariobarzanes'i Kapadokya kralı yaptılar. Bunun üzerine VI. Mithradates Eupator, damadı Ermenistan kralı I. Tigranes'i yardıma çağırdı. Tigranes, Ariobarzanes'i Kapadokya'dan kovdu, fakat Ariobarzanes, altın göndererek Romalıları askeri bir harekat yapmaya ikna etti. Lucius Cornelius Sulla, Kilikya propretoru olarak Ariobarzanes'i Kapadokya'ya geri getirmekle görevlendirildi. Görevini başarıyla tamamlayan Sulla, ordusuyla Fırat nehrine kadar ilerleyebildi ve MÖ 92'de Part elçisi Orobazos'la bir barış antlaşması yaptı. Buna göre, Fırat nehri Part İmparatorluğu'nun batı sınırını; Roma İmparatorluğu'nun da doğu sınırını oluşturacaktı.


Bitinya kralı III. Nikomedes'in ölümü üzerine VI. Mithradates bu krallığın tahtına da kendi güvendiği adamı oturtmaya çalıştı. Romalılar, bu girişimlere seyirci kalmak istemeyip, büyük ihtimalle daha önce bahsettiğimiz komutan Aquillius'un oğlu olan genç Manius Aquillius'un yönetimindeki orduyu Anadolu'ya gönderdiler. Ariobarzanes, krallığına geri getirilecek; IV. Nikomedes, Bitinya tahtına geçecekti. Bu nedenle tüm Anadolu'yu kan gölüne çeviren I. Mithradates Savaşı yapıldı (MÖ 89-85). İyi donanımlı Mithradates, Anadolu'nun büyük bir bölümünü ele geçirebildi. Savaşın en vahim olayı, MÖ 88 yılında Ephesos'ta bir gecede 80.000 Romalının öldürülmesiydi. VI. Mithradates'in emrettiği bu soykırıma, Roma'nın Asya eyaletindeki halkın birikmiş nefreti neden oldu diyebiliriz. Çünkü daha önce de değindiğimiz gibi, Romalı vergi memurları 40 yıl boyunca Asya eyaletini sömürmüşlerdi. Anadolu'daki başarılardan sonra Yunanistan'a geçen Mithradates'i olumsuz gelişmeler bekliyordu. Pontus kralı, önce Yunanistan'da, ardından Anadolu' da Sulla tarafından yenildi. Sulla, MÖ 85'te Mithradates'i Dardanos (Hellespont'un girişi) Barışı'na zorladı. Bu antlaşmayla MÖ 89 yılından önceki Anadolu'nun egemenlik durumu geçerli sayıldı, çünkü Mithradates, fethettiği bütün toprakları geri vermek zorunda kaldı. Bütün Anadolu artık iyice Roma'ya bağlanmıştı, fakat Pontus Krallığı, küçülmesine rağmen hala Anadolu'nun en büyük krallığıydı. 

Asya eyaletinin yeni valisi Lucius Licinius Murena'nın, MÖ 83'te VI. Mithradates'e neden saldırdığını bilmiyoruz. Nedeni takdir edilme veya ganimet kazanma isteği olabilir. Pontus kralı, büyük bir çarpışmaya fırsat vermeyip Roma'ya şikayette bulundu. Diktatör sınıfına yükselen Sulla, MÖ 82'de savaşı durdurdu. 

III. Mithradates Savaşı'nın (MÖ 74-63) nedeni, Anadolu' da güç ilişkilerindeki belirsizlikti. Birinci savaştan sonraki Dardanos Barışı yazılı olarak belgelenmemişti. Murena'nın başlattığı çarpışmaların durdurulması taraflar için tatmin edici olmamıştı. Mithradates'in damadı Ermenistan kralı I. Tigranes'in hırsı da Romalıları rahatsız ediyordu. Savaşı başlatan unsur ise, Romalıların kazandığı yeni bir mirastı. Bitinya kralı IV. Nikomedes, MÖ 74'te öldü ve tıpkı Pergamonlu III. Attalos gibi, vasiyetinde krallığı Romalılara bıraktı. VI. Mithradates bunu kabul etmek istemedi. Ordusu hala iyi donanımlıydı. Pontus kralı, hem Trakyalılar hem de korsanlarla olumlu ilişkiler yürütüyordu. Roma, savaşa karar verdi ve MÖ 74'te Konsül L. Licinius Lucullus'u lider olarak seçti. Asya ve Kilikya eyaletlerine güvenen Lucullus'a Mithradates'e saldırma emri verildi. İkinci Konsül M. Aurelius Cotta, Roma donanmasının yöneticiliğine getirilerek Bitinya'daki durumu çözmekle görevlendirildi. Cotta hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz, fakat MS r. yüzyılda Lucullus'u Atinalı Kimon'la (bkz. s. 45) karşılaştıran tarihçi Plutarkhos, bize Romalı Konsül hakkında ayrıntılı bilgi veriyor. Lucullus, Pontus Krallığı dahil, tüm Anadolu'yu tekrar Roma egemenliğine almayı başardı. Artık en büyük düşmanı, Bosporos Krallığı'ndaki oğluna sığınan VI. Mithradates değil, Ermenistan kralı I. Tigranes'ti. Lucullus, Tigranes'i Ermeni Krallığı'nın başkenti Tigranokerta'ya kadar takip etti. Tigranes burada üstün bir orduyla Lucullus'la savaştı. Plutarkhos'a göre, bu savaşta toplanan birlikler, sanki büyük Roma İmparatorluğu'na karşı koymak isteyen doğudaki tüm Helen hükümdarlarının ve ülkelerinin eli silah tutan her ferdini seferber ettikleri bir ordu idi. Lucullus bu birleşmiş birlikleri yendi ve Tigranokerta'yı MÖ 69'da ele geçirdi. Ordusunun disiplin eksikliği ve siyasi alandaki başarısızlığı Lucullus'un sonu oldu. Askerleri başkaldırdı, Roma yönetimi de yerine başka birinin atanmasına karar verdi. Asya ve Kilikya eyaletleri elinden alındı. MÖ 67'de VI. Mithradates'in, Bosporos Krallığı'ndan dönmesi ve Pontus'un Zela (Zile) kentinde Amiral Triarius'u yenmesi üzerine Lucullus dönemi noktalandı.

Sahneye yeni çıkan önemli kişi, Gnaeus Pompeius'tu. MÖ 67'de korsan sorununu çözmekle görevlendirilen Pompeius, 40 günde 20 lejyon asker ve 500 gemiyle korsanları Kilikya sahiline kadar sürüp Korakesion'da (Alanya) yenilgiye uğrattı. Bunun üzerine MÖ 66'da Pompeius, VI. Mithradates ve I. Tigranes ile mücadeleyi yürütmekle görevlendirildi. Tigranes, Lucullus'a yenildikten sonra tekrar Mithradates'le birleşmişti. Pompeius, savaşmak yerine görüşme yolunu tercih etti. Part kralı Phraates'le yaptığı antlaşma, Tigranes'i tarafsız bir duruma getirdi. Mithradates, sorunun görüşme yoluyla çözülmesine engel oldu. Pompeius, daha sonra Nikopolis (Zafer Kenti) olarak adlandırdığı kentte, Mithradates'in ordusunu tamamen yok etti. Mithradates, Bosporos Krallığı'na sığındı. Pompeius'un Nikopolis kentini kurması, onun kendini Büyük İskender'in yerine koymaya niyetli olduğunu gösteriyor. Bununla da yetinmeyip Hazar Denizi kıyılarına bazı ceza seferleri düzenlemesi ve Hindistan'a giden yol hakkında bilgi toplaması bu izlenimi doğrulamaktadır. Suriye ve Anadolu'da kurduğu söylenen 39 kent, Pompeius'u yeni iskender olarak gösteren diğer unsurlardandır. Sınır ve iç ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi, Anadolu'yu kayda değer biçimde etkilemiştir. 

Düzenlemeler, Pompeius'un MÖ 65/4 tarihinde Amisos'ta (Samsun) yaptığı hükümdarlar toplantısında saptandı. Part İmparatorluğu'na sınır oluşturan Fırat nehrine, Roma'yla dostluk içinde olan tampon ülkeler üzerinden ulaşılacaktı. Bu ülkeler arasında Ermenistan, Sophene, Gordyene ve Osrhoene krallıkları vardı. Kommagene Krallığı da iç ilişkilerinde serbest, ama diğer bütün konularda Roma'ya bağlıydı. Anadolu'nun ortasındaki Kapadokya Krallığı, hükümdarı Ariobarzanes'le ayakta kalmayı başardı. Galatya kralı Deiotarus, artık yalnızca Galatya'yı değil, eskiden Pontus Krallığı'nın elinde olan doğu bölgesini de yönetiyordu. Kilikya'daki Hierapolis-Kastabola'yı yöneten Tarkondimotos gibi kent beylerinin bazıları hükümdarlıklarını koruyabildiler. Paflagonya'dan  kalan bölgeler Attalos ve Pylaimenes gibi yerel krallar arasında paylaşıldı. Kapadokya kenti Komana'da Tanrıça Ma için kurulan tapınak devletine de serbestlik tanındı. Likya birliğine dahil olan kentlerle Karadeniz sahilindeki Sinope (Sinop) ve Amisos (Samsun) gibi Yunan kentleri de eski hukuk düzenlerini ve özerkliklerinin büyük bölümünü devam ettirebildiler. Kilikya ve Asya eyaletlerinin kurulmasından sonra Bitinya-Pontus adıyla bir eyaletin kurulması dikkat çekicidir. Bu suretle Romalılar, artık Anadolu'nun batı, güney ve Bitinya-Pontus eyaletiyle kuzey sahillerini yönetiyordu. 

Mithradates Savaşları'ndan sonra Pompeius'un doğuda yaptığı düzenlemeler, Roma'nın Anadolu üzerindeki hakimiyetini artık geri döndürülemez biçimde sağlamlaştırdı.
Anadolu’da Roma Hakimiyeti, Direniş ve Düzen, Gürkan Engin, İş Bankası Yayınları


Pompeius, kendi gücünü pekiştirmek amacıyla Anadolu'nun yeniden düzenlenmesine girişti. Yenilen hükümdarlarla ilgili kararların verilmesi ve yeni eyaletlerin kurulması veya düzenlenmesi aslında Roma senatosunun göreviydi. Senato, Pompeius'un bütün kararlarını onayladı; buna rağmen yeni düzenin kanunlara uygun olup olmadığı tartışma konusuydu. Roma İmparatorluğu'nun doğusunda, yani Anadolu' da, siyasi bir karmaşa hüküm sürüyordu. Kentlerde Yunan etkisi; krallıklarda, örneğin Kommagene'de Helen özellikler; beyliklerdeyse, örneğin Tarkondimotos'unkinde olduğu gibi yerel yapı ön plana çıkıyordu, fakat bunların hepsi Roma İmparatorluğu'nun çatısı altında toplanıyordu. Başka bir deyişle sayısız özerk Yunan "polis"i, civitates liberae et immunes'e, yani siyasi bakımdan serbest ve vergi yükümlülüğü olmayan Roma kentlerine; Helen prenslikleri ve krallıkları da artık Roma'nın koruması altındaki prenslik veya krallıklara dönüştürülmüştü. Romalılar, bu şekilde Anadolu'da egemenliği ele geçirmiş olsalar da bu egemenliği sürdürebilmek için bölgenin geleneklerine, alışkanlıklarına ve süregelen siyasi ve idari yapısına saygı göstermeleri gerekiyordu.
Latince resmi dil oldu, fakat Antik Yunanca insanlar arasında anlaşma dili olmaya devam etti, yani Zeus adının, Jupiter olarak değiştirilmesine gerek duyulmadı. Pompeius, MÖ 61 yılının Eylül ayında Roma'daki zafer geçidinde katıldığında 1. Mithradates'in hazinesinde bulduğunu ileri sürdüğü İskender'e ait pelerini giymişti. Kendini yeni İskender olarak gören yalnızca Anadolu' dan dönen Pompeius değildi. Bütün Roma İmparatorluğu, Doğu'nun yeniden düzenlenmesiyle ve Fırat nehrini görüş alanı içine almış olmasıyla Makedon kralının dünyaya hükmetme fikrini benimsemişti.

Büyük İskender’in ölümünden sonra, bütün Hellenistik Dönem boyunca Küçük Asya’daki krallıkların kendi aralarındaki kıyasıya rekabet, içlerinden herhangi birinin ötekilere egemen olacak denli sivrilmesine engel olmuş ve bu durum Anadolu’nun siyasal bütünlüğüne kavuşmasını geciktirmiştir. Bu da şüphesiz Roma’nın işine yaramıştır. Böylelikle Romalılar, hiçbir devletin büyümesine ve güçlenmesine izin vermeyerek, Hellenistik krallıklar arasındaki güçler dengesini korumuşlar, ya onları birbirlerine karşı kışkırtmışlar veya onların süregelen savaşlar sonunda birbirlerini yıpratmalarını uzaktan izlemişlerdir.

Fakat, Roma’nın en tehlikeli ve güçlü düşmanlarından biri olan Pontos Kralı Mithradates VI Eupator, İÖ. I. yüzyılın ilk yarısında Roma’nın Doğu Akdeniz’deki egemenliğine karşı savaşmıştır. Özellikle Birinci Mithradates-Roma Savaşı (İÖ. 89-85) sırasında, Anadolu ve Hellas’ta yaşayan halkların kurtarıcı sıfatıyla aynen ikinci bir İskender gibi ortaya atılarak, Romalılar karşısında hiç de azımsanmayacak başarılar elde etmiş ve kısa bir süre için de olsa, Roma’nın Küçük Asya’daki hakimiyetine son vermiştir.

Bununla birlikte Küçük Asya’daki Hellenistik krallıklar, prenslikler, bölgesel birlikler, yerel yöneticiler ve bağımsız kent devletleri Pontos kralına karşı, Roma saflarında yer almışlar ve Romalıların Anadolu’daki hakimiyetlerini sağlamlaştırmasına yardımcı olmuşlardır. Bu şekilde belki bilerek, belki de bilmeyerek, kendi sonlarını hazırlamışlardır. Mithradates’in ölümüyle, Hellenistik dünyanın son büyük ve tam bağımsız hükümdarı tarih sahnesinden çekilmiş, Romalılar rahat bir nefes almış ve parçalanmak üzere olan doğu devletlerini bir araya getirip Roma’ya karşı savaşmak fikri son bulmuştur. Bundan sonra, politik anlamda status quo ve Hellenistik krallıklar gibi kavramlar ortadan kalkmış ve artık Hellas, Anadolu ve Syria’da Roma hakimiyeti başlamıştır.

Mithradates VI Eupator, Roma’nın Büyük Düşmanı, Murat Aslan, Odin Yayıncılık, 2007



Caesar-Antonius-Augustus

Anadolu'da eskimiş birçok geleneğin ve siyasi yapının devam ettirilmesi, Pompeius'un getirdiği düzenlemelerin henüz kesinlik kazanmamış olduğunu gösteriyordu. Kararlardan bazıları, Anadolu'nun iyiliği için değil, sadece Pompeius'un kendi çıkarları için verilmişti. Örneğin Romalı yönetici, özel haklar tanıyarak ve çeşitli kolaylıklar sağlayarak prensler, krallar ve heyetler arasından kendisine bağımlı bir grup oluşturma amacını güdüyordu. Anadolu'nun tümü, Roma siyaseti ve tarihinin sadece bir parçasıydı. Partların Fırat sınırında gitgide güç kazanması üzerine, Anadolu'nun önemi arttı. Romalı siyasetçi ve komutan Crassus'un MÖ 54'te Partlara saldırmasının nedeni, belki de daha önce değindiğimiz İskender'in dünyaya hükmetme fikriydi. Crassus, muhtemelen Birinci Triumvirlik'teki ortakları Caesar ve Pompeius'a karşı güç alanını genişletmek istiyordu. Bu üçlü, yedi yıl boyunca Roma ve antik dünyanın siyasetini yönetiyordu. Ancak MÖ 53'te Crassus, Carrhae (Harran) yakınlarında büyük ·bir yenilgiye uğradı. Böylece Roma'da iki güçlü isim kalmıştı. Bu iki ismin arasındaki kanlı anlaşmazlıklar, birkaç yıl içinde Anadolu'ya da yayılacaktı. Pompeius, MÖ 48'de Pharsalus'ta Caesar'a yenildikten sonra Mısır'a kaçtı. Bu olay, Anadolu'daki yönetimi zayıflattı ve Anadolu' da varlıklarını sürdüren, mutsuz Helen hükümdarlarına yeniden faaliyete geçme fırsatını sundu.



VI. Mithradates Eupator'un oğlu Pharnakes, Kırım'daki Bosporos Krallığı'ndan gelerek Küçük Ermenistan, Pontus, Kapadokya ve hatta Bitinya'yı ele geçirmişti. Pompeius'u takip eden ve onun öldürülmesinden sonra belli bir süre için Mısır'da bulunan Caesar, hemen Filistin üzerinden Anadolu'ya gelip MÖ 47'de hiçbir zorluk yaşamadan eski Pontus başkenti Zela yakınlarında Pharnakes'i yendi. Caesar'ın ünlü deyişi veni, vidi, vici (geldim, gördüm, yendim) bu zaferden sonra söylenmiştir. 

Pontus Krallığı'nın gücü de bu yenilgiyle kesin olarak kırılmıştır. Anadolu'daki Romalılaştırma hareketi, Caesar tarafından desteklendi. Pompeius, Helen kültüründen esinlenen kentler kurarken, Caesar Anadolu topraklarında Roma kolonileri kurmuştur, örneğin Çanakkale Boğazı'nda Lampsakos (Lapseki), Propontis'te Apameia (Mudanya), Karadeniz'de Sinope (Sinop) ve Herakleia Pontike (Karadeniz Ereğlisi) gibi. Caesar, Iulia soyundan geldiği için bu kentlere onur vermek üzere, Colonia Iulia adı verildi. Plansız hareket eden bir grup Cumhuriyetçinin Caesar'ı 15 Mart, MÖ 44'te öldürmesi, Roma İmparatorluğunu ve Anadolu'yu üç büyük mücadeleyle karşı karşıya bıraktı. Birincisi, kendini Caesar'ın halefi olarak gören Marcus Antonius'un, daha sonra Augustus adıyla Caesar'ın halefi olan Oktavianus'la sürdürdüğü mücadeledir.

İkincisi, Romalıların en son Helen gücü olan Ptolemaioslarla Mısır' da yaptığı mücadeledir. Üçüncüsüyse, Romalılarla Partlar arasındaki anlaşmazlıktır. Bütün bu karmaşanın içinde Anadolu, pasif bir rol oynuyordu. Anadolu, Antonius'un güç merkeziydi. Antonius, Ephesos'ta MÖ 41'de Yunan şarap ve bereket tanrısı Dionysos'un yeni halefi olarak kutlandı. Dionysos kültü, Anadolu'ya bir zamanlar doğudan getirilmişti. Kleopatra, Antonius'u Kilikya'nın Tarsos (Tarsus) kentinde baştan çıkarmıştı. Anadolu, artık Antonius'un Partlarla sürdürdüğü mücadelede asker topladığı ve lejyonlarını kurduğu bölgeydi. Hermann Bengtson'a göre, Anadolu'daki Roma vasalları, Antonius'u "Doğunun Taçsız Kralı" ilan ettiler. Oktavianus MÖ 32'de 400 senato üyesiyle iki konsülü Roma'dan kovdu. Ephesos'a kaçan senatörler burada bir çeşit "karşı senato" kurdular. Helenlerin bütün doğu devletleri Antonius ve Oktavianus arasındaki büyük anlaşmazlıkta Antonius'un tarafını tuttular. Fakat MÖ 31'de yapılan Aktium Deniz Savaşı Oktavianus'un zaferiyle sonuçlandı. Helen devletlerinin son üssü olan Mısır da böylece Romalıların eline geçti.   MÖ 27'de Augustus'un, eyaletleri senato ve imparatorluk eyaletleri olarak ayırmasıyla birlikte Asya ve Bitinya-Pontus, senato eyaletleri haline getirildi. Kilikya, Augustus'un yönetiminde kaldı. MÖ 25'te Galatya da eyaletleştirildi. Kapadokya, MS 17'de Roma idaresine girdi. MS 71/2'de Ermenistan, Roma topraklarına eklendi. Ayrıca Eski Kommagene Krallığı Suriye eyaletiyle birleştirildi. Böylece Anadolu, Roma İmparatorluğu'nun önemli bir parçası haline geldi.

Antikçağ’da Anadolu, Elmar Schwertheim, Kitap Yayınevi


İ.ö. 30’da son Hellenistik krallık olan Mısır’ın Roma eyaleti yapılması ve Roma’da uzun zamandan beri süregelen “İç Savaşlar Dönemi”nin kapanması, aynı zamanda, Roma’da Cumhuriyet yönetiminin sonu ve monarşinin başlangıcı anlamına da geliyordu. Roma Cumhuriyet Devri’nde Akdeniz Dünyası yeni bir siyasal çehre kazanmıştı; İmparator AUGUSTUS  ile başlayan Principatus Devri ise, yalnızca devletin anayasal kurumlarını değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda, Akdeniz Dünyası’nda uzun sürecek bir iç barış dönemini de (= pax Romana) başlatmıştır. Bu yeni dönem, imparatorluğun diğer bölgelerinde olduğu gibi, Roma Egemenliği’nde bulunan Anadolu toprakları için de yeni bir gelişme ortamı hazırlamıştır. Bu ortamın getirdiği refah ve zenginlik özellikle İ.s. 1. ve 2. yy.larda kendisini gösterecektir. Şimdi devletin en zengin adamı durumunda olan İmparator AUGUSTUS, artık Cumhuriyet Devri’ndeki gibi eyaletlerin sömürülmesine gerek görmemiştir; ayrıca İtalya’nın geleceğinin de büyük ölçüde eyaletlerdeki refah ve zenginliğe bağlı olduğunu anlamış olmalıdır. Eğer deyim uygunsa, AUGUSTUS, “iyi süt veren ineği öldürünceye kadar sağmanın” doğru olmadığını görmüştür. Şimdi, yönetim ve vergi sistemlerinin değişikliklere uğratılması ile geniş gelişme olanaklarına kavuşan eyaletlerde elit sınıfın “Roma vatandaşı” yapılarak Roma yönetimi için kazanılmaya başlandığını da görüyoruz. Bu insanlar, daha sonra Roma devlet kariyerinde senatörlüğe kadar yükselebilecek; hatta Roma tahtında sonraları eyalet kökenli imparatorlara dahi rastlanabilecektir. Augustus 19 Ağustos 14 tarihinde öldüğünde, başta Asia olmak üzere, Anadolu eyaletleri, Roma İmparatorluğu’nun doğu yarısının en değerli bölümünü oluşturmakta idiler.

İ.s. 41–54 yılları arasında hüküm süren İmparator CLAUDIUS’un uyguladığı eyalet politikasının ağırlık noktasını, Anadolu’nun doğusunda koloniler kurulması; kent merkezleri şebekesinin öteden beri yoğun olduğu batısında ise, eski polis’lerin korunması ve teşviki oluşturmuştur. Roma İmparatorluğu’nun batısındaki kadar köklü olmamakla birlikte, bu politika aynı zamanda Anadolu eyaletlerinin “Romalılaştırılması”na da olanak sağlamıştır. Dönemin yazıtlarından da anlaşıldığı gibi, bu zamanda “Claudius” adını taşıyan Roma vatandaşlarının sayıca artmış olması, İmparator CLAUDIUS’un doğu eyaletlerinde de Roma vatandaşlığı konusunda oldukça cömert davrandığını göstermektedir.

İmparator VESPASIANUS ( kendisinden önceki imparatorlardan NERO  kadar imparatorluğun doğusunda “Hellen dostu” bir politika uygulamamış olmakla birlikte, doğudaki Hellen kültür ve fikir yaşamını teşvik etmekten de geri kalmamıştır. VESPASIANUS, özellikle ekonomik nedenlerle, Anadolu’daki bir dizi kenti rehabilite etmiş, ayrıca geniş kapsamlı bir yol yapımı programını uygulamaya koymuştur. Anadolu’nun doğusunda o zamana değin aralarında çok güç koşullar altında ulaşım yapılabilen bölgeler, bu program çerçevesinde birleştirilirken; batıda uzun zamandan beri mevcut olan yol ağının tamir ve ikmali ile yetinilmiştir. Anadolu’da kentlerin canlı tutulması ve geniş kapsamlı yol şebekesi programlarının nedeni, kuşkusuz öncelikle ekonomik olmuş ve bu şekilde bölgelerarası ekonominin teşviki yoluna gidilmiştir.

İmparator DOMITIANUS (İ.s. 81–96) ile birlikte Roma İmparatorluk Devrinin en karanlık dönemlerinden biri başlamış olmakla birlikte, daha sonra İmparator TRAIANUS tarafından sürdürülen ve HADRIANUS zamanında bir prensip haline gelen bir gelişimin başlangıcını DOMITIANUS zamanına kadar geriye götürmek mümkün olmaktadır: Bu imparatordan itibaren, eyaletlerde Principatus Devri’nin başında da varlıklarını korumuş olan vergi toplama şirketlerinin giderek ortadan kalkmaya ve vergilerin devlet memuru statüsündeki procurator’lar tarafından toplanmaya başladığı görülmektedir. Bu gelişme, eyaletlerdeki vergi toplama sisteminde daha önceki uygulamaya göre bir düzelmeye ve Principatus’un başlamasıyla artan devlet denetimine rağmen zaman zaman yapılan şikayetlerin azalmasına neden olmuştur. 

İ.s. 2. yy. hem Roma İmparatorluğu’nun geneli açısından, hem de buna paralel olarak Anadolu’daki eyaletler bakımından bir “Altın Çağ” olmuştur. Bu yüzyılda Anadolu’daki eyaletler, antik kent gelişiminin doruk noktasına ulaşmışlar; Antiokheia (= Antakya) ve Ephesos gibi kentler, Roma ve Aleksandreia (= İskenderiye) gibi merkezlerle önem ve görkem bakımından yarışa girerek birer “dünya kenti” olmuşlardır. Anadolu’da özellikle ekonomi alanındaki bu gelişme noktasına daha önce ulaşılmamış olduğu gibi, daha sonra da bu noktaya bir kez daha yaklaşmak mümkün olmamıştır. Şimdi zengin bir burjuvazinin oluştuğu eyaletlerde kaydedilen üretim artışı ve ürünlerin maliyetindeki düşüş nedeniyle İtalya’nın giderek pazarlarını yitirmeye başladığı, bu alandaki lider durumunu kaybettiği, hatta bizzat İtalya içinde İtalya kökenli mallar için pazar sıkıntısının baş gösterdiği dikkati çekmektedir. 

Kentleşme süreci, imparatorluğun batısında olduğu gibi, doğusunda da, yöresel birlik gösteren bazı ekonomi bölgelerinin oluşmasına yol açmış ve eyalet kentlerinde geniş kapsamlı pazar tesisleri ortaya çıkmıştır. Bu ekonomik gelişmeye paralel olarak eyaletlerde belirgin bir nüfus artışı da kaydedilmiştir (örneğin Ephesos’un nüfusu bu dönemde 250.000’e yaklaşmış bulunuyordu). Roma İmparatorluğu, İ.s. 2. yy.da, aynı zamanda, Britannia’dan Fırat’a, Tuna’dan Afrika’ya kadar en geniş yayılma alanına da ulaşmıştı.

Bu “Altın Çağ”ın başında bulunan İmparator Traianus (İ.s. 98–117), halefi HADRIANUS (İ.s. 117–138) gibi “Hellensever” bir Roma imparatoru olmamakla birlikte, doğu eyaletlerinin durumu ile yakından ilgilenmekten de geri kalmamıştır. İmparatorun doğuya karşı gösterdiği bu ilgi, Pontus–Bithynia Eyaleti valiliğinde bulunan PLINIUS ile yaptığı yazışmalarda çok iyi farkedilmektedir. Bu mektuplarda görüldüğü gibi, eyaletin çok küçük problemlerinin dahi imparator için önemsiz olmadığı dikkate alınırsa, bu ilginin diğer Anadolu eyaletleri için de geçerli olabileceği düşünülebilir. HADRIANUS’un (İ.s. 117–138) Roma tahtına çıkmasıyla, aynı zamanda, Roma imparatorları içinde en “Hellensever” olanı da devletin başına geçmiş oluyordu.

VESPASIANUS ve özellikle DOMITIANUS zamanında doğu eyaletlerinde imparatorluk kurumuna karşı Hellen entellektüelleri arasında artmış olan reaksiyon, şimdi HADRIANUS zamanında bu kuruma karşı olumlu bir tavra dönüşmüştür. Selefi TRAIANUS gibi bir fetih programı uygulamayan ve daha çok elde mevcut olanın ikmali ile yetinen HADRIANUS, çıktığı iki büyük gezinin her ikisinde de Anadolu’ya gelmiş; geçmişe karşı duyduğu romantik bir ilgi ve hayranlıkla Hellen kültürünün korunmasına ve yeniden canlandırılmasına çalışmıştır.

HADRIANUS’un yerine geçen ANTONINUS PIUS , selefi kadar Hellen hayranı olmamakla beraber, doğu eyaletlerindeki Hellenler’e karşı Hadrianus’un başlattığı lütufkârlığı sürdürmüştür. Daha önce Anadolu’da Asia Eyaleti valiliği de yapmış olan ANTONINUS PIUS, Anadolu eyaletlerini şüphesiz iyi tanıyordu. Bu özelliğini imparatorluğu sırasında Ephesoslular’a yazdığı mektuplarda da görmek mümkündür. ANTONINUS PIUS, eyalet bütçelerini bizzat gözden geçirmek adetinde olan ve hazine gelirlerinde eyaletler lehine belirli bir indirim yapan bir imparatordu. Ephesos’ta bulunan, kent maliyesine ilişkin bir kararnameyi içeren bir yazıt, ANTONINUS PIUS’un bu konularda ne kadar detaylı düşünebildiğini ve bilgi sahibi olduğunu göstermektedir.

İ.s. 2. yy.ın bu mutlu dünyasına “ilk gölgeler”, İ.s. 161’de MARCUS AURELIUS ve kardeşi LUCIUS VERUS Roma tahtına geçtikten sonra, imparatorluğun doğuda çetin bir Parth savaşına girmesiyle düşmüştür. Roma, bu mücadeleden galip çıkmakla birlikte, ordu içinde çıkan korkunç bir veba salgını Roma birliklerinin yakasını geri dönerken de bırakmamış; ayrıca, Parth Devleti’ne karşı yapılan bu sefer, Roma İmparatorluğu’na ilk ağır maddî yükü de beraberinde getirmiştir. Fakat bu dönemde de dünya henüz dış görünüş olarak İ.s. 2. yy. ın ilk yarısına göre pek farklılaşmamıştı; Anadolu’da ticaret ve alışveriş hâlâ eskisi gibi idi; zengin aileler yaşadıkları kentleri güzelleştirmek ve geliştirmek konusunda hâlâ birbirleriyle yarışabiliyorlardı. Bununla birlikte, bunlar görünüşte olan şeylerdi ve “gökyüzünde Roma Devleti’nin geleceği için pek de hayırlı olmayan bazı kara bulutlar” toplanmaya başlamıştı. Burada unutulmaması gereken noktalardan biri de şudur: “Mutlu günler”in henüz bitmediği İ.s. 2. yy.da dahi, kentlerdeki görkemli yapıların, zenginlik görüntüsünün ya da 112 Roma Tarihi’nin Anahatları kent meydanlarında sofistlerin attıkları gösterişli nutukların, küçük bir azınlık oluşturan zengin kesim karşısında yer alan, ekonomik gücü sınırlı geniş halk kitlesine pek yararı olmamıştır. Bu fakir kitle, her gün “varolma mücadelesi” vermiş ve antik toplum bu sorunu bir türlü çözememiştir.

Özellikle İmparator COMMODUS zamanında (İ.s. 180–192) geniş ölçüde bozulmuş olan ekonomik düzeni sıkı bir rejimle yeniden kurmak zorunda kalan İmparator SEPTIMIUS SEVERUS (İ.s. 193–211), aynı zamanda –belki de eyalet kökenli bir imparator olması nedeniyle– İ.s. 2. yy.da eksikliği duyulan, eyaletlerde sosyo–ekonomik bakımdan zayıf halk tabakalarının durumunun düzeltilmesi konusunda önlemler almış; eyalet valilerine özellikle küçük çocukların korunması için kişisel sorumluluk vermiştir. Ayrıca eyalet yollarının bakım işleri eskiden ilgili kentlere bırakılmışken, şimdi bu işi bizzat imparator üstlenmiş; bununla birlikte bu konuda yapılan harcamalar ilgili kentler arasında bölüştürülmüştür.

Roma İmparatorluğu içinde yaşayan özgür insanların tümüne Roma vatandaşlık hakkı veren İmparator CARACALLA’nın (İ.s. 211/217) gereklilikten ziyade büyüklük kompleksinden kaynaklanan askerî seferleri –bunlardan birisi doğuya, Parth Devleti’ne karşı yapılmıştır–, devletin maddî potansiyel açısından gerileme içine girmiş bulunan varlığını daha da zayıflatmış; bu durumdan özellikle doğudaki eyaletler olumsuz yönde etkilenmişlerdir. Kitle köleciliğine dayanan Roma ekonomi sisteminde şimdi yeni köle kaynakları bulunamamasının getirdiği üretim düşüklüğünün de etkisiyle devletin içine düştüğü ekonomik kriz önlenememiş; Batı Avrupa, Tuna Bölgesi, Balkanlar, Anadolu, Önasya, Mısır ve Afrika gibi büyük ekonomi mekânları arasındaki bağlar kopmuş; yaşam standardı son derece düşmüş; nüfus azalmış; enflasyon büyük ölçüde artmıştır. İ.s. 3. yy.da paranın değerinin ne kadar düşmüş olduğunu ve ekonomik çöküntünün hangi boyutlara ulaştığını, Anadolu’da yazıtlar yoluyla belirleyebildiğimiz ekmek fiyatları ya da basılan sikkelerin düşük kalitesi, hatta sikke basımının tümüyle durmuş olması –çünkü sikkenin para değeri, metal değerinin de altına düşmüştü– göstermektedir. Bu ekonomik kriz, Anadolu’da özellikle kırsal kesimi ve tarım alanlarını etkilemiştir. Anadolu, Doğu Cephesi’ne giden ya da buradan geri dönen Roma ordusunun tüm yüküne katlanmak zorunda kalmış; kentler ve özellikle kırsal alan, sık sık, yağmacı ve başıboş Romalı askerlerin tecavüzlerine maruz kalmıştır.

Devleti içine düştüğü bu güç durumdan, İ.s. 3. yy.ın sonunda, yaptığı geniş kapsamlı reformlarla İmparator DIOCLETIANUS (İ.s. 284–305) kurtarmaya çalışmıştır: DIOCLETIANUS, ekonomik ve malî çöküntüyü düzeltmek için geniş kapsamlı bir memur aparatı kurarak, üretim ve işgücünü sömüren, sert bir vergi sistemi koyma yoluna gitmiş ve mükellefleri zorla belirli meslek gruplarına ayırmıştır. Bununla birlikte, DIOCLETIANUS’un bu önlemleri Dominatus Devri ekonomik yaşamının donuklaşmasına yol açmıştır. Dönemin yeni yönetim düzenlemesiyle Anadolu’nun 3 ayrı yönetim bölgesine (= dioecesis), bu yönetim bölgelerinin de eskilerinden daha küçük eyaletlere ayrıldığını görüyoruz.


Devlet mekanizmasında, yönetim ve savunmada büyük ölçüde DIOCLETIANUS’un izinden yürüyen ve Hristiyan Kilisesi’ni yeni ayrıcalıklarla donatan ve giderek devlet organizasyonu içine sokan İmparator CONSTANTINUS’un (İ.s. 306–337), İ.s. 330’da eski Byzantion Kenti’ni “Constantinopolis” adıyla yeniden kurarak Roma İmparatorluğu’nun başkenti yapması ve Roma Senatus’unun buraya taşınması, yani böylece Roma Devleti’nin ağırlık noktasının doğuya kaydırılmış olması, stratejik gerekçelerin yanı sıra Hellenistik–Hristiyan Dünya’ya da bir yönelme anlamına geliyordu. Tüm önlemlere rağmen İ.s. 4. yy.da Germen kabilelerinin imparatorluk sınırlarından uzak tutulamadığını ve doğuda Persler’le mücadelenin sürekli kanayan bir yara gibi bir türlü sonuçlandırılamadığını görüyoruz.


İ.s. 378’de İmparator VALENS ve Roma ordusunun ana bölümünün Hadrianopolis (= Edirne) yakınlarında büyük bir yenilgiye uğratılarak imha edilmesi üzerine, imparator olan THEODOSIUS (İ.s. 379–395), bir antlaşma ile Gotlar’ı Aşağı Tuna Bölgesi’nin güneyine yerleştirerek bu tehlikeyi önlemek istemiştir (İ.s. 382). 

İ.s. 391’de Pagan kültleri yasaklayarak Hristiyanlığı Roma Devleti’nin resmî dini yapan ve bu şekilde diğer dinlere karşı genel bir hoşgörüsüzlük dönemi başlatan THEODOSIUS’un, imparatorluğun yönetimini ölümünden önce doğuda ve batıda olmak üzere iki oğluna vermiş olması, İ.s. 395’teki ölümünden sonra Roma Devleti’nin kesin olarak ikiye ayrılmasına yol açmıştır. Merkezi Roma Kenti olan Batı Roma İmparatorluğu barbar saldırıları sonucu İ.s. 476’da yıkılmış; bundan sonra da Batı üzerinde hak iddia etmeye devam eden ve merkezi Constantinopolis olan Doğu Roma İmparatorluğu ise, “Bizans İmparatorluğu” olarak 1453 yılına dek varlığını sürdürmüştür. Bu bakımdan Anadolu’da Roma Egemenliği’nin sonunu belirlemek güç olmakta ve bu sorun farklı biçimlerde ele alınmaktadır. Aslında “Ortaçağ”; antik kültürün, antik devletin ve antik düşüncenin sonu anlamına gelmektedir. Kısa sürede gerçekleşmesi mümkün olmayan böyle köklü bir değişimi belirli tarihlerle sınırlandırmak doğru değildir. Ancak, daha İ.s. 3. yy.ın sonlarında başlayan bu değişiklik, İ.s. 6. yy.ın sonları ile 7. yy.ın başlarında büyük ölçüde tamamlanmış bulunuyordu. Bu bakımdan, İ.s. 7. yy.la birlikte Anadolu’da bir “Bizans Devri”nden ya da bir “Ortaçağ”dan artık kesin olarak söz etmek mümkündür.

 Helen ve Roma Tarihinin Ana Hatları, Bülent İplikçioğlu, Arkeoloji ve Sanat yayınları, 2007


Anadolu'da Roma Hakimiyeti, Gürkan Ergin

2 yorum: