Osmanlılar’ın Balkanlar’a girişi
1. Kuzey'den Gelen Türkler
Balkanlar tarihi, Türk
tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. Balkan kelimesi dahi, sıra-dağ veya dağlık
anlamına Türkçe bir sözcüktür. Güvenilir tarih kaynaklarına göre, Balkan
Yarımadası. VI. Yüzyıldan başlıyarak Türk kavimlerinin gelip yerleştiği bir
yurt olmuştur. Doğudan, Asya içinden, Kuzey Karadeniz step bölgesi yoluyla birbiri
ardından gelen adı göçebe Türk kavinden, ya burada Dac, Trak ve Slav aslından yerli halkla karışmış, ortadan kaybolmuş (XI. Yüzyılda Oğuz aslından
Peçenekler ve Uzlar gibi), yahut askerî egemen sınıf olarak Kuzey-Doğu
Balkanlarda güçlü devletler kurmuşlardır. Bu sonuncular arasında, bir Türk boyu
olan Kutrigur'ların VII. Yüzyılda kurmuş oldukları Bulgar Hanlığı
özellikle anımsamalıdır. Bulgarların Dobruca'da bıraktıkları kitabelerde,
hükümdar, Han unvanı ile anılır ve Oniki Hayvanlı Türk Takvimi kullanılır.
Bulgar Hanları IX.-XI. Yüzyıllarda (1018’e kadar)
Balkanlarda Bizans imparatorluğunun yerini almıştır. XIII. ve XIV. Yüzyıllarda, yine Bulgaristan'da, Kıpçak/Kuman aslından slavlaşmış Terleri ve Şişman
Hanedanları hâkim oldu.
Osmanlı Türkleri Balkanlara girmeden önce, XII.-XIV. yüzyıllarda Kıpçak/Kumanların bölgede üstün tarihî rolü yeterince vurgulanmamıştır. Özellikle, Dobruca'dan Akkerman'a kadar step bölgesinde yerleşmiş ve Hristiyan dinine geçmiş olan Kıpçak/Kumanlar çeşitli hanedanlar kurmuşlardır. Bunlardan bir grup, XIV. Yüzyıl ikinci yarısında Dobruca-Varna bölgesinde bir beylik kurmuştur (Merkezi Kalliakra); Dobrotiç ve bir Kuman adı taşıyan kardeşi Çolpan'ın Dobruca beyliği, 1388’de I. Murad’ı metbû tanımış, I393'de 1. Bayezid bu beyliği Osmanlı ülkesine katmıştır.
Özetle, Deli-Orman ve Varna'dan Tuna'ya kadar giden bölge daha Osmanlılardan önce gerçek bir Türk yerleşim alanı olmuştur.
2. Anadolu Türkleri Balkanlar’da
Güneyden, Anadolu'dan
Türklerin Balkanlara gelip yerleşmesi, 1260'lara kadar iner. Kuzey Karadeniz
bölgesinden gelen Türk orakları, zamanla Hristiyanlığı kabul edip yerli
Slavlarla karıştıkları halde, Anadolu'dan gelen Müslüman Türkler, kendi din ve
kültürlerini saklamayı başarmışlardır. İlk yerleşme, 1261 ’de Moğollardan kaçıp
Bizans'a sığınan Selçuk Sultanı İzzeddin Keykâvus’la gerçekleşmiştir.
Moğol idaresinden kaçan otuz-kırk Türkmen obası, kutsal kişi Sarı Saltuk Baba ile İzzeddin Keykâvus’un yanına gelmiş ve Bizans İmparatoru tarafından Kuzey Dobruca’ya yerleştirilmiştir (1263). Başlangıçta, Müslüman Altın-Ordu emîri güçlü Nogay’ın himayesi altına giren bu Anadolu Türkmen grubu, burada Baba- Saltuk kasabası ile başka kasabalar kurmuşlardır. 1332'de buradan geçen Ibn Battuta, Baba kasabasını "Türklerin oturduğu bir şehir" olarak anar. Nogay ölünce (1300) yerine geçen putperest Moğol hanları zamanında Türkmenlerden bir bölüğü, Anadolu’ya geri dönmek için göç etmişler (1301); kalanlar ise yerli Kumanlar arasında Hristiyanlığı kabul etmişlerdir. Bunlar, Keykâvus’un halkı anlamına Gagavuz adile günümüze kadar gelmişlerdir ve bugün kendi siyasî varlıklarını tanıtmaya çalışmakladırlar.
Dil araştırmaları Gagavuz'ların Anadolu lehçesini konuştuklarını ortaya koymuştur. Anadolu'dan Balkanlara gelip yerleşmiş ilk Müslüman velîsi olarak, Baba Saltuk'un kişiliği etrafında menkıbeler türemiş ve sonra bu rivayetler, Cem Sultan emrile, Rumeli Türklerinin büyük destanı, Saltuknâme adile Ebu’l-Hayr Rumî tarafından toplanmıştır’. Bu büyük destanda Sarı Saltuk, Balkanları Islâmiyete ve Türklere açan büyük bir velî-gazi olarak kutlanmaktadır. 1484'de Osmanlı Sultanı II. Bayezid Boğdan seferinde Dobruca’ya geldiğinde, onun kabri üzerinde bir türbe yaptırmış, vakıflar adamış, böylece Rumeli gazilerinin gönlünü almak istemiştir. Baba-Dağı kasabası, kuzeye karşı yüzyıllarca, gazi, yörük ve akıncıların hareket üssü olmuştur. Bugün yıkık türbesi, çöken imparatorluğun hazin bir simgesi gibi metruk durmaktadır.
Bu giriş yazısında, Osmanlı Türklerinin Balkan fütuhatını anlatmak, en kısa bir biçimde de olsa, mümkün değildir. Ancak, bu fütuhatın sebep ve koşullarım objektif bir yaklaşımla incelemek tarihçinin ödevidir; biz burada arşiv belgeleri ışığında bu koşulları inceleyen yeni araştırmaların sonuçlarını özetleyeceğiz.
Sarı Saltuk Türkmenlerinden sonra, Balkanlara Anadolu'dan yapılan Türk akınları Karesi Beyliği kurulduktan sonra başlar. Bu akınlar sonucu yerleşme olmamıştır. Çanakkale Boğazı bir yerleşmeyi zorlaştıran başlıca engeldi; geçen küçük kuvvetler, yerli güçler tarafından sarılma ve yokedilme tehlikesile karşılaşıyorlardı. Bu akın önderlerinden Ece Halil ve İshak burada anılmaya değer. Onlar, Bizans İmparatoruna isyan eden Katalan-Almugavar ücretli asker kumpanyas ile işbirliği yaparak, Frankların Atina dukalığına kadar gitmiş (1311), Atina’da Katalan egemenliğini sağlıyan meydan savaşında önemli rol oynamışlardır.
II. Andronikos ile III. Andronikos (1321-1328) arasında
vuku bulan ve bir kısmına Bizans hizmetindeki Türk paralı askerlerin de
katıldığı Bizans iç savaşı daha da fazla yıkım getirdi. Türk kuvvetleri
-büyük ihtimalle Osmanlılar- 1329, 1331, 1332 ve 1334'te Trakya ile
Makedonya'ya akınlar düzenledi, ama buna rağmen Bizanslılar onların
hizmetlerinden yararlanmaya devam etti. 1337'de Aydınoğlu Umur Bey, isyancı Arnavutlara karşı açtığı sefer için imparatora 2000 asker sağladı, 1341'de de imparator, Tuna üstünden Bulgaristan'a saldırması için Umur Bey'in filosunun Boğaziçi'nden geçmesine izin verdi. III. Andronikos'un 1341 Haziranında ölmesi Sırplar, Arnavutlar ve Türk korsanları için Makedonya'yı yağmalama işareti oldu ve V. İoannes Paleologos ile VI. İoannes Kantakuzenos arasında kesintili olarak 1341'den 1347'ye kadar süren ve Trakya ile Makedonya'ya yıkım ve acı getiren başka bir iç savaşa yol açtı.16 Her iki taraf da önce Aydın'dan, Umur Bey'in 1348'deki ölümünden sonra da Osmanlılar arasından Türk paralı askerleri kullandı. Bu arada Sırplar bütün Bizans Makedonya'sını, Epir ve Tesalya'yı fethederek Korinthos Körfezi'ne kadar ilerledi. Çar Duşan 1346'da Skopje'de (Üsküp) "Yunanlıların ve Sırpların İmparatoru" oalarak büyük bir törenle taç giymişti. Bizans bir tür kent devleti olarak 1453'e kadar varlığını sürdürse de, bu uzun iç savaş sırasında bir büyük güç olarak kendi varlığına son vermişti. Balkanların Osmanlı İmparatorluğuyla Bütünleşmesi,
Machiel Kiel, Türkiye Tarihi, Cilt I |
Balkanlarda ilk Osmanlı harekât üsleri Bolayır ve Gelibolu'dur. Gelibolu’yu Haçlılar ve Bizans, 1366-1376 yılları arasında Osmanlılardan geri aldılar. Bununla beraber Osmanlılar, bu dönemde de.Balkanlar'da Bulgaristan ve Makedonya içerilerine doğru egemenliklerini genişletmeyi başardılar. Bu faaliyetlerde, özellikle askeri sınır merkezleri, «darda yerleşen Evrenuz Gazi, Hacı İlbeyi, Mihal-oğlu gibi akıncı beylerinin rolü büyük olmuştur.
Türkler ve Balkanlar, Halil İnalcık
Geopolitik durumunun sonucu olarak uzun çağlar bir tarih ve kültür birliği gösteren Balkan Yarımadası bir tarihî bölge olarak güneyde Akdeniz’le sınırlanır. Burada Ege, yüzlerce adasıyla adeta Balkanlar içindedir, oradan Girit’le Akdeniz’e uzanır (Girit XIII.-XVII. yüzyıllarda Venedik egemenliği altında kalmıştır). Batıda Adriyatik Denizi, yahut uzun yüzyıllar Venediğin savunduğu gibi. Venedik Körfezi yer alır, yani Balkanlar dışında kalır, fakat göreceğiz ki, Osmanlılar, Dubrovnık. Avlona ve Hercegnovi (Nova) limanlarını geliştirerek, Adriyatik’i Balkan nüfuz alanına sokmaya çalışacaklardır. İyoniyen Adaları ve Korfu, Venedik ile Osmanlılar arasında uzun bir savaşım konusu olmuştur. Nihayet, İtalya kıyılarında Pulia (Otranto) ve Ancona, Osmanlı siyasî ve ekonomik nüfuzu altına girmiştir.
Balkanların kuzey sınırına gelince. Roma döneminden beri Tuna ırmağı, yarım-adanın kuzey sınırı olarak belirlenmiştir. Tuna ırmağı, güneyde Boğazlar gibi aşılması güç bir su engeli oluşturuyordu. Bununla beraber Tuna, Karadeniz’e inen başlıca ticaret yolu olduğundan ve iki kıyısı arasında sıkı ticaret bağları dolayısı ile asla aşılmaz bir engel oluşturmamıştır. Tuna berisi Balkanlara egemen olan imparatorluklar, daima Tuna ötesi toprakları kendi kontrolları altında tutmaya çalışmışlardır. Bu, doğrudan doğruya bir egemenlik olmadığı gibi, kültür ve sosyal yapı bakımından da Tuna'nın kuzeyi ve güneyi oldukça önemli farklar göstermiştir. Tuna, özellikle askerî bakımından asıl Balkanların kuzey sınırı olarak kalmıştır. Balkanlar'ın batısına doğru Vidin ve özellikle Belgrad bir kilit noktası rolünü oynamış ve Belgrad’dan sonra Sava ırmağı, Batı Balkanları Syrmia ve Macaristan’dan ayıran bir sınır oluşturmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu ile güçlü
Macar krallığı arasında Sava ve Drava ırmakları arasında Syrmia bir savaş alanı
olduğundan boşalmış, harab olmuştu. Nasıl ki. Osmanlılar Tuna ve Sava ötesini
kontrol altında tutmak istiyorlarsa, stratejik ve ticarî faktörler etkisiyle
Macar Kırallığı da Tuna'nın berisinde Bosna, Dalmaçva, Sırbistan ve Kuzey
Bulgaristan üzerinde nüfuz ve egemenlik kurmaya çalışıyordu. Bu savaşım Osmanlılar'ın Eflak, Banat, Erdel ve Macaristan üzerinde üstün egemenliğinin
kurulması ile sonuçlandı. 1683-1699'da Habsburglarla savaşımdan sonra da, Tuna
ve Sava iki imparatorluk arasında sınır oldu. Osmanlılar'ın Ungurus’un Kapısı
dedikleri Belgrad kalesi daima kuzey sınırının kilit noktası olarak kaldı.
Osmanlılar'ın imparatorluklarını kurarken karşılarında iki
büyük gücü, güneyde Venedik, kuzeyde Macaristan'ı bulmaları bir rastlantı
değildir ve Balkan jeopolitiğinin değişmez bir sonucudur. Venedik ve Macaristan
daima beraber hareket elmişler ve Avrupa’yı, Papa yolu ile bu savaşında Haçlı
ideolojisiyle yanlarına almaya çalışmışlardır.
Balkan yarımadası içinde bir
takım stratejik masif dağlık bölgeler, boğaz ve geçitler imparatorluğun kuruluş
aşamalarını belirlemiştir. Bu geopolitik faktör, Balkanlarda Osmanlı yayılış
aşamalarını anlamak için temel önemdedir.
Osmanlılar Çanakkale Boğazının
Avrupa kıyısına yerleştikten sonra, Edirne’den Enez’e kadar Meriç ırmağı ilk
fetih ve yayılış sınırı oldu.
Doğu Trakya ve Edirne alındıktan
sonra Evrenuz Gazi, İpsala merkez olarak uç merkezini Batı Trakya’ya karşı kurarken,
Hacı İlbeyi ve öteki Karesi gazi beyleri Dimetoka uc'unda Uzuncaova-Filibe
doğrultusunda gazileri örgütlediler. Kırklareli’nde kuzeye Bulgaristan’a karşı
Balkan dağları doğrultusunda doğu uc gazileri Mihail-oğulları kumandası altında
idi. Evrenuz Gazi, Serez-Selânik doğrultusunda. Balkanları Yunanistan ve
Adriatik’e bağlıyan antik Via Egnatia doğrultusunda ilerledi. Fakat Rodoplardan
kıyıya inen dağ kitlesi önünde Gümülcine’de yeni bir uc'ta bir zaman beklemek
zorunda kaldı. Serez ve Selânik ovalarına indikten sonra bu iki kuvvetli kale
onun daha ileri gitmesini engelledi. Osmanlılar zaptı güç kaleler önünde havale
kuleleri yaparak şehri sürekli abluka ile teslime zorlama taktığı uygularlardı.
Thermopyle ve Doris-Fokis koridoruna egemen olmadan zengin Thebe ovasına ve Atina'ya inmek olanaksızdı. Bu dönemde Evrenuzlu'lar, sonra Turahan Bey ve oğulları, Teselya ucundan Korent berzahıne kadar uzanan bölgeye atanlarla yetiniyorlardı. Berzahta yapılan duvar, gazilerin Mora'ya girmelerini bir kertede engelliyordu. Osmanlılar, Atina ve Mora’yı ancak Fatih Mehmed zamanında 1458-1460'da kesin olarak feth edip yerleşebildiler.
İstanbul-Edirne üzerinden Meriç Vadisi boyunca Sofya'ya erişen yol, Balkan Yarımadası'nı çaprazlama kesen ana yoldur. Doğu-Roma döneminde İmparatorluk Ordu Yolu olarak adlandırılan bu yolu, başlangıçtan beri beylerbeyi veya padişah kumandası altındaki Osmanlı orduları Sırbistan, Macaristan ve Orta-Avrupa seferlerinde izlemişlerdir. Sofya’dan aynı zamanda batıya Üsküp’e, Arnavutluk ve Bosna'ya giden yollar ayrılır. Bu merkezi yol kavşağı durumu ile Sofya, Rumeli beylerbeylik merkezi olmuştur. Sofya'dan Kuzeybatı'da Niş'ten Morava vadisine inmek ve Sırbistan'a varmak için uzun bir boğazdan geçmek gerekiyordu. Geçilmesi tehlikeli olan bu boğaz. Osmanlı kuvvetlerini uzun zaman burada duraklatmıştır. Niş’in zaptı (1386), Osmanlılara, Sırbistan'ı ilk kez vasallık altına almak olasılığını verecektir. Fakat bu stratejik durum Sırbistan’ın 1459'a kadar neden bağımsızlık veya otonomisini sakladığını ve zaman zaman Macar nüfuzu altına girdiğini açıklar.
Niş geçidinden Morava vadisine inmek. Osmanlıları, Sırbistan'ı ihya eden zengin gümüş madenlerine götürüyordu. O zaman Macaristan ve İtalya'ya (Dubrovnik’ten) ihraç olunan bu Sırp gümüşünü doğuya, Osmanlı ülkesine çevirmek, Sultanların başlıca amaçlarından biri olacaktır. Zira, imparatorluğun kurulmasını sağlıyabilecek merkezî büyük bir ordunun beslenmesi, ancak geniş gümüş stokuna sahip bir merkezî hazine ile gerçekleşebilirdi. Kayda değer ki, Batı Balkan'da Osmanlı egemenliğinin yeniden kuvvet kazandığı bir dönemde, 1436 yılında, II. Murad Sırbistan'ın, çıkardığı gümüşü İtalya'ya göndermesini yasaklamıştır. Fâtih'in ilk seferlerini bu gümüş maden bölgesine yöneltmesi de bu gerçek ışığında daha iyi anlaşılır.
Makedonya, Arnavutluk ve Bosna'ya
giden yolların birleştiği Üsküp Osmanlı uc beylerinden İshak Bey oğullarının
yerleştiği bir merkez olup bu memleketlerin fethinde hareket üssü olmuştur.
Kosova’da kazanılan zaferler (1389, 1448, 1688) Osmanlılara Balkan egemenliğini
sağlamıştır.
Üsküp'ten bir yol Dibra
boğazından kuzey Arnavutluk’a iniyor, yine Üsküp'ten güneye, Makedonya’ya ve
kuzeyde Bosna'ya yollar ayrılıyordu. Bosna’nın Osmanlılara tâbiliğini Üsküp
uc-beyleri sağlamıştır (1429). Güney Bosna'da Hodidjed (sonra Saraybosna)
ovasında yerleşen kuvvetleri, Fâtih döneminde bütün Bosna’nın fethini (1463)
hazırlamışlar ve kasaba Bosna’nın merkezi olarak hızla gelişmiştir. XVI.
yüzyılda Saraybosna, Doğudan Adriyatik limanlarına, Dubrovnik ve Split’e gelen
ticaret kervanlarının merkezi olarak yükselecektir.
Osmanlı Tarihi, Prof.Dr. Feridun M. EMECEN, Anadolu
Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder