Helenistik terimi, Yunan ve Yakın Doğu
tarihinin Büyük İskender'in MÖ 323'deki ölümü ile Mısır'ın son Makedon hükümdarı
VII. Kleopatra'nın ölümü arasındaki dönemini tanımlamak için ilk kez 19.
yüzyılda kullanıldı. Helenistik dönemin başlan, İskender'in zamansız ölümünde
sonra Doğu Akdeniz'e hâkim olan, Makedon ve Yakın Doğu geleneklerinin birleşimi
bir siyasi yapının, yeni krallık biçiminin ortaya çıkışma şahitlik etti.
Helenistik krallıkları kuranlar, herhangi bir geleneksel kraliyet ailesi
soyuyla kan bağları bulunmamasına ve belirli bir toprak üzerinde tarihi haklara
sahip olmamalarına rağmen kendilerini monark olarak kabul ettiren İskender'in ordusundan generallerdi.
Generallerin kendilerini krallara
dönüştürmelerinin haklılaştırmaları yalnızca askeri güçlerine, saygınlıklarına
ve tutkularına dayandı.
"Helenistik" ayrıca Helenistik gelenekleri Doğu Akdeniz bölgesinde İskender'in fetihleri sonucunda ortaya çıkan yerel geleneklerle birleştiren karışık, kozmopolitan bir toplumsal ve kültürel yaşam biçimi anlamını da taşır.
Helenistik krallar başlangıçta
krallıklarını yönetmede büyük ölçüde göçmen Yunanlılara ve Makedonlara bağımlıydılar. Danışmanlardan ve saray mensuplarından oluşan bu iç halkaya "Kralın dostlan" adı verilmişti, Bununla birlikte Selevkoslar ve Ptolemaioslular kendilerinden önce İskender'in
Yunanca, dilin Atina lehçesine dayanan standart bir biçimi olan koine'ydi ("ortak Yunanca"). Koine yüzyıllar boyunca Sicilya'dan Hindistan sınırına kadar ticaretin ve kültürün ortak dili oldu. Roma İmparatorluğu'nun başlarında Yeni Ahit'in yazıldığı ve Bizans dilinin ve modern Yunancanın kaynağı olan dil koine'ydi.
Eski Yunan, Thomas R.Martin, Say yayınları, 2012
Helenistik Dönem
Lagos’un soyundan gelenler(Lagoslar)
Mısır’da, I. Selefkos’un soyundan gelenler (Selefidler) Suriye, Mezopotamya
ve İran’da, hüküm sürdüler.
Antigonos’un mirasçıları ise (Antigonoslar) egemenliklerini
Makedonya’ya yaydılar. Bir süre sonra Anadolu’da, 241 yılından itibaren
Attaloslar’ın hüküm sürdüğü Bergama gibi başka krallıklar da ortaya
çıkacaktı.
Eski Yunan’ın kendisi bu yeni dünyanın
dışındaydı, ama bu büyük krallıkların kadrolarını
oluşturacak düzenli bir göçmen akımı
sağlayarak önemli bir rol oynuyordu. Ama artık siteler ne siyasal hakimiyet,
hatta ne de birinci planda ekonomik bir rol iddiasındaydılar, çünkü büyük
etkinlik merkezleri Doğu’ya kaymıştı ve Akdeniz’i kateden büyük deniz yolları
artık ne Korinthos’tan, ne de Atina’dan geçiyordu.
Hellenistik dönem krallıkları, Büyük
İskender’in başlattığı politikayı reddederek fetih hakkına göre örgütlendi.
Bu krallıkların hakim olduğu büyük alanlarda, değişik kültürlerden farklı
halklar üzerinde sadece bir krallık otoritesi etkili olabilirdi. Yunanlılar
da, yerli halklar üstünde mutlak üstünlüklerini sağlamak için bu siyasal
örgütlenmeye rıza gösterdiler. Bütün bu krallıklarda yaşayan yerli halklar,
vergi ve angaryaya bağlı bir köylü kitlesinden oluşuyordu. En azından, geri
gelen barıştan ve birkaç kuşak boyunca, iyi bir yönetimden yararlandılar:
Mısır’ın olanakları akıllıca değerlendirildi ve krallarına müthiş gelirler
sağladı; Mezopotamya’daki sulama şebekeleri de doğru bir yönetime kavuştu.
Nüfuslarının azlığı nedeniyle yerli halk içinde eriyip yok olmaktan çekinen
Yunanlılar, krallık otoritesine bağlı siteler halinde örgütlendiler. Geniş
bir özerkliğe sahip ve uzun bir süre vergilerden bağışık olan bu kentler,
Akdeniz’den Türkistan’a kadar hızla çoğaldı. Yerlilerden zorla aldıkları ve aynı
yerlileri köleliğe yakın koşullarda çalıştırdıkları topraklarla zenginleşmiş
birer idari ve ticari merkez durumundaki bu siteler, Hellenizmin barbar
ülkelerdeki yuvalarıydı: bu sitelerdeki tapınaklarda geleneksel tanrı
kültleri sürdürüldü, gymnasion’lar da ise gençlere Yunan kültürünün temel
kavramları aşılandı. Bu okullarda sadece Yunan dili kullanılıyordu ve bu dil,
yerli halkların seçkin tabakaları tarafından da benimsenmiş durumdaydı.
Théma Larousse
Helenistik
dönem
Doğu Akdeniz ve Ortadoğu uygarlık tarihinde,
Büyük İskender’in ölümü ile Romalıların Mısır’ı ele geçirmesi arasındaki
dönem (M.Ö. 323-30). Bu dönem boyunca bir yandan Yunan kültürü yayılırken,
bir yandan da Yunanlılar öteki halklarla karışmış, Yunan ve Doğulu öğeler iç,
içe geçmiştir.
İskender’in ölümünden sonra birçoğu
satraplık görevinde bulunan komutanlar kendi egemenlik alanlarını kurmak
amacıyla uzun bir mücadeleye giriştiler. Kırk yılı aşkın bir süre boyunca
(323-280) iktidar ve topraklar sık sık el değiştirdi. Bu çatışmalar sonucunda
yeni bir monarşik yönetim biçimi ile bürokratik bir devlet yapısının, ortak
dil Yunancanın kültürel bakımdan birleştirdiği çok sayıda halk kapsayan yeni
bir uygarlığın temelleri atıldı.
Helenistik dönemin başlıca üç egemenlik
odağı, Yunanistan’ın kuzeyindeki Makedonlar,
Filistin ve Anadolu’dan İran’a kadar egemen olan Selevkoslar ve merkezi Mısır’da bulunan Ptolemaioslardı. Bu güçler arasında sürekli bir güç dengesi
kurulmuştu. Zaman zaman görülen savaşlar ve dış politika çatışmaları,
özellikle Suriye sınırları, Küçük Asya ve Ege üzerinde yoğunlaştı.
Yunanistan’da M.Ö.3. yüzyılda iki birlik ortaya çıktı: Orta ve Kuzey
Yunanistan’da Aitolia, Sparta ve Elis
dışında tüm Peloponnesos’ta Akhaia. Bu iki birlik birbirine karşı
gitgide güçlendikçe Makedonya’nın konumu zayıfladı.
M.Ö.280-160 arasındaki dönem kültürel
açıdan çok üretken oldu. Tarihçi Polybios, matematikçi Eukleides, gökbilimci Aristarkhos,
Hipparkhos
ve Selevkos,
coğrafyacı Eratosthenes
ile Poseidonios
ve dil bilgini Dionysios Thraks bu dönemde yetişti. Felsefeye Epikurosçular
ve stoacılar
damgasını vurdu. “Milo Venüsü”, “Samothrake Nike’si” ve “Laokoon” gibi ünlü
heykeller bu dönemde üretildi. Geniş kütüphanesiyle İskenderiye Müzesi (bugünkü anlamıyla müzeden çok, bir araştırma
enstitüsü) bilginlerin ve yazarların toplantı yeriydi. M.Ö.3. yüz yılın ünlü
Yunan şairi Kailimakhos, bu kütüphanenin
katalog sorumlusuydu. İskenderiye’nin yanı sıra başka yerlerde de önemli
kütüphaneler vardı. Helenistik krallıkların çöküşü M.Ö.3. yüzyılın sonlarında
başladı; M.Ö. 160’larda hızlandı. Illyrialı korsanları yenilgiye uğratan
Roma, Adriya Denizinde egemenliği ele geçirirken Makedonya’nın da komşusu
oldu. Art arda gelen savaşlar (M.Ö. 214-205, 200- 196, 171-168, 149-148)
sonunda Makedonya ve Yunanistan’ı topraklarına kattı.
Bu dönemde Selevkoslar da yitirdikleri topraklar ve bağımlı halkların
ayrılması yüzünden küçülmüştü. Selevkos Krallığı Mezopotamya ve Suriye’yle,
ancak zayıf bir denetim altında tutulabilen doğudaki yedi “yukarı eyalet”ten
ibaret kalmıştı. Karadeniz’in güney kıyısında güçlenmekte olan Pontus, VI. Mithradates Eupator’un
yönetiminde büyüyen bir tehlike durumundaydı. Roma’nın harekete geçmesiyle üç
Mithradates Savaşı’ndan sonra (M.Ö. 88-85, 83-82, 74-63) Selevkoslular
ortadan kalktı. Suriye ve Bithynia (Pontus’un batısıyla birlikte) Roma
eyaleti oldular; Armenia, Kommagene,
Kapadokya ve öbür bölgelerde de imparatorluğa bağlı krallar başa geçti.
Ptolemaioslar egemenliğindeki Mısır da bu
duruma boyun eğerek topraklarını birer birer Roma’ya bıraktı. Helenistik
dönemin son perdesi, Mısır’ın Octavianus (sonradan Augustus) ve Marcus
Antonius arasındaki iç savaşa sürüklenmesiyle noktalandı. Antonius ve
Kleopatra’nın ölümünden sonra Mısır, Roma İmparatorluğu’nun eyaletleri
arasına katıldı (M.Ö. 30).
Ana Britannica
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder