Görece yakın tarihlere kadar Germen halkları, kent uygarlıklarına komşu olarak yaşadılar. Bulundukları bölgeleri birden fazla nedenle terk etmeye başladılar. Bu göçler Avrupa haritasını yeniden şekillendirdi. Romalılar Yunanlılardan aldıkları “Barbar” kavramını Germen kabileleri için de kullandılar. O dönemde barbar, devlet sistemi içinde olmayanları belirtiyordu. Çok daha geç dönemde Barbar göçü, “Kavimler göçü” olarak adlandırılmaya başladı.
Romalılar başlangıçta Keltler ile Germenleri ayırt edemediler. Daha sonra dil ve kültür farklılıklarının farkına vardılar. Germenler bir çok coğrafyada yönetici kesimi oluşturdu. İtalya, Fransa, İspanya, İngiltere tarihinde önemli roller oynadılar, bir kısmı Roma ile bütünleşti. Adaya gidenler yeni bir kültürün temellerini attılar. Hristiyanlık diğer kavimlerde olduğu gibi onların kaderinde de belirleyici değişimlere yol açtı. Franklar, Vizigotlar, Ostrogotlar Latin Hristiyanlığının etkisinde farklılaştılar. Almanya’da yerleşenler dillerini korudular. Aşağıda bu süreci gösteren metin ve haritaları paylaşıyorum. B.Berksan.
Hint-Avrupa kökenli olan Germen halkları, ilk yerleştikleri bölgelerde yüzyıllar boyunca kademeli olarak yayıldıktan sonra IV. ila V. yüzyıllar arası Batı Roma dünyasına yeniden şiddetli saldırılar düzenler. Avrupa tarihinin bundan sonraki gelişimi tam da Roma yapıları ile Germen formları arasındaki bu çatışmadan ve izleyen bütünleşmeden doğar.
Yerleşme ve yayılma
Genellikle Germen kökenli halkların asıl yerleşim bölgesinin
Jutland Yarımadası ve İskandinav Yarımadasının güneyi olduğu sanılır; Germen kabileleri
burada kademeli olarak yayıldıktan sonra MÖ 700-500 arasında Hollanda'dan Batı
Rusya'ya kadar Orta Avrupa'nın kuzeyinin büyük kısmını istila etmiştir.
Germen kabilelerinin giderek güneye doğru yayılması MÖ II. yüzyılda, kuzeye doğru yayılmakta olan Roma dünyasıyla karşılaşınca sona erer.
Tuna'nın batısında kalan Avrupa topraklarında sorunlar farklıydı. Roma'nın karşısında büyük bir güç yoktu ama Karadeniz'den Ren Nehri'nin ağzına kadar uzanan bütün sınır boyunda Cermen halklar vardı. Bazıları asıl yurtlarından Romalılar tarafından uzaklaştırılmıştı. Yeri geldiğinde ürkütücü düşmanlar olabiliyorlardı. Augustus, imparatorluğu Elbe Nehri'ne kadar genişletmeyi ummasına rağmen bunun mümkün olmadığını anlamıştı. Bunda kısmen MS 9 yılında meydana gelen ve üç lejyonun Alman ormanlarında tamamen imha edilmesiyle sonuçlanan büyük felaketin payı vardı. Teutoburger Savaşı Romalılar Cermen halkların yarattığı sorunlarla başa çıkabilmek için limes
adını verdikleri inceden inceye planlanmış bir sınır hattı yaptılar. Limes
günümüz sınırlarında olduğu gibi yalnızca bir devletin sorumluluk alanının bitip öbürünün başladığı yeri
göstermiyordu. Aynı zamanda sınırın ardında yatanları koruyup iki farklı
kültürü birbirinden ayırmak amaçlanmıştı. Bu sınır hattı, "barbar"
dünyasından farklı bir "Latin" Avrupa'yı tanımlıyordu (Romalılar barbar kelimesini Yunancadan almıştı).
Sınırın bir yanında Roma'nın düzeni, hukuku, zengin pazarları, güzel
şehirleri, kısacası uygarlık vardı. Öte yanındaysa kabile toplumları, teknolojik
gerilik, cahillik ve barbarlık bulunuyordu. Elbette bunları tamamen tecrit
etmek imkansızdı; her zaman geliş gidişler oluyordu. Yine de Romalılar sınırı
herhangi bir yere yapılan yolculuğun bir aşaması olarak değil ihtiyatla
kolladıkları bir hat olarak görüyordu. Limes'i mümkün olan yerlerde doğal
engellerle oluşturmuşlardı. Hattın büyük bir kısmı Ren ve Tuna Nehirlerini takip ediyordu. Doğal engellerin bulunmadığı yerlerde çimen, kereste ve bazen örme taşlarla yapılan istihkamlar vardı. Sınır hattı boyunca işaret kuleleri ve küçük kontrol noktalarıyla birbirine bağlanan sabit lejyoner kampları mevcuttu. Askerler sınır boyunca uzanan yollar vasıtasıyla bir noktadan diğerine hızla ulaşabiliyordu. Ren ve Tuna arasında uzun bir istihkam hattı vardı. Dobruca bölgesindeki bir başka hat Karadeniz'e kadar uzanıyordu. Britanya'da Tyne Nehri'yle Solway Halici arasında MS 122'de yapılan Hadrian Duvarı, günümüze en eksiksiz olarak ulaşan sınır istihkamıdır. Taştan yapılan, seksen Roma mili (yaklaşık 120 km) uzunluğunda olan duvarın her iki tarafında hendekler vardı ve birbirine on altı kaleyle bağlanmıştı. Ayrıca her milde bir, iki kulesi olan küçük kontrol noktaları vardı. Hadrianus'un biyografisini yazan kişi bu duvarın amacının "Romalıları barbarlardan ayırmak" olduğunu belirtmişti. Bu tür engeller sürekli insan bulundurulmadığı takdirde savunma hattı olarak bir işe yaramıyordu. Hadrian Duvarı, garnizonların geçici olarak zayıflamasından dolayı, ilki 2. yüzyılın sonunda diğeri 4. yüzyılda olmak üzere iki kez aşıldı. Vahşi İskoçlar ve Piktler güneyin içlerine kadar baskınlar yapıp gittikleri yerleri yağmalayıp yıktılar. Avrupa tarihi, J.B.Roberts |
Roma İmparatorluğu'nun sınır bölgesine doğru devam eden (özellikle Kuvadlar ile Markomanların) göç dalgaları I ve II. yüzyıllarda devam etse de; Germen halklarının sürekli bir şekilde Batıya doğru ilerleyişi III. yüzyıldan itibaren, Gotlar Balkan Yarımadasını ve Küçük Asyayı yakıp yıkarak imparatorluğun içlerine kadar girdiği zaman gerçekleşir (238-271).
MS 200'den kısa bir süre sonra Cermen halkların
imparatorluk topraklarına geçip yerleşmek amacıyla sınır boylarındaki baskısı
iyice arttı. Bazılarını kuşkusuz imparatorluğun düzeni, uygarlığı ve
zenginliği çekiyordu. Ancak onları göçe zorlayan
daha temel nedenler de vardı. Daha doğuda yaşayan halklar Orta Asya'daki
değişimler nedeniyle batıya doğru sürükleniyordu. Bu değişimler hem doğal
(örneğin iklim) hem siyasiydi (örneğin
Avrupalıların daha sonra Hunlar adını vereceği Hsing-Nu kavmine mensup Han
imparatorlarının yarattığı tedirginlikler). Bir tür etnik yer değiştirme
gerçekleşiyordu. Yolun sonunda birilerinin Roma sınırına bindirmesi zorunluydu. Kuzeydeki Ren
sınırının benimsenmesinin sonuçlarından biri, farklı Cermen halkları arasında
bir ayrım ortaya çıkmasıydı. Bu halklar zaman içinde farkında olmadan
geleceğin Avrupa'sının alt gruplarını oluşturacaktı. Barbarların sayısının
abartılmaması gerekir. Çoğu zaman bir savaş sırasında ancak yirmi ita otuz
bin adam toplayabiliyorlardı. Yine de 3. yüzyıldaki imparatorluğun zorluklarını ve farklı yerlerde
ordu bulundurma mecburiyetini düşündüğümüzde, bu sayı bile çoktu. Barbarları
sonsuza dek sınırların dışında tutmak imkansızdı. Bunun üzerine yatıştırma
politikaları denendi. Önce bazı Ren kabilelerinin
Roma topraklarına yerleşmesine izin verildi (bu kabileler daha sonraki
akınlara karşı sınırların savunulmasında kullanıldı). Ardından bir başka
kavim olan Gotlar 251 'de Tuna'yı geçti (ve savaş meydanında imparatoru
öldürdü). Beş yıl sonra Franklar (bir başka kavim daha) Ren'i geçti. Bunların
dışında, bir başka kavim olan Alamanlar güneyde Milano'ya kadar inerken
Gotlar önce Yunanistan'a girip ardından İtalya ve denizi aşarak Küçük Asya'yı
yağmaladılar. Tuna'nın öte yakasındaki Daçya 270'te terk edildi. Avrupa tarihi, J.B.Roberts |
Muhtemelen zengin bölgeleri yağmalamayı amaçlayan savaşçılardan oluşan bu ilk grupların güneye gidişini IV. yüzyılın sonundan itibaren Vizigot, Ostrogot, Sueb, Burgon, Alaman, Frank, Longobard, Vandal, Herül, Anglo, Sakson ve Jüt akınları (Völkervvanderung) izler.
4. yüzyıl sonlarındaysa, Hunların daha doğudaki Got kavimlerini sıkıştırmasının imparatorluk için önemli bir sonucu oldu. Baskıyla karşılaşan barbarlar imparatorluk topraklarına girdi. Vizigotlar 376'da daha önce görülmemiş bir örnek oluşturdu. Farklı bir kavim olarak Tuna'yı geçmelerine izin verilirken kendi kanunlarını da getirdiler. Doğu İmparatorluğu bu göçmenlerin yönetiminde beceriksizce davranınca Vizigotlar düşman kesildi. 378'de yapılan Adrianapolis Savaşı'nda imparatoru öldürüp Konstantinopolis'in batıyla karadan bağlantısını kestiler. Bunun üzerine imparatorluk topraklarını istila edenlerin sayısı iyice arttı. Birkaç yıl sonra Vizigotlar bu defa İtalya'ya saldırdı ancak bu kez imparatorluk hizmetindeki bir Vandal general onları durdurdu. İmparatorluk 406'dan itibaren barbar kabileleri müttefik (konfedere) olarak kullanmaya başladı (foederati kelimesi, karşı konulamayan ancak yardımcı olmaya ikna edilen barbarlar anlamına geliyordu). Savunma konusunda Batı İmparatorluğu'nun elinden gelen buydu ancak kısa bir süre sonra bu da yetmemeye başladı. İmparatorlara verilen "Daima Muzaffer" ve "Dünya Düzenini Yeniden Kuran" anlamındaki unvanlar işlerin kötüye gittiğinin işaretiydi. 5. yüzyıla girildiği dönemde Batının bütün düzeni altüst olmuştu. İmparator ve Senato 402'de Ravenna'ya kaçtılar. Ravenna bu tarihten itibaren, tamamen ortadan kalktığı güne kadar imparatorluğun merkezi oldu. Barbar despotlar ve takipçileri kısa sürede Latin Batı aleminin dört bir yanında dolaşmaya başladı. Roma ise 410'da Gotlar tarafından yağmalandı. Bu korkunç olay karşısında Afrikalı bir piskopos ve kilise babası olan Aziz Agustin, Hıristiyan edebiyatının başyapıtlarından birini yazdı. Tanrının Şehri adlı eserde, Agustin Tanrı'nın böyle korkunç bir şeyin olmasına nasıl izin verdiğini anlatıyordu. Bu esnada, Fransa'ya giren Vizigotlar, imparatorla anlaşma yapmadan önce Akitanya'ya kadar ilerlediler. İmparator Vizigotları ikna edip İspanya'yı işgal etmiş bulunan Vandallara karşı savaşta yardım etmelerini sağladı. Vizigotların Cebelitarık Boğazı'nın karşısına, Kuzey Afrika'ya sürdüğü Vandallar Kartaca'yı başkentleri yaptı. Buraya yerleşen Vandallar 455'te Akdeniz'i geçip Roma'yı ikinci kez yağmaladı. Bu saldırı ne kadar kötü olsa da Afrika'nın kaybı daha vahimdi. Batı İmparatorluğu başlıca tahıl ve zeytinyağı kaynağını kaybetmişti. Ekonomik dayanağı artık İtalya'dan biraz daha büyük bir alana kısılıp kalmıştı. İmparatorluğu'nun bu karışıklığın içinde tam olarak ne zaman sona erdiğini söylemek zordur. İsimler ve simgeler, Cheshire kedisinin gülümsemesi gibi kaybolan son şeylerdir. Hunlar sonunda 451 'de Troyes'da yapılan büyük bir savaş sayesinde batıdan geri püskürtüldüler.
Muzaffer "Roma" ordusu Vizigotlar, Franklar, Keltler ve
Burgundililerden -yani tümüyle barbarlardan- oluşuyordu ve başlarında bir
Vizigot Kralı vardı. Bir başka barbar hükümdar 476'da son Batı imparatorunu tahttan indirince, Doğu
imparatoru tarafından kendisine "patrici" unvanı
verildi. Biçimi ne olursa olsun, siyasi bir yapı olarak batı imparatorluğu
artık yerini birtakım Cermen Krallıkları'na bırakmıştı. Son Batı
imparatorunun öldüğü tarihin, Augustus ile başlayan bir hikayenin son noktası
olmaktan öteye gitmediği genel olarak kabul edilir. Tarih net sonları sevmez.
Barbarların çoğu (bazıları bu dönemde Romalılar tarafından
eğitiliyordu) kendilerini Roma otoritesinin yeni koruyucusu olarak görüyordu. Konstantinopolis'teki imparatoru
hala mutlak hükümdarları olarak kabul ediyorlardı. 5. yüzyılın sonunda çoğu;
Galya, İspanya ve İtalya'daki eski taşra seçkinlerinin
yaşadığı yerlere yerleşerek Roma yaşam tarzını benimsemişti. Bazılarıysa
Hıristiyan olmuştu. Barbarlık sadece Britanya Adaları'nda eski Roma geçmişini
neredeyse tamamen yok etti. Bundan dolayı, 500 yılı dolaylarında
imparatorluğun başına gelenlere rağmen antik uygarlık çağıyla ilgili öykünün
sonu gelmemişti. Avrupa tarihi, J.B.Roberts |
Germen halklarının bu geniş çaptaki yayılışı üç ana koldaki dilsel ayrımı da pekiştirir: ilk olarak Vikinglerin hareketlerine bağlı olarak yayılmış olan Kuzey Germen dili, sonradan sadece İskandinav dünyasıyla sınırlanır ve dışarıdan gelen etkilerle değişmeye devam eder; temelde Gotların dili olan Doğu Germen dili Wulfila'nın (311-y. 382) Incil'inde (veya Gotik İncil) izlerini bıraktıktan sonra Kırım'ın bazı bölgeleriyle sınırlanır ve ardından ortadan kalkar; Batı Germen dili ise çok daha verimli bir dil olup günümüzde İngilizce, Felemenkçe ve Almancanın kökenlerini oluşturan eski İngiliz, Sakson, Frizon ve erken dönem Alman lehçelerini bir araya getirir.
Ekonomik Dönüşümler
Germen halklarından ilk söz edilmeye başlanması MÖ IV.
yüzyıla denk gelir; Kuzey Avrupa'da yolculuk yapan Marsilyalı Pitea
(coğrafyacı, MÖ V-IV. yüzyıllar) Barbaricum denen kitlenin içinde Germen
dünyası ile Kelt dünyası arasındaki derin farkı tespit eder. Nitekim Germen
Avrupa’sı ile Kelt Avrupa'sı arasında kullanılan diller ve coğrafi konumlar ve
özellikle maddi kültürlere aidiyet açısından farklar vardır; Kelt halklarının
büyük kısmı tarih içerisinde hızlı bir şekilde ve uzun süreli olarak yerleşik
hale geçerken (İsviçre'de, Neuchâtel Gölü'nün kıyısındaki bir köyden adını alan
"La Tene kültürü"); Ren ve Tuna nehirlerinin ötesindeki dünya MÖ I.
yüzyılın sonlarında bile henüz tam olarak iskan edilmemiştir ve ekonomisi büyük
çapta tarıma ve hayvancılığa dayalıdır ("Jastorf kültürü"). Ne olursa
olsun, Gaius Julius Caesar (MÖ 102-44) veya Tacitus (y. 55-117/123) gibi
yüzyıllar önce Germen Avrupa'sını tasvir eden Latin yazarlar IV. yüzyıldaki
Avrupa'yı tanımakta güçlük çekerdi. Temelde istikrarsız olan ekonomik yapıların
yerini özellikle Batı Germen dünyasında, giderek daha gelişmiş yöntemlerle
toprağa yerleşme ve toprağı işleme şekilleri almıştır (iki ürün ekimli
rotasyonlar, dışkının gübre olarak kullanımı, gelişmiş aletler). Tarım ve
yerleşim alanlarındaki bu büyük dönüşümler hem demirin çıkarılmasında ve
işlenmesinde daha kârlı tekniklere geçilmesiyle hem de seramik üretimi ve kuyumculuk
gibi alanlarda zanaat faaliyetlerinin gelişmesiyle güçlenir. Germen bölgesinde
gerçek bir ekonomi devrimi olarak görülebilecek olan geçim şartlarındaki
kademeli iyileşme, daha büyük çaplı yerleşim merkezlerinin oluşmasına, varlık
sahibi olanlar ile olmayanlar arasındaki toplumsal farklılıkların artışına,
orta ve uzun vadeli olarak da bu yayılmaya bağlı nüfus artışına eşlik eder.
Toplum ve Savaş
Caesar ile Tacitus'un IV. yüzyılın Barbaricum kitlesini tanıyamamaları için bir neden daha vardı, o da uzun bir süre boyunca Germen halklarının özelliği olan hareketlilikleriydi. Nitekim I ve II. yüzyıllardaki Germen yerleşimleri daha önceki büyük çapta göçlerin sonucu olarak ortaya çıkarken, Batı Roma topraklarına adım atmalarına neden olacak olan IV.Yüzyıldaki etnik dağılım, daha önceden bilinmeyen halkların yayılmasının sonucunda ortaya çıkar. Daha önceden de belirtildiği gibi, göç hareketliliği Orta Avrupa kabilelerinin Roma İmparatorluğu topraklarına doğru yayılması şeklinde düşünülecekse, bu hareketlilik aynı zamanda Germen dünyasının iç dinamiklerini de niteler, çünkü sonradan bilinen topluluklara kaynak olacak olan kabileler arasındaki ittifaklar, bazı grupların diğerleri üzerinde egemenlik sağlamasını amaçlayan kanlı savaşlar sonucunda değişime uğrar. Kabileler uzun bir süre boyunca Germen dünyasının temel düzenini oluşturur ve kavmin esas yapısı kan ve akrabalık bağlarının yanı sıra ortak efsanelere ve ortak bir ufka uzanan köklere dayalıdır; öte yandan bu düzenin temsili, vatandaşlık hakkının topluma (yani devlete) olan aidiyete dayandığı Roma dünyasıyla temelde karşıtlık içindedir. Germen dünyası, Roma dünyasının yakınlığı, imparatorluğun batı kısmındaki toprakların işgali ve farklı oluşumların etkileri (örneğin Hıristiyanlığın yayılmasının görmezden gelinemeyecek etkisi) sayesinde, iç düzeninden ("orduya dayalı monarşi"ye geçiş) temel savaş yapısına ve maddi kültürüne kadar uzanan derin bir değişimden geçer. Roma dünyasına yakınlığı açısından düşünüldüğünde; Caesar'ın, krallık gücü birkaç prens arasında bölüşülen Germen halklarıyla karşılaştığı ve Tacitus'un kralları kutsallıkla bağlantılı olarak tasvir ettiği biliniyorsa da, sonraları daha yaygın olarak askeri liderler (reiks veya kuning) ortaya çıkar.
Germen dünyası, saldırgan yayılmanın görüldüğü yüzyıllarda askeri, idari ve genelde hukuki gücün bir araya geldiği bu liderleri kralları ilan eder. İktidarın, başlangıçtan itibaren özgür insanlardan oluşan ve ortaçağın başlarında bile daha çok kralın kararlarını onaylama görev verildiği anlaşılan bir kurulla paylaşıldığı anlaşılmaktadır. Öte yandan comitatus adındaki başlangıçta askeri lidere, daha sonraları krala bağlı olan ve savaşlardan elde edilenlerle ödüllendirilen küçük savaşçı grubu daha büyük önem taşır. Germen toplumunun savaşçı özelliğini büsbütün vurgulayan bu aristokrat sınıf, istilalar söz konusu olduğu zaman birincil derecede rol oynar, çünkü Germen halklarına güçlü ve birleşik saldırı gruplan sağlar. Maddi açıdan bakıldığında, savaş uzun süre oldukça sınırlı çeşitte silahla sürdürülür ve genelde dağınık da olsa, çatışma şiddetinin etkisine ve saldırının sürpriz faktörüne güvenilir. Aslında bu halkların savaş ekipmanı daha çok kargı, mızrak ve kalkanlardan oluşur, ama Romalılarla ilişkilerin artması sonucunda III. yüzyıldan itibaren kılıç daha önemli bir rol kazanırken V. yüzyıldan itibaren de miğferler yaygın olarak kullanılmaya başlanır. Arkeolojik kazılardan da anlaşıldığı üzere, zırhlar genelde bir istisna teşkil eder; VI. yüzyılda bile Franklar ile Bizanslılar arasındaki çarpışmalarda Frank savaşçılarının belden yukarısı çıplaktır ve üzerlerinde sadece deriden veya ketenden pantolonlar vardır. Çarpışma teknikleri açısından da yüzyıllar boyunca çok az temel değişiklik gözlemlenir: Sadece Sarmat-Iran-Türk örneğiyle daha yakın temasta olan Doğulu halklar arasında -yani Gotlar, Vandallar ve Longobardlar- süvari birlikleri ve yay kullanımı gelişir.
Din
Hıristiyanlığın yayılmasından önce var olan Germen dinleri ve gelişimleriyle ilgili bilgiler sınırlıdır, ancak İzlanda halklarının Hıristiyanlığı geç dönemde kabul etmiş olmasının daha zengin ve çok yönlü bir ortamın sürmesine imkan verdiği bilinir. Germen efsanelerinin temelinde yattığı anlaşılan Aesirler ile Vanirler arasındaki ihtilaf, bazı araştırmacılar tarafından Hint-Avrupa asıllı istilacılar ile daha önceki yerleşik halklar arasındaki ilkel çatışmaların anısı olarak görülür. Georges Dumezil'in de (1898-1986) tespit ettiği üzere, genelde Aesirlere sihirle ve savaşla ilgili tanrılar bağlıyken (özellikle savaşta ölenleri Valhalla'ya götürme görevi verilen, tanrıların efendisi Wotan/Odin, gök gürültüsü tanrısı Donar/Thor ve Tacitus'un Roma tanrısı Mars'a denk geldiğine karar verdiği Tyr/Tiu), Vanirlere üretimle ve çoğalmayla ilgili tanrılar bağlıdır (özellikle bereket tanrısı Freyr, aşk ve doğurganlık tanrıçası Freya).
Tacitus, Germania adlı eserinin kısa bir bölümünde Germen tanrıları ile Roma tanrıları arasında özdeşlikler bulmuş, Odin ile Mercurius, Tiu ile Mars, Thor ile Jüpiter arasında bağlantı kurmuştu; bu özdeşlikler IV. yüzyılda günlerin isimlerinin kazıldığı kalıplarda da görülür: Roma'nın Mercura dies'ı [Mercurius'un günü] Anglo-Sakson dilinde Wödnesdaeg'a (Odin'in günü) denk gelir ve bundan İngilizcedeki Wednesday [çarşamba] ile Hollandacadaki Woensdag türer; perşembe günü (Iovis dies veya Jüpiter'in günü) Donares Taga ("Donar'm günü") dönüşür ve bundan Almancadaki Donnerstag ile İngilizcedeki Thursday [perşembe] türer; Martis dies [Mars'ın günü] Anglo-Sakson dilinde Ti wesdseg'e dönüşür ve bundan İngilizcedeki Tuesday [salı] ile Almancadaki Dienstag türer; son olarak da, İngilizcedeki Friday [cuma] ile Almancadaki Freitag'ın temelinde Venüs ile Freya arasındaki bağlantılar yatar.
Hukuk
Karmaşık ve gelişmiş Roma hukuku ile Germen örf ve âdet hukuku arasındaki entegrasyon, Roma-Barbar krallıklarının oluşumu hakkında başlı başına bir bölüm teşkil eder. İlk devrede iki hukukun paralel olarak var olması, yeni egemen halklar ile Romalıların bütünleşmeden bir arada varoluşuna işaret eder ve etnik farklılık, hukuklar arasındaki kayda değer farkla da vurgulanır. Ancak kısa bir süre sonra bu dönemi, bu topraklarda yaşayan yeni halkların büyük kısmı için ortak olan kuralların kanunlaştırıldığı V ile IX. yüzyıl arasındaki dönem izler. Bu faaliyetleri yürütenler arasında yer alan Vizigot kralı Euric (?-484, Germen 447) V. yüzyılın sonunda halkının bütün kanunlarını Codex hukuku ile Euricianus adı altında tek bir eserde toplatırken oğlu II. Alaric'in (?-507, > 484) döneminde ise daha çok Codex Theodosianus'tan alınma Roma yasaları toplanarak Breviarium Alaricianum (506) hazırlanır. Burgonların kralı Gundobad (?-516, > 480) tarafından hazırlatılan Lex Gundobada adlı eserin yanı sıra V. yüzyılın sonlarında Sal Franklarının en eski yasa külliyatı olan ve çeşitli hukuk kurallarını toplamanın yanı sıra krallığın babadan kızlara geçmesini engelleyen Lex Salica da V. yüzyılın sonlarına tarihlenir
Ortaçağ,Cilt I, Ed: Umberto Eko, Alessandro Cavagna
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder