I.Dünya savaşı
Basra Körfezi bölgesinde İngiliz askeri stratejisi iki unsura dayanmaktaydı: Hindistan yolunu ve İran'ın petrol yataklarını korumak. Birincisi, İngiliz politikasının kilit taşıydı; ikincisi de, 1912'de İngiliz donanmasının kömürden petrole dönmesiyle aynı derecede önem kazanmıştı.
..
Osmanlı-Rus savaşları daha başlamadan Hindistan'dan gelen bir İngiliz ordusu, 1914 yılı sonlarında Basra'ya çıkmış ve Bağdat'a doğru yürüyüşe geçmişti. Ancak İngiliz-Hindistan seferinin komutanı ilk zaferlerine aldanarak Osmanlıların imkanlarını doğru değerlendiremedi. Osmanlılar 1915'te bir karşı saldırıyla İngilizleri Kut'a sığınmaya zorladılar ve uzun süren bir kuşatmadan sonra 1916'de İngilizler teslim oldular. Ancak Mezopotamya cephesi İngilizler adına ihmal edilemeyecek kadar önemli olduğundan 1917 Mart ayında yeni bir orduyla Bağdat'ı aldılar ve güney Irak, İngilizlerin denetimi altına girmiş oldu.
..
San Remo Konferansı'nda verilen kararlar, Arap eyaletlerini Osmanlı yönetiminden alıp İngiltere ile Fransa arasında bölüyordu. Eski eyaletler 'manda' adı verilen birimlere bölündüler. Burada şunu belirtmek gerekir ki, manda sistemi 19. yüzyıl emperyalizminin kendi kaderini tayin etme görüntüsü verecek şekilde yeniden ambalajlanmasından başka bir şey değildi. İngiltere Irak ve Filistin'in, Fransa Suriye'nin mandatörlüğünü aldı. Irak, üç eski Osmanlı vilayeti olup ortak pek az şeyleri bulunan Basra, Bağdat ve Musul'un birleşmesiyle yaratılan yepyeni bir devletti. İngiltere bu yeni devletin kontrolünü alarak Basra Körfezi'ndeki durumunu sağlamlaştırmış, Hindistan yolunu emniyete almış ve petrol kaynaklarına ulaşma imkanını elde etmişti.
...
Manda Kurulmasından Bağımsızlığa Osmanlı sonrası Arap dünyasının sınırlarını çizen İngiliz yetkililer, yeni Irak devletine sıra geldiğinde çok keyfi davranmışlardı. Osmanlılar Mezopotamya'yı üç ayrı ve çok farklı vilayet olarak yönetmişlerdi.
Kuzeyde dağlık Musul vilayeti ekonomik olarak Anadolu'ya ve Büyük Suriye'ye bağlanmış; merkezi Bağdat vilayeti yerleşik tarımı desteklemiş ve öncelikle İran ve güneybatıyla ticaret yapmıştı. Güney vilayetiyse Basra Körfezi'ne ve Hindistan'la denizaşırı ticarete yönelikti. Bu üç vilayet 1920'de İngiliz mandası altında Irak devletine dönüştüklerinde siyasal bir toplum tanımına girmiyordu. Bunlar Osmanlı İmparatorluğu'nun etnik ve dini bakımdan en farklı Arap bölgeleriydi ve bunların zorla tek bir ülke halinde birleştirilmeleri bir millet yaratmada aşırı güçlükler doğurmaktaydı.
Araplar nüfusun yaklaşık yüzde 80'ini oluşturmaktaysa da, kesin dini çizgilerle bölünmüşlerdi. Arapların yarısından biraz fazlası Şiiydiler ve komşu İran’ın ulemasıyla çok yakın ilişkileri vardı. Arap nüfusun geri kalanı Sünniydi. Sünniler sayıca azınlıktaysalar da, İngilizler yeni devlette onların siyasal bakımdan önem kazanmalarını desteklemişlerdi. Yine bir anlaşmazlık potansiyeli toplam nüfusun yüzde 20'sini oluşturan kuzeydeki Kürt azınlıktı. Kürtler Sünni Müslüman olmakla birlikte, kendi dil ve kültürleri olan ayrı bir etnik toplumdu. Irak'ın kuzeyi ile Türkiye ve lran'ın kendilerine komşu bölgelerini atalarının yurdu olarak kabul ediyorlar, kendi kültürel ve siyasal özerkliklerini korumak istiyorlardı. Kürtlerin yeni Irak devletinin merkezileştirme çabalarına direnmeleri ve çoğunlukla asimile olmak istememeleri, modern Irak'ta kuruluşundan günümüze kadar devam eden bir çatışmayı şekillendirmiştir. Kuzeyde bir Asuri Hıristiyan azınlığın ve Bağdat'ta epey büyük bir Yahudi toplumunun bulunması da yeni devlette dini ve etnik gerilim ihtimaline katkıda bulunmaktaydı.
..
Irak'ın farklı ve çoğunlukla özerk sakinlerini bir devlet içine sokmaktaki güçlükler 1920 Haziran ayında Fırat boyundaki aşiretlerin ayaklanmasıyla ortaya çıktı. Aylarca süren ayaklanma İngiltere'ye ve İngiltere'nin adem-i merkeziyetçi Osmanlı sistemi yerine merkeziyetçi devlet yapısı getirme çabalarına karşı yerel çaplı bir isyandı. İsyan bilinçli bir milliyetçi hareket olmamakla birlikte İngiltere aleyhtarı duygulardan esinlenmişti ve Irak milli mitolojisinde yeni devletin yabancı idaresini reddetmesinin ilk sembolü olarak yer aldı. İngilizler sonunda isyanı bastırdılar, ama yaklaşık 10 bin Iraklı ve 450 İngiliz askeri ölmüş ve 40 milyon sterlin harcanmıştı.
..
İngiliz politikacılarının konusu, artık ülkedeki İngiltere çıkarlarının (Hindistan'la ulaşım güvenliği ile Irak ve İran petrol yataklarının korunması) her an patlayacak bir nüfusu doğrudan doğruya idare masrafına ve sıkıntısına girmeden nasıl garanti edileceğiydi. Çözüm, Irak'la bir antlaşma temeli üzerinde uzlaşmak ve Irak hükümetine mümkün olduğunca çok sorumluluk bırakarak masrafları azaltmaktı. İngilizler bu politikayı yürütmek için kendilerinin birlikte çalışabilecekleri ve Irak nüfusunun geniş kesimi tarafından kabul edilebilecek bir hükümdar aramaya başladılar. Seçtikleri kişi, Arap İsyanı'nın komutanı, Şerif Hüseyin'in oğlu ve kısa süre önce parçalanmış olan Suriye krallığının hükümdarı Emir Faysal'dı.
...
Devlet otoritesinin hem milli sembolü hem de temel aracı olan Irak ordusu l92l'de kuruldu. İngilizler tarafından ilk başta 7.500 kişiyle sınırlı tutulan ordu 1932'deki bağımsızlıktan sonra genişletildi ve 1930'ların sonunda 26 bini buldu.
..
Kralın rejiminin merkezi bir kontrol sağlayabilmek için İngiliz kara ve hava güçlerinin sürekli desteğine ihtiyacı varsa da, İngilizlerin kucağından kopmaya ve yerel halkla bağlarını sıkılaştırmaya da ihtiyacı vardı. İngiltere, Faysal'ın durumunun hassasiyetini anladığından manda şartlarında değişiklik yaparak, Irak'a iç işlerinin yönetilmesinde daha fazla özerklik tanıdı. Bu, ilki 1922'de ve sonuncusu 1930'da imzalanan anlaşmalarla yapıldı.
1930 anlaşması hükümlerine göre, Irak iki yıl içinde tam bağımsız olacaktı, İngiltere de Mısır'daki gibi askeri ve güvenlik imtiyazlarını koruyacaktı. Böylece savaş durumunda İngiltere Irak'ın yardımına gelecekti ve Irak da savunması için gereken bütün iletişim kurumlarını İngiltere'nin kullanmasına izin verecekti. Yine anlaşmaya göre, yurtdışında eğitim görecek Iraklı askeri personelin İngiltere'de eğitim görmelerini, Irak'taki bütün askeri eğitimcilerin İngiliz olmasını ve Irak ordusunun silahlarının sadece İngiltere'den alınmasını hükme bağlayarak İngiltere, Irak silahlı kuvvetlerin genişlemesini kontrol altında tutacaktı. İngiltere'ye ülkede iki de hava üssü bulundurma hakkı verilmişti. Irak 1932'de resmen bağımsız oldu ve Milletler Cemiyeti'ne kabul edildi.
..
Petrol haklarından gelecek paraya acil ihtiyacı olan Iraklılar istemeyerek de olsa İngiltere'nin baskısına boyun eğdiler ve 1925'te Irak Petroleum Company olacak şirketle yetmiş beş yıllık bir imtiyaz anlaşması imzaladılar. Anlaşmaya göre, Irak petrolün tonu başına belirli bir para alacaktı, ama şirkette ortak olamayacaktı.
Bağımsız Irak, 1932-1939
Faysal 192l'de Irak tahtına oturduğunda yeni vatanıyla çok gevşek bağları vardı. Bölgeye yabancıydı ve krallığı halkın isteğiyle değil, yabancı bir işgalci olan İngiltere tarafından yaratılmıştı. Faysal, Irak çıkarlarıyla özdeşleşmenin önemini anlamıştı ve bunda da bir dereceye kadar başarılıydı. İngiltere'yi bağımsızlık vermeyi hızlandırmaya teşvik ederek krallığına sadakatini göstermiş ve halkın çoğunluğunu onların refahı adına çalışacağına inandırmıştı. Pek çok tarihçi Faysal'ın üzerindeki akıl almaz baskılara ustalıkla dayandığını yazmıştır. Ancak 1933'teki zamansız ölümü, ülkeyi onun deneyimli liderliğinden yoksun bırakmış ve monarşiyi Irak politikalarında bir unsur olmaktan uzaklaştırmıştır. Faysal'ın yerine geçen oğlu Gazi ( 1933- 1939) beceriksizdi ve devlet işleriyle ilgilenmiyordu.
...
Eski Osmanlı subaylarının İstanbul'daki eğitimlerinden gelen prestijleri, Faysal'dan ve İngilizlerden aldıkları destekle kendilerini hayatları boyunca Irak politikasına hakim olacak duruma getirmişti. Bunlardan en kalıcısı 1930'larda beş kere başbakan olan ve 1958'de krallık devrildiği zaman da aynı makamda bulunan Nuri el-Said'di (1888-1958)
..
Muhalefetin ileri gelenleri kendilerini ve örgütlerini yeni Irak milletinin gerçek sembolleri olarak gören genç subaylardı. Milliyetçilik ve PanArabizm duygularıyla dolu ordu liderleri, Irak'ın bağımsız bir millet olarak Ortadoğu'daki rolünü üstlenmesini istiyorlardı. Ordu ve kuzey komutanı General Bekir Sıtkı, 1933'te Asuri Hıristiyan cemaatini sistemli bir şekilde katlederek sözde milli çıkarları korumasıyla ünlenmişti. Asuri olayında kazandığı ün pek hoşuna giden General Sıtkı, 1936'da hükümeti deviren bir darbeyle orduyu Irak siyasal hayatına sokmuş oldu.
Böylece başlayan askeri darbeler dalgası - 1941'e kadar altı tane daha yapılmıştı- orduyu Irak politikasında belirleyici duruma getirdi
..
II.Dünya Savaşı'nda Irak
Kral Gazi 1939'da bir otomobil kazasında ölünce, yerine üç yaşındaki oğlu, II. Faysal adıyla tahta geçti. Çocuk, kral Haşimi ailesinden bir prens ve Nuri el-Said'in yakın siyasal müttefiki Abdülilah'ın naipliğine verildi. Sivil politikacıların hala en önde gelenlerinden olan Nuri, savaş başladığında beşinci hükümetinin başındaydı. Savaşın başlangıcında İngilizlerin kötü durumda olmalarına rağmen Nuri, Irak'ın uzun vadeli çıkarlarının İngilizlerle işbirliği yapmak ve Müttefik davasını desteklemek olacağını düşünüyordu. Ancak bu İngiliz yanlısı tutumu subaylar tarafından benimsenmeyince 1940'ta başbakanlıktan istifa etti.
Aynı yıl Dört Albaylar olarak bilinen yurtsever bir subaylar topluluğu siyasette yükseldi ve Irak'ın dış politikasını İngiltere yönünden çevirmeye karar verdi. Dört Albaylar, Irak milliyetçiliği ve PanArabizm duygularıyla dolu olarak ve Almanların başarılarından etkilenerek Irak'ın tam bağımsızlığını ilan etmeyi kararlaştırdılar. 1 Nisan 1941 'de bir darbeyle Raşid Ali el-Geylani'yi başbakanlığa getirdiler.
...
2. Dünya Savaşı genelinde Raşid Ali isyanı çok küçük bir olaysa da, Irak tarihinin önemli bir olayıydı ve İngiltere'nin Irak'ın işlerine müdahalesinin sürmesi karşısında sivil ve askeri kesimin düş kırıklığının ölçüsünü yansıtmaktaydı. İngilizlerin ülkeyi 194l'den 1945'e kadar tekrar işgal etmeleri bu duyguları arttırdı, Raşid Ali ile onun adıyla ilişkilendirilen harekete daha bir çekicilik kazandırdı. 1958'de Nuri ile naibi deviren genç subaylar, sadece 194l'in yarım kalmış işini tamamladıklarını iddia edeceklerdi.
Monarşinin Sonu
2. Dünya Savaşı'nın sonundan 1958'e kadar Irak, Haşimi monarşisinin kontrolü altında kaldı. Kral II. Faysal 1953'te reşit olduysa da, tahtın arkasındaki güç 1939'dan beri naip olan Prens Abdülilah'tı. Saray dışında otuz yıldır güç merkezinde olan Nuri el-Said, siyasal süreci hala elinde tutuyor ve Irak'ın dış politikasına yön veriyordu. Bu politikanın Batılı ve İngiliz yanlısı olması, Irak'ın 1955'te Bağdat Paktı'nı imzalamasıyla da simgeleşmişti.
Savaş sonrası dönemin Irak hükümetleri öylesine dar bir destek tabanına sahiplerdi ki, statükodaki en küçük bir değişimin bile toprak sahiplerini ve diğer grupları yabancılaştıracağı korkusuyla sosyal reformu akıllarına bile getirmiyorlardı. Nuri el-Said, siyasal katılımın sadece küçük bir grup sadık insanla sınırlı olmasını sağlıyordu; bu uygulama Nasırizm'in çekiciliğine kapılan reform yanlısı milliyetçiler kuşağını yabancılaştırmaktaydı. Rejimin durgunluğa geçmesi, İngiliz yanlısı ittifakı ve Nasır aleyhtarı propagandası hüküm süren fikirlere o kadar karşıydı ki, kendini ancak polis baskısı ve sansürle ayakta tutabiliyordu ve bu bile yetersiz kalmıştı.
1958 Temmuz ayında Tuğgeneral Abdülkerim Kasım, aralarında kral II. Faysal, Prens Abdülilah ve Nuri el-Said'in de olduğu onlarca kişinin öldüğü kanlı bir darbeyle rejimi devirdi. İngilizlerin getirdiği Haşimi monarşisi, Batı ittifak sisteminin bu direği, otuz yedi yıllık varlıktan sonra sona ermiş oldu. Kasım'ın darbesi doğu Arap dünyasını şok dalgaları altında bırakmıştı. İstikrarsız bir yönetimin hakim olduğu bir onyıl başlamış, Irak yurt içinde devrim, yurtdışında tarafsızlık ilan ederek Mısır ve Suriye'ye katılmıştı.
1958 devriminin hemen öncesinde, 253 bin toprak sahibi
32,1 milyon dönüme sahipti (bunun sadece 23 milyonu gerçek anlamda kullanıldı).
Nüfusun geri kalanı, yani % 72'si 50 dönümden daha azına, yani bölgenin
sadece % 6,2'sine sahipti. Ya da başka bir deyişle, 49 aile yaklaşık 5 milyon
dunama sahipti. Bu aileler arasında,
aşiret reisleri, Muhammed peygamberin soyundan geldiğini iddia eden kent
ileri gelenleri ve zengin tüccar aileler yer alıyordu. En zenginleri
Bağdat'taki Çelebilerdi. Modern Ortadoğu, Toplumsal ve Kültürel Bir Tarih, Ilan
Pappe, İletişim Yayınları, 2019 |
Kasım'ın diktatörlüğü 1963'e kadar sürdü ve o tarihte muhalif subaylar arasındaki Albay Abdüsselam Arif liderliğindeki grup tarafından devrilince Arif cumhurbaşkanı oldu. Arif 1966'da bir uçak kazasında ölünce de yerine yine subay olan kardeşi Abdurrahman Arif geçti ve 1968'e kadar iktidarda kaldı.
...
Kasım, Irak'ın cumhuriyet olduğunu ilan etmiş olsa bile, bu ne kendisinin ne de haleflerinin seçim yapılmasına izin verdikleri bir 'cumhuriyet'ti. Suriye'de olduğu gibi Irak'ta da eski düzenin sonunu, ideolojik partilerin ortaya çıkışları izlemişti ve bunların en büyük, en iyi örgütlü olanı Komünist Parti'ydi. Onun da başlıca rakibi Suriye'deki ana partinin bir dalı olan Baas Partisi'ydi. Baas, Irak'ın BAC'yle birleşmesini savunan Pan-Arap milliyetçilerini barındırıyordu.
İktidara gelişinden birkaç hafta sonra, 1952 Mısır modeli üzerine kurulmuş bir tarım reformu yasası çıkardı; amacı, Mısır yasasınınkinden farksızdı: köylünün hayat koşullarını düzeltirken toprak sahibi seçkinlerin serveti ve gücünü azaltmak. Yasaya göre, kişiler 620 dönüm toprağa sahip olabilirlerdi ve bunun üstündeki topraklara devlet el koyacak, toprağın kalitesine göre 20 ile 75 dönümlük parseller halinde köylüye dağıtacaktı. Eğitimli personel ve yeterli kadastro olmadığından yasanın uygulanması güçtü ve Kasım'ın rejimi sona erdiğinde, devlet el koyduğu toprakların sadece üçte birini dağıtabilmişti
..
Kasım'ın BAC'ne katılmayı reddetmesine rağmen Pan-Arap dinamiği, Kasım'ın halefi Abdüsselam Arifin politikalarında görüldüğü gibi Irak politikasının devamlı bir unsuru olarak kaldı. Arif, Mısır cumhurbaşkanıyla bir dizi zirve toplantısı yaptı ve 1964'te iki ülke 1966'ta tam birleşmeye hazırlık olarak askeri ve ekonomik politikalarının bütünleşmesi planlarını hazırladılar. Arif, Irak'ın ekonomik yapısını Mısır'ınkine uydurmak için bütün banka ve sigorta şirketlerinin yanı sıra pek çok büyük tesisi de millileştirdi. Ancak Arif, Mısır'la işbirliği yaptığı sırada birleşmeye karşı olan subay gruplarını da idare etmek zorundaydı. Fakat çok dikkatli hareket etmesi gerekiyordu; öyle ki, 1966'da öldüğünde iki ülkenin tam birleşmesi yolunda halihazırda pek az ilerleme kaydedilmişti. Suriye, Mısır ve Irak'ın güçlü liderleri tarafından öylesine şiddetle istenen Arap birliği, siyasal istikrarsızlık, etnik anlaşmazlık ve kişisel emeller yüzünden yara almış bir hayal olarak kaldı.
...
Kasım ve Arif kardeşlerin askeri rejimleri, Irak'ta reformcu hükümet kurma güçlüklerini ortaya çıkarmıştı. Sadece subay grupları ve sivil politikacılar bölünmüş değildi; Irak toplumu o kadar çok dini, etnik ve ekonomik çıkar gruplarına bölünmüş durumdaydı ki, halkı ortak bir hedef ardında seferber etmek imkansızdı. Hükümetin ilan ettiği her program, ister Mısır'la birlik ister tarım reformu olsun, şu ya da bu çıkar grubunun muhalefetiyle karşılanıyordu. Kasım kendi kişiliğine sadakat üzerine dayalı bir rejim kurmaya çalışmıştı, ama bu durumda askerler kendisine yabancılaşmışlar ve bir darbe yapmışlardı. Arifin rejime sadakati çevresinde kurmak istediği doktrin olarak Pan-Arabizmi kullanması birleştirici olduğu kadar bölücüydü de. Devlet ile Kürtler arasındaki düşmanlık Irak tarihinin önemli bir unsuru olmuştur ve Pan-Arabizm sorunu gibi, savaş sonrası dönemde hükümetlerin yükselip çökmeleri üzerinde büyük etki yapmıştır.
Irak'ta ana gelir kaynağı petrol sanayisiydi ve elde
edilen kar, gelişmekte olan kentlere aktarıldı. Ülkenin koşullan sayesinde,
daha yoksun olan Mısır'dan daha büyük bir başarı elde edildi. Bağdat'taki
hükümet Nasır ve çalışma arkadaşlarının tersine, ABD'nin tavsiye ve
yardımlarından kaçmadı; Amerikalılar Ulusal Ekonomi Planlama Odası'na
alındılar ve bu sayede Irak, ABD'nin para yardımını almaya uygun hale geldi.
lrak'ın milli geliri, 1950'de 443 milyon dolardan 1956'da 848 milyon dolara
çıktı. Ortalama aylık maaş 50 dolardı ki, bu birçok Arap ülkesindekinden
yüksekti ve yaşam standardı en azından kentsel alanlarda makul düzeydeydi.
Her yerde sanayi tesisleri açıldı ve Musul'da 25 bin işçiye istihdam
sağlayan, dünyanın en modem tekstil fabrikası kuruldu. Modern Ortadoğu, Toplumsal ve Kültürel Bir Tarih, Ilan Pappe, İletişim Yayınları, 2019 |
Saddam Hüseyin ve Baas Döneminde Irak
1958'de monarşiyi deviren darbe, Irak'ı bir siyasal ve toplumsal istikrarsızlık dönemine sokmuştu. 1968'de gerçekleşen darbe -on yıl içinde üçüncüydü- ülkeyi sık sık etkileyen siyasal çalkantılar dizisinin bir yenisi olarak görünmüştü. Ancak 1968 darbesinin iktidara getirdiği grup, otuz beş yıl devam edecek istikrarlı bir rejim kurdu. Rejimin karakterini şekillendirip politikalarını belirleyen Saddam Hüseyin'di.
..
Suriye'nin Esad'ı gibi Hüseyin, Baas Partisi'ni ülkesinin başkanlığına basamak olarak kullanan mütevazı, köy kökenli bir insandı. Esad'dan farkı Sünni Arap olmasıydı ve Sünniler azınlık olmalarına rağmen Osmanlı zamanından günümüze değin bölgenin merkezi yönetimine hakim olmuşlardı.
..
1959'da Irak cumhurbaşkanı Abdülkerim Kasım'ı öldürmeye yönelik başarısız bir girişime katıldı. Suikast girişiminden sonra Hüseyin ülkeden kaçmayı başardı, Kahire'ye yerleşti ve orada yirmi dört yaşında lise öğrenimini tamamladı.
Baas 1963'te Bağdat'ta kontrolü ele geçirince Hüseyin Irak'a döndü, ama Baas rejimi iktidarda sadece birkaç aydan sonra devrilince hapse atıldı. Hapiste iki yıl kaldıktan sonra kaçtı ve parti adına çalışmalarına devam etti. O sırada Baas, eski bir subay ve başbakan olup Tıkritli ve Saddam Hüseyin'in akrabası olan Ahmed Hasan elBekir'in ( 1914 doğumlu) yönetiminde yeni bir örgütlenmenin ortasındaydı. El-Bekir 1966'da genç akrabasının Baas'ın genel sekreter vekilliğine getirilmesini sağladı.
..
Baas ve müttefikleri 1968 Temmuz ayında Arif rejimini devirerek, Hasan el-Bekir'in cumhurbaşkanı ve başbakan olduğu yeni bir hükümet kurdular. El-Bekir aynı zamanda devlet içinde karar verici merci olup, iç çevresinden oluşan Devrim Komuta Konseyi'nin (DKK) başkanı olmuştu. Memleketlisi Saddam Hüseyin 1969'da DKK'nin başkan yardımcılığına getirildi. Yeni rejim subay kadrosunda ve yüksek bürokratlar arasında temizlik yapıp, yerlerine Baasçıları getirerek kontrolünü pekiştirdi.
...
El-Bekir ve genç Hüseyin, birlikte etkili bir şekilde çalışıyorlardı ve rejimleri, gayet önemli ekonomik ve sosyal reformları gerçekleştirmişti. 1970'lerdeki siyasal hedefleri tek parti devleti kurmaktı, Baas'ı Irak toplumunun bütün alanlarına etkin bir şekilde taşımışlardı. İşçi sendikaları, öğrenci federasyonları ve kadın gruplan hep parti denetimine girdi. Subay kadrosu da parti yörüngesine sokuldu ve terfiler parti üyeliğine bağlandı. 1977'de Baasçı yönetim konseyinin bütün üyeleri DKK üyesi olunca, parti ile devlet arasında bir ayrım kalmadı.
El-Bekir 1976'da askeri geçmişi olmayan Hüseyin'i kara kuvvetlerinde generalliğe getirdi. Hüseyin'in askeri hiyerarşisine geçişi ElBekir'in önemini azalttı ve Bekir 1979'da istifa etti. Hüseyin hemen cumhurbaşkanı, Baas Partisi genel sekreteri, DKK'nin başkanı ve silahlı kuvvetlerin başkomutanı olarak onun yerine geçti.
'Irak Özgürlüğü Operasyonu' 20 Mart 2003'te büyük bir bombalama kampanyası ve aynı anda Kuveyt'teki İngiliz ve Amerikan birliklerinin Irak'a girmesiyle başladı. Irak'ın petrol tesisleri pek az bir hasarla emniyete alındı ve ABD zırhlı birlikleri üç hafta sonra Bağdat'a girdiler. Saddam Hüseyin rejimi sona ermişti, Saddam da 2003 Aralık ayında Amerikan güçleri tarafından ele geçirildi. Askeri operasyon başarıyla tamamlanmış ve Irak ordusu Amerika'nın önünde eriyip giderken ancak birkaç sert direnişle karşılaşılmıştı. Başkan Bush 1 Mayıs 2003'te savaş operasyonlarının sona erdiğini ilan etti.
Bush yönetiminin Saddam Hüseyin düşer düşmez demokratik ve özgür girişimci Irak'ı yaratacağını iddia ettiği operasyon, 2003 ortalarında giderek uzun bir askeri işgale dönüşmeye yüz tutmuştu.
..
İşgal, Irak politika ve toplumunun l920'lerden bu yana dayandığı temeli sarsmıştır. Amerika'nın merkezi Irak devletini ortadan kaldırması Şii, Sünni ve Kürt toplumları arasındaki mevcut ilişkileri koparmıştır ve bunun işgalin ardından kurulacak her yeni Irak devletinin siyasal yapısı üzerinde uzun vadeli etkileri olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder