Kadın Hakları Tarihi
Avrupa'da kadın hakları ilk kez Aydınlanma çağında gündeme geldi. Condorcet gibi bazı 18. yüzyıl düşünürleri kadınların özgürlüğünü savundu. Fransız Devrimi'nin başında Olympe de Gouges Déclaration des droits de la femme et de la citoyenne (Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirisi) yazdı. Bildiri İngiltere'de de etkili oldu ve 1792'de Mary Wollstonecraft'in A Vindication of the Rights of Women (Kadın Haklarının Bir Savunusu) adlı kitabı yayımlandı. Yapıt kadınların yalnızca erkekleri hoşnut etmek için yaratıldığı düşüncesine karşı çıkıyor, kadının eğitimde, iş dünyasında ve siyasette erkekle aynı muameleyi görmesini, aynı ahlak ölçüleriyle yargılanmasını istiyordu.
Hareketin ABD'ye ulaşması yarım yüzyıl kadar bir zaman aldı. 1848'de New York eyaletindeki Seneca Falls ve Rochester'da toplanan Kadın Hakları Kongresi'nde Elizabeth Cady Stanton ve Lucretia Mott kadınların toplumda aşağılanarak haksızlığa uğradığını belirten ve bu adaletsizliğin düzeltilmesini isteyen bir kadın hakları bildirisi sundular. Bu bildiriden sonra kadınlara oy hakkıverilmesi için bir mücadele başlatıldı. Benzer bir mücadele İngiltere'de 1903'te E. Pankhurst'ün kurduğu Toplumsal ve Siyasal Kadın Birliği çevresinde gelişti. A.B.
Almanya'da feminist kavga, sosyalist çevrelere de girdi. August Bebel (Kadın ve Sosyalizm, Die Frau und der Sozialismus, 1883), 1875'te, sosyal demokrat partinin programına kadın-erkek eşitliğini yazdırmayı başarır; kadın militanlar (bunlardan biri de, Clara Zetkin'dir) partinin kadın kolunu kurarlar.
Fransa'da, Saint-Simoncu ütopyacı sosyalistler ve özellikle de, Charles Fourier, feminist tutumlarıyla göze çarparlar. İşbirliği hareketi kimi zaman kadın erkek eşitliğinin denenmesine ortam hazırlamıştı. Bu bağlamda, kadın işçiler (çamaşırcılar, işlemeciler), 1832'de Özgür Kadını (La Femme Libre) çıkardılar; bu dergi, kadınların eğitimini, meslekî eğitimi, ücret eşitliğini, Yurttaşlık Yasası'nın gözden geçirilmesini, boşanmanın yeniden konulmasını (1816'da kaldırılmıştı) savunuyordu.
Bunun ardından dergiler çoğalır: 1836'da, Kadın Gazetesi (La Gazette des Femmes); 1848'de, Kadının Sesi (La Voix des Femmes); 1851'de, Kadının Görüşü (Opinion des Femmes); 1869'da, Kadın Hakkı (Le Droit des Femmes). 1879'da çıkan Kadın Cephesi (La Fronde) altı yıl boyunca yayımlanacaktı. 1871'den 1914'e kadar, bazıları uzun ömürlü olmayan otuz kadar dergi kuruldu. Kabaca, iki akım ortaya çıkmaktadır: kadınla erkek arasında tam bir eşitlik isteği ve kadının rolü ve kadına özgü nitelikler çerçevesinde düşünülmüş bir eşitlik talebi. Bu ayrılık modern feminizmde köktenci terimlerle yeniden ortaya çıkar.
Flora Tristan, özellikle, kadın işçilerin sorunlarını inceler: yazıları, İngiltere'deki fabrikalarda ve kendisinin «Fransa turu» boyunca işliklerde yürüttüğü anketlerden sonra hazırlanan bildiriler gibidir.
Fransa'da, 1848'de, cumhuriyetin ilanı ve genel oy hakkının yürürlüğe konması, birçok derneğin programında en önemli madde olarak yazılmış olan yurttaşlık haklarının eşitliğine yönelik kavga ve eylemleri yeniden etkin hale getirdi. Oy hakkı, yirmi kadar ülkede ancak 1918'den sonra elde edilecektir, Fransız kadınlarınaysa bu hak, ancak 1945'te tanınacaktır.
Feministler, 1878-1913 arasında on kadar uluslararası kongre düzenlediler ve yıllar boyunca aynı dilekleri yeniden gündeme getirdiler (iş hukuku, mesleklere alınma, eğitim, medenî haklar vb). III. Cumhuriyet'in önemli yasaları arasında, kadınlarla ilgili olanlarının listesi bir bölümüyle bile ele alındığında, bugün artık unutulmuş ayrımcılıklardan çok, yer verdiği kazanımlar açısından ilginçtir: 1897'de, kimlik belirlemede tanıklık edebilir; 1907'de, evli kadınlar ücretlerini kendileri kullanabilir; 1920'de kocalarının izni olmadan bir sendikaya üye olabilirler.
Bisiklete binen, dans eden, sigara içen, spor yapan YENİ KADIN, yüzyılın ilk on yılından sonra özgürlüğünü kazanma çabalarına girişmiş, toplumda kendisine yeni bir yer sağlamaya çalışmıştır. 19. yüzyıldan beri süregelen erkeklerle eşit haklara kavuşabilme ya da bütün insanların eşit olduğunu tanıtlama çabaları, 1914'de bu haklardan bazılarının kadınlara da tanınmasıyla sonuçlanmıştır.
Kadınlar liselere dahası üniversitelere bile girmeye başlamışlardı. Kadın doktorlar ve dişçiler de vardı. İngiltere'de kabul edilmiş olan Evli Kadının Malları Kanunu kadına kendi malı ve mirası üzerinde hak tanıyor, kocasının hakkını kaldırıyordu. İngiltere'de ve Fransa'da boşanma kanunları ıslah edilmiş, Fransa'da kadının vasilik hakkı tanınmıştı. Kocaları tarafından terkedilmiş ya da kocalarının boşadığı kadınların çocuklarını görmeğe hakkı vardı. Kadınlar için gazeteler çıkarılmaya başlanmış, dernekler kurulmuştu.
Fabrikalarda çalışan kadınların durumları düzeltilmişti: Kadınlar ağır işlerde kullanılmayacaklardı; doğum zamanında mecburi izin verilecekti; kadınların azami çalıştırılacağı iş zamanı tesbit edilmişti; kadınlar gece çalıştırılmayacaktı. Kadınların erkeklere eşit olduğu fikri bütün insanların eşit olduğu fikrinin sonucu, dolayısıyla sanayice ilerlemiş bir toplumun ürünüydü. Fransa'da bu fikri ünlü sosyalist Saint-Simon, İngiltere'de de ünlü liberal John Stuart Mill savunuyordu. Kadınlarla erkeklerin eşit olduğu fikri geri kalmış ülkelere öteki fikirlerle birlikte, ancak sonradan ihraç edilmiştir. Kadınlara erkeklerle eşit haklar tanınması uğrundaki bu kavga endüstri devrimine sıkı sıkıya bağlıdır. Tarlada çalışan kadının durumunda bir değişiklik sağlanamadığı gibi, özgür soylu kadının yaşamında da bir değişme olmamıştır. Örneğin soylu Rus kadınının ince zekâsına saygı duyulmuş, Amerikalı zengin kadın istediği gibi seyahat etmiş, Fransız salonlarında «avant-garde» kitaplardan söz edilmiş ve bu kadınlar politikada da etken olabilmişlerdir. Feministler özellikle iki sınıf kadınla ilgilenmişlerdir: Endüstri kesiminde çalışanlar ve orta sınıfa mensup kadınlar.
Düşük Ücretler ve Ağır Yaşama Koşulları Yüzyılın ilk on yılı içinde fabrikalarda, dükkanlarda ya da ev hizmetlerinde çalışan evli kadın, esas görevinin evine ve çocuklarına bakmak olduğu inancıyla, ancak ailenin yaşama düzeyini yükseltebilmek için çalışmakta; evli olmayanlar ise, bu parasızlık, gıdasızlık ve eşitsizlik dünyasından kendilerini çekip alacak bir «kurtarıcı» beklemekteydiler. Kaliteli işçi erkekler arasından yetiştiğinden, kadınların ücretleri düşük kalmış, bu nedenle sendikalar da kadın işçileri önemsememiştir. Düşük ücret ve ağır koşullarla çalışan kadının «çevrenin saygısını yitirmemek» çabalarına karşın, fahişelik geniş ölçüde artmıştır. Bernard Shaw «fahişelik kadın ya da erkeklerin ahlaksızlığından değil, düşük ücretle ağır koşullarda çalışan kadının kendine yeni bir sığmak arama zorunluluğundan doğmuştur» diye yazmıştır.
Fahişeliğinden kuşkulanılan kadınların zorunlu olarak muayene edilmesini öngören «Bulaşıcı Hastalıklar Yasası» nı protesto amacıyla düzenlenen 1860 Josephine Butler Kampanyasına binlerce kadın katılmış, «sefahatin asıl nedeni olan erkeğin değil de kadının cezalandırılması» na şidetle karşı çıkılmıştır. Bu kampanyanın amacına ulaşmasına rağmen, fahişeliği önleyici köklü bir neden araştırması yapılmamıştır. Örneğin Amerika'nın bazı bölgelerinde «aile hayatında namusun korunabilmesi için» fahişeliğin gerekliliği savı ileri sürülmüştür. Bu görüş, doğum kontrol araçlarının kullanılmasının ahlaksal sayılmadığı bölgelerde, evli erkeğin karısıyla ayda bir ya da iki cinsel münasebette bulunmasını öğütlemek ve dolayısıyla nüfus artışını önlemek amacıyla doğmuştur. Feministlerin, fahişelerle ilişki kuran erkeklere karşı cephe almalarının nedenlerinden biri de bulaşıcı hastalıklar sorunudur. Yüzyılın başlarında her on Amerikalı erkekten birinin bu bulaşıcı hastalıklardan birine yakalandığı sanılmaktaydı.
Ocak Başı Meleği
Kendi köleliğine ilk başkaldırış 1914'de orta sınıf kadınından gelmiştir. Sanayi Devrimi, erkeği evden koparıp almış, ancak» ataerkil» gelenek kadın için değişmemiş, kadın dört duvar arasından kurtulamamıştır. Teknik ilerlemeler o güne kadar evde yaptığı işleri büyük ölçüde kolaylaştırmış, kadın yavaş yavaş statükonun simgesi haline gelmeğe başlamıştır. Erkeğin başarısı artık kadına sağladığı rahatlıkla ölçülmektedir.
Erkeklerin kaba, kirli dünyasından uzak olan bu nazlı, hassas kadının, bu «ocak başı meleği»nin saygıdeğerliği oranında cinsel zevklerden de uzak olması gerekmekteydi. Oysa, örneğin batı Amerika'da uygarlığın kurulmasında çalışarak erkeğe yardım etmiş olan kadın, batı Avrupa'da ya da İngiltere'de yaşayan hemcinsinden daha gerçekçidir. Bertrand Russel 1894'de ilk eşinden şöyle söz eder: «Günündeki bütün Amerikalı kadınlar gibi cinsellikten nefret ederdi. Evlilikte mutluluğu erkeğin cinsel arzularının engellediğine inanırdı. Bu konuda onunla tartışma gereğini bile duymadım.»
Saflıklarını gölgeleyecek bilgilerden uzak, babaları tarafından seçilecek kocaları bekleyen serlerde yetişmiş genç kızlar, ekonomik bağımsızlıkları olmamasına, hiçbir iş yapmayı bilmemelerine rağmen özgürlük aşkıyla yanmaya başlamışlardı. H. G. Wells'in Ann Veronica'sı şöyle diyor: «Gelişmem durmuş gibi. Sanki yaşamın ışığını yitirdim. Her söyleneni yapan bir dilsiz gibiyim... ipleri başka eller çekiyor. Kişiliğimi kazanmak ve kendimi kendim yönetmek istiyorum. Çalışan, özgürlüğüne kavuşmuş, gelişmiş bir insan olmak istiyorum.»
Yeni İş Alanları
Yeni kadının özlediği özgürlük ancak ekonomik bağımsızlığın kazanılmasıyla sağlanacaktı. Feministlerin- bu konudaki başarısı, kadınlara yeni iş alanları açılmasında görülür. Kadınlar artık kazançlarını istedikleri gibi kullanabiliyorlar, eğitim olanaklarından yararlanıyorlardı. Sekreterlik, hastabakıcılık, eczacılık, avukatlık, öğretmenlik vb. gibi meslekler kadınlara açılmıştı.
Bu dönemin ilginç kadınlarından biri olan Florence Nightingale hemşireliği bir meslek olarak kabul ettirmiş, acıma duygusunun topluma yarar sağlamadığını gören İngiliz Sosyalistlerinden Beatrice Potter eşi Sidney Webb ile toplum sorunlarına eğilerek, toplumun yapısını etkileyen temel değişiklikleri araştırmıştır. Radyumu bulan Curie'ler gibi Webb'lerin birliği, alışılagelen «kutsal» aile kavramını değiştirmiş, kadınların entellektüel alanda erkeklerle eş değerde olduklarını tanıtlamaktan başka yeni bir 'aşamanın da öncüsü olmuştur.
Aşk, Evlilik ve Çocuklar
Yüzyılın başlarında cinsiyet, evlilik ve aile kavramları değişmeye yüz tutmuş birtakım insanları dehşete düşüren düşünceler yazılmaya ve konuşulmaya başlanmıştır. Havelöck Ellis, kadının da erkek gibi «monogam» ve «polierotik» yani 'tek eşli ve çeşitli zevkli olduğunu savunurken, Freud gözleri ve yıldırımları üzerine çekmiştir. Almanya'da cinsel sorunlar tartışılmaya başlanmış, skandaller moda halini almıştı. İngiltere'de gelişim daha yavaş olmuş, 1914'den başlayarak serbest aşk «ileri» kadınlarca savunulmuştur.
Piyes ve romanlarda geleneksel aile görünümü değişikliğe uğramıştır. Shaw, E. M. Forster, Strindberg vb. bu konuları işleyen yazarların önde gelenlerindendir. Toplumun henüz doğumu önleyici araçlar kullanılmasına izin vermemesine rağmen, yüksek orta sınıf doğumların hiç olmazsa sınırlandırılmasından yana olmuştur. Bu sınıfın yıllık doğum oranında düşme görülmekteydi. Böylece orta sınıf kadını, fazla parasını ve vaktini dilediği gibi kullanma olanağına kavuşmuş oluyordu. Teknik olanaklar kadının ev işlerini daha kolay ve daha az zaman harcayarak yapmasını sağlayacak biçimde gelişmektedir. Yiyecek öteberinin sağlanması ve satın alınması, yüzyılın başlarında her şeyi satan büyük mağazaların açılmasıyla kolaylaşmış, o güne değin evlerde yapılan ya da altı ayda bir kurulan pazarlardan sağlanan yiyecek maddelerini, topluca bir mağazadan elde etmek olanağı doğmuştur. Ayrıca hazır giysilerin ortaya çıkması kadını, iğne iplik derdinden kurtarmıştır..
Yeni Açan Çiçekler
«Nerde o eski kadınlar» diyor yazarın biri hasretle; «en pahalı elbiseleri giyerler, can sıkıntılarıyla göze girerler ve inanılmaz derecede işe yaramazlardı. Biz erkekler onlara yaltaklanırken, eldivenli ince parmaklarının bir hareketiyle dünyayı yönetiverirlerdi...» Yukarıda yazarın anlattığı eski kadın, ne var ki, I. Dünya Savaşından sonra oluşan meslek sahibi, özgür ve bağımsız kadının doğuşunu sağlamış ve onun temeli olmuştur.
(Türkçesi, Nur Kartal)
20.Yüzyıl Tarihi, Arkın Kitabevi
Kadın'dan "Son Feminizm" e
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra feminist hareket silinir: feministlerin dileklerinden bazılarını geleneksel partiler veya siyaset dışı dernekler (aile planlaması) benimsemiştir. Bunlar olup biterken, Simone de Beauvoir, 1949'da, Kadın (Le Deuxième Sexe) adlı denemesini yayımlayarak «radikal» denilen bir feminizmi başlattı. O dönemde Fransa'da büyük ilgi görmeyen eser, 1953'te, İngilizceye çevrildiği ABD'de de pek çok baskı yaptı. Bu kitap, kırk yıl sonra kadın hareketlerinin kaynaklarından biri haline geldi.
Deneysel bilimlerin ve insan bilimlerinin zenginleştirdiği Bağımsızlığa Doğru, toplumsal ürün olarak kadının, toplumun tüm düzeylerini (kültür, siyaset, efsaneler vb) kapsayan bir eğitimden geçerek yetişen, ancak ikinci sınıf insan durumuna yerleştirilmiş kadının portresini çizer. Bu ikinci sınıf olma durumu bir yazgı değil («Kadın olarak doğulmaz, kadın olunur») kadınların mücadele ederek değiştirmeleri gereken bir olgudur.
Kadınlara Özgürlük
Avrupa'nın demokratik ülkelerinin çoğunda 1970'li yıllardan başlayarak, tümü «özgürlük hareketleri» olarak belirlenebilecek feminist hareketler gelişir.
Feminist hareket, önce, Amerikan tüketim toplumunun konforu içinde ortaya çıktı. 1963'te, «Kandırılmış Kadın»ın (The Feminine Mystique) yayımlanmasından sonra, Betty Friedan NOW'u (National Organisation of Women, Ulusal Kadınlar Örgütü) kurar; bu örgüt, büyük ölçüde orta sınıflara mensup kadınlardan oluşuyordu: örgüt (1971'de 10 000 kadın), kadının kendi üyeleri arasında da kabul gören rolüne ve geleneksel kültür modellerine karşı çıkar.
NOW'dan kaynaklanan Kadınların Özgürlüğü Hareketi (Women Liberation Movement), yerel ve federal siyasî güçler nezdindeki pek çok eylemi ve danışma organları sayesinde, baskı grubu olarak etkisini yayar; aynı dönemde geniş bir feminist Militan olmayan çok sayıda kadını hızla kendine çeken MLF daha sonraki yıllarda birçok akıma bölündü; çünkü «baş düşman»ın belirlenmesi -erkek egemen toplum veya kapitalist sistem-, «kadınlık durumu»nun (bu sözcük Afrikalıların zencilik durumu lehine yürüttükleri siyasî ve kültürel kavgayla benzeştirme yapılarak uydurulmuştu) tanınması için yürütülen mücadelede farklı tarzlar ve yerler gerektiriyordu.
Kürtaj serbestisi ve doğum kontrolü için seferberlik (1971'de kürtaj yaptırdıklarını açıklayan 343 kadının bildirgesi), «kadınlara karşı işlenmiş suçları» kınama günü (1972), kadınlara ev ve kadınlık görevlerine karşı grev çağrısı (1974), «SOS dayak yiyen kadınlar», «SOS saldırıya uğrayan kadınlar» adlı kuruluşların oluşturulması, 1973'te, Kadın Yayınları'nın kurulması, feminist dergilerin çoğalması, hep bu akımlardan herhangi birinin başarısının sonucudur.
Bir eylem grubu, ama aynı zamanda, «ortaklaşa bir kimlik»in oluştuğu bir buluşma yeri olan MLF, özgün örgütlenme biçimi (hiyerarşik yapıların reddedilmesi), müdahale alanlarının çeşitliliği (toplumsal, siyasî, kültürel) ve bireysel ve özel baskıları ortak bir baskı olarak görmesi sayesinde bu on yılın siyasî görünümünü derinden değiştirdi.
Nitekim, Fransa'da cinsel ayrımcılık, ücret eşitliği, boşanma hukukunda reform hakkında 1972'de çıkarılan yasalar ve 1975'te kürtaja izin verilmesi; 1978'de tecavüze karşı bir yasanın kabul edilmesi; 1974'te Kadın Durumu Sekreterliğinin kurulması hukuk alanındaki feminist dileklerin en önemlilerine karşılık vermiş oldu. Ama, biçimsel hukukî kazanmalardan çok daha fazlasını amaçlayan kadınların kurtuluşu elbette son bulmayacaktır. Axis 2000
Birleşmiş Milletler'in (BM) kadınların konumuyla ilgili komisyonuna katılan ABD'li üyeler, 1975'in Uluslararası Kadın Yılı olarak ilan edilmesini sağladılar. Böylece, kadınlar uluslararası konferanslarda ülkelerini temsil etmeye başladılar ve México'daki konferansta gelecek 10 yıl için bir Dünya Eylem Planı kabul ettiler. Planın amacı kadınların karar verme sürecine ve kamu yaşamının her alanına katılmasını sağlamaktı. BM 1979'da kadın hakları bildirisi olarak nitelendirilen Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ni (CEDAW) kabul etti. 1980'de Kopenhag, 1985'te Nairobi'deki uluslararası konferansların ardından Eylül 1995'te Pekin'de 4. Dünya Kadın Konferansı toplandı. Kadın ile erkek arasında cinsiyet ayrımcılığı, kadınların ekonomik koşullarının iyileştirilmesi, kadınlara uygulanan şiddet gibi konuların ele alındığı kongrenin sonunda Pekin Eylem Platformu kabul edildi. BM, Haziran 2000'de New York'ta Kadınlar 2000 adıyla özel bir oturum düzenledi; burada, platformda alınan kararların ne kadarının gerçekleştiği üzerine değerlendirme yapıldı.
Genelde kadınların özürlüğü hareketi kadınları zayıf, edilgen, aklıyla değil duygularıyla davranan kişiler olarak gören egemen anlayışa karşı çıkar. Hareket ayrıca kadınların cinsel nesneler olarak görülmesini eleştirir. Kadınların kimliklerinin ve kişiliklerinin bilincine varmaları hareketin öncelikli hedefleri arasındadır.
Kadınların özgürlüğü hareketi çeşitli toplumlarda değişik kesimlerin tepkisiyle karşılaştı; yer yer yalnız erkeklerin değil, kadınların da bu harekete karşı direndiği görüldü. Benzer biçimde hareketin amaçlarında da ülkeden ülkeye değişiklik görüldü. Bazı yerlerde başlık parasının kaldırılması, örtünme ve kaç-göç konusundaki kuralların yumuşatılması hedef alındı. Birçok ülkede sözleşme yapmak ya da dava açmak konularında kocanın iznini gerektiren yasal uygulamaya karşı çıkıldı. Sanayi toplumlarında eşit işe eşit ücret talebinde bulunulurken magazin basınının körüklediği kadın tipiyle mücadeleye de girişildi.
1980'lerde Türkiye'de, geçmişi II. Meşrutiyet dönemine uzanan feminist hareket kadınların özgürlüğü hareketi biçiminde yeniden gündeme geldi. Konuyla ilgili başlıca kitap ve makalelerin çevrildiği, bilinç yükseltme gruplarının oluşturulduğu bir ideolojik birikim dönemini, 1987'deki Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası'yla başlayan bir yaygınlaşma dönemi izledi. Bu dönemde cinsel tacize, Aile Araştırma Kurumu'nun aile anlayışına, Türk Ceza Kanunu ile Medeni Kanun'un bazı maddelerine karşı yürütülen kampanyalar, sınırlı başanların yanı sıra hareketin yaygınlaşmasına da katkıda bulundu. Hareketin özellikle büyük kentlerde yandaş bulmasında Feminist ve Kaktüs dergileri de rol oynadı. 1990'larda ise kurumsallaşma açısından önemli adımlar atıldı. Bazı üniversitelerde kadın araştırmaları birimleri oluşturuldu. Kadın Eserleri Kütüphanesi, Mor Çatı, Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu gibi projeler yaşama geçirildi. A.B.
Yararlanılan Kaynaklar:
1. Thema Larousse
2. Axis2000
3. Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi
4. Ana Britannica
5. 20.Yüzyıl Tarihi, Arkın Kitabevi
Feminizm (Felsefi boyut)
Fabrikalarda çalışan kadınların durumları düzeltilmişti: Kadınlar ağır işlerde kullanılmayacaklardı; doğum zamanında mecburi izin verilecekti; kadınların azami çalıştırılacağı iş zamanı tesbit edilmişti; kadınlar gece çalıştırılmayacaktı. Kadınların erkeklere eşit olduğu fikri bütün insanların eşit olduğu fikrinin sonucu, dolayısıyla sanayice ilerlemiş bir toplumun ürünüydü. Fransa'da bu fikri ünlü sosyalist Saint-Simon, İngiltere'de de ünlü liberal John Stuart Mill savunuyordu. Kadınlarla erkeklerin eşit olduğu fikri geri kalmış ülkelere öteki fikirlerle birlikte, ancak sonradan ihraç edilmiştir. Kadınlara erkeklerle eşit haklar tanınması uğrundaki bu kavga endüstri devrimine sıkı sıkıya bağlıdır. Tarlada çalışan kadının durumunda bir değişiklik sağlanamadığı gibi, özgür soylu kadının yaşamında da bir değişme olmamıştır. Örneğin soylu Rus kadınının ince zekâsına saygı duyulmuş, Amerikalı zengin kadın istediği gibi seyahat etmiş, Fransız salonlarında «avant-garde» kitaplardan söz edilmiş ve bu kadınlar politikada da etken olabilmişlerdir. Feministler özellikle iki sınıf kadınla ilgilenmişlerdir: Endüstri kesiminde çalışanlar ve orta sınıfa mensup kadınlar.
Düşük Ücretler ve Ağır Yaşama Koşulları Yüzyılın ilk on yılı içinde fabrikalarda, dükkanlarda ya da ev hizmetlerinde çalışan evli kadın, esas görevinin evine ve çocuklarına bakmak olduğu inancıyla, ancak ailenin yaşama düzeyini yükseltebilmek için çalışmakta; evli olmayanlar ise, bu parasızlık, gıdasızlık ve eşitsizlik dünyasından kendilerini çekip alacak bir «kurtarıcı» beklemekteydiler. Kaliteli işçi erkekler arasından yetiştiğinden, kadınların ücretleri düşük kalmış, bu nedenle sendikalar da kadın işçileri önemsememiştir. Düşük ücret ve ağır koşullarla çalışan kadının «çevrenin saygısını yitirmemek» çabalarına karşın, fahişelik geniş ölçüde artmıştır. Bernard Shaw «fahişelik kadın ya da erkeklerin ahlaksızlığından değil, düşük ücretle ağır koşullarda çalışan kadının kendine yeni bir sığmak arama zorunluluğundan doğmuştur» diye yazmıştır.
Fahişeliğinden kuşkulanılan kadınların zorunlu olarak muayene edilmesini öngören «Bulaşıcı Hastalıklar Yasası» nı protesto amacıyla düzenlenen 1860 Josephine Butler Kampanyasına binlerce kadın katılmış, «sefahatin asıl nedeni olan erkeğin değil de kadının cezalandırılması» na şidetle karşı çıkılmıştır. Bu kampanyanın amacına ulaşmasına rağmen, fahişeliği önleyici köklü bir neden araştırması yapılmamıştır. Örneğin Amerika'nın bazı bölgelerinde «aile hayatında namusun korunabilmesi için» fahişeliğin gerekliliği savı ileri sürülmüştür. Bu görüş, doğum kontrol araçlarının kullanılmasının ahlaksal sayılmadığı bölgelerde, evli erkeğin karısıyla ayda bir ya da iki cinsel münasebette bulunmasını öğütlemek ve dolayısıyla nüfus artışını önlemek amacıyla doğmuştur. Feministlerin, fahişelerle ilişki kuran erkeklere karşı cephe almalarının nedenlerinden biri de bulaşıcı hastalıklar sorunudur. Yüzyılın başlarında her on Amerikalı erkekten birinin bu bulaşıcı hastalıklardan birine yakalandığı sanılmaktaydı.
Ocak Başı Meleği
Kendi köleliğine ilk başkaldırış 1914'de orta sınıf kadınından gelmiştir. Sanayi Devrimi, erkeği evden koparıp almış, ancak» ataerkil» gelenek kadın için değişmemiş, kadın dört duvar arasından kurtulamamıştır. Teknik ilerlemeler o güne kadar evde yaptığı işleri büyük ölçüde kolaylaştırmış, kadın yavaş yavaş statükonun simgesi haline gelmeğe başlamıştır. Erkeğin başarısı artık kadına sağladığı rahatlıkla ölçülmektedir.
Erkeklerin kaba, kirli dünyasından uzak olan bu nazlı, hassas kadının, bu «ocak başı meleği»nin saygıdeğerliği oranında cinsel zevklerden de uzak olması gerekmekteydi. Oysa, örneğin batı Amerika'da uygarlığın kurulmasında çalışarak erkeğe yardım etmiş olan kadın, batı Avrupa'da ya da İngiltere'de yaşayan hemcinsinden daha gerçekçidir. Bertrand Russel 1894'de ilk eşinden şöyle söz eder: «Günündeki bütün Amerikalı kadınlar gibi cinsellikten nefret ederdi. Evlilikte mutluluğu erkeğin cinsel arzularının engellediğine inanırdı. Bu konuda onunla tartışma gereğini bile duymadım.»
Saflıklarını gölgeleyecek bilgilerden uzak, babaları tarafından seçilecek kocaları bekleyen serlerde yetişmiş genç kızlar, ekonomik bağımsızlıkları olmamasına, hiçbir iş yapmayı bilmemelerine rağmen özgürlük aşkıyla yanmaya başlamışlardı. H. G. Wells'in Ann Veronica'sı şöyle diyor: «Gelişmem durmuş gibi. Sanki yaşamın ışığını yitirdim. Her söyleneni yapan bir dilsiz gibiyim... ipleri başka eller çekiyor. Kişiliğimi kazanmak ve kendimi kendim yönetmek istiyorum. Çalışan, özgürlüğüne kavuşmuş, gelişmiş bir insan olmak istiyorum.»
Yeni İş Alanları
Yeni kadının özlediği özgürlük ancak ekonomik bağımsızlığın kazanılmasıyla sağlanacaktı. Feministlerin- bu konudaki başarısı, kadınlara yeni iş alanları açılmasında görülür. Kadınlar artık kazançlarını istedikleri gibi kullanabiliyorlar, eğitim olanaklarından yararlanıyorlardı. Sekreterlik, hastabakıcılık, eczacılık, avukatlık, öğretmenlik vb. gibi meslekler kadınlara açılmıştı.
Bu dönemin ilginç kadınlarından biri olan Florence Nightingale hemşireliği bir meslek olarak kabul ettirmiş, acıma duygusunun topluma yarar sağlamadığını gören İngiliz Sosyalistlerinden Beatrice Potter eşi Sidney Webb ile toplum sorunlarına eğilerek, toplumun yapısını etkileyen temel değişiklikleri araştırmıştır. Radyumu bulan Curie'ler gibi Webb'lerin birliği, alışılagelen «kutsal» aile kavramını değiştirmiş, kadınların entellektüel alanda erkeklerle eş değerde olduklarını tanıtlamaktan başka yeni bir 'aşamanın da öncüsü olmuştur.
Aşk, Evlilik ve Çocuklar
Yüzyılın başlarında cinsiyet, evlilik ve aile kavramları değişmeye yüz tutmuş birtakım insanları dehşete düşüren düşünceler yazılmaya ve konuşulmaya başlanmıştır. Havelöck Ellis, kadının da erkek gibi «monogam» ve «polierotik» yani 'tek eşli ve çeşitli zevkli olduğunu savunurken, Freud gözleri ve yıldırımları üzerine çekmiştir. Almanya'da cinsel sorunlar tartışılmaya başlanmış, skandaller moda halini almıştı. İngiltere'de gelişim daha yavaş olmuş, 1914'den başlayarak serbest aşk «ileri» kadınlarca savunulmuştur.
Piyes ve romanlarda geleneksel aile görünümü değişikliğe uğramıştır. Shaw, E. M. Forster, Strindberg vb. bu konuları işleyen yazarların önde gelenlerindendir. Toplumun henüz doğumu önleyici araçlar kullanılmasına izin vermemesine rağmen, yüksek orta sınıf doğumların hiç olmazsa sınırlandırılmasından yana olmuştur. Bu sınıfın yıllık doğum oranında düşme görülmekteydi. Böylece orta sınıf kadını, fazla parasını ve vaktini dilediği gibi kullanma olanağına kavuşmuş oluyordu. Teknik olanaklar kadının ev işlerini daha kolay ve daha az zaman harcayarak yapmasını sağlayacak biçimde gelişmektedir. Yiyecek öteberinin sağlanması ve satın alınması, yüzyılın başlarında her şeyi satan büyük mağazaların açılmasıyla kolaylaşmış, o güne değin evlerde yapılan ya da altı ayda bir kurulan pazarlardan sağlanan yiyecek maddelerini, topluca bir mağazadan elde etmek olanağı doğmuştur. Ayrıca hazır giysilerin ortaya çıkması kadını, iğne iplik derdinden kurtarmıştır..
Yeni Açan Çiçekler
«Nerde o eski kadınlar» diyor yazarın biri hasretle; «en pahalı elbiseleri giyerler, can sıkıntılarıyla göze girerler ve inanılmaz derecede işe yaramazlardı. Biz erkekler onlara yaltaklanırken, eldivenli ince parmaklarının bir hareketiyle dünyayı yönetiverirlerdi...» Yukarıda yazarın anlattığı eski kadın, ne var ki, I. Dünya Savaşından sonra oluşan meslek sahibi, özgür ve bağımsız kadının doğuşunu sağlamış ve onun temeli olmuştur.
(Türkçesi, Nur Kartal)
20.Yüzyıl Tarihi, Arkın Kitabevi
Kadının Bitmeyen Kavgası Kadınların «oy verme hakkı»na kavuşma savaşı yüzünden birçok binanın camı çerçevesi inmiştir. Basit bir yasa değişikliği isteği olarak başlayan hareket, gitgide önem kazanmış, bir ayaklanma niteliği almıştır. Bu akım kadınların başarısıyla sonuçlanmıştı. Ama hemen yargıya varmayalım: Ana sorun çözümlenmiş midir? 19. yüzyıl başlarında erkek-kadın eşitliği henüz söz konusu değildi. 1792'de Mary Wollstonecraft'ın «Vindication of the Rights of Women (Kadın Haklarının Korunması) adlı kitabı, yayımlanmıştı. Sadece gerçekte kadının tek sorunu oy verememek değildi. Yüksek öğrenim yollarının kendilerine kapalı oluşu, evli kadının mülk sahibi olmaması gibi kısıtlamalar başlı başına birer savaş nedeniydi. Kadın eşitliği sorunu ya da yandaşlarının deyimiyle «dava», seçim hakkının kazanılması amacını aşmaktadır. Bu hakkın varlığı, kadının küçümsenmesini önlemeyecek, genel durumunda değişiklik yapmayacaktı. Oy kullanma isteği, yalnızca kadm haklarının savunulması ilkesinin bütün kadınlarca benimsenmesinde bir sembol olması bakımından önemlidir. O günün ileriyi görebilen kadın savaşçıları bir adım atmakta olduklarını sezinlemişlerdi; ama çoğunluğun kaygısı yalnızca oy hakkına kavuşabilmekti. 19. yüzyılda, seçme hakkından yoksun alt sınıf erkeğine bu hakkın tanınması için yapılan savaş, oyunu kullanabilen erkeklerin öncülüğünde sürdürülmüştü. Kadınlar ise, politikacıların hesaplı oyunlarına sığınmaktansa savaşı kendi başlarına yürütmeyi yeğ tutmuşlar, aralarındaki dayanışma ' beklenmedik dostluk duyguları yaratmıştı. Çoğunluk için bu kavga bir oyalanma, o güne kadar içe itilmiş duyguların bir patlaması olarak nitelendirildi. Sorun Çıkıyor 1850'lerde Birleşik Amerika'da kadınlar, köleliğin kaldırılmasından yana çıkmışlar; bu sorunu benimsemeleri, kendi durumlarını gözden geçirmelerini gerektirmiş, oy hakkı istemişler, ama etkin olamamışlardı. İç savaşın sona ermesiyle (1861-1865), Anayasada değişiklik yapılmış, renk ayırımı gözetilmeksizin seçim hakkı tanınmıştır. Ancak yeni Anayasada da kadınlardan söz yoktur. Bu konuda ilk adım 1869'da Wyoming'de atıldı: Kadınlar da erkekler gibi oy kullanacaklardı. İç savaşın bitiminde, öteki eyaletlerde para kazanma sarhoşluğu ile başı dönenlerin, kadın hakları ile uğraşmaları beklenemezdi. Anayasada değişiklik yapılması daha kolay olacak, kadınların oy hakkını kazanması çabuklaşacaktı. Ancak bu döneme uzun ve güç bir kampanya sonucunda geçilebildi. Susan Anthony (kadın hakları yöneticilerinden) Tasarısı 1870 ve 1880'-de Kongreye sunuldu, ama geri çevrildi. İngiltere'de, 1867 Reform Tasarısı, kadınların oy verme konusuna ilgiyi çekti. Kadın haklarının ateşli savunucularından John Stuart Mill, 1865'de seçildiği Parlamentoya, kadınların oy hakkı konusunda bir tasarı sundu. Bu tasarı 73'e karşı 194 oyla geri çevrildi. Bunu izleyen iki üç yıl içinde kadınlar birkaç belediye seçiminde oy kullanma hakkını kazandılar. Ama parlamentodaki parti kavgaları oy hakkı için yapılan mücadeleyi ikinci plana attı. Liberal Partinin büyük bir kısmı oy hakkı verilmesinden yanaydı. Oysa Liberal Parti lideri şahsen bunu istemiyordu. Disraeli ise yavaş yavaş bu davayı tutmaya başlıyor, ama parti üyeleri karşı koyuyorlardı. 1884 yılında erkekler için oy kullanma kanunu ikinci kez tartışıldığında ve kabul edileceğinde Kadın Hakları yeniden ele alındı. Bir milletvekili kanunda kadınlara hak tanıyan bir tadilat yapılmasını istedi. Glodstone teklifin şiddetle aleyhinde bulundu. Kanunun zaten birçok değişiklik getirdiğini, yeni bir değişikliğe lüzum olmadığını söyledi. Milletvekilinin tadil teklifi 135'e karşı 271 oyla reddedildi. 1883'de Hükümetin seçim giderlerini kısması üzerine partilere, propaganda işlerinde kadın gönüllüler gerekti. Politikacılar karşı cinse daha nazik davranmak zorunda kaldılar. Avam Kamarasında kadınların oy kullanmasından yana olan bir çoğunluk belirdi. Amerika Birleşik Devletleri'nde kadınlara seçim hakkının tanınmasına karşı, en sert tepki içki yapımcılarından geliyordu. Bunlar, kadınların oyları ile içki yapımının engelleneceğine inanmaktaydılar. Güney eyaletlerinde ise aynı direniş, başka bir nedenle, kadının zenci gibi dayak korkusu ile istenilen partiye oy vermeye zorlanacağı inancından doğuyordu. Seçmek ya da Seçmemek: Bütün Sorun Bu... Başka ülkelerde elde edilen sonuçlar, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'nde» etken olmadı. İngiltere'de liberallerin çoğunluk sağladıktan 1906 seçimlerinin bu yönde en önemli sonucu, «Women's Social and Political Union» (Kadınlar Toplumsal ve Siyasal Birliği) nun kurulması oldu. Bir seçim toplantısında Wiston Churchill ve Sir Edward Grey'i soru yağmuruna tutan Christabel Pankhurst ile Annie Cley dışarı altıldılar; daha sonraları sokaklarda miting yaptıklarından hapsedildiler. Dul Mrs. Fawcett'in yönettiği «National Union of Women's Suffrage Societies» (Kadınlar Oy Hakkı Dernekleri Ulusal Birliği) ise, başka bir yöntemde, aşırılığa kaçmaksızın ve toplumun saygınlığını yitirmeksizin heyecanı ayakta tutmak amacını güdüyordu. Ama, henüz ortada bir heyecan yoktu ki ayakta tutulsun. Seçimlerden sonra, ilk tohumlan atmaya kararlı olan Christabel, annesi Emmeline Pankhurst ile birlikte, kadınların oy hakkına karşı olduğu bilinen Maliye Bakanı Asquith'e kesin cephe aldı. Avam Kamarası önünde gösteri yapan bir grup polisçe dağıtıldı; bazı tutuklamalar oldu. Olayların henüz başkaldırma biçimini almamış olmasına rağmen, daha ılımlı bir tutumdan yana olanlar Birlikten ayrıldı, "Women's Freedom League" (Kadın Özgürlüğü Derneği) kuruldu. Hyde, Park'ta, Trafalgar Square'de düzenlenen gösteriler, Pankhurstlar’ın yeniden tutuklanmaları, «kadınlara oy hakkı» diye çığlıklar, yavaş yavaş meyvesini vermeye başlıyor, konu daha ciddiye alınarak toplumca benimseniyordu. 1909'da Başbakanın evinin camları taşlanıyor, bir kadın Churchill'in üzerine kamçı ile yürüyordu. Avam Kamarasının önünde gösteriler düzenleniyor, kadınlar tutuklanıyorlardı. Bunlardan biri, Miss Wallace-Dunlop hapishanede açlık grevine başlayarak Hükümetin başına yeni bir dert açtı. Önceleri grevciler salıverildi. Ancak hapishaneler boşalmaya başlayınca, çıkar yol olarak grevcilerin zorla beslenmesi düşünüldü. Göz yıldırma amacıyla başvurulan bu çare, savaş taktiklerinde yenilgiyeuğrayan kadınlar arasındaki dayanışmayı, daha da artırdı. O sırada Başbakan olan Asquith, 1910 seçimlerinden önce, seçim ertesinde kadınlara bu hakkın tanınacağına söz verdi. Mülk sahibi kadınların oy- kullanmasını öngören bir tasarı Parlamentoya sunuldu, ciddi ciddi tartışıldı; zaman darlığından yasalaşamadı. Olay, Avam Kamarası önünde yeniden gösterilere yol açtı; bu kez kimse tutuklanmadı, ama yürüyüşçü kadınlar polisler tarafından iyice tartaklandılar.
1910'dan sonra bir durulma oldu. Mrs. Pankhurst İngiltere'de yürütülen «dava»yı açıklamak üzere Kuzey Amerika'ya gitti. Amerika'da bu konuda büyük bir gelişme olmamıştı. İngiltere'deki olayların yankılanması ve önemsenmesi ile 1910-1913 yılları arasında altı eyalet daha kadınların oy verme hakkını kabul etti. 1912'de Amerika'dan dönen Mrs. Pankhurst'ün kavgaya daha şiddetle sarılma önerisi üzerinde Londra'da Piccadilly, Regent Street ve Oxford Street'de yine vitrinler indirildi. Parlamentoya sunulan, bu kez mülk sahibi erkeklerin eşlerine oy hakkı tanınmasını öngören bir tasarı tekrar geri çevrildi. Pankhurstların bu kampanyayı sürdürüş biçimleri gerçekten ilgi çekicidir. Paris'te yaşayan Christabel, hareketi buradan yönetmekteydi. Çalışarak geçinen kadınlarca bu davanın benimsenmesi gereğinenanan kızkardeşi Sylvia, bu alanda eyleme girişmişti. Oysa, Christabel ve açlık grevlerinden iğne ipliğe dönen Mrs. Pankhurst üst sınıfın ilgi ve desteğini sağlamaya çalışıyor, onun bu alandaki çalışmasını engellemek istiyorlardı; sözlerini dinletemeyince, Sylvia'yı Birlikten çıkardılar. Asquith'in Parlamento'ya sunduğu son tasarının yeniden geri çevrilmesi üzerine, oyuna getirildiklerini anlayan «kadınlara oy hakkı» taraflıları ateş püskürdüler; böylece şiddet hareketleri yeniden başlamış oldu. Gerilla Savaşçıları 1913 yılı, «kadınlara oy» çığlıklarının en çılgın dönemidir. Derby yarışlarında kendini Kralın atının önüne atan Emily Davison'un cenaze töreni büyük bir olay olmuş, evler ateşe verilmiş, telgraf telleri kesilmiştir. «Başkaldırma» artık bir gerilla savaşı niteliğindedir. Hapishanelerde açlık grevi yapanlar salıverilmekte, halk arasındaki deyimle «Kedi ve Fare Yasası» gereğince, iyileşir iyileşmez tekrar içeri alınmaktadırlar. Parlamento üyelerine göre ise olay, gittikçe önemini yitirmektedir. 1914'de Asquith, Sylvia'yı ve Pankhurst'u izleyenlerden bir grubu kabul edip görüştü. Anlaşıldığına göre, toplum sorunları ile yüzyüze bulunan bu kadınlara oy hakkı tanınmasının yararına kendisi de inanmaktaydı. Ancak aynı yıl I. Dünya Savaşı patladı. Görünürde kadınların yaşamında bir devrim olmuş gibiydi; fabrikalarda erkeklerden boşalan yerlerde çalışıyorlar, onların yaptıkları işleri yapıyorlardı. «Müttefikler demokrasiden yanadır» sloganı, seçim hakkının herkese tanınacağını gösteriyordu. 1918'de erkeklerin 21, kadınların 30 yaşında oy vermesi kabul edildi; 1928'de bu hak kadınlar için de 21'e indirildi. Amerika Birleşik Devletleri'nde Susan Anthony Tasarısı 1916 yılında Temsilciler Meclisinde, ilk olarak üçte iki çoğunluğu sağladı; ancak Senatodan geçemedi. Bazıları, bunun nedenini o sıra Amerika'da başlayan şiddet hareketlerinin Senatörleri ürkütmesinde ve gereksiz görülen bu aşırı tutumun doğurduğu tepkide bulmaktadırlar. 1918'de tasarı her iki meclisten de geçerek nihayet yasalaştı Kanada'nın bazı eyaletlerinde 1916'-da, kadınlara seçim hakkı verildi. 1917'de Muhafazakâr Parti Hükümeti, kendi Partisine oy sağlamak amacıyla, bu hakkı yalnızca orduda yakını olanlara tanımıştı. 1918 seçimlerinde ise, kayıtsız şartsız herkes oyunu kullanmıştır. Savaştan sonra, Sovyetler Birliği ve Almanya'da da kadınlara seçim hakkı kabul edilmiştir. Savaştan Çıkan Kadın Peki ama bütün bunlar değdi mi? Kadınların pek azının Parlamentoya girebildiği, hükümet içinde yer alanların ise parmakla gösterilecek kadar az olduğu düşünülecek olursa, bu sorunun bazılarınca «değmedi» diye cevaplandırılması gerekir. Ama, 19. yüzyılda, sendika temsilcileri dışında, kendilerine ilk olarak oy hakkı tanınan alt sınıf erkeklerinin de bu konuda pek varlık gösteremedikleri bir gerçektir. Günümüzde toplumsal ve ekonomik sorunlar 19. yüzyıla oranla, açıklığa kavuşmuştur. Kadınlara oy hakkı tanınması, bu gelişmede, bir basamak niteliğindedir. I. Dünya Savaşı, kadının ekonomik durumuna köklü bir değişim getirmemiştir. Daha önemli değişiklik, 1891-1911 yılları arasında az da olsa bazı meslek kapılarının kendilerine açılmasıyla olmuştu. Seçim hakkı uğrunda verilen kavga, değişmeye yüz tutan savaş öncesi dünyasının bir görünümüdür. Kadın-erkek eşitliği, ekonomik sorunların dışında da belirlenmeğe başlamıştı. Gerçi, zaman zaman «dava» niteliğini yitirmiş, tiz çığlıklar yükselmiştir, ama ne çare ki, kadın-erkek ilişkisi, gürültüsüz patırtısız çözümlenemeyecek kadar karmaşık bir sorundur ve aynı zamanda kolayca içine girilemeyecek kadar tehlikeli bir alandır. (Türkçesi, Nur Kartal) 20.Yüzyıl Tarihi, Arkın Kitabevi |
---|
Kadın'dan "Son Feminizm" e
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra feminist hareket silinir: feministlerin dileklerinden bazılarını geleneksel partiler veya siyaset dışı dernekler (aile planlaması) benimsemiştir. Bunlar olup biterken, Simone de Beauvoir, 1949'da, Kadın (Le Deuxième Sexe) adlı denemesini yayımlayarak «radikal» denilen bir feminizmi başlattı. O dönemde Fransa'da büyük ilgi görmeyen eser, 1953'te, İngilizceye çevrildiği ABD'de de pek çok baskı yaptı. Bu kitap, kırk yıl sonra kadın hareketlerinin kaynaklarından biri haline geldi.
Deneysel bilimlerin ve insan bilimlerinin zenginleştirdiği Bağımsızlığa Doğru, toplumsal ürün olarak kadının, toplumun tüm düzeylerini (kültür, siyaset, efsaneler vb) kapsayan bir eğitimden geçerek yetişen, ancak ikinci sınıf insan durumuna yerleştirilmiş kadının portresini çizer. Bu ikinci sınıf olma durumu bir yazgı değil («Kadın olarak doğulmaz, kadın olunur») kadınların mücadele ederek değiştirmeleri gereken bir olgudur.
Kadınlara Özgürlük
Avrupa'nın demokratik ülkelerinin çoğunda 1970'li yıllardan başlayarak, tümü «özgürlük hareketleri» olarak belirlenebilecek feminist hareketler gelişir.
Feminist hareket, önce, Amerikan tüketim toplumunun konforu içinde ortaya çıktı. 1963'te, «Kandırılmış Kadın»ın (The Feminine Mystique) yayımlanmasından sonra, Betty Friedan NOW'u (National Organisation of Women, Ulusal Kadınlar Örgütü) kurar; bu örgüt, büyük ölçüde orta sınıflara mensup kadınlardan oluşuyordu: örgüt (1971'de 10 000 kadın), kadının kendi üyeleri arasında da kabul gören rolüne ve geleneksel kültür modellerine karşı çıkar.
NOW'dan kaynaklanan Kadınların Özgürlüğü Hareketi (Women Liberation Movement), yerel ve federal siyasî güçler nezdindeki pek çok eylemi ve danışma organları sayesinde, baskı grubu olarak etkisini yayar; aynı dönemde geniş bir feminist Militan olmayan çok sayıda kadını hızla kendine çeken MLF daha sonraki yıllarda birçok akıma bölündü; çünkü «baş düşman»ın belirlenmesi -erkek egemen toplum veya kapitalist sistem-, «kadınlık durumu»nun (bu sözcük Afrikalıların zencilik durumu lehine yürüttükleri siyasî ve kültürel kavgayla benzeştirme yapılarak uydurulmuştu) tanınması için yürütülen mücadelede farklı tarzlar ve yerler gerektiriyordu.
Kürtaj serbestisi ve doğum kontrolü için seferberlik (1971'de kürtaj yaptırdıklarını açıklayan 343 kadının bildirgesi), «kadınlara karşı işlenmiş suçları» kınama günü (1972), kadınlara ev ve kadınlık görevlerine karşı grev çağrısı (1974), «SOS dayak yiyen kadınlar», «SOS saldırıya uğrayan kadınlar» adlı kuruluşların oluşturulması, 1973'te, Kadın Yayınları'nın kurulması, feminist dergilerin çoğalması, hep bu akımlardan herhangi birinin başarısının sonucudur.
Bir eylem grubu, ama aynı zamanda, «ortaklaşa bir kimlik»in oluştuğu bir buluşma yeri olan MLF, özgün örgütlenme biçimi (hiyerarşik yapıların reddedilmesi), müdahale alanlarının çeşitliliği (toplumsal, siyasî, kültürel) ve bireysel ve özel baskıları ortak bir baskı olarak görmesi sayesinde bu on yılın siyasî görünümünü derinden değiştirdi.
Nitekim, Fransa'da cinsel ayrımcılık, ücret eşitliği, boşanma hukukunda reform hakkında 1972'de çıkarılan yasalar ve 1975'te kürtaja izin verilmesi; 1978'de tecavüze karşı bir yasanın kabul edilmesi; 1974'te Kadın Durumu Sekreterliğinin kurulması hukuk alanındaki feminist dileklerin en önemlilerine karşılık vermiş oldu. Ama, biçimsel hukukî kazanmalardan çok daha fazlasını amaçlayan kadınların kurtuluşu elbette son bulmayacaktır. Axis 2000
Birleşmiş Milletler'in (BM) kadınların konumuyla ilgili komisyonuna katılan ABD'li üyeler, 1975'in Uluslararası Kadın Yılı olarak ilan edilmesini sağladılar. Böylece, kadınlar uluslararası konferanslarda ülkelerini temsil etmeye başladılar ve México'daki konferansta gelecek 10 yıl için bir Dünya Eylem Planı kabul ettiler. Planın amacı kadınların karar verme sürecine ve kamu yaşamının her alanına katılmasını sağlamaktı. BM 1979'da kadın hakları bildirisi olarak nitelendirilen Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ni (CEDAW) kabul etti. 1980'de Kopenhag, 1985'te Nairobi'deki uluslararası konferansların ardından Eylül 1995'te Pekin'de 4. Dünya Kadın Konferansı toplandı. Kadın ile erkek arasında cinsiyet ayrımcılığı, kadınların ekonomik koşullarının iyileştirilmesi, kadınlara uygulanan şiddet gibi konuların ele alındığı kongrenin sonunda Pekin Eylem Platformu kabul edildi. BM, Haziran 2000'de New York'ta Kadınlar 2000 adıyla özel bir oturum düzenledi; burada, platformda alınan kararların ne kadarının gerçekleştiği üzerine değerlendirme yapıldı.
Genelde kadınların özürlüğü hareketi kadınları zayıf, edilgen, aklıyla değil duygularıyla davranan kişiler olarak gören egemen anlayışa karşı çıkar. Hareket ayrıca kadınların cinsel nesneler olarak görülmesini eleştirir. Kadınların kimliklerinin ve kişiliklerinin bilincine varmaları hareketin öncelikli hedefleri arasındadır.
Kadınların özgürlüğü hareketi çeşitli toplumlarda değişik kesimlerin tepkisiyle karşılaştı; yer yer yalnız erkeklerin değil, kadınların da bu harekete karşı direndiği görüldü. Benzer biçimde hareketin amaçlarında da ülkeden ülkeye değişiklik görüldü. Bazı yerlerde başlık parasının kaldırılması, örtünme ve kaç-göç konusundaki kuralların yumuşatılması hedef alındı. Birçok ülkede sözleşme yapmak ya da dava açmak konularında kocanın iznini gerektiren yasal uygulamaya karşı çıkıldı. Sanayi toplumlarında eşit işe eşit ücret talebinde bulunulurken magazin basınının körüklediği kadın tipiyle mücadeleye de girişildi.
1980'lerde Türkiye'de, geçmişi II. Meşrutiyet dönemine uzanan feminist hareket kadınların özgürlüğü hareketi biçiminde yeniden gündeme geldi. Konuyla ilgili başlıca kitap ve makalelerin çevrildiği, bilinç yükseltme gruplarının oluşturulduğu bir ideolojik birikim dönemini, 1987'deki Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası'yla başlayan bir yaygınlaşma dönemi izledi. Bu dönemde cinsel tacize, Aile Araştırma Kurumu'nun aile anlayışına, Türk Ceza Kanunu ile Medeni Kanun'un bazı maddelerine karşı yürütülen kampanyalar, sınırlı başanların yanı sıra hareketin yaygınlaşmasına da katkıda bulundu. Hareketin özellikle büyük kentlerde yandaş bulmasında Feminist ve Kaktüs dergileri de rol oynadı. 1990'larda ise kurumsallaşma açısından önemli adımlar atıldı. Bazı üniversitelerde kadın araştırmaları birimleri oluşturuldu. Kadın Eserleri Kütüphanesi, Mor Çatı, Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu gibi projeler yaşama geçirildi. A.B.
Yararlanılan Kaynaklar:
1. Thema Larousse
2. Axis2000
3. Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi
4. Ana Britannica
5. 20.Yüzyıl Tarihi, Arkın Kitabevi
Feminizm (Felsefi boyut)
Lütfen izleyin: Suffergate (Diren) 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder