Bozkır Halklarının Gücü

Bozkır halklarına genel bakış açısından, aşağıda alıntıladığım metinler  yol gösterici olabilir.. B.Berksan

İç Asya'nın Neolitik halklarının tarihinde bundan sonraki aşama, buzul dönemi sona erip, günümüzdeki toprak biçimlerinin oluştuğu tarihlerde, bu ülkede görülen büyük doğal değişiklikler ortamında başlar. Daha sonraki tarihlerin Ural ve Altay dil ailelerinin ve etnografik ailelerin özgün yurtlarına denk düşen büyük ekonomik kültürel ve etnik sahalar bu dönemde oluşur. Bu oluşumla birlikte, iç Asya'nın çeşitli halklarının ekonomilerinde önemli değişiklikler görüldü. Söz konusu değişiklikler yalnızca üzerinde yaşanılan yeryüzü parçası ile ilgili ( Obi ve Amur ırmaklarında balıkçılık, tundrada geyik avcılığı gibi) uzmanlaşmalar değil, temelde tümüyle yeni bir olgunun ortaya çıkmasıydı; yani Uzakdoğu'nun ve Moğolistan'ın Neolitik kabilelerinin birçoğunda tarım ile üretici ekonominin başlamasıydı.

Kaya resimlerinin belgelendirdiği gibi, din ve sanat da gelişmesini sürdürdü. Metalurjinin doğup, ekonominin günlük gelişmesinde olduğu kadar araç yapma tekniklerinde de bir atılımı gerçekleştirmesi Tunç Çağında görüldü. Güney Sibirya'da, tarıma ve sürü beslemeye dayanan karmaşık bir yaşam biçimi ortaya çıktı; bunun örneklerinden biri, Yenisey Irmağı kıyısındaki Tagar kültürü idi. Ancak, bundan önce bile, Moğolistan bozkırlarında ve Baykal-ötesi'nde, kayrak mezar kültürü kabileleri arasında, temelden farklı bir ekonomi ve yaşam biçimi gelişmiş bulunuyordu; bu yaşam biçimi, sonraki dört binyıl boyunca, Orta Asya'nın göçebe bozkır kabilelerince izlenecekti.

Demirin kullanıma başlanması, ekonominin hızla gelişimine yol açtı. Demir balta ile pulluk, tarımla uğraşanların Avrupa ve Asya’nın ormanla kaplı bölgelerini de tarım alanına dönüştürmelerini sağladı. Bunun dışında zanaatçıların iş aletlerinde, ev inşaatı ve ulaşımda gelişmeler yaşandı. Ticarî münasebetlerde de köklü değişiklikler yaşandı: Bronz madenciliği temelli eski maden merkezleri (Karpatlar, Kafkasya, Ural, Altay, Pireneler), maden ve maden eşya üretimindeki önemlerini yitirdiler. 

Demir işleme tekniği hızlı bir şekilde yayıldı. Avrupa’da Erken Demir Çağı (M. Ö. IX. yüzyıldan itibaren) İtalya’daki Villanova Kültürü; Keltler, İlirler ve Trakyalıların Hallstatt Kültürü ile La Tene Kültürü; Merkezî Avrupa’nın Lujitsk Kültürü; bozkırlardaki Kimmer, İskit ve Sarmat kültürleri; Doğu Avrupa’nın ormanlık bölgelerindeki “eski kent” (Dyakov, Gorodets, Ananin) kültürleri ile bağdaştırılmaktadır. 

Aynı tarihte Avrasya’nın geniş bozkırlarında özel göçebe dünyasının oluşum süreci tamamlandı. Tarımın yanı sıra evlerin yanında ve meralarda hayvancılıkla uğraşan çoban kavimlerinin yerini göçebe hayvan yetiştiricileri aldı. Bunun birkaç önemli sebebi vardır. Bu tarihlerde kuraklaşmaya yol açan iklim değişikliği, hayvancılık ekonomisinin başarıları ve nüfus artışı, bu sebeplerin başlıcalarıdır. En önemlisi de artık bozkır dünyası ile orman dünyasının daha net çizgilerle ayrılmış olmasıdır. Doğu Avrupa’nın bozkır bölgelerine sırasıyla Kimmerler, İskitler, Sarmatlar, Hunlar … hâkim oldular. Tartarica Atlas

Atların üzerine binilmesine olanak sağlayan gemin icadı çok önemli bir olaydı. Göçebeler, bu bozkırlarda sürülerle hareketli bir yaşama uyarlanmış, tümüyle yeni bir maddi kültür geliştirdiler. Bu kültür, içinde keçe çadır, üzeri örtülü araba, kımız ve laktik alkol, peynir gibi süt ürünü yiyeceklerle, karmaşık ve yüksek derecede üretici bir süt ekonomisini ve bunlar gibi avcılar ile komşuları olan balıkçıların hiç bilmedikleri öğeleri barındırmaktaydı. Bu kültürün insanları, yalnızca et biçiminde değil, aynı zamanda süt ürünleri biçiminde olmak üzere, yiyecek sağlamayı güvenceye almışlardı. Giysi malzemesi olarak, daha öncenin hayvan postlarının yerini alan keçe ve kumaş yapmak için yün ürettiler.

İç Asya'nın bozkır göçebeleri, kendilerine özgü bir tinsel dünya yarattılar. Din alanında bu tinsel dünya, aydınlığın (ışığın) göksel tanrıları ile yeraltı dünyasının kötü tanrıları düşüncesine dayanan zengin bir düalist mitoloji biçimindeydi. Gök, en yüksek tanrı olarak onurlandırılmıştı. Sanat alanında ise hareket durumunda hayvanların işlendiği bir biçem ve fantazya ufuklarının çapı bakımından şaşırtıcı, anıtsal çapta epik şiirler (destanlar) yarattılar. Bu folklor zenginliği, bugün, Yakut kahramanlık şiirleri olan olonho ile Buryat ve Moğol üliger yapıtları içinde hala yankılanmaktadır.

Göçebelerin toplumsal yapısında da su götürmez bir gelişme oldu; kabile ittifakları, hükümetin [devletin] habercisi kurumlar doğdu. Baykal'dan Tibet'e kadar uzanan topraklarda bulunan kalıntıların şaşırtıcı bir örnekliğinin gösterdiğine bakılırsa, bu tür ittifakların ilki, anlaşılan, kayrak mezar kültürlü halklar arasında kurulmuştu. Günümüzün yaygın kanısının tersine, göçebeler basitçe "ilerlemenin düşmanı" değillerdi; dünya tarihinin etkili bir gücüydüler ve birçok olayın katalizörü oldular. Komşularından pek çok şey almakla kalmadılar, onlara pek çok şey de verdiler. Bunun bir örneğini Çin'in sanat tarihinde görmekteyiz; burada, göçebe kabilelerin etkisi ile, dinamik ve içine canlı bir gerçekçilik ruhu işlemiş Huay biçemi, Yin (ya da Şanğ) - Coğ döneminin katı biçeminin yerini aldı.

İç Asya'nın göçebe kabileleri, hareketlilikleri nedeniyle, çeşitli ülkeler ve uluslar arasında aracılık ederek, önemli bir role sahip oldular. Metalurjinin doğup gelişmesi, geniş çaplı ilişkilere güçlü bir itki kazandırdı; çünkü metaller, özellikle kalay gibi ender bulunanları, ancak birkaç yerden sağlanabiliyordu. Metalurjinin gelişmesi için yalnızca hammadde alışverişi yeterli değildi; Karasuk, Seymin-Turbin ve daha sonraki tarihlerde lskit tunçlarının çok geniş bölgelerde ortaya çıkarılan buluntularında görebildiğimiz gibi, teknik deneyim sahibi olmak da gerekiyordu. 

İç Asya göçebeleri aynı zamanda, içinde folklorun ve mitosların her yere yayılan (peripatetik) konuları da bulunan bir tinsel kültürün öğelerini yaratıp, çeşitli ülkelere yaydılar. Altaylar'daki kayalıklarda ve Moğolistan'daki Gobi-Altay bölgesi kayalarında görülen güneş arabası figürleri zamanımıza kalabilmiştir. Aynı güneş arabaları, Kırgızistan'da, İskandinavya’da (Skiberg'de, Bohuslaen'de, Vestergotland'da), İtalya’da da (Val Camonica'da) görülebilir. Altaylar'da Dyalangas'da ortaya çıkarılan böyle bir arabanın, at ya da öküz yerine keçilerce çekildiğini gösteren resim, Donar-Thor'un arabasını ve keçilerini anımsatır. Bundan bir sonraki aşamada, yani zengin ve karmaşık bir mirasa sahip lskitler-Sarmatlar zamanında ve Şyunğ-nu(Hun) zamanında, M.Ö. 1. binyılın başında, tarih, lç Asya göçebe kabileleriyle karşılaşacaktır.

Erken İç Asya Tarihi, Ed. Denis Sinor, Tarihin Şafağında İç Asya, A.P.Okladnikov

….

İç Asya'nın sınırları durağan değildir; kendi nüfusu ile çevredeki yerleşik uygarlığınki arasındaki güç dengesine göre öteye beriye kayarak, çağdan çağa değişe gelmiştir. Roma ili Pannoniya ile Küçük Asya'daki Yunan toprakları, sıra ile Hunlar (5. yüzyıl) ve Selçuk Türklerince (11. yüzyıl) işgal edildiklerinde, "lç Asya" olmuşlardı. Kuzey Çin, Kitan, Cürçen, Moğol ve Mançu işgali altında, bir süre "lç Asya" olmuştu. Her İç Asya hücumunun etkisizleştirilme sürecinin süre ve biçimi olaydan olaya değişik olmuş, ancak yerleşik halkın zaferi seyrek olarak kaba güçle kazanılmıştır. Başarılı istilacı ve işgalci çok az durumda silahla kesin olarak yenilip püskürtülmüştür, çoğu kez yerli nüfusça özümlenmiş, emilmiştir. Karşılaşmanın sonucunda, hemen hemen her zaman üstün doğum oranının belirleyici etken olduğu söylenebilir.

….

Şimdi de lç Asya'nın ayrı bir kültürel varlık olarak varoluşuna neyin neden olup, çevre uygarlıklarıyla arasındaki çatışmayı neyin kaçınılmaz kıldığı sorusu ortaya çıkıyor. Daha önce söylendiği gibi, lç Asya'yı kuşatan uygarlıkların en önemli ortak öğesi tarımsal ekonomileridir; oysa Robert Taaffe, lç Asya ile ilgili olarak, orada "yerleşik tarımın gelişimine en önemli fiziki-coğrafi engeller" olarak "yetersiz su miktarı, büyüme mevsimlerinin kısalığı, toprak sorunları ve çetin arazi"yi sıralıyor.  Uygun ve görece küçük alanlarda, kuşkusuz eskiden çiftçilik yapılmıştır, şimdi de yapılıyor; ancak tüm bölgenin ekonomisinde tarım marjinal bir rol oynayagelmiştir. Orta Avrasya'da biraz incelikli ve güçlü bir siyasal varlığı kaldırabilecek tek doğal bölge olan bozkırın geniş düzlükleri, yalnızca, modern zamanlara değin lç Asya halklarının en belirgin uğraşı olagelmiş, geniş kapsamlı hayvancılığa uygundur. Ancak Rhoads Murphey'in söylediği gibi, "bozkırla ekili yer, göçebeyle yerleşik çiftçi arasındaki rekabet modern uygarlığın en eski ihtilaflarından biri olabilir."

…..

Çinli olsun Romalı olsun devlet adamları ve tarihçilerin sevilen topos'u  olan barbarlar gelip yerleşik emeğin meyvelerini alabilirler korkusu; barbarların açgözlülüğünden korunması gereken zenginliklerinin gerçekten bilincinde olan bu uygarlıkların içine sinmiştir.

Bozkır temeline kurulu devlet, küçük çapta çoban bir kabilenin yarı özüne-yeterliliğine artık sahip değilse de, herhangi bir eksikliği ya ticaretle ya da askeri yollarla telafi edecek güçte idi. Her iki etkinlik için temeli büyük ölçüde at yetiştiriciliği sağlıyordu. İç Asya atının istisnai nitelikleri; dayanma gücü, soğuğa direnci, tutumluluğuyla, dolaylı ya da dolaysız tanışma fırsatı hiç olmamış Herodotos'tan başlayarak, herkesçe övülmüştür. Batılı gözlere bu hayvanlar hayli çirkin gelebilir; ancak yiyeceklerini kar altından kazıp çıkarabilir, gereğinde de, dal, ağaç kabuğu ya da başka herhangi bir bitkisel madde yiyerek hayatta kalabilirler. Güçlerinin doruğundayken büyük göçebe devletler büyük at sürüleri üleştirir dağıtırlardı, gerçekte güçlerinin, buyruklarındaki binit sayısına bağlı olduğu söylenebilir.

…..

At bozkır ekonomisinin belkemiği, üretilen ana maldı, ulusun zenginliği de onda idi. Çok korkulan jud, yani otlakların donması gibi kimi doğal felaketler gelip çatmadıkça bozkır, oldukça az olan iç gereksinimi çok aşacak sayıda at üretebilirdi; üretiyordu da, gerçek iç talep, üretim gücünün her zaman altındaydı.

…..

Ateşli silahlar yaygınlaşana kadar, büyükçe bir göçebe hafif atlı topluluğu, iyi yönetildiğinde, kendi özel harekat biçimine özgü hızlı süvari hareketleri için gerekli yedek atlarla desteklenme koşuluyla, hemen hemen karşı konulamaz idi. Her savaşçı için gereksinilen binek sayısı, kaynaklarımıza göre, 3 ila 18 arasında değişiyordu.

Göçebe atlı gücünün askeri etkinliği, büyüklüğünün bir işleviydi, yalnız at sayısı ile askeri değerinin arasındaki ilişki matematik bir değişmez (sabit) değildi, geometrik diziyle artmaktaydı. Böyle bir orduyu beslemek yeterince otlağın varlığına bağlıydı, o yüzden de, göçebe ve yerleşik uygarlıklar arasındaki mücadeleyi askeri zafer çözemiyordu. Göçebeler istila edebiliyor, ancak fethedilen toprakların üzerine denetimlerini, kozları olan güçlü atlı ordularını bırakmadan koruyamıyorlardı. Bu da sonuç olarak fethettikleri halk tarafından yutularak, özümlenerek ya da dışarıya atılarak iktidarlarının temelinin aşınması demekti. Yerleşik halklar ise önemli bir atlı gücü sürekli olarak besleyemezdi, bu yüzden de at sağlamakta göçebe çobana bağlı kalıyorlardı.

….

Önemli değişiklikler geçirmeksizin öteki askeri sistemlere karşı hemen hemen 2.000 yıl direnmiş bir savaş yöntemini gerçek yetkinliğe kavuşturanlar, (yazılı tarihte ilk kez lskitlerce temsil edilen) ilk göçebe savaşçılar olmuştur. Ancak yetkin olmakla birlikte, bu sistem daha ileri gelişme olanağı içermiyordu: bozkırdaki teknolojik evrim çok erken bir çağda çıkmaza girmişti.

…..

Dolayısıyla, gerçekte, ya -doğanın hükmü altında ve daha iyi otlaklar için yarışan öteki göçebe topluluklarıyla sürekli çatışma halinde- "onurlu" bir yoksulluk içinde yaşayacaklar ya da ulusal kimliklerini yitirme pahasına uygar dünyaya "giriş" için başvuracaklardı. Yüzyıllar boyunca, oldukça düzenli olarak, seçeneği olanların çoğunluğu ikinci almaşığı seçtiler.

İç Asya Kavramı, Denis Sinor, İç Asya Tarihi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder