19.yy. Fransa’sı.
Restorasyon.
(Napolyon savaşları sonunda) Müttefiklerin Yüz Gün sonrasında dayattığı yeni Paris Anlaşması (1815), Saar ve Savoie gibi toprak kayıplarına ve ağır savaş tazminatının ödenmesine değin Fransa’nın doğusundaki işgalin sürdürülmesine yol açtı. XVIII. Louis ülkede Beyaz Terör estiren aşırı kralcı Ultralar’ın baskılarına karşın meşruti bir monarşiyi öngören 1814 Anayasası’nı korudu. Ağustos 1815’te yapılan seçimlerde Ultralar’ın çoğunluğu ele geçirdiği Temsilciler Meclisi dışında ılımlı kralcıların ağırlıkta olduğu bir hükümet oluşturdu.
Eylül 1816’da dağıtılan Temsilciler Meclisi’nin yeni bir seçimle ılımlı kralcıların denetimine girmesi, bir istikrar dönemi başlattı. İngiliz ve Hollandalı bankerlerden alınan borçlarla savaş tazminatı ödendi ve Müttefik işgali kaldırıldı. Yeni siyasal saflaşmada liberaller giderek güçlendi. Şubat 1820’de kralın yeğeni Berry dükü Charles-Ferdinand’ın suikasta uğraması, ılımlı Decazes hükümetinin düşmesine ve Ultraların iktidara gelmesine yol açtı. Gericiliğin yükselmesi üzerine yeraltına geçen bazı liberallerin 1822’deki ayaklanma girişiminin bastırılmasından sonra baskılar daha da yoğunlaştı. 1823’te İspanya’daki liberal ayaklanmaya son vermek için öteki Avrupa devletlerinin desteğinde girişilen müdahale, Ultraların konumunu sağlamlaştırdı. Ertesi yıl Louis’nin ölümü üzerine katı bir monarşiden yana olan X. Charles tahta geçti.
Devrim sırasında mülklerine el konan soylulara tazminat ödeyen ve kilisenin yetkilerini genişleten Charles, liberallerin ve ılımlıların 1827 seçimlerinden güçlenerek çıkması üzerine sertlik yanlısı Ultralara dayanma yoluna gitti. Kuzeni Orleans dükü Louis Phillipe çevresinde toplanan ve daha örgütlü bir hale gelen muhalefetin hükümeti istifaya zorlaması karşısında, Mart 1830’da Temsilciler Meclisi’ni dağıttı. Temmuzda yoğun baskı altında yapılan seçimler muhalefetin zaferiyle sonuçlanınca, bir dizi kararnameyle monarşiye dönüşü sağlayacak bir darbe hazırlığına girişti. Sokaklarda barikatlar kurarak ayaklanan Paris halkı, bazı ordu birliklerinin de desteğiyle kısa sürede duruma egemen oldu. Cumhuriyet isteyen radikallerin burjuva liberal önderlerin peşinden gitmesi, tahttan çekilen Charles’ın yerine Louis-Philippe’in başa geçirilmesine ve toprak sahibi aristokrasi yerine büyük burjuvaziye dayanan bir meşruti monarşinin kurulmasına yol açtı.
Temmuz
Monarşisi
Yeni kral Louis Philippe, Fransız kraliyet hanedanının
küçük dalı olan Orleans ailesinin reisiydi. Muhafazakarlara göre devrimin yeniden vücut bulmuş hali olsa
da radikalleri bu yönüyle pek etkilememişti. Oysa babası XVI. Louis'nin idamı
lehinde oy kullanmıştı (kendisi de kısa bir süre sonra darağacını boyladı).
Louis Philippe de cumhuriyet ordularında subay olarak görev yapmış, hatta 1790'larda
ünlü Jakoben kulübün üyesi olmuştu. Liberaller için cazip bir isimdi çünkü devrimi,
monarşinin istikrarıyla uzlaştırmıştı.
Emrindeki hükümetler on sekiz yıl boyunca
meşrutiyete uygun davranıp zenginlerin çıkarlarına uygun düşen hayati siyasal
özgürlükleri korudular. 1830'1arda yoksulluğun yüzünden şehirlerde yaşanan huzursuzlukları
şiddet kullanarak bastırmaları, rejimi solun gözünden düşürdü. Önde gelen bir
politikacının yurttaşlarına zengin olmalarını tavsiye etmesi yanlış anlaşılıp
alaylarla karşılandı. Oysa onun bütün yapmaya çalıştığı, oy elde etmenin yolunun,
yüksek bir gelirin sağladığı imkanlardan geçtiğini söylemeye çalışmaktı
( "Temmuz Monarşisi'nin başlangıcında ulusal
seçimlerde oy kullanabilen Fransızların sayısı İngilizlerin üçte biri kadardı
oysa Fransa'nın nüfusu İngiltere'nin yaklaşık iki katıydı). Buna rağmen rejim
teoride 1789'un devrimci ilkelerinden biri olan halk egemenliğine
dayanıyordu.
Avrupa Tarihi, J.M.Roberts, İnkılap Yayınevi
|
Siyasal özgürlüklerde sınırlı bir genişleme sağlayan Temmuz monarşisiyle birlikte, değişim sürecini daha ileri götürmek isteyen merkez sol ile yeni yönetim yapısını yeterli gören merkez sağ arasındaki çekişme öne çıktı. Bu durumdan yararlanmak isteyen Lejitimistlerin (eski Ultralar) 1832’de Vendae’de başlattığı ayaklanma halktan destek görmedi. Bununla birlikte büyük kentlerde işçilerden destek gören cumhuriyetçi ayaklanmalar ancak sertlikle bastırılabildi. 1836’dan sonra Napolyon’un yeğeni Louis Napolyon’un öncülük ettiği Bonaparte’çılar etkili bir güç durumuna geldi. 1840’ta karışıklıklara son veren François Guizot başkanlığındaki hükümet, içeride yönetimi sağlamlaştırmaya çalışırken, dışarıda da genelde büyük devletlerle çatışmaktan kaçınan ılımlı bir politika izledi. 1830’da başlayan Cezayir’i sömürgeleştirme girişimini daha ileriye götürdü. 1846’da İspanya’yı nüfuz altına alma çabası, İngiltere’yle ittifakın bozulmasına yol açtı.
İkinci Cumhuriyet.
Temmuz Devrimi’nin yarıda kalmasına büyük tepki duyan cumhuriyetçiler arasında 1840’larda sosyalist düşünceler yayılmaya başladı. Öte yan dan burjuvazi içinde de siyasal katılımın genişletilmesi yönünde talepler ortaya çıktı. Özellikle edebiyat çevrelerinin etkisiyle yeni kuşaklarda Büyük Devrim’e karşı güçlü bir sempati gelişti. Bu ortamda 1846’daki kötü hasadı izleyen ekonomik bunalım ve yönetici çevrelerin yolsuzlukları halk arasında da yaygın hoşnutsuzluklar doğurdu. 1847’den sonra liberal reformlar için hükümeti zorlamaya başlayan muhalefet önderleri, yasaklanmış olan siyasal toplantıları “ziyafet” görüntüsü altında yaymaya yöne lik bir kampanyaya girişti. 22 Şubat 1848’de kampanyanın son aşaması olan büyük bir ziyafetin hükümetçe iptal edilmesi, sokak çatışmalarına neden oldu. Hızla genişleyen hareketin hedef aldığı Guizot’nun evi önünde göstericilere ateş açılması, olayları toplu bir ayaklanmaya dönüştürdü. İç savaş tehlikesiyle karşılaşan Louis-Philippe 24 Şubat’ta tahttan çekilerek İngiltere’ye kaçtı.
Ayaklanmacıların Temsilciler Mecisi’ni işgal etmesi üzerine oluşturulan ve Louis Blanc gibi radikal önderlerin de yer aldığı geçici hükümet, cumhuriyet ilan etti. Bunu izleyen günlerde radikal kanadın baskısıyla herkese iş sağlamaya yönelik ulusal atölyeler sistemi kuruldu. Genel oy hakkı tanınarak yeni seçim hazırlıklarına girişildi. Bir süre sonra ılımlı ve radikal kanatlar arasında çatışmalar baş gösterdi. Hızla bozulan ekonomik durumu düzeltmek için emlak vergi sinin artırılması köylüleri devrimden uzaklaştırdı. Böylece seçimler sonunda Kurucu Meclis’te ılımlı ve tutucu adaylar çoğunluğu oluşturdu. Ulusal atölyelerin dağıtılması üzerine ayaklanan Parisli işçilerin bastırılmasıyla radikal kanadın gücü kırıldı. Meclis altı aylık görüşmelerden sonra yetkili cumhurbaşkanlığı kurumuna da yer veren, temsili demokrasiye dayalı bir anayasayı kabul etti.
Aralık 1848’dekl seçimlerde cumhurbaşkanlığına değişik çevrelerden destek gören Louis-Napolyon Bonaparte seçildi. Mayıs 1849’dakl Yasama Meclisi seçimlerinde ise ılımlı cumhuriyetçiler büyük bir gerileme gösterirken, monarşi yanlıları ile radikal sol güç topladı. Monarşi yanlıları çoğunlukta olmakla birlikte, iki ayrı hizbe bölünmüştü. Monarşi yanlılarını karşısına almaktan kaçınan Louis-Napolyon, oy hakkını ve siyasal özgürlükleri daraltan ve kiliseyi yeniden güçlendiren yasaları direnmeden onayladı. İkinci kez cumhurbaşkanlığına seçilemeyeceğini görünce, Aralık 1851’de bir darbeyle monarşi yanlılarını tasfiye etti. Bunu izleyen direnişi kırıldıktan sonra, cumhurbaşkanlığına geniş yetkiler veren yeni bir anayasayı plebisite sundu. Halkın büyük çoğunlukla otoriter yönetimi onaylamasından cesaret alarak, 2 Aralık 1852’de Senato kararıyla kendisini imparator ilan ettirdi.
Louis Napoleon
Fransa'
da, çalışan sınıfın Haziran'daki ayaklanmasının bastırılmasından sonra
meydan, toplumsal devrimi alt etmiş olmasma karşın kitlelerden, hatta 'düzen'
i savunurken o sırada iş başında bulunan ılımlı cumhuriyetçiliğin bir kolu
haline gelmek istemeyen pek çok muhafazakârdan fazla destek bulamamış güçlü
bir 'düzen partisi'ne kaldı. Halk, hala sınırlı seçimlere cevaz vermesi için
seferber edilmekteydi: “Aşağılık kalabalık”ın önemli bir kısmı -yani
Fransa'nın yaklaşık üçte biri, radikal Paris'inse yaklaşık üçte ikisi-
seçimin dışında tutuldu. Ama 1848 aralığında: Fransa, Cumhuriyetin yeni
başkanlığına ne bir ılımlıyı ne de bir radikali seçti (Adaylar arasında
monarşi yanlısı yoktu.) Seçimi ezici bir çoğunlukla- 7.4 milyon geçerli oyun
5.5 milyonunu alan- büyük imparatorun yeğeni Louis
Napoleon kazandı. İleride. hayli kurnaz bir politikacı olduğu anlaşılacak
olmakla birlikte, eylül sonunda Fransa'ya girdiğinde, saygın bir ad ve sadık
bir İngiliz metresin mali desteği dışında hiçbir varlığı yok gibi görünüyordu.
Kesinlikle bir toplumsal devrimci olmadığı gibi, muhafazakâr da
değildi; aslında onu destekleyenler, gençken Saint-Simonculara duyduğu ilgiyi
öne çıkarmış ve yoksullara yakınlık
duyduğunu ileri sürmüşlerdi. Ama Napoleon, seçimi temelde ona şu slogandan
dolayı oy veren köylüler sayesinde kazandı: 'Artık vergi yok, kahrolsun zenginler,
kahrolsun Cumhuriyet, yaşasın İmparator'; başka bir deyişle, Marx'ın da belirttiği
gibi, işçiler ona zenginlerin cumhuriyetine karşı oldukları için oy vermişlerdi;
çünkü onların gözünde Napoleon, "[Haziran
ayaklanmasını bastıran] Cavaignac'ın azledilmesi, burjuva cumhuriyetçiliğinin
reddi, Haziran zaferinin iptal edilmesi" anlamına geliyordu. Küçük
burjuvazi ise, büyük burjuvaziyi tutmuyor gibi göründüğü için onu seçmişti.
Louis
Napoleon'un seçilmesi, devrimle özdeşleşmiş bir kurum olarak genel oya dayalı
demokrasinin bile toplumsal düzenin idamesiyle uyuştuğunun işaretiydi. Ezici
bir çoğunluk oluşturan hoşnutsuzlar kitlesinin dahi, kendini 'toplumu
yıkmaya' adamış kimseleri seçmesi beklenemezdi.
Fakat,
bu deneyimden ders çıkarmak ·hemen mümkün olmadı; zira iyi çekip çevrilmiş
bir genel oyun sağlayacağı siyasi avantajları hiçbir zaman unutmasa da ve
yeniden gündeme getirecek olsa da, Louis Napoleon çok geçmeden Cumhuriyeti
feshederek kendini imparator ilan etti. Sadece silahlı güçle değil, başka
herhangi bir yerden çok devletin tepesinden yönlendirilmesi daha kolay olan
bir tür halkla· ilişkilerle ve demogojiyle hükümet eden ilk modern devlet
başkanlarından biriydi. Yaşantısı, 'toplumsal düzen'in 'sol' u
destekleyenlere de çekici gelebilecek bir güç/iktidar kılığına girebileceğinin
yanı sıra, yurttaşların siyasi yaşama katılmaları için seferber edildiği bir
ülkede ve çağda bunu yapmak gerektiğini de gösterdi.
Sermaye
Çağı, E. Hobsbawm, Dost Kitabevi
|
İkinci İmparatorluk
İngiltere’nin yanında Kırım Savaşı’na (1853-56) katılarak Fransa’nın saygınlığını yeniden artırdı. Haziran 1858’de Avusturya’nın İtalya’da ki egemenliğine son vermek için Piemonte ile yapılan anlaşma bu ülkenin Nisan 1859’da Fransa’ya savaş açmasına yol açtı. Avusturya’ya karşı önemli başarılar kazanan Louis-Napolyon, yeni dış politikayı onaylamayan tutuculara karşı liberal ve radikal muhalefetin desteğini almaya yöneldi. Daha önceki başarılarla sağlanan istikrara da güvenerek, liberalleşme yönünde adımlar atmaya başladı. Siyasal kısıtlamaları yu-caktı. İki meclisin yedi yıllık bir dönem için seçeceği cumhurbaşkanı devletin birliğini temsil eden bir makam olacaktı. Anayasa Napolyon döneminde biçimlenen merkezi yönetim ve yargı sistemini büyük ölçüde koruyordu.
Toplumsal desteğini köylülerden, iş çevrelerinden, yerel eşraftan ve kiliseden alan Louis-Napolyon, 1859’a değin demokratik kurumları göstermelik bir duruma getiren baskıcı bir yönetim sürdürdü. Düzeni korumanın reform kaygısının önüne geçtiği bu dönemde ekonomi büyük bir canlanma gösterdi. Sanayi üretimi iki, dış ticaret üç, buhar enerjisi kullanımı beş, demiryollarının uzunluğu ise altı kat arttı. Yatırımlar Fransa sınırını aşarak bütün Avrupa’ya yayıldı. Bu gelişmede denizaşırı ülkelerden gelen altının etkisiyle dünya ekonomisinin düzelmesinin yanı sıra özel girişime sağlanan elverişli koşulların da önemli bir etkisi oldu.
Louis-Napolyon, imparatorluğa dönüş yapan Fransa’ya karşı Avrupa’da duyulan kuşkuları dağıtmak için ılımlı bir dış yumuşamanın ve Yasama Meclisi’nin yetkilerini artırmanın yanı sıra İngiltere’yle gümrük antlaşması imzalayarak ekonomide korumacılığa son verdi. İşçilere örgütlenme hakkı tanındı; eğitim sistemini modernleştirdi. Yumuşama politikasından yararlanarak güçlenen muhalefet, 1863 ve 1869 seçimlerinde önemli başarılar elde etti. Bu arada Meksika’da imparatorluk kurma girişimi ve Prusya’yla baş gösteren çatışma dış politika da yönetime güçlükler çıkarmaya başladı.
Liberal muhalefetle uzlaşma yolunu seçen Louis-Napolyon, yarı parlamenter bir sisteme geçmek amacıyla Mayıs 1870’te yeni bir anayasayı halkoylamasına sundu. Bu anayasayla Yasama Mecisi’ne dayanan hükümet yürütme mekanizmasında önemli bir rol üstlendi.
Bu gelişmeler sırasında Danimarka’yı (1864) ve Avusturya’yı (1866) yenerek Avrupa’daki güç dengesini değiştiren Bismarck yönetimindeki Prusya, Fransa için ciddi bir tehdit durumuna gelmişti. Temmuz 1870’te İspanya tahtının veraseti konusunda patlak veren anlaşmazlık çok geçmeden Fransız-Alman Savaşı’na dönüştü. Hantal Fransız ordularını yenilgiye uğratan Prusya kuvvetleri Louis-Napoldon’u tutsak alarak Fransa içlerine ilerlemeye başladı. Yenilgi haberinin Paris’e ulaşması üzerine 4 Eylül’de kansız gösteriler arasında cumhuriyet ilan edildi.
Üçüncü Cumhuriyet
Teslimiyet ve Paris Komünü. Savaşı sürdürmek için oluşturulan geçici hükümet, Paris’in kuşatılmasından sonra Tours’a çekilerek sürdürdüğü direnişin sonuç vermemesi üzerine, 28 Ocak 1871’de ateşkes antlaşması imzaladı. Barış görüşmelerini yürütmek için oluşturulan Ulusal Meclis’te çoğunluğu ele geçiren monarşi yanlıları, yürütme gücünün başına Louis-Napolyon’un önde gelen muhaliflerinden Adolphe Thiers’i getirdi.
Thiers 1 Mart 1871’de yüklü bir savaş tazminatı ile Alsace’ın ve Lorraine’in yarısının Almanya’ya bırakılmasını öngören Frankfurt Antlaşması’nı onayladı. Hükümetin antlaşmaya tepki gösteren Paris’i denetim altına almak için gönderdiği birlikler sert bir direnişle karşılaştı. Çarpışmalar sonunda hükümet kuvvetlerini püskürten Paris halkı, 26 Mart’ta yönetimi üstlenmek üzere bir meclis seçti. Paris Komünü adını alan meclis çeşitli radikal ve sosyalist akımların temsilcilerinden oluşuyordu. Komün içindeki ayrılıklar, girişilen toplumsal reformlarda uyumsuzluklara yol açmanın yanı sıra etkili bir silahlı örgütlenmeyi de önledi. Aynı dönemde Lyons, Marsilya ve Toulouse gibi kentlerde oluşturulan komünler kısa sürede bastırıldı. Almanların desteğinde savaş tutsaklarından yeni bir ordu oluşturan Thiers, 21 Mayıs’ta Paris’e karşı saldırıya geçti.
Kenti sokak sokak savunan Komüncüler son bireyine kadar çarpıştı. Tarihe Kanlı Hafta olarak geçen bu çarpışmalarda 20 bin Komüncü öldürüldü. Daha sonra binlercesi de ceza adalarına sürgün edildi.
Düzenin biçimlenmesi (1871-1905). Paris Komünü’nün acımasızca bastırılması, Fransız toplumunda cumhuriyet eğiliminin güçlenmesi sonucunu doğurdu. Ulusal Meclis’te hala çoğunluğu oluşturmakla birlikte Bourbon ve Orleans hanedanları arasında bölünmüş olan monarşi yanlıları, bir anlaşmaya varamadıklarından Thiers’yi başta tutma yoluna gittiler. Thiers’nin bir süre sonra cumhuriyetçi saflara geçmesi üzerine, Mayıs 1873’te yerine Başkomutan Patrice de Mac-Mahon’u geçirdiler. Ulusal Meclis’in 1875’te kabul ettiği bir dizi temel yasayla yeni yönetim yapısı belirlendi. Buna göre yasama yetkisi Senato ve Temsilciler Meclisi’nin elinde olacak, Bakanlar Kurulu Temsilciler Mecisi’ne karşı sorumlu olan politika izlemeye özen gösterdi.
1876’da Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu ele geçiren cumhuriyetçiler, 1879’da Senato’da da üstünlük sağlayarak Mac-Mahon’u istifaya zorladılar. Daha sonra başa geçen cumhurbaşkanları genelde ikinci planda kaldılar. Siyaset sahnesine egemen olan cumhuriyetçiler çok geçmeden Radikalier ve Oportünistler olarak bilinen iki kanada ayrıldılar. Kendilerini Jakoben geleneğinin uzantısı olarak gören Radikaller güçlü ve merkezileşmiş bir yönetim, kararlı bir kilise karşıtlığı, atak bir diş politika, anayasanın monarşik kalıntılardan arındırılması ve çalışma yaşamı ile vergi sisteminde toplumsal reforma dayanan bir program savunuyordu.
Gevşek bir örgütlenme yapısı olan Oportünist kanat ise devlet müdahaleciliğinin sınırlanmasından ve her alanda liberalleşmeden yanaydı. 1889’a değin süren dönemde genellikle Oportünist kanadın ağırlıkta olduğu kararsız ve kısa ömürlü hükümetler birbirini izledi. 1880’lerde Marksistlerin öncülüğünde gelişen sosyalist hareket bölünmelere uğramakla birlikte önemli bir muhalefet odağı durumuna geldi. 1884’te yasal olarak örgütlenmeye başlayan ve 1895’te Genel İş Konfederasyonu (CGT) adı altında toplanan sendikalar, genel grev yoluyla toplumu dönüştürmeyi savunan devrimci sendikalizm çizgisine yöneldi. 1890’ların başlarında anarşistler giriştikleri terör eylemleriyle adlarını duyurmaya başladılar.
1880 sonrası dönemin bir başka özelliği de birbirini izleyen siyasal bunalımlardı. 1885’te cumhuriyetçiler arasındaki bölünmeden yararlanarak siyaset sahnesinde öne çıkan General Georges Boulanger, Bonaparte’çılara ve kralcılara dayanarak otoriter bir yönetim kurmaya girişti. Boulanger’nin manevraları 1899’da boşa çıkarıldı. Aynı yıl Fransız Panama Kanal Kumpanyası’nın iflas etmesiyle çok sayıda hisse senedi sahibi güç duruma düştü. 1892’de kumpanya yöneticilerinin bazı milletvekili ve senatörlere rüşvet verdiğinin açığa çıkmasıyla bir skandal patlak verdi. Bu olay Oportünist kanadın önderlerine önemli bir darbe vurdu.
1894’te casuslukla suçlanarak ömür boyu hapse mahkum edilen Alfred Dreyfus adli yüzbaşının haksızlığa uğradığının anlaşılmasıyla 1898’de açılan kampanya, siyasal ve toplumsal güçlerin yeniden saflaşmasına yol açan bir çalkantıya neden oldu.
Dreyfus olayı, casuslukla suçlanan Yahudi bir kurmay
subayın askeri mahkemede yargılanmasıyla ortaya çıkmıştı. Olay, büyük romancı
Emile Zola'nın cumhurbaşkanına gönderdiği açık mektupla karara karşı çıktığı
ve daha sonra kendisinin de orduya iftira etmekten suçlu bulunduğu 1898
yılında bir cause celebre'ye [çok önemli dava] dönüşmüştü. Dreyfus'a karşı
öne sürülen deliller oldukça şüpheliydi, fakat muhafazakârlar açısından bu
davayı sürdürmek, kendileri adına ülke içinde otorite ve düzeni, ülke dışındaysa
vatansever girişimleri temsil eden kurum olan ordunun onurunu korumakla aynı
anlama geliyor[1]du. Kendilerini tek gerçek vatanseverler
olarak gören muhafazakârlar, kendi şovenliklerini sorgulayan tüm
"kötü" Fransızlara düşmanlardı ve özellikle toplumsal reformu
finanse edebilmek için ürkütücü gelir vergisi teklifleri getiren Caillaux
gibi Radikalleri, sosyalistleri, sendikacıları, Yahudileri kınamaktaydılar.
Aşırı sağın düşünsel önderleri olan Deroulede, Barres ve
özellikle Maurras, mistik bir Katoliklik ile şiddetin ve savaşın yüceltilmesi
adına, cumhuriyetin eşitlikçi değerlerini reddediyorlardı. Jeanne d'Arc
kültü, din ve vatanın ruhani birliğini simgeler hale geldi. Sağ, devrimci
cumhuriyetin Marseillaise, üç renkli bayrak ve elbette ordu gibi eski
sembollerini kendine mal etti. Geleneksel muhafazakarlığın kadrolarını ve
ideallerini büyük ölçüde kendi bünyesine katan bu yeni sağ, 1870'lerden beri
bilindiği şekliyle muhafazakarlıktan daha kudretli bir siyasal güç yarattı;
bu, siyasal ve toplumsal "hizipçiliğe" son verecek kuvvetli bir
yürütme gücü talep eden, temelinde anti-demokratik ve parlamento karşıtı olan
bir siyasal güçtü. Mayıs 1900'de gerçekleştirilen
Paris belediye seçimlerinde 80 sandalyeden 45'ini kazanmasında olduğu gibi, birtakım
dikkat çekici başarılar elde eden bu karışım, modern toplumun evrimiyle
kendisini tehdit altında hisseden din adamlarının -önde gelen Katolik gazete
La Croix tarafından temsil edilmekteydiler- yanı sıra geleneksel seçkinlerin
ve küçük işadamlarının içinde bulunduğu gruplar arasında elbette ciddi bir
destek buluyordu. Yaygınlaşan sözlü, hatta fiziksel saldın olayları
antisemitizmin gizli gücünü ortaya koymaktaydı.
Fransa’nın Kısa Tarihi, Roger Price
|
Bu bunalımların etkisiyle toplumda geleneksel kurumlara karşı güçlenen tepki, 1899’dan sonra radikal, sosyalist ve merkez grupların oluşturduğu Cumhuriyetçi Blok’un istikrarlı bir yönetim kurmasını sağladı. Bu dönemde ordu ve kiliseyi sivil yönetimin denetimi altına almaya yönelik sert önlemler alındı. Dinsel tarikatların çoğu dağıtılarak devlet ve din işleri resmen birbirinden ayrıldı. Eğitim sisteminde köklü değişiklikler yapıldı. 1900’den sonra J. Guesde ve J. Jaurés öncülüğündeki iki partide toplanan sosyalist gruplar, 1905’te de İşçi Enternasyonali Fransa Bölümü (SFIO; Sosyalist Parti) adı altında birleşti.
Dış politikada 1880’den başlayarak sömürgecilik yarışına etkin biçimde katılan Fransa 1885’e doğru Tunus, Annam ve Tonkin üzerinde protektora kurmanın yanı sıra Kongo Havzası ve Madagaskar’a girdi. Avrupa’da Bismarck’ın oluşturduğu Üçlü İttifak’ı bozma yönündeki çabalar, 1891’de Rusya, 1902’de de İtalya ile varılan antlaşmalarla sonuca ulaştı. Sömürge rekabeti nedeniyle özellikle Güney Afrika Savaşı(1899-1902) sırasında İngiltere ile başlayan çekişme, Almanya’nın giderek artan tehdidi üzerine yerini işbirliğini öngören Entente Cordiale’e (1904) bıraktı. Bu yeni ittifak Fransa’nın Fas üzerinde protektora kurma yönünde önemli adımlar atmasını sağladı. Ana Britannica
güzel yazı teşekkürler
YanıtlaSil