Sanayi Devrimleri












































Sanayi devrimleri
Sanayi, devrimlerle doğmadı. Devrim öncesinde de vardı; işçiler, mesela dokumacılıkta, imalatçı tacirler hesabına evlerinde çalışıyorlardı; demirciler, dökümhanelerde de dışarıdan sipariş alıyorlardı. Ama bütün bunlar zanaat düzeyindeydi.

Oysa, XVIII. yüzyıl sonlarına varıldığında bu konuda büyük değişiklikler ortaya çıktı. Bu değişimler, üretim araçlarını hem nicelik hem de nitelik olarak etkiledi. Makinelerin gelişimi ve dolayısıyla maliyetlerinin yükselişi, artık işçilerin bunlara tek başlarına sahip olamayacaklarını gösteriyordu. Buharın kullanımı da bu makineleri bir araya getirme, yani fabrikada bir bina içinde toplama zorunluluğu getirdi. Böylece ekonominin verilen, aynı zamanda da günlük yaşamın çerçevesi değişti. Ayrıca taşımacılıktaki ilerlemeler de bazı dünüşümlere neden olacaktı.

Bu arada teknik yenilikleri belirtmek yerinde olur: makinelerde buharın kullanımı, kömür ve demir sektörünü etkileyerek et birinci » sanayi devrimine damgasını vurdu; taşımacılık alanında, demiryolu, deniz ulaşımı ve karayollarında teknik gelişmeler görüldü; dokumacılık gelişti; nihayet petrol ve elektrik gibi yeni enerji kaynaklarının kullanımı, ikinci sanayi devrimini getirdi. Kuşkusuz bu yenilikler hemen yaygınlaşmadı. Nitekim Ingiltere’de odunla çalışan son yüksek fırın ancak 1809 yılında söndürüldü.

Fransa’da, yeni ve geleneksel sektörler iç içe geçerek uzun süre varlıklarını korudular. Mulhouse de pamuk fabrikada eğiriliyor, ama kumaş -fason işçilikle- evler de dokunuyordu.

Bu dönemde meydana gelen ekonomik dönüşümlerin tümünü sadece teknik gelişmelere bağlamak doğru olmaz.Tarihçilere göre bu gelişim, bir talebe verilen cevaptır. Onlar daha çok tarım alanındaki gelişmeler üstünde dururlar: söz konusu olgu, kırsal alandan kentlere doğru göçe neden olmuş, dolayısıyla potansiyel bir pazarın ve el emeğinin doğuşuna yol açmıştır. Bu yazarlar iç sınırların ortadan kalkmasıyla tutarlı ulusal pazarların oluşumuna, böylece işletmecilik düşüncesinin ortaya çıkışına ve sermaye birikimine önem verirler.

1789-1848 büyük devrimi, 'endüstri' olarak endüstrinin değil, kapitalist endüstrinin; genel olarak özgürlüğün ve eşitliğin değil, orta sınıfın ya da burjuva liberal toplumun; 'modern ekonomi'nin veya 'modern devlet'in değil, merkezinde, birbirine komşu ve rakip Büyük Britanya ve Fransa devletlerinin bulunduğu dünyanın özgül bir coğrafi bölgesindeki (Avrupa'nın bir bölümündeki ve Kuzey Amerika'nın birkaç bölgesindeki) devletlerin ve ekonomilerin zaferiydi. 1789-1848 dönüşümü, bu iki ülkede ortaya çıkan ve oradan bütün dünyaya yayılan özünde ikiz bir kargaşadır. E.Hobsbawm, Devrim Çağı, Dost Kitabevi


İkinci Sanayi Devrimi

Çelik sanayii 1856 yılından itibaren çok büyük bir gelişim gösterdi. Henry Bessemer, dökme demiri ekonomik olarak çeliğe dönüştüren bir yöntem buldu; böylece çelik, demire karşı bir zafer kazanmış oldu. Ama ikinci sanayi devrimi, petrol ve elektrikten kaynaklandı.

Antikçağ’dan beri bilinen «yer yağı», Amerika Birleşik Devletleri’nde XIX. Yüzyılın ortasında işletilmeye başladı.

Albay Drake ilk petrol kuyusunu 1859 yılında açtı; ardından Rusya devreye girdi. Petrol önce aydınlanmada kullanıldı. Sonra, 1866 yılından sonra Avrupalı mühendisler iIiiI1i motQ icat ettiler. Bu buluşu, Alman Rudolf Diesel’in geliştirdiği içten yanmalı motor izledi. 1914 yılında trafiğe çıkan iki milyon taşıt, henüz demiryolunun üs tünlüğünü tehdit etmese de hiç şüphesiz yepyeni bir çağı başlatıyordu.

Elektriğe gelince, bu enerji tam yüz yıldan beri incelenme konusuydu. Ancak sanayide üretimi ve kullanımı, Belçikalı Zenobe Gramme’ın jeneratörü buluşundan ve Fransız Aristide Berg bunu 1869 yılında bir su çavlanına yerleştirmesinden sonra gerçekleşti. Aristide Berg bu enerji kaynağına «beyaz kömür» adını verdi.

1882 yılında fizikçi Marcel Deprez elektriği yüksek gerilimli akıma dönüştürdü. Bu gelişim elektriğin iletimi için gerekli koşuldu ve hemen pratik sonuçlar verdi: Gramme’ın tersinir makinesi ilk elektrik motorunu oluşturdu. Amerikalı Thomas Edison 1878 yılında akkor lambayı buldu. Bunları kısa süre içinde diğer buluşlar izledi; yeni bir sanayinin temelini oluşturan elektroliz bulundu; dolayısıyla elektrolize dayanan elektro metalürji, alüminyum üretimini sağladı.

Bütün bu buluşlar, Isveç, Norveç, İsviçre, İtalya ve Güneydoğu Fransa gibi kömürü bulunmayan dağlık ülkelerin ekonomilerinin gelişmesine olanak verdi. Aynı dönemde petrol, Amerika Birleşik Devletleri’nin ilerlemesini kolaylaştırdı. Öte yandan Almanya yeni buluşlara uyum sağladığından, sanayinin haritadaki dağılımı İngiltere aleyhine değişti. Yeni enerji kaynakları olmayan bu ülke, donanımlarının eskimesi sonucu nispi bir gerilemeye uğradı.

Théma Larousse



Kapitalist ekonomi dört önemli açıdan değişti. Öncelikle, artık birinci Endüstri Devrimi'nin yöntemlerinin ve icatlarının belirlemediği yeni bir teknoloji çağına; (elektrik ve petrol, türbinler ve içten patlamalı motorlar gibi) yeni güç kaynaklarının, (çelik, alaşımlar, demirsiz metaller gibi) bilimsel temelli yeni endüstrilerin (örneğin giderek genişlemekte olan organik kimya endüstrisi) çağına giriyoruz.

 İkincisi, öncülüğünü BirleşikDevletler'in yaptığı, yalnızca kitlelerin gelirinde ortaya çıkan artışın değil, her şeyden önce gelişmiş ülkelerdeki yalın nüfus artışının beslediği yeni bir iç pazar ekonomisine girmekteyiz. Avrupa'nın nüfusu 1870--.1910 arasında 290 milyondan 435 milyona, Birleşik Devletler'inki 38.5 milyondan 92 milyona çıktı. Başka bir deyişle, bazı dayanıklı tüketim malları dahil, kitlesel üretim dönemine giriyoruz.

Üçüncüsü, -bazı açılardan en belirleyici gelişme buydu- şimdi, paradoksal olarak bir tersine dönüş ortaya çıktı. Liberal zafer çağı, İngiliz endüstrisinin de facto uluslararası tekel oluşturduğu, (bir iki önemli istisna dışında) küçük ve orta ölçekli girişimlerin hemen hiç bir zorluk çıkarmadığı, karın garanti olduğu bir çağdı. Liberalizm sonrası çağ ise, rakip ulusal
endüstri ekonomileri -İngiliz, Alman, Kuzey Amerika- arasında, bu ekonomilerdeki şirketlerin, çöküntü döneminde yeterli kan elde ederken karşılaştıkları güçlüklerin şiddetlendirdiği uluslararası rekabetin yaşandığı bir çağdı. Bu yüzden rekabet, ekonomik yoğunlaşmaya, pazann kontrolüne ve manipülasyona yol açtı.

Dünya, (ekonomik örgütlenmenin yapısındaki değişiklikler, örneğin 'tekelci kapitalizm' dahil) sözcüğün en genel anlamıyla, ama aynı zamanda en dar anlamıyla (yeni bir olgu olarak, 'azgelişmiş' ülkelerin, 'gelişmiş' ülkelerin egemenliğindeki bir dünya ekonomisiyle bağımlılar sıfatıyla bütünleşmesi) emperyalizm dönemine girdi. Devletlerin, kendi işadamları
için yeryüzünü resmi ya da gayrı resmi olarak pazar veya sermaye ihracatı açısından yedekler biçiminde paylaşmalarına yol açan rekabetin itici gücü dışında, bu durum, ( iklimden ya da coğrafi nedenlerden dolayı) gelişmiş ülkelerin çoğunda bulunmayan hammaddelerin öneminin artmasından kaynaklanmaktaydı. Yeni teknolojik endüstrilerin, petrol, bakır, demirsiz metal gibi maddelere ihtiyacı vardı.

Sermaye Çağı, Eric Hobsbawm, Dost Kitabevi


Sanayi Devriminden Çıkarılacak Dersler.
Tarihçiler, en azından iki sanayi devrimi yaşandığını gösterdiler: 18. üzyılın üçüncü çeyreğinde başlayan ilkine, buhar makinesi, döner çıkrık, Cort’uh metalürjide kaydettiği ilerlemeler ve daha geniş kapsamlı olarak el aletlerinin yerini makinelerin alması damgasını vurdu; yaklaşık 100 yıl sonra gerçekleşen İkincisi ise elektriğin, içten yanmalı motorun, bilimi temel alan kimyasalların, verimli çelik dökümün; telgrafın yayılması, telefonun keşfiyle birlikte iletişim teknolojilerinin yayılmasına sahne oldu. İkisi arasında temel benzerlikler kadar, temel farklılıklar da vardır; en önemlisi de, 1850 sonrasında teknolojik gelişmenin yerleşmesinde ve yönlendirilmesinde bilimsel bilginin belirleyici
bir rol oynamış olmasıdır.1 Tam da bu farklılıkları yüzündendir ki, her ikisinin de ortak özellikleri teknolojik devrimlerin mantığını kavramak açısından son derece değerli düşünceler sunabilir.

Öncelikle her iki vakada da, Mokyr’in tarihsel standartlara dayanarak “ hızlanan ve görülmemiş teknolojik değişim”2 olarak tanımladığı bir döneme tanıklık ediyoruz. Bir dizi büyük icat, tarım, sanayi ve iletişim alanında mikro icatların yeşermesi için gerekli zemini hazırladı. Temel tarihsel kesinti, geri döndürülemez bir biçimde, iç, sıralı mantığını Paul David’in araştırdığı, Brian Arthur’un kuramlaştırdığı yola-bağlı bir süreçle, insan türünün maddi temeline yerleştirdi.3 Teknolojik
uygulamaların ani, beklenmedik bir yükselişinin, yeni teknolojik sistemde ustalaşabilen ülkeler ve seçkinlerce birden erişilebilir hale gelen bir gezegende üretim ve dağıtım süreçlerini dönüştürmesi, bir yeni ürünler furyası yaratması, zenginlik ile iktidarın konumunu belirleyici bir biçimde değiştirmesi anlamında, her ikisi de “devrim”di. Bu teknolojik maceranın karanlık yüzü, emperyalist heveslere, emperyalist güçler arasındaki çatışmalara ayrılamaz bir biçimde bağlı olmasıdır. Ancak bu, yeni endüstriyel teknolojilerin devrimci karakterinin somut bir teyididir. Aslında Britanya ve Batı Avrupa’daki bir avuç ülkenin yanı sıra onların Kuzey Amerika ve Avustralya’daki yeni yetmeleriyle sınırlı olan Batı’nın tarihsel üstünlüğü, temelde bu iki sanayi devrimi sırasında elde edilen teknolojik üstünlükle bağlantılıdır.4 Sanayi devrimi öncesinde, dünyanın kültürel, bilimsel, siyasi ya da askeri
tarihinde hiçbir şey, 1750’ler ile 1940’lar arasındaki tartışılmaz “Batı” (biraz Fransız eli değmiş Anglo-Sakson/Alman) üstünlüğünü açıklayamaz. Çin, Rönesans öncesi tarihin büyük bölümünde çok daha üstün bir kültürdü; Müslüman medeniyeti (böyle bir terim kullanma özgürlüğünden yararlanıyorum) modern çağ boyunca Akdeniz’in büyük bölümüne hakim olmuş, Afrika ve Asya’yı derinden etkilemişti; Asya ile Afrika, büyük ölçüde özerk, kültürel, siyasi merkezler etrafında örgütlenmiş halde kalmışlardı; Rusya, Doğu Avrupa ile Asya’da büyük bir yalıtılmışlık içinde olan çok geniş bir bölgeye hakimdi; sanayi devriminin tembel Avrupalı kültürü İspanya imparatorluğu ise, 1492’yi izleyen iki yüzyıl boyunca dünyanın en büyük gücü olmuştu. Özgül toplumsal koşulları ifade eden teknoloji, 18. yüzyılın ikinci yarısında yeni bir tarihsel rota çizdi.

Entelektüel kökenlerinin izini Avrupa çapında, Rönesans’ın keşif ruhunda sürmek mümkün olsa da, bu rotanın kaynağı Britanya’ydı. 5  Öyle ki, singer ilk sanayi devriminin temelindeki bilimsel bilginin, olgun toplumsal koşullarda kullanılmaya hazır halde, 100 yıl öncesinde elde mevcut olduğunda ya da başkalarının da savunduğu gibi Newcomen, Watt, Crompton ya da Arkvvright gibi mevcut bilgiyi zanaat deneyimiyle birleştirerek belirleyici önemdeki yeni endüstriyel teknolojilere
çevirebilecek çapta, kendi kendilerini yetiştirmiş mucitlerin teknik dehasını bekliyor olduğunda ısrar eder.6 Ancak, yeni bilimsel bilgiye daha fazla bağlı olan ikinci sanayi devrimi, ağırlık merkezini kimyasallar, elektrik, telefon konusunda temel gelişmelerin gerçekleştiği Almanya ile ABD’ye kaydırmıştır.7 Tarihçiler büyük bir gayretle, teknik yeniliklerin coğrafya değiştirmesinin toplumsal koşullarını incelerken, genelde eğitim ve bilim sistemlerinin özelliklerine ya da mülkiyet haklarının kurumsallaşmasına yoğunlaşmışlardır. Ancak görünüşe bakılırsa, teknolojik yeniliğin izlediği eşitsiz yörüngeye getirilebilecek bağlamsal açıklamanın, son derece kapsamlı, alternatif yorumlara açık olması gerekiyor. Hail ile Preston, teknolojik yeniliğin 1846 ile 2003 arasında coğrafya değiştirmesine ilişkin analizlerinde, yeniliğin yerel mecralarının önemine; Berlin, New York, Boston 1880 ile 1914 arasında “ dünyanın endüstriyel yüksek teknoloji merkezleri” olarak taçlandırılırken,
“Londra’nın aynı dönemde Berlin’in soluk bir gölgesi” olduğuna dikkat çeker.8 Bunun sebebi, teknolojik buluş ve uygulama sistemlerinin etkileşiminin geliştiği topraklarda, açıkçası, literatürde “yenilik mecrası” olarak bilinen şeyin sinerjik özelliklerinde yatar.9

Dahası teknolojik atılımlar, kümeler halinde, getirinin arttığı bir süreçte birbirleriyle etkileşim halinde ortaya çıkar. Böyle bir kümelenme hangi koşullarla belirleniyor olursa olsun, alınması gereken ders,
teknolojik yeniliğin yalıtılmış bir örnek olmadığıdır?^ Bu, belli bir bilgi durumunu, belli bir kurumsal ya da endüstriyel çevreyi, teknik bir sorunu tanımlayıp çözmeye yönelik becerilerin mevcudiyetini, böyle bir uygulamayı daha az maliyetli kılacak bir ekonomik zihniyeti, deneyimlerini bir birikim olarak aktarabilecek bir üreticiler ve kullanıcılar ağını, kullanarak ve yaparak öğrenmeyi yansıtır: Elit kesimler yaparak öğrenir, böylece teknolojinin uygulamalarını değiştirirler; çoğu insansa kullanarak öğrenir, dolayısıyla teknolojinin paketlendiği sınırlamalar içinde kalır. Teknolojik yenilik sistemlerinin karşılıklı etkileşimi, bunların düşüncelerin, sorunların, çözümlerin değiş tokuş edildiği
belli bir ' ;‘mecra”ya bağlı oluşu geçmiş devrimlerin deneyimlerinden bugüne genelleştirilebilecek kritik özelliklerdir.10

Yeni endüstriyel teknolojilerin ekonomik büyüme, hayat standartları, uzun dönemde insanın vahşi Doğa’ya egemenliği üzerindeki olumlu etkileri (18. yüzyıldan bu yana ciddi bir gelişme kaydetmeyen, ortalama ömür süresindeki büyük artışta kendini gösterir), tarihsel sicil değerlendirildiğinde tartışılmazdır. Ancak bu etkiler, buhar makinesi ile yeni makinelerin yayılmasına karşın erken dönemlerde ortaya çıkmamışlardır. Mokyr şu hatırlatmada bulunur: “Kişi başına tüketim
ile hayat standartları, başlangıçta (18. yüzyılın sonunda) çok az yükseldi, ancak birçok sanayide ve sektörde üretim teknolojilerinde, teknolojik ilerlemenin daha önce etkilenmemiş sanayilere yayıldığı, 19.yüzyılın ikinci yarısındaki Schumpeterci büyümeye zemin hazırlayan ciddi değişiklikler oldu.”11 Bu bizi büyük teknolojik değişimlerin gerçek etkilerini, büyük ölçüde her toplumun özgül koşullarına bağlı olan zamansal bir ağırlık ışığında değerlendirmeye zorlayan kritik önemde bir önermedir. Görünen o ki, tarihsel kayıtlar, buna karşın genel anlamda, yenilik, üretim, yeni teknolojilerin kullanım merkezleri arasında ne denli yakın bir ilişki varsa, toplumların dönüşümünün de o denli hızlı olduğunu, toplumsal koşulların daha ileri yenilikler üzerindeki olumlu etkisinin de o denli büyük olduğunu gösteriyor.

...

Özgül toplumsal koşullar, ekonomik gelişme, daha ileri yenilikler yoluna iten teknolojik yenilikleri güçlendirir. Ancak böyle koşulların üretilmesi, ekonomik ve teknolojik olduğu kadar, kültürel ve kurumsaldır da. Mazide kaydadeğer bir atalet söz konusu olsa da, toplumsal ve kurumsal ortamdaki dönüşümler, teknolojik gelişmenin hızını ve coğrafyasını değiştirebilir (örneğin Meiji restorasyonundan sonra Japonya ya da kısa bir dönem için Stolypin yönetimindeki Rusya).

Bu analizle ilgili olarak sanayi devrimlerinden alınabileceğini düşündüğüm nihai temel ders ihtilaf konusu: Her iki sanayi devrimi de, beraberlerinde izleyen aşamalarda fiilen bir endüstriyel sistemi oluşturacak, dönüştürecek geniş bir yeni teknolojiler yelpazesi getirmiş olsalar da, özlerinde enerjinin üretimi ve dağıtımıyla ilgili temel yenilikler vardı. Klasik bir teknoloji tarihçisi olan R. J. Forbes, “ buhar makinesinin icadının sanayi devriminin merkezi olgusu olduğu ”nu, bunu “ buhar makinesinin gücünün gerek duyulduğunda, istendiği ölçüde üretilebilmesini sağlayacak olan ” yeni ana kuvvetle (prime mover),, seyyar ana kuvvetin (mobile prime mover) devreye girmesinin izlediğini öne sürer.12 Mokyr sanayi devriminin çok yüzlü bir karaktere sahip olduğunda ısrar etse de, “ bazı ekonomi tarihçilerinin itirazlarına karşın, buhar makinesinin genel olarak sanayi devriminin özünü oluşturan
bir icat olarak görüldüğünü” düşünür.13

Kimyasallar, çelik, içten yanmalı motor, telgraf ve telefondaki başka sıradışı gelişmelere karşın, elektrik ikinci sanayi devriminin itici gücüydü. Bunun sebebi de, ancak elektrik üretimi ve dağıtımı sayesinde diğer bütün alanların kendi uygulamalarını geliştirebilecek, birbirlerine bağlanabilecek olmasıydı.

Dikkat çekilecek bir başka nokta da, ilk kez 1790’larda deneysel olarak kullanılan, 1837’den itibaren yaygınlaşan elektrikli telgrafın, elektriğin yayılmasına bağlı olarak dünyayı geniş bir ölçekte birbirine
bağlayan bir iletişim ağma dönüşebilecek olmasıdır. Elektriğin 1870’lerden bu yana yaygın kullanımı, enerjiyi elektrik motoru biçiminde yaygınlaştırarak, ulaşımı, telgrafı, ışıklandırmayı ve fabrika işini değiştirdi. Birinci sanayi devrimiyle ilişkilendirilseler de fabrikalar, neredeyse yüzyıl boyunca zanaat dükkanlarında yaygın olan buhar makinesine geçemediler, birçok büyük fabrikaysa geliştirilmiş su enerjisi kaynaklarını kullanmaya devam etti (bu yüzden de uzun süre değirmen olarak anıldılar). Endüstriyel fabrikada geniş ölçekli örgütlenmeyi hem mümkün kılan hem de başlatan elektrik motoru oldu.14 

R.J. Forbes’un yazdığı gibi (1958): Sıklıkla Makine Çağı olarak adlandırılan dönemi, son 250 yılın, beş büyük yeni ana kuvveti yaratmıştır. 18. yüzyıl buhar makinesini; 19. yüzyıl su türbinini, içten yanmalı motoru ve buhar türbinini; 20. yüzyıl gaz türbinini getirdi. Tarihçiler^ tarihteki hareketleri ya da akımları adlandırmak için göz alıcı deyişler icat eder. Genelde 18. yüzyılın sonlarında başlayıp 19. yüzyıla uzanan bir gelişme olarak tanımlanan “Sanayi Devrimi” de böyle bir deyiştir işte. Ağır bir devinimdi, ancak bu gelişme maddi ilerleme ile toplumsal dengeleri hareketlendirmeyi birleştirmesi anlamında o denli köklü değişiklikler meydana getirdi ki, bu ilk tarihleri topluca değerlendirecek olursak bu gelişmeleri devrimci olarak nitelememiz pekala mümkündür. 15

Böylece bütün süreçlerin temelinde olan süreçten —yani üretmek, dağıtmak ve iletmek için gerekli olan enerji— hareketle, iki sanayi devrimi bütün bir ekonomik sisteme yayıldı, bütün bir sosyal dokuya sindi. Ucuz, erişilebilir, seyyar enerji kaynakları yayılıp, insan bedeninin enerjisini artırırlarken; tarihsel süreklilik içinde insan aklının gelişip yayılmasına yönelik benzer bir devinimin de maddi temellerini attılar.

1.Singer vd. (1958); Mokyr vd. (1985). Ancak Mokyr’in de belirttiği üzere bilim ile teknoloji arasında bir arayüz Britanya'daki ilk sınaî devriminde de mevcuttu. Yani Watt’ın Newcomen tarafından tasarlanmış buhar makinesini geliştirmesi, bu belirleyici gelişme, dostu ve koruyucusu, Glasgow Üniversitesi kimya profesörü Joseph Black’le sürekli bir etkileşim halinde olmasıyla ortaya
çıkmıştı; Watts 1757’de Glasgow Üniversitesine “Üniversite için Matematiksel Araç Yapımcısı olarak atanmış, burada bir Newcomen motoru üzerinde kendi deneylerini gerçekleştirmişti; Dickinson’a bakınız (1958). Hattâ Ubbelohde (1958:673) Watt’ın pistonun içinde hareket ettiği silindirden ayrılmış bir buhar sıkıştırıcısı geliştirmesi, Glasgow Üniversitesi kimya profesörü Joseph Black’in (1728-99) bilimsel araştırmalarıyla yakından bağlantılı, bu araştırmalardan
esinlenmiş bir gelişmeydi,” den
2. Mokyr (1990: 82).
3. David (1975); David ve Bunn (1988); Arthur (1989).
4. Rosenberg ile Birdzell (1986).
5.Singer vd. (1957).
6. Rostow (1975); tartışma için Jewkes’a bakınız et. al (1969); tarihsel kanıtlar içinse Singer vd.
(1958)
7. Mokyr (1990).
8.makine
Hail ile Preston (1988: 123).  Yenilik mecrası” kavramının kökleri, Aydalot’ta (1985) aranabilir. Anderson’ın çalışmasında
(1985) ve Arthur’un değerlendirmesinde de (1985) örtülü olarak mevcuttur. Aynı dönemde Berkeley
de Peter Hail ve ben, Milano’da Roberto Camagni, Lozan’da Deniş Maillat, merhum Philippe
Aydalot ile birlikte, yenilik ortamına ilişkin ampirik analizler geliştirmeye başladık; bu daha
sonra 1990 larda haklı olarak bir araştırma sektöni haline gelecek bir temaydı.
9. Teknolojik yeniliklerin dağılımının tarihsel koşullarına ilişkin bir tartışmaya girrrvpk, bu bölümün
sınırlarını aşar. Konuyla ilgili yararlı görüşler Gille’de (1978), Mokyr’de (1990) bulunabilir.
Ayrıca bakınız Mokyr (1990: 298).
10. Rosenberg (1976, 1982); Dosi (1988).
11.Mokyr (1990: 83).
12. Forbes (1958: 150).
13. Mokyr (1990: 84).
14. Jarvis (1958); Canby (1962); Hail ve Preston (1988). Elektrikli telgrafa ilişkin ilk ayrıntılı bilgiler
C.M diye imzalanan ve 1753’te Scots Magazine’de yayımlanan bir mektupta yer alır. Elektrikli
bir sistemle ilk pratik denemeler; 1795’te Kata lan Francisco de Salva tarafından önerilmiştir.
1798’de Madrid ile Aranjuez arasına (26 mil) Salva’mn planının kullanıldığı tek kablolu bir
telgraf hattının inşa edildiği yönünde doğrulanmamış haberler vardır. Ancak elektrikli telgraf
ancak 1830’da geliştirilmiş (İngiltere’de William Cooke, Amerika’da Samuel Morse), ilk deniz
altı kablo Dover ile Calais arasına 1851’de çekilmiştir (Garratt: 1958); ayrıca Sharlin’e (1967)
ve Mokyr’e (1990) de bakınız.
15. Forbes (1958: 148).

Ağ Toplumunun Yükselişi, Manuel Castells, Bilgi Üniversitesi Yayınları




ENDÜSTRİYALİZM
Başlangıçta uygarlığı yaratıp ardından binlerce yıl boyunca gelişmesini sınırlayan tarım, 19. yüzyılda uygarlığın itici gücü oldu. Tarım birdenbire her zamankinden çok daha fazla insanın beslenebileceğini gösterdi. Büyüyen şehirler, demiryolu inşaatları, sermaye yatırımları hep tarımın 1750 ile 1870 arasında büyüyen okyanus ötesi ekonominin diğer yönleriyle ayrılmaz ilişkisini yansıtıyordu. Daha önce ortaya çıkıp diğer gelişmeler için gereken yatırım sermayesinin büyük kısmını sağladığı halde, tarımın bu dönemdeki öyküsü, büyük ölçekli sanayileşmeye dayanan yeni bir toplum biçimiyle kesişmektedir. Bu devasa bir konudur. Öyle ki ne kadar büyük olduğunu anlamak bile kolay değildir. Sanayileşme Avrupa tarihinde barbar istilalarından beri görülen en çarpıcı değişimi yarattı. Tarımın, demirin ya da tekerleğin icadından beri insan tarihindeki en büyük ve en önemli değişim olarak kabul edildi. Oldukça kısa bir zamanda -yaklaşık yüz elli yıl-köylü ve zanaatkar toplumlar makine kullanan ve muhasebe kaydı tutan toplumlara dönüştü. İronik olarak sanayileşme, kendisini mümkün kılan tarımın antik önceliğine son verdi. Binlerce yıl süren kültürel evrimin yarattığı farklılaşmadan ortak deneyimlere ve kültürel yakınlaşmaya dönüşen insan deneyiminin en büyük unsurlarından biri sanayileşmeydi. Bunu tanımlamaya çalışmak bile kesinlikle kolay değildir. Sayısız girişimci ve tüketicinin bilinçli kararını barındırmasına rağmen sanayileşme, kör ve kendi kendine hareket eden bir gücün, dönüştürücü gücüyle bütün toplumsal yaşama egemen olmasına benzer. Hikayenin dönüm noktalarından biri, insan veya hayvanların kas gücünün yerini diğer kaynaklardan elde edilen enerjiyle çalışan makinelerin almasıdır. Diğeri, üretimin daha büyük birimler halinde örgütlenmesidir. Bir diğeri üretimde giderek artan uzmanlaşmadır. Uzun vadedeki en önemli özelliklerinden biri, inlalatçılar arasında ücretli emeğe bağımlılık olgusunun yaygınlaşarak normal bir kalıp haline gelmesiydi. Tüm bunların doğurduğu sonuçlar ve yeni alanlar sayesinde hemen çok farklı konulara yönelmekteyiz. Tarımsal değişim gibi sanayileşmenin önkoşullarının izleri de erken modern çağın öncesine uzanır. Yatırım için gereken sermaye birikimi, yüzyıllar içinde meydana gelen tarımsal ve ticari yenilikler sayesinde yavaş bir biçinlde sağlandı. Aynı anda bir yandan da bilgi birikimi gerçekleşiyordu. Şarlrnan bir kanal yaptırmıştı, ne var ki Avrupalılar, Çinlilerin yüzyıllar önce yapabildiği örneklere rakip olabilecek düzeyde kanalları ancak 18. yüzyılda yapmaya başladı. Şaşırncı teknolojik yeniliklerin kökleri geçmişte yatıyordu. Yenilikleri yapanlar, gelecekte kullanılacak beceri ve tecrübeleri yavaş yavaş inşa eden sanayileşme öncesi dönemin binlerce usta ve zanaatkarının omuzlarında yükselmişti. Ren Vadisi'nin 14. yüzyıldaki sakinleri demir dökmeyi öğrenen ilk Avrupalılardı. 1600'1erde yüksek fırınların yavaş yavaş kullanılmaya başlamasıyla, o zamana kadar yüksek maliyeti nedeniyle demir üzerinde oluşan kısıtlamalar kalktı. 18. yüzyılda, kömürün kullanılmasını mümkün kılan icatlarla birlikte, çağlar boyunca yakıt olarak oduna süren bağımlılık son buldu. Yeni talepler, cevherin kolayca çıkarıldığı alanların önem kazanması anlamına geliyordu. Binlerce yıl boyunca işlenmeden duran kömür ve demir yatakları, Avrupa ve Kuzey Amerika'da geleceğin endüstriyel coğrafyasını belirlerken bir yandan da Avrupa'nın jeolojik tarihinin önemini ortaya koyuyordu. Ruhr ve Silezya gibi bölgeler yeni bir önem kazandı.

BUHAR
Daha iyi madenler ve daha zengin yakıtlar; yeni bir enerji kaynağının, buhar makinesinin eksiksiz hale getirilmesiyle, erken dönem sanayileşmesine her şeyden çok katkı yaptı. Teknolojik gelişim çizgisi bir kez daha eskilere gidiyordu. Buhar gücünün hareket yaratmakta kullanılabileceği Helenistik çağın İskenderiye'sinde biliniyordu. Bunun ardından 1700'1ere kadar hemen hemen hiçbir gelişme olmadı. Bu tarihte Avrupa'da, daha derinlerdeki maden ocaklarında daha büyük pompaları çalıştırmak için daha güçlü enerji kaynaklarına ihtiyaç duyuldu. Bu ihtiyacı karşılamak amacıyla ticari· açıdan başarılı ilk buhar makineleri üretildi. Hayvan veya su gücüyle çalıştırılan pompalara göre bir ilerleme sağlamasına karşın bu makineler son derece verimsizdi. 18. yüzyıl boyunca kalkınma için yeni yatırımlar yapılıp teknoloji daha olgunlaşırken sonunda köklü bir yenilik gerçekleşti. James Watt'ın kondansatörü icat etmesi devrimci bir öneme sahipti. Bu icat sadece ısıyı tamamen yeni bir verimlilik düzeni içinde enerjiye dönüştürmekle kalmadı aynı zamanda dönme hareketini sağlayan ve dolayısıyla pompaların yanı sıra makineleri hareket ettiren bir motorun üretilmesine yol açtı. Demirden yapılan yeni buhar makineleri yakıt olarak doğrudan kömür kullanıyordu. Dolaylı olarak ise, bu madenlere talebi arttıran başka süreçlere yol açmışlardı. Yüzyıl ortalarında bunun en açık ve görkemli örneği demiryolu yapımıydı. Bu beklenmedik bir gelişme olmuştu. Buharla çalışan ve uzun mesafelere gidebilen, böylece hayvanların çektiği arabaları sadece kısa mesafeli yollara mahkum eden trenlerde seyahat etmek "uykuda yolculuk" olarak tanımlanıyordu.1 Raylarla lokomotif ve vagonlar için muazzam miktarlarda demir (ve daha sonra çelik), yakıt olarak ta kömür tüketiliyordu. Daha önce pahalıya taşınan malları daha ucuza taşımak için imal edilen trenler aynı zamanda kömür ve demir cevherini de taşıyordu. Böylece bu madenler, bulunup çıkarıldıkları yerlerin uzağında da artık ucuz biçimde kullanılabiliyordu. Demiryollarının kurulmasını izleyen yeni sanayi bölgelerinae üretilen mallar trenlerle uzak pazarlara taşınıyordu. İlk buharlı gemi 1809'da denize indirildi. 1870'te hala yelkenle çalışan çok sayıda tekne olup bazı donanmalar yelkenli savaş gemileri inşa etmeyi sürdürüyordu. Buna rağmen buharlı gemilerle yapılan düzenli okyanus seferleri artık sıradan bir hal almıştı. Bunun taşımacılıktaki ekonomik etkisi muazzam boyuttaydı. 1900 yılında Atlantik'te mal taşımanın gerçek maliyeti yüz yıl öncesine göre yedide bire inmişti. Taşımacılıkta harcanan zamanın büyük ölçüde azalması, buharlı gemiler ve trenlerde daha fazla yer bulunması, insanların bir şeyin mümkün olabilirliği hakkındaki düşüncelerini altüst eni. Atın evcilleştirilmesi ve tekerleğin icadından beri, insanlar ve mallar bölgelerinde mevcut yolların durumuna göre değişen hızlarda taşınıyordu ancak ne olursa olsun, belli bir mesafe söz konusu olduğunda hu hız saatte yedi sekiz kilometreyi aşmıyordu. Deniz ulaşımının durumu bundan iyiydi (bin yıl içinde gemilerin yapısında önemli değişiklikler olduğundan dolayı deniz yolculuğu epey hızlanmıştı). Yavaş gerçekleşen tüm bu ilerlemeler, bir insan ömrüne sığacak kadar kısa bir süre içinde geçmişte kaldı. Bu dönemde yaşayan bir insan at sırtında seyahat ederken birden uzun bir süre durmaksızın saatte yetmiş seksen kilometre hız yapabilen trenlere geçti.

SANAYİ TOPLUMLARI
Sanayileşmenin ilk döneminde yaşayan bazı insanlar, bir Fransızın 1830'larda ortaya attığı "sanayi devrimi" deyiminden bahsediyordu. Oysa bu deyim belki Britanya'da 1850'ye kadar varan yetmiş beş yıllık bir kalkınma dönemi için daha uygun düşüyordu. Bu dönemde ilk sanayi toplumu, eşine rastlanmayan ürkütücü bir hızla ortaya çıktı. "Devrim", yeni sanayi şehirlerinin doğayı tehdit eden görünümleriyle belirgin hale geldi. Sanayi çağı öncesi şehirlerin görüntüsüne egemen olan kilise veya katedral kulelerinin yerini bu kez duman tüten bacalarıyla fabrikalar almıştı. Makinelerin çalıştığı fabrikalar öyle çarpıcı bir yenilikti ki aslında 19. yüzyıl başlarında çok nadir görülen bir sahne olduğu unutuldu. Sanayileşme çağının ortalarında bile, dünyanın en gelişmiş imalatçı ülkesindeki sanayi işçileri, elliden az işçi barındıran fabrikalarda çalışıyordu. İşgücünün büyük bir kütle halinde toplandığı yerler sadece tekstil işkolundaydı. Bölgeye daha önceki imalatçı şehirlerden farklı bir görsel ve şehirli karakter kazandıran Lancashire'ın dev pamuklu dokuma fabrikaları, benzersiz oldukları için görenleri şaşırtıyordu. Bununla birlikte, 1850'de imalat sanayiinde tek bir çatı altında toplanma eğilimi açıkça görülüyordu. Taşımacılıkta sağlanan tasarruf, işlevlerde uzmanlaşma, daha güçlü makinelerin kullanılması ve etkin iş disiplininin uygulanması, bu eğilimi çekici hale getirdi. Yüzyılın ortasında olgunlaşmış bir sanayi ekonomisine sahip tek ülke Büyük Britanya'ydı. Bu durumla ilgili birçok açıklama ileri sürüldü. İçteki barış ve kıtadaki kadar açgözlü olmayan hükümetler, ülkenin en girişimci yurttaşlarında yatırım yapma konusunda güven duygusu yarattı. Tarım diğer ülkelerden önce yeni ve bol üretim fazlası sağladı. İki üç kuşak boyunca yapılan olağanüstü icatların yarattığı yeni teknoloji sayesinde maden kaynakları kolayca işlendi. Büyüyen denizaşırı ticaret sonucu oluşan karlar yatırım yapmanın yanı sıra finans ve bankacılık yapısıyla makineler için temel oluşturdu. Böylece bu kaynak daha sanayileşme onu kullanmaya ihtiyaç duymadan önce ortaya çıkmıştı. Belki ticaret, toplumu psikolojik olarak yeni değişimlere hazırlamıştı. Zaten gözlemciler daha 18. yüzyıl başlarının İngiltere'sinde bile nakdi ve ticari fırsatlara yönelik olağanüstü bir hassaslık saptadıklarını belirtiyorlardı. Son olarak, ülke hem işgücü sağlama hem üretilen mallara karşı talep artışı bakımından hızla artan bir nüfusa sahipti. Tüıu bu güçler bir araya gelerek benzeri görülmemiş ve durmadan devam eden bir endüstriyel büyüme yarattı. Almanya, Fransa, İsviçre, Belçika ve ABD kısa zamanda Büyük Britanya'yı izledi ve kendi kendine yeten bir ekonomik büyüme kapasitesi sergiledi. Buna men Büyük Britanya gerek sanayi tesislerinin çokluğu gerek dünyada üstünlük bakımından uzun süre bu ülkelerin önünde birinciliğini korudu. Britanyalıların ülkelerine yakıştırdıkları adla "dünyanın atölyesinde" yaşayan sakinler, sanayileşme sonucu nasıl bir zenginlik ve güç doğduğunu gösteren rakamları bile aşmaktan gurur duyuyordu. Birleşik Krallık 1850'de okyanuslarda çalışan gemilerin ve dünyadaki demiryollarının yarısına sahipti. Bu demiryollarında büyük bir dakiklik ve düzenle çalışan trenlerin hızı, gelecekteki yüz yıl içinde bile fazla değişmeyecek kadar yüksekti. Seferleri "tarifelerle" düzenlenen trenlerin faaliyetinde elektrikli telgraf yardımcı oluyordu. Bu trenlere binen insanlar daha birkaç yıl öncesine kadar posta ve yük arabalarında yolculuk yapıyordu. 1851'de Londra'da düzenlenen büyük bir uluslararası sergide dünyaya üstünlüğünü ilan eden Büyük Britanya 2,5 milyon ton demir kullanmıştı. Bu büyük bir miktar gibi görünmese de, Birleşik Devletler'in üretiminin beş, Almanya'nınsa on katıydı. O tarihte Britanya'daki buhar makinelerinin ürettiği 1,2 milyon beygirgücü, Avrupa toplamının yarısından fazlasına eşitti. 1870 yılında göreceli konumlarda bir değişiklik ortaya çıkmaya başlamıştı. Büyük Britanya ekonomi konusunda birçok bakımdan hala liderdi ama bu artık eskisi kadar belirgin değildi. Üstelik bu liderliğini uzun süre koruyamadı. Beygirgücü açısından üretilen buhar miktarı bütün Avrupa ülkelerinden hala fazlaydı ancak daha 1850'de bile ABD'nin gerisinde kaldığı gibi Almanya da hızla arayı kapıyordu. 1850'lerde gerek Almanya gerek Fransa, demiri odunkömürü yerine fosil yakıtlarla eritme konusunda gerçekleştirilen önemli dönüşümde Büyük Britanya';'ı izlemişti. Demir üretimi konusunda Britanya'nın üstünlüğü sürdüğü gibi pik demir üretimi artmıştı; artık ABD'den sadece üç buçuk kat, Almanya'dansa dört kat fazlaydı. 1900 yılındaysa Büyük Britanya artık Avrupa'da bile lider değildi. Almanya birçok alanda onun yerini almıştı. ABD'nin dünya üretimindeki üstünlüğüyse artık açıkça görülüyordu.

Avrupa Tarihi, J.M.Roberts, İnkılap Yayınevi, Çeviri, Fethi Aytuna

Sanayi Devrimleri


Endüsrtri Devrimi

3 yorum: