Prusya
Prusya, Alman birliğini sağladığından, Prusya tarihini incelemek, üstlendiği bu önemli rolün nedenlerini açıklamaya çalışmak demektir. Bunun için himayesinde Alman İmparatorluğu'nu kuran Hohenzollern Hanedanı'yla özdeşleşen Prusya monarşisinin kurulma aşamalarını izlemek gerekir. Önce Nazi yönetimi, sonra da Nazi yenilgisinin kurbanı olan Prusya, bugün haritadan silinmiştir.
Brandenburg Seçim Bölgesi
Müstakbel Prusya Krallığı'nın merkezi, Almanya'nın kuzeydoğusunda Elbe ve Oder nehirleri arasında bulunan Brandenburg bölgesidir. Bu bölgenin kesin olarak Alman etkisine girmesi ve Hıristiyanlaşması, İmparator I. Otto (X. yy sonu) zamanında gerçekleşir. Buna rağmen, Slav topluluklar üstünde tam bir denetim sağlanamaz. Bölge bir «uç eyaleti», diğer bir deyişle sınır bölgesidir; bu nedenle bir markgrafın (sınır valisi) yetkisi altındadır. Oysa, XII. yy'dan itibaren Alman yayılmacılığı doğuya doğru uzanır. Markgraflığın birleşmesini sağlayan, uzun zaman boyunca Askanya Hanedanı olmuştur. Bölgenin toprakları Elbe'nin sol kıyısındaki Altmark (Eski Uç Eyaleti), Elbe ile Oder arasındaki Mittelmark (Orta Uç Eyaleti), Oder'in doğusundaki Neumark (Yeni Uç Eyaleti) arasında dağılmıştır.
Müstakbel monarşinin ikinci öğesi de Prusya'dır. Toton tarikatının büyük üstadı, Hohenzollern soyundan gelen ve kendini Prusya dükü ilan eden Markgraf Albrecht von Brandenburg, 1525'te Protestanlığı benimser ve tarikatın Prusya'daki topraklarına el koyar. Baltık Denizi kıyısındaki Polonya toprağı olan Prusya, Toton tarikatı tarafından XIII. yy'dan itibaren fethedilmiş ve örgütlenmiş; en parlak dönemini XIV. yy'da, bu topraklarda Alman yayılmacılığı gelişmekteyken yaşamıştır.
1410'da, Polonya ve Litvanya güçleri tarafından Tannenberg'de yenilgiye uğratılan ve nüfuz kaybına uğrayanTöton şövalyeleri, Polonya egemenliğini tanımak zorunda kalmışlardır. Ama, çeşitli veraset oyunlarıyla, 1618'de, Brandenburg seçim bölgesine bağlanacak olan Prusya Dukalığı, 1525'te önemli bir güç konumundadır. Hohenzollernlerin 1791'e kadar Frankendeki yani, Doğu Frankları ülkesindeki (Kulmbach, Ansbach ve Bayreuth markgraflıkları), 1849'a kadar Schwaben'deki toprakları hanedanın küçük kolları tarafından yönetilir. Bu durum, Hohenzollernlere imparatorluk içinde daha merkezî bir konum sağlar. Bu sülale, kurnazca yapılan evliliklerle, 1614'te, Pfalz kontlarıyla yaşanan uzun bir çatışmanın ardından, Jülich ve Berg düklerinin Ren'in aşağısında yer alan mirasından bir bölümü elde etmeyi başarmıştır: Kleve, Mark Kontluğu ve Ravensberg.
Otuz Yıl Savaşı'nın başında Brandenburg seçicisi (elektörü) önemli, ama birliği sağlanamamış bir coğrafî dayanağa sahiptir: Brandenburg, seçim bölgeleri arasında en yoksul ve en az etkili olanıdır. Protestanlığın buraya girmiş olmasına ve seçicinin, 1613’te Kalvinciliği kabul etmiş olmasına rağmen, bu bölge, reformu yaşayan ülkeler arasında yer almaz.
Gücün artması
Kuraldışı bir biçimde bir araya gelen bu parçaların Avrupa tarihinde almayı başardığı yer, büyük ölçüde XVII. ve XVIII.yy.lar’ daki Hohenzollern prenslerinin gözü pek atılımlarının eseridir. Bu prensler, yoksul ve az nüfuslu bir bölgeyi, her şeyden önce askerî alanda olmak üzere, büyük bir güç haline getirirler.
Büyük Seçici Friedrich-Wilhelm (1640-1688), atılımı baslatır; değişken ve acımasız diplomasi yanında, askerî başarıları (1675’de İsveçlilere karşı Fehrbellin zaferi) Wilhelm'e topraklarını birleştirme (Minden, Halberstadt ve Kamien piskoposlukları ve Vestfalya barışı sırasında Doğu Pomeranya'nın ele geçirilmesi) ve özellikle de, Prusya'da Polonya metbuluğundan kurtulma imkânını verir.(1660) Bu sonuç, başta, dış eylem için olduğu gibi, içteki birleşme için de bir araç olan sürekli bir ordunun kurulmasıyla elde edilir: ordu seçicinin gücünü artırır ve ona, her nüfuz bölgesinde ayrı ayrı bulunan diyetlerden (meclisler) kurtulma imkânı sağlar. Nantes Fermanı'nın yürürlükten kaldırılmasıyla yerlerinden edilen Fransız Protestanlarına sığınma hakkı veren Potsdam Fermanı (1685) Brandenburg'a [özellikle de, Berlin'e] becerileri, yetenekleriyle belirleyici bir katkı sağlayacak olan bir topluluğun gelmesini sağlar.
I. Friedrich-Wilhelm (1713-1740), çoğunlukla “Çavuş Kral” adıyla anılır; çünkü Prusya ordusunun güçlendirilmesini, bu orduya devlet gelirlerinin dörtte üçünden fazlasını ayırarak tutkuyla sürdürür. Bu askerî eğilime bağımlı olarak, monarşinin tüm topraklarında merkezî bir hükümet kurulması, özellikle, 1723'te, maliye, savaş ve kamu mallarını yönetimi altında toplayan bir Yüksek Direktuvar’ın gerçekleştirilmesi ve 1733'te, her alaya ülkelerden birinde seçim bölgesi veren kanton sistemiyle kendini gösterir. İsveç'e karşı sürdürülen uzun mücadele, 1720'de, Batı-Pomeranya'nın alınmasıyla sonuçlanır. Kral öldüğünde, iki milyonu aşkın nüfusuyla Avrupa’nın dördüncü büyük ordusuna (80 000 asker) sahiptir.
II. Friedrich «Büyük» (1740-1786), bu ordudan yararlanacaktır. Voltaire'in arkadaşı olan bu «filozof-prens», devlete bağlılığa kendini adayarak mutlakıyetçi bir hükümdar olur ve dış politikayı ordunun başarılarına dayandırır: Avusturya Veraset Savaşı’nın (1740-1748), bu savaş sonunda zengin Silezya topraklarını ele geçirir) ve Yedi Yıl Savaşı'nın (1756-1763) baş mimarı olan kişidir; bu sırada, Habsburglar, Fransa ve bir süre Rusya'ya karşı direnmeyi başarır. Kralın, 1772'de, Polonya'nın parçalanmasına katılması, Prusya ve Brandenburg'u coğrafî olarak birleştirmesine imkân sağlar. Devletin örgütlenmesi çabaları sürdürülür, ordu daha da geliştirilirken (1786'da 200 000 kişi); nüfus, fetihler ve yoğun bir yayılma politikası sayesinde artarak 5,5 milyona ulaşır. II Friedrich Prusyası, güçlü bir Avrupa devleti olur.
Oysa, ülkenin zayıf olduğu yanlar sürmektedir. Toplumsal örgütlenme, hâlâ, köylüler üstündeki mutlak nüfuzu Ortaçağ'da kurulan Junker soylularının denetimindedir. Soylular sınıfı, subaylar ve yönetimin yüksek katlarındaki görevlilerin çoğunluğunu oluşturur (özellikle, II. Friedrich zamanında) ve yerel yetkilerinden birçoğunu da korur. Ekonomi zayıf kalır, şehirleşme yetersizdir ve II. Friedrich'in askerî hazırlıkları çok sağlam olmayan temellere dayanır. 1806'da, Prusya ordusunun birkaç günde Fransızlar önünde çökmesi (Jena ve Auerstedt bozgunları) ve Napolyon'un Berlin'e zafer kazanarak girmesi, bir değişimin gerekliliğini kaçınılmaz kılar.
Napolyon Dönemi Prusya
Prusya, 19. yüzyıldan önceki devirlerde Avrupa'nın
"büyük güçleri"nden biri olmuş olsa da, asrın başlarında ciddi
ölçüde bu etkisini kaybetme, hatta neredeyse yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya kalmıştı. 1790'lardaki Fransa'nın askeri başarıları sonucu savunmaya
geçmiş ve Jena'daki felaketin ardından da Fransızlar tarafından işgal
edilmişti. Dahası Napoleon, işgalin masraflarım, ki 216 milyon Frank'lık
büyük bir miktardı bu, Prusya'mn karşılaması konusunda israr etmişti.
1807'de imzalanan
Tilsit Anlaşmast uyarınca, Napoleon Prusya'nın yüzölçümünü yarıya indirmiş,
Elbe Nehri'nin batısındaki tüm toprakları elinden almıştı. Jena ve Auerstlidt'te
yaşanan felaketler Prusya'nın o yere göğe sığdırılamayan ordusunu darmadağın
etmişti. Berlin'deki saray erkanı yaklaşmakta olan Fransız ordusundan kaçınca
Fransız işgalciler birçok vilayetin yönetimini ele almış, dolayısıyla Prusya
hükümetinin otoritesini iyice ayaklar altına almışlardı. Merkezde paramparça
olan politik otoritenin ardından, Napoleon tarafından cesaretlendirilen
zümrelerin taşradaki örgütleri daha fazla ekonomik ve politik güç sahibi
olmuştu.
Ancak tarlaların büyük ölçüde tahrip edilmesi ve savaş
esnasındaki yiyecek, büyükbaş hayvan ve at talepleri kırsal bölgeleri
mahvetmişti; bu da yetmezmiş gibi, Napoleon'un Prusya'yı zorla kendi kıtasal
sistemine katması onları İngiliz pazarlarından uzaklaştırmış ve ihracat
pazarları olan İngiltere tablodan çıkınca, Prusya ekonomisinde çok önemli bir
rolü bulunan buğday fiyatları çakılmıştı. Bu ekonomik ve politik parçalanmayı
hastalık ve açlık oranlarındaki artışlar takip etti; 1807 ile 1808 yılları
arasında yalnızca Berlin'de doğan 5846 çocuktan 4300'ü öldü ve intihar
rakamları keskin bir tırmanışa geçti.2 Prusya'nın eski hükümeti ile ordusu
tamamıyla itibardan düştü; devletin 1806'da 53 milyon Taler olan borcu 1810
yılında 100 milyon Taler'i, 1815'te ise 200 milyon Taler'i aştı.3 Prusya'nın
mali açıdan kan ağladığı, politik açıdansa açmazda olduğu ortadaydı.
1807 yılında başbakan Baron
von Stein'ın idaresi altında reformcu bir hükümet kuruldu. Stein
bir yandan Prusya yaşamını İngiliz serbest piyasa ekonomisi kuramı,
aristokratik liberalizm ve Almanya'nın eski düzeninde yer alan kurumsal
yapıların bazılarının korunmasının karışımından oluşan vizyonuyla yeniden
şekillendirmek istiyor, öbür yandan başarıya ulaşan yolun, bu reformları
disiplinli, rasyonel bir tavır içerisinde kotarabilecek olan iyi eğitimli bir
yönetim bürokrasisinden geçtiğine ilişkin güçlü bir kameralist kanaat
taşıyordu. Stein ayrıca, eğer Prusya modern bir devlet olarak hayatta
kalacaksa, vatandaşlarına bununla özdeşleşebilecekleri bir şeyler vermesi
gerektiğini düşünüyordu. Stein bunun toplumu bazı liberal görüşlere açmak ve
demokratik bir şekilde seçilmemiş, ancak yine de temsili bir hükümet kurmakla
başarılabileceğine inanıyordu - böylece "toprak sahipleri"nin
"yönetime katılımları"na izin verilecekti ve İngiltere'den model
olarak aldığı bir fikirdi bu. (İngiltere'de, diyordu
Stein, merkezi yönetimin masrafları daha düşüktü, çünkü
yerel yönetimler bu masrafların bir kısmını üstlenmişti ve devletleriyle
kendilerini "özdeşleştirdikleri"
için bu masraf ve sorumlulukları üstlenmeye
razılardı.)5
Stein'ın hükümeti 9 Ekim 1807'de bir kararname
yayımlayarak Fransızların "yetenekliye kariyer yolu açık" fikrini
yürürlüğe koydu; bundan böyle tüm işlerin o iş için vasıflı olan kişilere
açık olacağı (başka bir deyişle, serbest bir işçi pazarı oluşturuluyordu), asilzade
mülklerinin satışlarına hiçbir kısıtlama konmayacağı ve 1810'dan sonra
malikanelerde [landed estate] feodal itaat ilişkisi kalmayacağı ilan ediliyordu. Bir
yıl sonra, Stein'ın 19 Kasım 1808 tarihli "belediye nizamnamesi,"
devletin, mülk sahibi vatandaşlara kendi yerel meselelerinde söz sahibi olma
hakkını
verdiği, en küçük yerel topluluklardan başlayarak
yapılanan İngiliz özyönetim fikrini yürürlüğe sokmak amacı taşıyordu.
Prusya şehirleri
Güney Almanya'ya özgü memleket yapısına sahip olmamakla birlikte her
bölgeyi öbürlerinden farklı kılan baş döndürücü bir yerel imtiyaz, muafiyet
ve ayrıcalık yelpazesine sahiplerdi. 1808'in "belediye nizamnamesi"
bu ayrıcalıkları az çok ortadan kaldırmıştı. Bugünden itibaren, deniyordu
"belediye nizamnamesi"nde, üyelik ve imtiyazlardan oluşan farklı
yerel koşulların oluşturduğu yamalı bohça yerine yalnızca "bir tek
vatandaşlık hakkı" olacak, şehre bağımlı olan "şehir
vatandaşlığı" yamalı bohçası yerine Prusya
hukukunda artık tek bir "vatandaşlık" kavramı yer alacaktı. O günden
itibaren yerel sorunlarla ilgilenecek kişiler, şehirlerde
"vatandaşlık"
hakkı bulunanlar olacaktı; atanmış bir idari yönetici
eşliğinde eskiden şehri yöneten loncalarla ileri gelenlerin yerel
teşkilatlarının [corporations] oluşturduğu yapı tamamen temizlenecekti. Stein'ın
"belediye nizamnamesi," her ne kadar şehirlere ait tüm yerel
imtiyaz ve kanunları tamamen ortadan kaldırmasa da (politik nedenlerle bir
kısmına dokunulmaması gerekiyordu), genel anlamda verdiği mesaj çok açıktı:
Şehir vatandaşlığı bundan böyle devlet vatandaşlığıyla çatışıp rekabete
girmeyecek, ona paralel ilerleyecekti.
Bu kanunları araya sıkıştırırken Stein, aynı zamanda
eski Prusya politikalarındaki yerel hükümetleri tamamen devlet otokrasisine
bağımlı hale getirme ve bölgede yaşayanların bundan dolayı kendi yerel
hükümet kurumlarına yabancılaşmaları problemleriyle de yüz yüze gelmek zorunda
kalmıştı. Dolayısıyla Stein'ın reformları, yeni zenginlikler üretip zihinsel
destek sağlamalarını motive etmek adına, bu insanların tebadan vatandaşa dönüştürülebilmesi
sorunuyla karşı karşıyaydı. Stein'a göre, zümre üyeliği ve hükümette temsil
edilme hakkıyla bir araya gelen serbest pazar ve yönetim reformları, bu çıkmazdan
kurtulmak için gerekli dinamikleri sağlayacaktı ve tarihi temelleri olan imtiyaziara
yapılan gelenekselci vurguyla vatandaşların devlete olan sadakaderine dair
modernleştirici taleplerin arasını bulacaktı. Bireylerin kendi yerel
toplulukları ile zümreleri sayesinde sahip oldukları kimlikleri de böylece
organik birşekilde devletin kendisi olacak olan daha büyük topluluğun
içlerine doğru uzanacaktı.
Stein'ın liderliği altında, tüm kararları, yalnızca
kendisinin atadığı bir kabineden tavsiye alan bir kralın verdiği eski
otokratik yönetim sistemi, reformun daha ilk aşamalarında fiilen parçalandı
ve Kasım 1807'den itibaren yerini, her biri kendi departmanının başına
geçecek şekilde, çok daha reformcu bakanlardan oluşan bir sisteme bıraktı.
Stein bu ekibin başına yalnızca "yönetici bakan" olarak geçmişti,
eşitler arasındaki birinciydi ve o da tam olarak böyle olmasını istiyordu.
Stein'ın gözünde bakanlık, hiçbir liderin diğerlerine göre imtiyazlarının
bulunmadığı, eşit sorumluluk sahibi kişilerden oluşumuş bir kurul olmalıydı.
Stein işleri organize ettikçe, Prusya yerel yönetim bölgelerine ayrılıyor, bu
bölgeler de sırasıyla bir araya gelerek yine birer eşit sorumluluk sahibi
kişilerden oluşmuş bir kurul halinde işlemeleri öngörülen bölge hükümetlerini
oluşturuyorlardı (merkeziyetçi Fransız modelinin yapacağı gibi, bir tek valinin
otoritesi altında değildi).9 Stein, yönetim ile ilgili fikirlerinin işe
yarayıp yaramayacağını asla öğrenemedi. Fransız baskısı altında 1808 yılında
görevden alındı ve Napoleon tarafından başına ödül konduktan sonra Rusya'ya
kaçmak zorunda kaldı.
Stein'ın yerine hükümetin başına Friedrich Ferdinand Graf
von Dohna ile Karl Altenstein getirildi, ancak o düzenlemenin de ömrü kısa
olacaktı. 1810 Haziranı'nda kral, Karl August Prens
von Hardenberg'i, hükümette yeni oluşturulmuş bir makam olan şansölyeliğe
atadı. Prusya'nın Fransa'yla 1795'te yapmış olduğu Basel Anlaşması'nın da baş
müzakerecisi olan Hardenberg, anlaşmalar yapmaya alışkındı ve bu yüzden de
reform programını icra edecek doğru kişi gibi görünüyordu.
Stein gibi Hardenberg de Göttingen'de eğitim almıştı;
Stein gibi o da bir asilzadeydi; ve Stein gibi o da kesinlikle reformcuların
tarafındaydı. Ancak Stein'ın aksine Hardenberg, kendisine İngiliz başbakanı gibi
bir konum istiyordu ve bu isteği şansölye atandığında gerçekleşti.
Stein idealist, pragmatik, toksözlü biriydi; Hardenberg
ise pragmatik ve kibardı. Stein gelenekçi, neredeyse memleketçi hayata bağlı
biriydi; Hardenberg ise politik dilin içine yayılmaya başlayan "organik
birlikler" den değil, "makine devlet"nden söz etmeye devam
ediyordu. Reformlara en az Stein kadar bağlı olmasına rağmen, Hardenberg'in
reformun içeriğine ve reform amaçlarına nasıl ulaşılacağına dair fikirleri,
bazı önemli konularda Stein'ınkilerden ayrılıyordu. Kişisel anlamda ne Stein
ne de Hardenberg demokrasi eğilimliydi ve Hardenberg, temsili hükümet fikrine
Stein'a göre çok daha soğuk bakıyordu. Stein gibi Hardenberg de bireyleri
devlete, devleti güçlendirecek bir biçimde bağlamakla meşguldü, ancak
Stein'ın aksine, Hardenberg'in memleket ideallerinin eski korporatİf gövdelerle
şahsi bir bağı bulunmuyordu. Dolayısıyla gelenekçi toplulukları feda ederek
liberal ekonomik reformları getirme eğilimi Stein'ınkinden fazlaydı; ayrıca
Fransız devletçi merkezileştirme modeline Stein'dan daha sıcak bakıyordu.
Hardenberg için en önemli sorun, devletin otorite ve
gücünü eski haline getirmekti ve eğer eski gelenekselci zümreler bunu
engellemeye kalkarlarsa, başlarına en kötüsü gelecek, ortadan kalkmaları
gerekecekti. Hardenberg ayrıca anayasal anlaşmalardan önce geldiklerine ikna olmuş
olduğu ekonomik ve yönetimsel reformları da yazılı bir anayasa oluşturmaktan
daha çok önemsiyordu. Her ne kadar reform amacına dair güzel beyanatlarda
bulunsa da, sorumluluğun geniş bir biçimde halkça seçilen kişilere
dağıtılması anlamında gerçek demokratik reformlar yapma niyeti bulunmuyordu;
devletin idaresi konusunda tüm otorite hükümette olacaktı.
Hardenberg hızla hareket etti ve reformlarını yürürlüğe
koyma çalışmalarına başladı, ardı ardına bir dizi genel kararname yayımladı.
20 Ekim 1 8 1 0'da yeteneğe açık kariyer fikrini resmileştiren meslek
kararnamesini, 27 Ekim'de vergi yüklerini eşitlemek amacı taşıyan mali
kararnarneyi ve 28 Ekim'de de, tüm ticarethane sahiplerine lisansların artık
yerel loncalar değil, devlet tarafından verileceği maddesini içeren
kararnarneyi yayımladı. 10
Bu son kararname, Alman
yaşamının geleneksel doğasının kalbine indirilmiş bir hançerdi adeta.
Yetkiler kesin bir biçimde yerel, tarihi yetkililerin elinden alınarak
devlete kaydırılıyordu (böylece Stein'ın 1808'deki "belediye
nizamnamesi" tarafından verilen ivmeyi daha da hızlandırıyordu).
Yerleşik güçlerin birçoğu, bu reformlara daha en başından karşıydılar ve
Napoleon Fransa'sı tarafından işgal edilme ya da aşağılanma tehdidi ise
reform sürecine karşı daha da düşman olmalarına neden oluyordu. Ne asiller ne
de askeri görevliler geleneksel imtiyazlarının kaldırılmasını istiyordu.
Dahası, Stein'ın "belediye nizamnamesi," politik haklarına yeni
kavuşan şehir vatandaşları, devlete karşı hak iddiasında bulunduklarından, çelişkili
bir şekilde Prusya'nın daha önceden temizlenmiş bölgelerinde küçük gelenekçi
cepler oluşmasına
neden olmuştu.11
Reformun bazı başka unsurları da geri tepmişti: Köylülerin feodal bağlardan kurtarılmasının
-aslında asillerin birçoğunun baştan karşı çıktığı bir reformdu bu-
sonucunda, zengin toprak sahipleri köylülerin topraklarını yutuvermiş ve
birçok yerde köylülerin durumu eskisinden de kötü bir hale gelmişti; buna
karşılık asiller daha da zenginleşmiş ve bu sayede daha başka değişikliklerin
önüne geçebileceklerine dair kendilerine olan güvenleri artmıştı. Hardenberg
gelenekselcileri aşmak için 1 8 1 1 yılında bir "Eşraf Meclisi"
topladığında, merkezi otoritenin 1807'de devrilişi ile Stein'ın
reformlarından bazılarının toprak sahiplerini güçlendirmekle kalmayıp aynı
zamanda onları daha fazla sayıda reforma karşı olanların merkezine getirdiği
gerçeğiyle yüz yüze gelerek sarsıldı; tasfiye edilmesi imkansız bir güç
haline gelmişlerdi artık. "Eşraf Meclisi" hızla, Hardenberg'in
niyedendiği üzere ülkeyi reform paketi lehinde birleştirmek yerine reformlara
saldırılan bir oturuma dönüşmüştü.
Reformcular (Stein, Hardenberg ve tüm müttefikleri)
korkunç bir açmazla karşı karşıyaydılar: Prusya bürokrasisindeki küçük bir
eğitimli kesim haricinde toplumsal destekleri bulunmuyordu. Taşradaki birçok insan
ya öfkeliydi ya da kayıtsızdı, asiller ise reformlara tamamen karşıydılar. Stein
da Hardenberg de var olmayan ama oluşturmaya çalıştıkları, İngiliz ve Fransız
toplumlarının Prusyalılaştırılmış haline güveniyorlardı; bu toplumu
oluşturabilmek için, toplumun bu tür bir vizyonun her türlüsüne karşı çıkan
unsurlarıyla uzlaşmalar yapmaları gerekiyordu. Reform hareketine dahil olan
diğer birçokları gibi, Hardenberg de reformun devrimsiz yapılması gerektiği
görüşünün taraftarıydı. Korkutucu Fransız Devrimi örneği ve Prusya'da buna
benzer bir şey kışkırtılmasını ne olursa olsun engelleme isteği, neredeyse
reform hükümetinin giriştiği tüm hareketlerin zeminini oluşturmuştu. Sonuç
olarak Hardenberg'in politikalarında zikzaklar çizmesi gerekti; 1 8 12'ye
gelindiğinde reform
hareketi bariz bir biçimde enerjisini yitirmeye
başlıyordu; Napoleon'un 1815'teki yenilgisi ile Viyana Kongresi de reform
sürecinin ivmesini iyice azaltacaktı. Napoleon bozguna uğradıktan sonra, bir
zamanlar büyük bir devlet olarak tamamen ortadan kalkma ihtimali bulunan Prusya,
Napoleon sonrası silkelenmenin sonucunda kazandıklarıyla birdenbire kendisini
tarihinde sahip olmadığı kadar çok toprak sahibi olarak buldu. Rhineland'ın
geniş topraklarını kontrol ediyordu artık ve "Almanya"nın Fransız
sınırındaki savunucularından biri olarak görülüyordu. Berlin artık Cermen
dünyasında Viyana benzeri merkezi bir şehir rolü oynuyordu. Napoleon
karşısında aşağılanma korkusu ortadan kalkınca, reform karşıtı grup
cesaretlenmişti.
Bu değişen şartlar altında, kralın 1810'dan beri söz
vermekte olduğu ve 22 Mayıs 1815'te -müttefikler Napoleon karşısında
verecekleri son savaşlarına hazırlanırlarken- halk önünde sözünü verdiği
anayasa süresiz bir şekilde ertelenmişti. Reformcular bile ilk olarak geniş
kapsamlı reformları halka benimsetmeden yürürlüğe bir anayasa
koyamayacaklarına inanıyorlardı; reformların giderek zayıflaması nedeniyle,
anayasa
sözü de gitgide daha uzakta kalıyordu. Ancak
reformcular, Prusya'nın modern bir devlet olarak sürdürülebilirliği için
hükümet ile halk arasındaki engelleri kırmaları ve insanların kendilerini
özdeşleştirebilecekleri bir devlet oluşturmaları gerektiğine kesinkes
inanıyorlardı. Bunun için, anayasanın vatandaşların devletle bütünleşmelerinin
tek yolu olduğuna inandıkları bir araç olmasını istiyorlardı. Aksi taktirde,
kişinin sadakatini "devlet" ya da "monark" gibi soyut
kavramlara değil, yerelliğe ya da memleketine bağlayan yerleşik Alman
adetleri oldukları yerde kalacak, daha geniş anlam taşıyan
devlete bağlılık esası olmadıkça, memleketçiler ve öbür gelenekçiler durumdan
paçalarını sıyırabileceklerini hissettiklerinde
bir prense karşı
öbürünü desteklemeye devam
edeceklerdi. Dolayısıyla, reformcular arasındaki temsilci kurumların
hevesleri pratikte azalmaktayken, hükümete
katılım problemi özellikle vurgulanıyordu.
Temsilci kurumların çağrıldıkları tüm toplantılar, farklı grupların eski
imtiyazlarının geri verilmesi
çağrılarının yapıldığı oturumlara dönüşüyordu.
Hegel Biyografisi, Terry Pinkart, İş Bankası Kültür
Yayınları
|
Prusya ve Almanya'nın kuruluşu
Demek ki, XIX. yy Prusyası, devletin etkiliğiyle olduğu kadar; toplumun geleneksel otoriter yapılarıyla da ayırt edilmektedir. Bu özellikler, Alman birleşmesinin taşıyacağı niteliklerin açıklanmasında yardımcı olabilir.
Ancak, Alman Birliği'ni kesin sonuca götüren aşama, ikili bir tercihin ortadan kaldırılmasıyla başlar: demokratik bir temel üstünde birleşen büyük bir Almanya tercihi. Bir Alman parlamentosunun, 1848 Devrimi'nin ardından Frankfurt'ta seçilmesiyle somutlaşan bu hayal, ertesi yıl, Prusya kralının imparatorluk tacını reddetmesiyle yıkılır: hükümdar, iktidarını tartışma konusu yapan bir demokratik oluşum istememektedir. Öte yandan, Prusya'nın 1850'de, Avusturya karşısında uğradığı diplomatik başarısızlık (Olmütz geri çekilişi), birçok yöneticiyi, birliğin, ancak Viyana devrede olmadığı takdirde (ve hatta ona karşı olarak) bir askerî karşı duruşla gerçekleşebileceğine inandırır.
Otto von Bismarck, tüm bu olanlardan gerekli dersleri çıkarır. Otoriter olmasına rağmen, büyük bir taktik ustası da olan bu inançlı muhafazakâr, krallık iktidarının, orduyu güçlendirmeyi amaçlayan bir reform konusunda, liberallerin ağırlıkta olduğu parlamentoyla çatıştığı bir dönemde Prusya'da iktidara gelir. 1862'de şansölye (başbakan) seçilen Bismarck, bu muhalefete aldırış etmeyerek bunu kısmen yanına alır; böylece tasarlanan reformu kabul ettirir. Bismarck'a göre birlik, saldırgan bir dış politikayla, Prusya'nın otoritesine bağlı prenslerin oluşturacağı bir konfederasyon biçiminde elde edilebilir ve pekiştirilebilir; bu nedenle, Prusya'nın daha geniş bir topluluk içinde yer almasına ve onunla bütünleşmesine karşı çıkmaktadır.
Dış yardıma gerek duymayan ve ülke içi muhalefet konusunda endişelenmesi gerekmeyen
Bismarck, birleşik Almanya'yı, ancak Prusya'nın hükmedebileceği büyüklükte
olması ve demokratik olmaması koşuluyla düşünebilirdi. Bu, Avusturya'nın dışarıda
bırakılması anlamına gelmekteydi. Dahiyane yönetilmiş ve kısa sürmüş 1864'teki ve 1866'daki iki savaşla bunu sağladı ve Macaristan'ın Habsburg Monarşisi
içersinde özerkliğini destekleyerek ve temin ederek (1867), Avusturya'nın
Alman politikasında bir güç olma niteliğini etkisiz hale getirdi; aynı anda
da bütün diplomatik becerilerini kullanarak Avusturya'nın muhafazasını
sağladı. Yine [Bismarck'ın tasarladığı Alman birliği], Bismarck'ın 1870-1'de
Fransa'ya karşı aynı başarıyla harekete geçirdiği ve yönettiği Prusya karşıtı
küçük Alman devletlerinin gözünde Avusturya'dan ziyade Prusya'nın üstünlüğünü
daha makbul
hale getirdi.
Sermaye
Çağı, E. Hobsbawm, Dost Kitabevi
|
Birliğin aşamaları, bu programı gerçekleştirir: Danimarka'ya karşı girilen Düklükler Savaşı (1864), Avusturya İmparatorluğu'na karşı savaş açmanın (1866) bahanesi olarak kullanılır. Sadova zaferi, Prusya'ya, Almanya'daki hegemonyasını güçlendirme (Kuzey Almanya Konfederasyonu) ve Avusturya'nın müttefiklerinin (diğerleri arasında Hannover Krallığı) bir bölümünü topraklarına katarak daha da büyüme imkânı tanır. Son olarak da, Fransa'ya karşı başlatılan ve Fransa'nın yenilgisiyle sonuçlanan Sedan Savaşı (1870-1871), birliği pekiştirir, imparatorluk tacı, Prusya kralına, dışarıda süren bir savaşın sonucunda Alman prensler tarafından sunulur: Almanya İmparatorluğu, Versailles Şatosu'nun Aynalar Galerisi'nde, I. Friedrich'in tahta geçişinin 170. yıldönümü olan 18 ocak 1871'de ilan edilir.
Otto von Bismarck (1815-1898),
daha çok kendi tasarladığı Alman İmparatorluğu olarak on dokuzuncu yüzyıl
sonlarının Almanya’sının ve Avrupa'nın geri kalanının üzerinden geçip
gitmiştir. Herkesten çok o, siyasete girdiği ve devrimlerinden tiksindiği
1848 yılından sonraki kargaşada ortaya çıkan Avrupa düzeninin mimarıydı. Hem
kişiliğinde hem de siyasetinde uçsuz bucaksız çelişkiler olan bir adamdı.
Reichstag'daki veya diplomatik karşılaşmalardaki korkunç simasıyla
"Demir Şansölye", özel hayatında bir isterik, bir uykusuzluk
hastası ve son zamanlarda ortaya çıktığı üzere bir morfin bağımlısıydı.
Avrupa'nın en güçlü sanayileşme programına başkanlık eden,
kendini Schonhausen ve Verzin'deki mülklerine adamış toprak sahibi bir
Junkerdi. Hükümdarını küçük gören, liberal muhalefetin ulusçuluğunu
benimseyen ve Almanya'ya hem genel oy hakkını hem de sosyal güvenceyi
sağlayan bir kral taraftarı ve çağdışı bir Prusya muhafazakârıydı. Zaferin
meyvelerinden son derece kuşku duyan muzaffer bir militaristti. Büyük Almanya'yı
bölünmüş bir şekilde tutmayı tercih eden, sözde Alman birliğinin
kahramanıydı. Başarısının anahtarı güç ve sınırlamanın olağanüstü bir
bileşiminde yatmaktaydı. Sadece muhaliflerini, onları ferahlamış ve güvende
hissettirecek dikkatle düzenlenmiş ayrıcalıklarla önemsiz hale getirmek için
büyük devlet konumlarını inşa etti. Bir kezinde şöyle demişti,
"süngülerle her şeyi yapabilirsin, onların üstüne oturmak dışında."
Ancak Bismarck'ın ünü karışıktır. Hiç kimse siyaset
sanatındaki ustalığını yadsıyamaz, fakat birçok kişi ahlakını ve niyetlerini
sorgular. Alman vatanperverleri ve muhafazakârlığın savunucuları için,
ülkesine ve kıtasına benzersiz bir istikrar getiren bir kişiydi: Sadece I.
Wilhelm'in "pilotu artığı" çöküşünden sonra çıkan ihtilaflara
bakmak yeter. Fakat liberal eleştirmenler için Isaiah Berlin'in sözleriyle o
"büyük ve kötü bir adam"dı ve öyle kaldı. Onu siyaseti bilinçli bir
araç olarak kullanan bir saldırgan (daha da kötüsü bunda başarılı olmasıydı);
demokratik olmayan Prusya Yapılanmasını korumak için demokratik biçimler
getiren bir hilekâr; devlet gücünün kör araçlarıyla muhaliflerine vuran
(Katoliklere Kulturkampf’yla, Polonyalılara Yerleşim Komisyonuyla,
Sosyal Demokratları sınırlamalarla) bir zorba olarak görmekteydiler. Bunu
yadsımazdı. Büyük hastalıklar kapana kıstırıldığında, küçük ameliyatların ve
küçük dozlarda acı ilaçların haklı bulunacağına hiç kuşkusuz inanmaktaydı.
Solcu bir inancın ender bir hayranından alıntı yapılırsa: "Modern
Avrupa'nın tarihi üç Tiran açısından yazılabilir: Napoleon, Bismarck ve
Lenin. Bunların üçü arasında... Bismarck büyük olasılıkla en az hasarı
vermiştir." N.Davies, Avrupa Tarihi
|
İmparatorluk içinde Prusya
1871'den sonra imparatorluğu Prusya yönetir. Prusya başbakanının ve imparatorluk şansölyesinin yetkileri, 1890'a kadar aynı kişide, Bismarck'ta toplanır. Prusya gibi imparatorluk da hiçbir zaman parlamenter bir rejim olamayacaktır, iktidarın otoriter yapısı, özellikle, Prusya soylularının egemenliğinde bulunan ve hükümdara bağlı olan ordu içinde tartışma konusu yapılmaz. Başarı ve disipline gösterilen büyük saygıyla kendini dışavuran «Prusyalılık ruhu», ordu üyelerinin görev süreleri bitiminde sistematik olarak imparatorluk bürokrasisine katılımıyla, imparatorluğa daha da güçlü bir şekilde damgasını vurur.
Ancak, geleneksel yönetici sınıfın konumu giderek daha çok tehdit altına girer. XIX. yy sonundaki tarımsal kriz, Prusyalı soyluların çıkarlarına dokunurken, büyüyen sanayileşme (1890'lı yıllarda kesin bir hız kazanan), yeni siyasal güçlerin ortaya çıkmasına yol açar. Özellikle, işçi hareketi, imparatorluğun son yirmi-otuz yılında giderek artan bir önem kazanır. Bismarck'ın becerikli temsilcisi olduğu eski Prusya zayıflar ve kendini gelişmelere uydurmak zorunda kalır. Ama, ordunun hükümet üstünde gittikçe büyüyen etkisi, Prusya'ya, bazı sanayilerle yeni sıkı ilişkilere girerek iktidarının önemli bir kısmını muhafaza etme imkânını sağlar.
1918'de, Prusya parçalanmış gözükmektedir: artık bir monarşi değildir ve Alman topraklarının en önemli bölümünü yitirir (Dan-zig koridoru, Poznan, Kuzey Schleswig bunlar arasındadır). Prusya, artık, belirleyici bir rolü olmamasına rağmen, en önemli eyalet (Iand) olmayı sürdürür ve yeniden doğan Alman ordusunda hâlâ çok sayıda Prusyalı soylu bulunmaktadır. Ancak, Nazizm, Prusya'da kendini kabul ettirmekte zorlanacak (1928'de, partinin Landtag'da yalnızca altı milletvekili vardır) ve 1932 nisanındaki seçimlerin ardından, Prusyalı bakanların muhalefetini bastırabilmek için, yaşlı şansölye Hindenburg'un sıkıyönetim ilan etmesi gerekecektir. Prusya, tıpkı diğer eyaletler gibi haklarını ve özerkliğini 30 ocak 1934'te yitirir. 25 Şubat 1947'de, müttefikler, Prusya'nın siyasî varlığına son verir (Doğu-Prusya'mn kuzeyiyle birlikte Rusya'ya verilen Königsberg, Kaliningrad olur ve Oder - Neisse Hattı'nın doğusundaki topraklar, Polonya'ya bırakılır). Axis 2000
Töton Şövalyelerinin Ortaya Çıkışı Geç Ortaçağ'da Kuzey Avrupa'da Tesiri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder