Franz Joseph’in nazırları
bilimsel teşebbüsleri destekleyerek AEIOU’nun
manalarından birine geri dönmüş oluyordu —yani
Avusturya Habsburg hanedanı Hıristiyan
önderliği ve küresel itibar temelli evrensel
bir ülküye dayanmaktaydı. Bu ülkü şimdi de dünyanın bilgisini toplama görevine
dönüşmüştü. Viyanadaki yeni Doğu Tarihi Müzesi’nin portikosundaki kitabeye
altın harflerle kazınan sözler bu hedefi anlatmaktadır:
“Doğa ve Onun İmparatorluğunun İncelenmesi Şerefine, İmparator Franz Joseph, 1881” Binaya kıtaların temsilleri asılmış ve ön cephesine de Kolomb, Macellan ve Cook’la birlikte Argonaut Jason, Büyük İskender ve Julius Sezar’ın heykelleri yerleştirilmişti. Mesaj
açıktı: Tabiat imparatorluğunun kâşifleri en
az antik çağın imparatorluk kurucuları kadar
yücedir. Emil Holub’un cenazesinde konuşan kişinin söylediği gibi diğer ülkeler
deniz aşırı bölgelere toprak elde etmek için
giderken Avusturyalılar “araştırma aşkı ve
diğerlerinin bilgisin artırmak için” gitmişti.
Fakat bina aynı zamanda hanedana da aitti. Doğa Tarihi Müzesi Sanat Müzesi’yle (Kunsthistoriches Museum) birlikte,
Hofburgdan Halkaya kadar uzanan, yeni
imparator Forumunun (Kaiserforum) iki yanında yer alıyordu. İki müzedeki
eserlerin kaynağı önceden Hofburg ya da Maria Theresa’nın Savoya Prensi Eugene’in varislerinden satın aldığı
Belvedere Sarayı’nda yer alan imparatorluk koleksiyonlarıdır. Sanat Müzesi,
tabloları rasgele asmak yerine ekollerine göre asan ilk kişi olan, Christian
von Mechel’in 1780’lerde hazırladığı Belvedere koleksiyonunun düzenini korudu.
Böylece iki müze hanedanın asırlar boyunca biriktirilmiş “saray
koleksiyonlarını,” sergilemeye başladı. İmparatorluk Foru munun saraya ve hanedana ait olduğu algısı iki müzenin
arkasına Saray Tiyatrosu ve Saray Operası
yerleştirilmesiyle daha da pekişti. Böylece Hofburg’a doğru giden kalabalık
iki zafer takının altından geçmiş olacaktı.
Forum inşaatı bitmediğinden opera ile tiyatro
Halka boyunca bir mevkie yerleştirildi ve sarayla olan bağlantıları zayıfladı.
Fakat Maria Theresa’nın iki müze arasındaki alana
yerleştirilmesi düşünülen heykeli tamamlanınca hanedanın tesisin merkezinde olduğu vurgusu da yapılmış oldu.
Tarihselcilik on dokuzuncu asrın ortalarına ait mimari bir gelenek olup binaların işlevlerine en uygun dönemi yansıtmaları
gerektiği manasına gelir. O yüzden Viyana belediye binası şehrin imtiyazlarını
elde ettiği Ortaçağ’a ithafen Gotik tarzda yapılmıştır.
Bilakis yeni meclisin klasik cephesi, demokrasinin doğum yeri olduğu düşünülen,
Perikles dönemi Atina’sına bir göndermedir, içerideki frizlerde Yunan ve Romalı
hukukçular ve hatipler sergilenirken dışarıda dört metrelik bir tanrıça Pallas
Athene heykeli yer alır. Başta onun yerine
Austraia heykeli koymayı düşünseler de kimse nasıl bir şeye benzeyeceği
hususunda fikir birliğine varamadı. O nedenle
irfanından bir kısmını mecliste sürekli tartışan vekillere bahşedilebileceği
ümidiyle irfan tanrıçası olan Pallas Athene seçildi.
Tarihselcilik adetlerine göre iki müze Yüksek Rönesans tarzında
tamamlandı. Bunun amacı on altıncı yüzyılda yaşanan sanat ve eğitimdeki artışın
Franz Joseph’in himayesi altında yeniden doğuşunu kutlamaktı. Fakat onlar
açılana kadar mimari modası neo-Barok yönünde değişti. 1880 senesinde
yayınlanan etkili bir kitapçıkta tarihçi ve Sanat Müzesi’nin küratörü Albert IIg
evrenselliği ve çok yönlülüğü nedeniyle Barok tarzını övdü. İlk olarak Barok,
abidelerden orta sınıf villalara ve işçi sınıfının kaldığı apartmanlardan
tiyatro ve kiliselere kadar akla gelebilecek her binaya uyardı, ikinci olarak
Barok zaten başkentte hâkim olan mimariyle ahenk içerisindeydi. Canlı ve zarif
yapısıyla, Berlin’in kısıtlamaları ve
“soğuk klasizminden” ziyade, Viyana’ya daha
çok yakışırdı. Nihayetinde milliyetler üzeri olduğundan “milletlerin birleşmesine” de yardım ederdi. Ilga göre, Barok birleşik bir mimari lisanla “her ferdin bireyselliğini
ortadan kaldırarak tek bir hükümdar tarafından
yönetilen tek dünya fikrini benimsemesini,”
sağlardı.11
Neo-Barok asrın son yıllarında tercih edilen bir tarz haline geldi. 1890’larda tamamlanan Hofburg’un St. Michael kanadının tasarımı aslında on sekizinci asır başlarının önde gelen Barok mimarı olan Joseph Emanuel Fischer von Erlach’ın planlanın esas almıştı. Dört büyük Herkül heykeli, ikiz çeşmesi ve yeşll bakır kubbesiyle günümüzde saray kompleksinin en çok resmi çekilen kısmıdır. 200 metrelik ön cephesiyle Halkanın kuzey doğusuna hâkim olan yeni imparatorluk Harbiye Nezareti binası da neo-Barok tarzda inşa edilmişti. Halkanın önündeki altı yüz kadar apartmanın tarzı da aynıdır. Bu “kiralık sarayların” (Mietpalais) cepheleri binaya aristokrat bir hava katmak için büyük Barok tarzıyla “asilleştirilmiş” olsa da bunların arkalarında orta sınıf daireleri ve onların altında da ofisler ve dükkânlar yer alır.
Neo-Barok tarz başkentle sınırlı değildi. Dünya Savaşın dan önceki on yıllarda Fellner ve Helmer’in mimari stüdyoları Prag’tan Zagreb’e ve Bukovina’daki Chernivtsi (Czernowitz) ve Banat’taki Temeşvar’a kadar pek çok yerde, kırktan fazla opı 11 binası, konser salonu ve otel inşa etmişti. Tümü neo-Barok tarzda inşa edilmiş olup Habsburg İmparatorluğunun şehirleri için müşterek bir kamu hukuku ve görsel kimlik mesajı yayarlardı. Yine de Chernivtsi ve Temeşvar’daki Fellner ve Helmer tasarımları milli farklılık ve eşsizlik temelli alternatif bir tarzda karşı karşıya geldi: Temeşvar’daki Macar hâkimiyetinin simgesi yeni Romanesk kilise ve Chernivtsi’de kısa süre önce inşa edilmiş ve Bizans ve Romanesk tarzını Ukrayna halk sanatı unsurlarıyla mükemmel biçimde bir araya getirmiş olan Metropolitanlar Rezidansı. Chernivtsi ve Temeşvar istisna değildi. Neo-Barok evrensel bir dil oluşturmaya çalışsa da imparatorluktaki yerel sanatçı ve mimarlar münhasırlık ve farklılık vurgusu yapan milli tarzlar geliştirmeye çabaladı.
Aşırı süslemeleri ve abartılı cepheleriyle neo-Barok eleştirilerin de hedefi oldu. Modernist mimar Adolf Loos onun gereksiz ilavelerini, sadece yamyam ve suçlularda bulunan, dövmelere benzetti -o yüzden ünlü makalesinin ismi Süsleme ve Suçtur (1908). Loos yeni nesil diğer mimarlarla birlikte dikkat dağıtmak ve sahte tarihselcilikten uzak daha basit ve dürüst bir mimarı tarzı öne sürdü. Viyanadaki Hofburg’un St. Michael kanadının karşısındaki mağaza olarak inşa edilmiş Loos Evinin kasten sade bir dışı vardır -pencereler bile asıl planın parçası değildi. 1909’da tasarlanan Loos’un, zarif kıvrımlı sandalyelerinde muasır modanın gereği abartılı oymalar yer almayan, Kafe Müzesi de benzer şekilde süsten yoksundur. Loos’un kendisinin de söylediği gibi “kültürün evrimi faydalı eşyalardan süslemelerin kaldırılmasıyla eş anlamlıdır.”
Loos, Secession sanatçıları ve onun sanat ve zanaat ikizi Wİe- ner
Werkstatte ile bağlantılıydı. İki hareket de ilham almak için gözlerini
yurtdışına çevirmişti -empresyonist ve ekspresyonist sanat ve ileride Art Deco
olarak bilinecek tasarım türü. Secession ayrıca, üyelerinin büyük bir
gösterişle ayrıldığı (ismi de buradan gelir), Avusturya Sanatçılar Birliği’nin
kontrolcü muhafazakârlığıyla da mücadele etmekteydi. Secession’ı tanımlayacak
tek bir tarz yoktur. Bünyesinde Gustav Klimt’in yaldızlı portreleri ve
yılankavi kadın şekilleri, Oscar Kokoschka’nm cesur renkleriyle düz yüzeyleri
ve pornografinin sınırında olan Egon Schiele’nin çarpık figürlerini barındırır.
Mimaride de Loos’un ilkeleri genelde
tarihselciliğe dönüş ve abartılı süslemelerle yok sayılır. Secession sanatçılarının eserlerini sergilemek için 1897’de inşa
edilen Secession binasının ön girişinde bile yapraklı rölyefler ve Goı gmı
başları bulunur; üzerini de altın ağaç dallarıyla bezeli bir neo Barok kubbesi örter.
Viyana Secession akımı evrensel değerlerden dem vurur. Macaristan’daki sanat ve mimariden farklı olarak rüstik milli tarza adanmamış ya da milli kahramanları yüceltmeye kalkmamıştır. Sonuç olarak hükümet ve kamu kurumlan onu, önde gelen bir Secessionistin tabiriyle, “çok sayıdaki halkın tüm vasıflarını birleştirerek yeni ve gururlu bir birlik ortaya çıkaracak bir sanat tarzı” olarak kabul etmişti. Veliaht Prens Rudolf 1889’dakl ölümünden hemen önce sanatın “farklı millet ve ırkları tek bir idare altında bir araya getirebileceğini,” kabul etmişti. On sene sonra Kültür Bakanlığı tarafından kurulan Sanat Konsülü de “sanat eserlerinin müşterek bir lisanı konuştuğunu... ve karşılıklı anlayış ve saygıya yol açacağını” söylemişti
Secession’la bağlantılı sanatçı ve mimarlardan hastane, postane ve hatta rasathane inşa etmeleri, kamu binalarının
içlerini dekore etmeleri ve park ve gecekondu
mahalleleri tasarlamaları istendi. Ayrıca
Franz Joseph’in 1908deki sene-i devriyesinin
posterlerini de onlar tasarladı. Fakat Franz Joseph’in bu yeni sanattan anladığı söylenemezdi. Ekspresyonist resimlerden
birim gören imparator ressamın kör olduğunu zannettiğinden ona bu meslekten
vazgeçmesini tavsiye etmişti. Yeni Harbiye Nezareti binasının inşasına nezaret
eden Franz Ferdinand da geleneksel tarzları severdi. Binayla ilgili Adolf
Loos’un tasarımını reddederek askeri gücü yansıtmak için sarayla askeri
kışlayı birleştiren neo-Barok tarzı tercih etti.
Fin de si'ecle Viyana’da sadece sanat ve
mimari alanında değil pek çok farklı disiplin ve akademik alanda da gelişme yaşadı. Sigmund Freud, filozof Ludwig Wittgenstein, yirminci asır müzik devriminin
önderi Arnold Schoenberg ve devrimci Marksizmi sergi salonlarıyla uyumlu hale
getiren Karl Renner ile Otto Bauer bu şehrin mahsulleridir. Tümünün
ürettiklerinin ortak bir yönü vardır: Mevzubahis nesneyi soyarak altındaki
entelektüel inşaat bloğunu çıkarmak ve her birini yöneten kuralları tespit
etmek. Dil, modern sanat ve müzik, mantık ve matematik kendilerine has kurallarıyla birbirinden ayrılabilirdi ki bu yüzden
Wittgenstein tüm felsefenin bir avuç teori ve
öneriye indirgenebileceğini söylemişti. Ancak gözlemlenebilen ve hissedilebilen
şeyler gerçek olduğundan ahlak ve estetik ispat edilemezler evrenine aitti. Fakat
bu görüş millet ve milli kimlik fikirlerini de aynı yere koyuyordu çünkü
bunlar da ispat edilemez varsayımlara dayalı estetik fikirlerdi -o yüzden
bilimsel açıdan ispatlanabileceği düşünülen ırk meselesi farklı tutulmuştu.
Fin de siecle Viyana’nın hatırı sayılır şahsiyetlerinin çoğu Yahudi kökenlidir. Freud, Wittgenstein, Loos, Schoenberg ve Bauer’e ek olarak Gustav Mahler, yazar ve oyun yazarı Hugo von Hofmannsthal ile Arthur Schnitzler ve iktisat ve hukuku dönüştüren iki akademisyen olan Ludwig von Mises ile Hans Kelsen de Yahudi’dir. Klimt, Kokoscka ve Schiele gibi diğerleri Yahudi olmayıp Yahudilerin sanat ve mimariye olan katkıları diğer alanlara nispetle daha azdır. Yine de galeri sahipleri, satıcılar ve sanatçı hamileriyle Klimf in portrelerindekilerin pek çoğu ekseriyetle Yahudi’ydi. Bunlar içerisinde en meşhur olanı Klimt’in birkaç kez resmini çizdiği ve onun rahatsız edici derecede cazip Judith adlı eserinin de modeli olan bir şeker baronunun karısı Adele Bloch-Bauer’di.
......
II. Joseph Yahudileri devlete daha faydalı hale getirebilmek
maksadıyla onların sosyal ve iktisadi gelişmelerinin önündeki engelleri
kaldırdı. Eşit haklar verilmesi, seküler değerleri ve topluma dâhil olmanın
önemini vurgulayan, Yahudi Haskalah\ ya da Aydınlanmasıyla aynı döneme
denk geldi. Yine de Yahudilerin modernizme giderken seçtikleri farklı yollar
vardı -asil olup devlet hizmetine girmek, üretim ve ticaret, meslek ve göç.
Hassidizmin Talmud geleneklerinden vazgeçmediği Galiçya'nın bazı kesimlerinde
asimilasyon stratejileri reddedildi. Diğer yerlerde Yahudiler toplumun parçası
olup ilerlemek için köyden şehirlere göç etti. 1880’lere gelindiğinde Viyana nüfusunun
yüzde onu Yahudi’ydi. Budapeşte’de daha yüksek olan bu oran 1910’da yüzde 20’yi
aşıyordu. Her iki şehirde de iş ve meslek hayatında Yahudiler egemen olup
Viyana’nın hukukçularının dörtte üçü ve hekimlerinin yarısı Yahudi’ydi.
Fakat Viyana siyaseti kirliydi. Şehir meclisi, sosyal reformlarla
Yahudi tacizini birleştiren, Hıristiyan Sosyallerin elindeydi. Viyana 1895’te
alaycı ve fırsatçı Karl Lueger’i Avrupa’nın
ilk Yahudi aleyhtarı belediye başkanı olarak seçti. Hıristiyan Sosyaller başta
Slavlar ve köylerden gelen fakir Yahudiler olmak üzere yabancılara ikamet etme
izni vermeyerek Viyana’yı Alman tutmaya
çalıştı. îki milyona varan şehir nüfusunun üçte ikisinden fazlası “kaçak”
olduğundan sigorta, oturma ve oy kullanma hakları yoktu. Sokaklarda proto-faşist
gruplar toplandı. Mecliste fazla olmasalar da, beş para etmez önderlerini Heil
diyerek selamlayan Pan-Almanlar şiddete başvurarak en az bir bakanlığın
çökmesine neden oldu. Freud ve Wittgenstein’ın beşiği olan Viyana aynı zamanda
genç Adolf Hitler’in de beşiğiydi.
Bu şartlar altında Yahudiler ve Viyana'daki eğitimli orta sınıfa
mensup kişilerin yabancılaşma, ümitsizlik, hüsran ve köksüzlük hislerinin
etkisi altında kalarak sanat mabedine sığınmış olmaları mümkün olsa da bu varsayımın
doğruluğunu sınamak kolay değildir. Fakat Viyanadaki kültürel yaratıcılığın
gayri milli olup büyük ölçüde de Yahudilerin eseri olduğu muhakkaktır. Bunların
bazıları zaman içerisinde Herzl’in Siyonizmini benimseyecek birkaçı da
hoşgörüsüzlük siyasetinin cazibesine kapılıp sapkın ve bozulmuşlara ait
listeler derleyecekti. Fakat çoğu kendini milliyetçi siyasetin tantanasına
kaptırmadı. Neo-Barok ve Secession sanat ve mimari gibi onlar da romantik
milliyetçiliğin basitlik ve indirgemeciliğini reddeden evrenselliği
benimsediler. Hanedanla birlikte Yahudiler de Habsburg İmparatorluğu nun bir
arada tutan harcın parçasıydı. Bir Yahudi haham ve Reichsrat vekili kendilerini
şöyle tarif etti: “Bizler Alman ya da Slav değil Avusturyalı Yahudi ya da Yahudi Avusturyalıyız.”
Franz Csokor’un 3 Kasım 1918 isimli dramının galası 1937’de Viyanada yapıldı. Bir sahnede askerler Habsburg İmparatorluğu'nun çöktüğünü öğrendiği için intihar eden albaylarını gömmek için bir araya gelir. Tümü cesedin üzerine bir avuç toprak atar -“Macaristan toprağı... Carinthia toprağı... toprağı.” Simgesel olarak imparatorluklarını da onunla birlikte gömerler. Albayın Yahudi silah arkadaşı son olarak kekeleyen “Avusturya, Avusturya toprağı,” der. Csokor’un da altını çizdiği. gibi Viyana Yahudileri milletten daha büyük bir şeyi destekliyordu ve belki de kavgacı milliyetçi siyasetin üzerinde yükselen evrensel “Avusturya mefkûresine” yaklaşmışlardı. Fakat 1914’e kadar o ülkü çabucak unutuldu gitti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder