Moğollar

XII. yüzyılda günümüz Moğol toprakları ile Sibirya’nın güney bozkır kısmında tarihe ortak “Moğol” adıyla adlarını yazdıran göçebe halklar yaşıyorlardı. Fiiliyatta ise yalnızca bir kabile bu adı taşıyordu. Çin Seddi ile komşu topraklarda yaşayan halkları Çinliler, Ak Tatar veya Ongutlar, daha kuzeyde kalanları ise Kara Tatar olarak adlandırmışlardır. Onların batısında Kereitlerin toprakları yer alıyordu. Kuzeyde, Onon Nehri boyunca Moğollar yaşıyordu. Daha da ileride Baykal’a kadar yayılan Merkitlerin toprakları başlıyordu. Cungarya’da ise Türk kökenli Uygurlar vardı. 

XII. yüzyılın başlarında günümüz Mançurya ve Kuzey Çin topraklarında Kin Devleti kuruldu. Bu devletin nüfusunu Çinliler ile Türk Karahitaylar oluşturuyordu. Bu devlet, devamlı göçebe kabilelerin saldırılarına uğruyordu. Tarım ile uğraşmayan Moğolların en önemli zenginlikleri ise hayvanlarıydı. Sayısız at, deve, koyu ve keçi sürülerinin arkalarından bir yerden başka bir yere göç ediyorlardı. Çok hızlı kurulup sökülen keçe yurtlarda yaşayan Moğolların hayatı neredeyse hep atın üstünde geçiyordu. Onların çağdaşları, Moğol çocuklarının ata binmeyi yürümekten daha erken öğrendiklerini söylüyorlardı. Çengiz Han ve onun mirasçıları tarafından Orta Asya ve Doğu Avrupa’nın geniş topraklarında imparatorlukların kuruluşu, Moğol bozkırlarında doğan ve medenî dünyanın büyük bir kısmından kasırga gibi geçen büyük sosyal patlamanın bir sonucuydu. Bunun sebebi ise göçebe çevrelerde feodalizmin gelişimi ve bunun neticesinde kendi aralarında en iyi otlak yerler ve komşu halklardan vergi toplama hakkı için mücadele veren, her biri kendi birliğine sahip askerî liderlerin ortaya çıkmasıydı. Daimî askerî tehdit, asker sayısının arttırılmasını gerektiriyor ve onların kabilelerin siyasetinde etkisini artırıyordu. Söz konusu asker nökerlerin büyük kısmı, geleneksel kabile yapısı ile bağlantıyı koparan insanlardı. Çağdaşları onları “uzun iradenin insanları” olarak adlandırıyordu. Atlas Tartarica, 


Moğol boylarını birleştirip başlarına geçen Cengiz Han dünyanın fethi idealini ilk kez  1206'da halkının önünde dile getirdi. Bu, evrensel barışı kurmaları için Gök Tanrı tarafından Moğolistan'daki göçe­be kavimlere verilmiş kutsal bir görev­di. Bu tarihten sonra yüz yıldan da kısa bir süre içinde Moğollar, tarihin en bü­yük fetih hareketlerini gerçekleştirdiler. Orduları güçlü ve düzenliydi. Görülme­miş cesaretlerinin kaynağı olan inançla­rı vardı ve kendi aralarında bölünüp za­yıflamış düşmanları hedef alıyorlardı.


Moğolistan'dan Çin'e, Orta Asya'dan İran ve Rusya'ya kadar uzanan bir imparatorluğa egemen olan Cengiz Han'ın mirasçıları çeşitli uluslara ayrılmış olmalarına karşın, ulu hanın otoritesine saygılıydılar. Moğol İmparatorluğu, bu otorite sayesinde varlığını sürdürebildi.
Zekice düzenlenmiş bir devlet yöneti­mi ve çok iyi bir posta hizmeti sayesin­de bu sonsuz topraklar içinde büyük bir birlik kurulmuştu. Ayrıca Moğollar, din konusundaki hoşgörüleriyle ege­men oldukları ülkelerin kendi kimlikle­rini korumalarına izin verdi. XIII. yy sonunda imparatorluk, gücünün doru­ğuna ulaştı. Tüm ülkede Moğol barışı egemendi; ne var ki bu, göz alıcı oldu­ğu kadar da kısa ömürlü bir barış ola­caktı. İmparatorluktaki birlik ve bera­berlik, Moğolların egemenlik kurdukla­rı ülkelerin nüfusu içinde erimesi sonu­cu hızla çözülmeye uğradı. İki yüzyıllık bir varlıktan sonra Moğol İmparatorlu­ğu yok oldu ve geride tek tük boylar kaldı. Ama imparatorluk sağlam yöne­tim ilkelerini güçlenmekte olan yöne­timlere, özellikle de Türklere miras bı­raktı. T.L.



XII. yy'ın başında, Kerulen Nehri'nin yukarı çığırında yaşayan küçük bir boy olan ve sonunda adlarını hem halka, hem ülkeye veren Mankollar, Yesügey'in ve onun ardından Cengiz Han da denilen oğlu Timuçin'in öncülüğünde göçebe bir imparatorluk kurmaya giriştiler.

Cengiz Han, merkez Çin ile Orta Moğolistan arasında tampon bir krallığın başına geçmek veya Moğolistan bozkırları içinde kalan göçebe bir krallıkla yetinmek yerine, Mo­ğolların kaderini değiştirmeye koyuldu: kurduğu imparatorluk, XIII. yy boyunca Moğol egemenliğini yaygınlaştırdı, sonra da yer yer ve kesintili bir biçimde XIV. yy'a kadar varlığını sürdüre­rek Avrasya'nın bir bölümünü kapladı.

Cengiz Han
Moğolistan, yüzyıllardan beri birtakım göçebe ulusların yurduydu; bunların arasında Türklerin yanı sıra İranlılar ve Moğollar da vardı. XIII. yy başında bu ülke, kon­federasyon halinde yaşayan beş devlet tarafından paylaşılmıştı: Moğollar, Merkitler, Keraitler, Tatarlar ve Naymanlar. Yüzyıllar boyu yaratılan imajın tersine, bunlar ne öyle yoksul uluslardı (Moğolistan'da büyük bir bolluk ve bereket hüküm sürmekteydi) ne de yabanî, barbar kavimlerdi (bazıları Nesturi inanışına bağlı Hıristiyan, bazıları da Manici veya Budistti). Başlangıçta bir Moğol boyunun önderinden öte bir şey olmayan Timuçin (geleceğin Cengiz Han'ı), kendi aralarında birleşmiş değişik devletlerin hanı olarak kabul edildi: 1206'da başkanlık ettiği ilk büyük ku­rultayda (« çadır altında yaşayan » tüm ulusların önderlerinin birliği) imparator ilan edilirken, gele­cekteki imparatorluğun ilkeleri de belirlendi. Gene bu kurultayda devlet yönetim örgütüyle posta örgütünün temelleri atıldı.


Bu yenilikler, Tanrı'dan kaynak­landığı kabul edilen büyük Moğol yasasının ilk taslağını oluştu­ruyordu. Moğol yasası ayrıca din konusunda kesin hoşgörü gibi birtakım ahlakî ilkelere de yer vermişti. O tarihten sonra Cengiz Han'ın çevresinde kenetlenen Moğollar, Gök Tanrı'nın han­larına verdiği görevi yüce bir ülkü saydılar: göçebe dünyanın yer­leşik uygarlıklar üzerindeki üs­tünlüğünün silah zoruyla, isti­lalarla ve korku salarak kanıt­lanacağı evrensel bir barış im­paratorluğu kurulacaktı. 1211 'de Moğollar Çin'e doğru geniş çaplı bir sefer düzenlediler; o dönemde Çin, aralarında Jin împaratorluğu'nun da bulunduğu birbiriyle çekişen üç devlet arasında pay­laşılmıştı. Moğollar, ülkenin bir bölümünü fethettiler ve 1215'te Pekin'i aldılar. Daha sonra o tarihteki en güçlü Müslüman devlet olan Orta Asya'daki genç Harizmşah İmparatorluğu'na saldırarak yok ettiler (1219-1221); Afganistan'ı yakıp yıktılar (1221-1222). Bu ilk Moğol isti­lalarına bizzat katılan Cengiz Han, 1227'de öldü.

Cengiz Han'ın ölümün­den (1227) sonra, imparatorluk (o sırada, Kore'den Rusya'ya uzanıyordu) oğulları arasında paylaşıldı; birliği tehlikeye atan iç savaşlara rağmen, fetih siyaseti devam etti. Daha sonraları, Bü­yük Han Kubilay, Moğol ulusların simgesel eski merkezi olan Karakurum'u terk ederek, başkenti Pekin'e taşıdı (1260) ve Yuan Hanedanı olarak Çin geleneğini benimsedi.

Bundan sonra, impa­ratorluğun siyasî birliği varsayımdan öteye gidemez: Moğollar, doğuda Çinlileşti, batıda Türkleşti ve İslamlaştı. XIV. yy'ın ba­şında ortaya çıkan uzun karışıklıklar imparatorluğun temel da­yanağı olan karayollarını kapattı; imparatorluk parçalandı ve yerli kültürler içinde silindi (Çağatay Hanlığı, 1334'te İslamlaştı; Altınordu denilen hanlık kuruldu, vb).

Böylece, üçüncü evrenin ikinci dönemine geçildi ve parlak atı­lımlara rağmen, son özgür Moğol halklarının XVIII. yy'ın sonun­da hâkimiyetlerini kaybetmesiyle sonuçlanan Moğol gücünün yok olma süreci başladı. İmparatorluğun parçaları birbiri ardına ortadan kalktı: 1353'ten sonra, Moğolların İlhanlı (İran) Devleti yok oldu ve son Yuan Hanedanı hükümdarı olan Togo'n-Timur, yeni Çin hanedanı Mingler tarafından Çin'den kovuldu (1368). Güneyde ve doğuda Moğol ülkesi yeniden başlangıçtaki Moğo­listan topraklarıyla sınırlandı. Rusların Moğolları püskürtmeye başladığı ilk savaş olan Kulikovo Savaşı (1380) batıda da benze­ri bir süreç başladı.



Moğol Devletleri
Cengiz Han'ın, ölümünden önce Moğol geleneklerine göre düzenlediği paylaşım çerçevesinde, büyük oğlu Cuci Yenisey Ir­mağı ile Aral Gölü'nün batısındaki toprakları, ikinci oğlu Çağa­tay Kaşgar topraklarıyla Maveraünnehir'in büyük bölümünü, üçüncü oğlu Ögedey Moğolistan'ın batı kesimiyle Tarbagatay bölgesini, en küçük oğlu Toluy ise Moğolistan'ın doğu kesimini aldı. 1229'da toplanan Moğol kurultayında Cengiz'in en sevdiği oğlu Ögedey büyük han (kaan) seçildi. Bu tarihten sonra geniş Moğol İmparatorluğu, büyük hanlığa bağlı olmakla birlikte bü­yük ölçüde bağımsız davranan bir dizi hanlığa dönüştü.

Cuci'nin ölümünden sonra toprakları iki oğlu arasında bölün­dü. İkinci oğlu Batu Han'ın kurduğu Altınordu Devleti, merke­zi Aşağı Volga olmak üzere Doğu Avrupa'ya ve Kafkaslar'a ka­dar uzanan geniş topraklara egemen oldu. Hanlığa bağlı toprak­larda Türk boylarının çoğunlukta olması nedeniyle bir süre son­ra Moğolcanın yerini Türkçe alırken, Müslümanlık da egemen din durumuna geldi. Rus prensliklerini ve şehirleri vergiye bağlamakla birlikte bozkır devleti kimliğini büyük ölçüde koruyan Altınordu, zamanla güçlenen Moskova Büyük Prensliği karşı­sında gerilemeye başladı ve Timur akınları sonunda dağılmaya yüz tuttu.

Altınordu gibi göçebe bozkır geleneklerini sürdüren Çağatay Hanlığı çeşitli iç çekişmelere sahne olmanın yanı sıra büyük hanlıkla da sık sık çatışmaya girdi. Moğol büyük hanı Möngke'nin İran'ı almakla görevlendirdiği Hulagu'nun kurduğu İlhanlılar ise büyük hanlığa bağlı kaldılar. Ama yerel kültürle hızla kaynaşmaları sonucunda Çin'deki Moğol hanlarıyla bağ­ları giderek kesildi.

Cengiz Han'ın asıl ardılı olarak Çin'deki seferlere ağırlık veren Ogedey, Güney Song hanedanıyla kurduğu ittifakın da yardımıyla 1234'te Jin Hanedanı'na son verdi. Böylece Moğol sınırları güneyde Huai Irmağı'na kadar ulaştı. Bu dönemde Orta Asya ve İran üzerindeki büyük hanlık denetimi sürer­ken, Altınordu Devleti ile ilişkilerde sorunlar ortaya çıktı. Ögedey'in ölümünü (1241) izleyen naiplik döneminin ardın­dan 1246'da büyük han seçilen Güyük, büyük hanlığa açıkça karşı çıkan Batu'nun üzerine yürümeye hazırlanırken Semerkand'da öldü (1248). Güçlü komutanların ve görevlilerin de katıldığı kurultayda Ögedey soyundan bir kişi yerine Toluy'un oğlu Möngke'nin büyük hanlığa getirilmesi benimsen-di. Batu'nun önemli bir rol oynadığı bu seçim, Moğol imparatorluğumun bütünüyle parçalanmasını önledi. Ayrıca Güney Song Hanedanının elindeki Çin topraklarına yeni akınlar dü­zenlemek için de elverişli bir ortam yarattı. Möngke başlan­gıçta Çin'i fethetme görevini kardeşi Kubilay'a verdi. Çin'de­ki Moğol topraklarında etkili bir yönetim kuran Kubilay'ın Nanzhao Devleti'ni yıkarak Yangtze'nin ötesine ulaşması üzerine 1257'de doğrudan komutayı üstlendi.

Möngke'nin ölümünden (1259) sonra büyük hanlık için kar­deşleri Kubilay ve Arık Boğa arasında şiddetli bir mücadele baş­ladı. Öteki kardeşi Hulagu'dan destek alan Kubilay'ın üstünlü­ğüyle sonuçlanan bu çekişme, aynı zamanda Moğol yöneticiler arasında beliren iki eğilimin çatışmasını yansıtıyordu. Arık Boğa savaşçı bozkır yaşamını sürdürerek kervan ticaretinden, şehirler­den ve tarımdan vergi almakla yetinmeyi savunuyordu. Oysa Kubilay Han fethedilen topraklar üzerinde yerleşik Çin uygarlı­ğını özümleyecek yeni bir devletin temellerini atmaktan yanay­dı. Kubilay'ın bu doğrultuda başkentini Karakurum'dan Hanbalık olarak adlandırılan Dadu'ya taşımasından sonra, Moğol boz­kır soyluluğunun başına geçen Kaydu uzun bir süre asıl Moğol topraklarına egemen oldu. 1271'de Yuan adıyla Çin'de bir Mo­ğol hanedanı ilan eden Kubilay, bütün Çin'i yönetimi altına aldıktan sonra giriştiği yayılma seferlerinden bir sonuç alamadı. Çin örneğine dayalı bir bürokrasi ve Moğol soyluluğunu gözeten katı bir sınıf sistemiyle ayakta kalmaya çalışan Yuan Hanedanı, yerel güç odaklarının ayaklanmaları sonunda 1368'de yerini Ming Hanedanı'na bıraktı.

Ming Hanedanı'yla birlikte karşı saldırıya geçen Çin orduları Moğolistan içlerine kadar ulaştıysa da Moğolları boyunduruk altı­na alamadılar. Moğol birliğinin dağılmasına karşın, bölgesel düzey­de yeni kabile birlikleri ortaya çıktı. Moğolistan'ın batı kesimine Oyratlar, orta kesimine Cengiz Han soyundan geldiğini öne süren Küçük Hanlar, doğu kesimine ise soylarını Cengiz Han'ın kardeşi Hasar'a dayandıran Hanlar egemen oldu. XV. yy'da yeniden başla­yan Moğol kabile savaşlarının ve Çin sınırlarına yönelik akınlann temelinde yatan etken, gerçek bir devlet örgütlenmesi yaratmak için göçebeliğin askerî esnekliğini şehirlerin ekonomik zenginliği ve yönetim alanındaki birikimiyle birleştirme çabasıydı. Bu geliş­meye öncülük eden Oyradar Türkistan'da bazı şehirleri ele geçir­dikten sonra Ming denetiminin en zayıf olduğu Tibet'e yöneldiler. Aynı dönemde orta kesimdeki Moğol Halhalara egemenliklerini kabul ettirme girişimleri ise sert bir direnişle karşılaştı. Bunu Mo­ğol kabileleri arasında uzun bir çekişme dönemi izledi.

Konumları nedeniyle Oyratlar gibi yayılma olanağı bulama­yan orta kesimdeki Moğol kabileleri, Dayan Han döneminde (1470-1542) sağlanan birliğin ardından iç bölünmelerle yeniden zayıfladılar. Tarımı ve ticareti bir ölçüde geliştiren Altan Han, Oyratların akınlarına ve Çinlilerin baskısına karşı koymaya ça­lıştı. Bu sırada üstünlük bir başka Moğol kabilesi olan Çaharların eline geçti. Çahar Hanedanı'ndan gelen Likdan, Kuzey Çin'de yeni bir güç olarak yükselen Mançulara karşı Moğol top­raklarını savunmak üzere çetin bir savaşa girdiyse de Moğol bir­liğini sağlayamadı.


İlk kez Kubilay döneminde Moğol soyluluğunun bir bölü­münce benimsenen Budizmin Moğollar arasında yayılması, son büyük Moğol hanlarının dönemine rastlar. Bu gelişmenin teme­linde yatan etkenler, birliği sağlamak için Şamanizmden daha ileri bir dine duyulan gereksinim ve aydın Budist din adamların­dan bir bürokrasi yaratma isteğiydi. Tibet'in Moğollar için bir si­yasî tehdit oluşturmaması ve Tibet dilinin Çinceye göre daha kolay olması, Moğol hanlarını Tibet manastır sisteminden yarar­lanmaya yöneltti. Altan Han bu amaçla Tibet'ten getirttiği bir yüksek Budist rahibi Dalay Lama unvanıyla din işlerinin başına getirdi. Din adamları hiyerarşisiyle bürokrasinin zamanla iç içe geçmesi teokratik bir devlet yapısı yarattı. Daha sonra Moğolis­tan'a egemen olan Mançular iki güç odağını ayırarak birbirine karşı kullanmaya çalıştılar. Axis 2000

Kaynaklar:

Times Dünya Tarihi Atlası
Ana Britannica

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder