19. Yüzyılda Sosyalizm
1900'e Kadar Sosyalizm / J. M. Roberts
Sosyalizm 20. yüzyılın en etkin politik doktrinlerinden biriydi. Sosyalizm kuramı bu yazıda kısaca anlatılıyor ve İkinci Enternasyonalin kuruluşuna kadar yaptığı mücadeleler özet olarak veriliyor.
İngiliz sosyalisti büyük yazar George Bernard Shaw 19. yüzyılın sonunda sosyalizmi şöyle tanımlıyordu: «En basit hukuki ve pratik ifadesiyle sosyalizm, özel mülkiyeti kamusal mülkiyet haline getirerek ortadan kaldırmak ve bunun sonucunda elde edilecek geliri eşit olarak bütün halk arasında dağıtmaktır.» Elbette ki sosyalizm bu anlamda çok basit bir şey gibi görünür; ama sosyalistlerin dünyayı açıklamak için yazdıkları sayısız yazılar incelenecek olursa, sosyalistler arasında, hem amaç hem de araç bakımından geniş görüş ayrılıkları bulunduğu görülür. Ancak sosyalistlerin çoğu, toprağı da içine almak üzere, bütün üretim araçlarının kamu mülkiyeti olması temeline dayanan bir toplum görüşünde birleşirler. Onlara göre amaca varmanın en iyi yolu da sömürülen işçi sınıfının bu davayı yürütmesidir, çünkü sınıf sistemini yıkmak bu sınıfın tarihsel görevidir. «Sosyalizm» ve «Sosyalist» sözcükleri ilk olarak Fransa'da 19. yüzyılın ikinci çeyreğinde liberalizme, başka bir deyimle burjuvazi ya da orta sınıf önderliğindeki özgür teşebbüs esasına dayanan topluma karşıt olan kimseleri ya da kuramı tanımlamak üzere kullanılmıştı. İngiliz kooperatifçiliğinin öncüsü Robert Owen'in (1771-1858) izleyicileri, 1841'de «sosyalist» adını resmen benimsediler.
Sosyalist doktrininin kaynakları araştırıcılar tarafından, kimi zaman tarihin çok derinliklerine kadar götürülmüştür; ama biz Babeuf'ün (1760-1797) doktrinleri ile yazımıza başlayabiliriz. Babeuf, 1796'da Fransız Hükümetini devirmek amacıyla kurulan bir komploya karışmıştı. Komplo başarısızlığa uğramış ve Babeuf idam edilmişti. 30 yıl sonra Buonarroti adlı bir Fransız, «Eşitlik İçin Kurulacak Gizli Örgüt» adlı kitabı ile Babeuf'ün öğretisini ve efsanesini sonradan gelen ihtilalci kuşaklara ulaştırdı. Babeuf, Fransız İhtilalinin ekonomik ve toplumsal eşitlik getirmediğini, bundan ötürü, eşitlik üzerine kurulacak yeni bir toplum düzeni getirmek için yeni bir ihtilalin gerekli olduğunu belirtmişti. Ama Babeuf endüstri-öncesi bir toplumda yaşamıştı. Eşitçi fikirlerin modern bir sosyalizm halini alabilmesi için endüstri devriminin sonuçlarını beklemesi gerekirdi.
Bunu ilk olarak gören adam, Claude Saint-Simon (1725-1776) adında bir Fransız soylusu oldu. Saint-Simon'un sosyalist düşünceye en büyük yardımı, bilimin ve endüstriyel ilerlemenin sonucunda ekonominin' planlı bir örgütlemeye geçmek zorunda olduğunu anlamasıdır. Büyük yatırım kurumları ve işletmeler üzerine dayanan ekonomik örgütün toplumsal sonuçlarını kavrayan ve toplumsal ilişkilerin, ekonomik evrime göre ayarlandıklarını ispat eden ilk esaslı düşünür Saint-Simon'du. Devletin herkese iş bulmak ve herkesin kendi gücüne göre çalışmak zorunda bulunduğu hakkındaki Babeuf'ün inancını benimsemişti. Saint-Simon, bu görüşe, devletin üretim araçlarını planlamak zorunda olduğunu eklemişti.
Devrimci Broşür
1848 yılı, bütün Avrupa'da, vaktinden önce birtakım liberal ihtilallerin patladığı ve orta sınıf liberallerini sosyalist ihtilal kabusu ile korkutan büyük Paris Ayaklanmasının (ünlü «Haziran Günleri») olduğu yıldır. Aynı zamanda da, yüzyılın en büyük broşürü olan «Komünist Manifestosu» nun çıktığı yıldır. Bu kitapta, genç Alman Karl Marx (1818-1883), kendinden önceki sosyalistlerden kesin olarak ayrılıyor ve onlara «ütapyacı» " diyordu. Marx'a göre, burjuvazinin iyi niyetinden, kültüründen hiç bir şey beklenemezdi. Her şey proleteryanın oynayacağı devrimci role bağlıydı. Neyse ki, «proleteryanın bu tarihsel rolde başarıya ulaşacağı kesin» diyordu Marx; çünkü tarihin akışı ona bu görevi vermişti. Marx, «Ütopyacı Sosyalizm» diye alay ettiği görüşten kendi kuramlarını ayırmak için kendisininkilere «Bilimsel Sosyalizm» adını vermişti. Ütopyacı sosyalistler, işçi sınıfına karşı haksızca ve ahlaksızca davrandığı için endüstri kapitalizmine çatıyorlardı. Marx ise, kapitalizmi, ahlak bakımından yanlış yolda olduğu için değil, çağdışı düştüğü ve bu nedenden ötürü tarihçe tükendiği için suçluyordu.
Aradaki fark, elbette bu kadar açık değildi: Marx'm yazıları da ahlaksal öfkelerle doluydu. Ama Marx'm, sosyalizm gelişmesindeki önemi, determinist ve materyalist bir çağı, açıkça bilimsel ve sosyolojik olarak çözmesindedir. Marx, mülkiyet hakları yapısının ve sınıf ilişkilerinin, değişen toplumun ekonomik altyapısına bağlı olarak değişmek zorunda bulunduğunu, belirli mülkiyet hakları ve sınıf ilişkileri yapısının belirli politik sistemlere ve ideolojilere tekabül ettiğini söylüyordu. Marx'm fikirleri sosyalist devrimciler için büyük bir inanç kaynağı olmuştu. Marx, kendi kuramını yalnızca bireylerin karşı koyamayacakları tarihsel değişimlere geniş açıdan uygulamış ve ayrıntılara girmemiş olduğu halde, sosyalist devrimciler Marx'ın bu kuramı sayesinde «sosyalizm cenneti» ne zorunlulukla varılacağına inandılar.
Marx, 19. yüzyıl Avrupa'sının liberal, kapitalist ekonomisi ve politikası üzerinde yaptığı inceleme sonunda, bu politika ve ekonominin bir sanayi ekonomisinin ekonomik gerçeklerine uymadığını iddia etti. Kapitalizm, istemeye istemeye, bir endüstri ordusu yaratmıştı, bu ordu onu yıkacaktı. Endüstriyel ve teknolojik devrimlerin insanoğluna vadettiği maddî bolluk ancak bundan sonra gerçekleşecek ve insan, —kölesi değil— yaratıcısı ve sahibi olduğu bir toplum içinde yaşacaktı. Bundan sonra ve ilk olarak, insan tarihin boyunduruğundan kurtulacak ve kendi alınyazısını kendisi çizecekti.
1848 devrimlerinin başarısızlığı
ve sonraki on yıllık
ekonomik genişleme,proletaryayı
çökertmiş ama
boynunu vurmamıştı. 1840'ların kargaşasından
'komünizm hayali' çıkartan
ve proletaryaya
hem muhafazakarlar hem de liberal ya da radikaller karşısında
alternatif bir
siyasi bakış açısı kazandıran çeşitli yeni toplumsal gelecek kuramcıları,
ya Auguste Blanqui
gibi hapiste veya Karl Marx ve Louis Blanc gibi sürgündeydiler; ya Constantin
Pecqueur (1801 -87) gibi unutulmuşlardı ya da Etienne Cabet (1788-1857)
gibi her üçünü birden yaşıyorlardı. P-J. Proudhon'un III. Napoleon'la
yaptığı gibi,
kimileri de yeni rejimle uzlaşmıştı. Devir, kapitalizmin sonunun yakın
olduğuna inananlar
için hiç de lütufkar değildi.
Devrimin 1849'dan sonraki bir iki yıl
içersinde canlanacağına
olan umutlarını
sürdüren, daha
sonraysa bu umutlarını bir sonraki büyük bunalıma
(1857) taşıyan
Marx ile Engels,
ondan sonra bu fikirlerinden uzun süre vazgeçtiler.
1860'larda ve 70'lerde yerli sosyalistlerin sayısının küçük bir odayı
bile doldurmaya yetmediği
İngiltere'de bile
sosyalizmin tamamen öldüğünü söylemek abartı
olsa bile, 1860'ta
kimse 1848'deki gibi sosyalist değildi. Karl Marx'ın
kuramını olgunlaştırmasına ve
Das Kapital'in temellerini atmasına olanak sağlayan
bu siyasi yaşamdan
zorunlu tecrite bizler minnettar olabiliriz, ama Marx'ın
kendisi minnettar değildi.
Bu dönemde işçi sınıfı
ya da kendini işçi
sınıfına adamış varlığını sürdürmekte olan örgütler, (1852'de Komünist
Birlik'in başına geldiği gibi) ya çöktüler ya da (İngiliz
Chartizmi gibi)
yavaş yavaş önemsizleştiler.
(...)
Enternasyonal hiçbir anlamda
Marksist bir hareket değildi, hatta çoğu kendi kuşağından Alman göçmenlerin oluşturduğu
bir avuç Marx takipçisinden çok daha fazlasını içeren bir hareketti. Solcu
gruplardan oluşma karışık bir yapıydı ve onları biraraya getiren asıl, belki de
tek şey, 'işçileri' örgütlemeye
çalışmalarıydı (Her zaman kalıcı olmasa da, bu konuda önemli başarılar kaydetmişlerdi).
Düşünceleri, hem 1848'den (hatta 1830 ve 1848 arasında dönüşüme uğramış şekliyle
1789'dan) kalanları, hem reformcu emek hareketlerinin ilk ipuçlarını, hem de
devrim hayalinin özgül bir alt biçimi olan anarşizmi temsil etmekteydi.
O dönemin bütün devrim kuramları,
bir anlamda 1848'in deneyimiyle uzlaşma çabasıydı ve öyle de olmak zorundaydı.
Bu, Bakunin kadar Marx için de, ileride ele alacağımız Rus popülistleri kadar
Paris Komüncüleri için de geçerlidir. 1848 öncesindeki renklerden birinin
(ütopik sosyalizm) 'sol yelpazeden silinmiş olması
dışında, hepsinin, 1830--48 yıllarının mayasından olduklarını söylemek
mümkündür. Büyük ütopik akımlar, bu sıfatla · ortadan kaybolmuşlardı. Saint-Simonculuk
solla bağlarını koparmış; Auguste Comte'un (1798-1857) 'Pozitivizmi'ne ve bir
grup (esas olarak Fransız) kapitalist maceracının
ortak yaşadıkları bir gençlik deneyimine dönüşmüştü. Robert Owen'ın (1771-1858)
takipçileri, zihinsel enerjilerini; tinselciliğe ve sekülarizme; pratik enerjileriniyse
kooperatiflere vermişlerdi. Fourier; Cabet ve komünist topluluklardan esinlenen
başkaları, bu özgürlük
ve sınırsız fırsatlar ülkesinde unutulup gitmişlerdi. Horace Greeley'in
(1811-72) "Batıya Git Genç Adam'' şiarı, önceki Fourierci sloganlardan
daha başarılı oldu: Ütopik sosyalizm, varlığını 1848'den sonra sürdüremedi.
Sermaye
Çağı, E. Hobsbawm, Dost Kitabevi
|
Marx'ın görüşleri gitgide sosyalistlerin çoğunluğu tarafından benimsenmeye başladı. Ama çabuk olmadı bu. Enternasyonal İşçiler Birliği (Birinci Enternasyonal) İngiliz sendika liderleri tarafından 1864'de Londra'da kuruldu; Marx'ın sekreter olduğu bu dernek, kesin politik programını yavaş yavaş geliştirdi ve ulusal sınırlarla birbirinden ayrılmış olan sosyalist savaşın ilk merkezini hazırladı. Sadece bu merkezin varlığı, proleteryanm düşmanı olan burjuvazinin, uluslararası bir düşman olduğunu belirtmeye yeterdi.
1871 Paris Komününden sonra korkuya düşen Avrupa hükümetlerinin, yıkıcı hareketlere karşı kurdukları güçlü polis örgütü, Birinci Enternasyonali ciddî şekilde sarstı. Ama dernek bu yüzden değil, derneği büyük Rus tahrikçisi Bakunin'i (1814-1876) tutan anarşistlerin eline bırakmaktansa dağıtmayı yeğliyen Marx'ın verdiği karar yüzünden kapandı. Bununla beraber Birinci Enternasyonalden geriye iki önemli miras kaldı: Uluslararası sosyalist ideali ve çeşitli ülkelere dağılmış bulunan ve kendilerini Enternasyonalin birer kolu sayanlar... 1880 ortalarında sosyalizm umutları yeniden canlandı. Bunun nedeni daha çok endüstrileşmenin hızlanması idi. İngiltere'de ve Almanya'da yeni endüstri toplumunun yeni işçileri arasında sendikalar hızla büyümeye başladı. Kimi ülkelerdeki genel seçim olanakları da, sosyalist partilerin kurulmasına imkan veriyordu. Bunların en büyüğü, en iyi şekilde örgütlenmiş olan, zengin ve etkin Alman Sosyal Demokrat (SPD) Partisi idi. Böyle bir güçlü işçi sınıfı topluluğunun başka hiç bir ülkede benzeri yoktu. Sosyalist hareket, biraz da uluslararası bir sosyalist örgütün bulunmamasından ötürü, çeşitli ülkelerde çeşitli biçimlere girmişti. Sözgelişi, Fransız sosyalist akımı birçok gruplara ayrılıp parçalanırken ve bunlardan yalnızca biri dogmatik olarak Marx'a bağlı kalıp ötekiler marksist olmayan sosyalizmin ya da, dahası anarşizmin etkisi altına girerken; Alman SPD'si marksist ilkelere, merkezî disipline katıca bağlı kalıyordu. İngiliz işçileri ise gözlerini tüm olarak kendi sendikalarına dikmişler, parlamentodaki temsilcilerini, pratik reformlar yapmaya zorluyorlardı.
Bu ayrılıklar, ayrı ayrı sosyalist liderleri, yeniden uluslararası bir birleşmeye götürdü. 1889'da Paris'de İkinci Enternasyonal kuruldu. Bu Enternasyonal, sürekli bir sekreterlik kurmak ihtiyacını ancak 1900'de duydu ve Bruxelles'de Uluslararası Sosyalist Büro'yu örgütledi. Bu tarihte Enternasyonal, karşı karşıya bulunduğu ilk büyük sorunu, yani, anarşistlere karşı tutumunu çözümlemeyi başardı. Bundan sonra marksist SPD, büyüklüğü, zenginliği ve kuramsal ağırlığı ile, İkinci Enternasyonale damgasını gitgide daha çok vurmaya başladı. 1900'de bunun sonuçları açıkça ortaya çıkmamıştı daha: Bütün ülkelerin sosyalist akımları, Enternasyonalden gelen tavsiyeleri, kendi yersel koşullarına uygun bir biçimde yorumlamak bakımından büyük ölçüde özgürdüler. Bu yumuşaklık, uygulamada hiç bir zaman tüm olarak ortadan kalkmadı. Nitekim sosyalistlerin çoğunu 1914'de hayal kırıklığına uğratan başarısızlığın tek nedeni, İkinci Enternasyonalin işçi sınıfını bu yüzden savaşa karşı etkin bir biçimde örgütleyememesi oldu. Ama 1900'de bu kötü geleceği görmeye imkan yoktu. 1 Mayıs günü gösterilerindeki başarılar, sık sık kullanılan grev silahı, işçi milletvekillerinin parlamentolarda kapitalist hükümetlere sert çıkışları ve onlardan zorla kanunî tavizler koparmaları, Marx'm iddia ettiği gibi geleceğin kaçınılmaz bir şekilde kendilerine ait olduğu ve Enternasyonalin gitgide güçleneceği kanısında olan sosyalistlerde büyük güven uyandırmıştı. Marx'm kehanetlerinde yanıldığını söyleyen ve sosyalizme giden yolun Enternasyonal kongrelerinde alkışlanan devrimci yoldan çok ayrı olduğunu iddia etmek cesaretini gösterenler ise yalnızca «revizyonistler» oldu.
(Türkçesi, Rasih Güran)
20.Yüzyıl Tarihi, Arkın Kitabevi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder