Ege Kıyıları ve İyonya

Myken uygarlığının yıkılma nedeninin, kuzeyden gelen, Yunanca’nın Dor lehçesini konuşan barbar kavimler olduğu düşünülür. Dorların, Yunanistan’ın güneyine kadar inerek hakimiyeti ele geçirmeleri sırasında birçok Yunanlı, anayurdunu bırakıp Ege Denizi’nin karşı kıyılarına göç etmişlerdir. 

İlk Yunan Kolonizasyonu olarak adlandırılan bu dönem, Karanlık Çağ’ın başlangıcı veya seramik stillerine göre Protogeometrik Dönem olarak da adlandırılır. Bu olaylarla birlikte, Tunç Çağları’nın bittiği ve Anadolu'nun doğusu hariç, tümünde Demir Çağları'nın başladığı kabul edilir. Metal işleme teknolojisindeki köklü değişiklik ve beraberinde gelen savaş aletlerindeki değişim, yani demir kullanımı, yeni başlayan dönemin özelliklerini ve önemini gösterir. Bunlara ek olarak bu göç olayı, eski ve köklü doğu dünyasının karşısında yeni bir Ege Dünyası’nın doğuşunu hazırlamış, Doğu ile Batı arasındaki ilişkileri birbirine daha fazla yaklaştırmıştır. 

Akhaialılar'ın çöküşünden sonraki birkaç yüzyıl "Karanlık Çağ" (MÖ yak. 1100-700) olarak adlandırılmaktadır. Son yıllarda yapılan sistemli yüzey araştırmaları ve kazılar söz konusu dönemde Ege Bölgesi'nde oluşan sis perdesini nispeten aralamıştır. Ayrıca, Homeros'un İlyada ve Odysseia destanları, Karanlık Çağ'm son iki yüzyılı (MÖ 9. ve 8. yüzyıllar) için oldukça değerli bilgiler vermektedir. Akhaialılann çöküşünden sonra oluşan ve "Karanlık Çağ" olarak adlandırılan bu dönemde, Yunanistan'dan Batı Anadolu kıyılarına göçler olmuş ve bu göçler çerçevesinde Batı Anadolu kıyıları Yunanların iskânına sahne olmuştur. Ancak Troia, Beşiktepe, Panaztepe, Ephesos, Limantepe, Bademgediği Tepe, Miletos ve Müskebi'de bulunan Myken (Akha) keramikleri MÖ 16./15. yüzyıldan itibaren Akhaialılann bölgeye geldiğini işaret etmektedir. Kuşkusuz söz konusu malzeme dışardan bir göçü işaret edebileceği gibi bazı durumlarda onların ticaret yoluyla gelmiş olabileceğini ya da Myken taklidi yerel üretim olabileceğini de gösterebilir.

Eski Anadolu ve Trakya, Oğuz Tekin, İletişim Yayınları



M.Ö. 12. yüzyılın sonlarında bu halklar, Batı Anadolu kıyılarına geçtiklerinde güçlü bir yerel direnme ile karşılaşmamışlardır. Bu bölgede yaşayan yerel halkı kovmuş, yok etmiş, köleleştirmiş veya bir arada yaşamaya devam etmiş oldukları kabul edilir. Nitekim, Hisarlık / Troia, Beşiktepe, Panaztepe, Ephesos, Limantepe, Bademgediği Tepesi, Milet ve Müskebi’de yapılmış olan kazı çalışmaları, Akhaların MÖ 16.-15. yüzyıllarda bu bölgedeki varlıklarını ortaya koymuştur.

….

Antik kaynaklar, Dorların baskısı ile Batı Anadolu’ya ilk yerleşenlerin, Yunanistan’ın Thessalia, Boeotia, Phokis ve Lokris bölgelerinde yaşan Aioller olduğu bilgisini verir.   Aioller öncelikle Lesbos adası, Troas bölgesi ve Troas’dan İzmir körfezine uzanan topraklara yani Aiolis Bölgesi’ne yerleşmişlerdir. Herodotos 12 Aiol kentinin isimlerini şöyle sıralar: Kyme (Aliağa-Nemrut Koyu), Buruncuk / Larisa, Neonteikhos (Yanıkköy), Temnos (Görece-Kayacık Tepesi), Killa (Zeytinli), Notion, Aigiroessa (Kavaklıdere), Pitane (Çandarlı), Aigai (Nemrutkale), Myrina (AliağaKalabaktepe), Gryneion (Yenişakran), Smyrna (Eski İzmir). Smyrna önce Aiol, daha sonra İon kenti olması nedeni ile diğer kentlerden ayrılır. Lesbos Adası’nda yer olan diğer önemli Aiol yerleşmeleri ise Mytilene, Metymna ve Antissa’dır.4

İon Göçü

Antik Yazarlar İon göçünün, Aiol göçünden daha sonra başladığını söylerler. Bu bilgilere göre, Yunanistan’ın Attika, Attika önünde yer alan adalar ve Euboea Adası’nda yaşayan İonlar Batı Anadolu’ya geçmişlerdir. Ayrıca İon göçmenlerinin ana yurdunun Kuzey Peloponnesos’taki Argolis olduğunu da belirtmek gerekir. Batı Anadolu’da Aiolis’in güneyinden, Maiandros nehrine doğru uzanan İonia Bölgesi’ne yerleşmişlerdir. Herodotos, “Dünyanın en güzel iklimi İonia’dadır” der ve İon kentlerini şöyle sıralar: Miletos (Balat), Myus (Avşar Köyü), Priene (Güllübahçe), Ephesos (Selçuk), Kolophon (Değirmendere), Lebedos (Gümüldür), Teos (Sığacık), Klazomenai (Urla), Phokaia (Eski Foça), Khios (Sakız Adası), Erythrai (Ildırı) ve Samos (Sisam Adası)’dur. Bu kentlere daha sonra Smyrna katılmıştır. Bu 12 kent devleti, Priene topraklarındaki Panionion’da (Güzelçamlı) dinsel ve siyasal nitelikli bir birlik kurmuşlardır.5

Küçük gruplar halinde gelen göçmenler, Batı Anadolu’da özellikle İzmir Körfezi’nin güneyinden, Büyük Menderes ırmağının denize döküldüğü yerin ağzına değin uzanan kıyı şeridi üzerine yerleşmişlerdir. Özellikle ufak yarımadalar ya da kıyıya çok yakın adacıklar üzerine kurdukları kasabaları, MÖ 9. yüzyılın ortalarına doğru sağlam surlarla çevirerek, “polis” denen kent devletlerini oluşturmaya başlamışlardır.

Gerek Aiol ve gerekse de İon şehir devletleri, MÖ 7. yüzyılın başlarından itibaren Lydia Devleti’nin baskısı altına girer. Ancak bu dönemde bir diğer göçmen kavim, Kimmerlerin de, söz konusu bölgelere karşı akınları başlamıştır.

….

Bu dönemde Kimmerler, İonia kentlerine de saldırılar gerçekleştirmişlerdir. Ephesos saldırısı, MÖ 644-643 yılları arasındadır. Artemis Tapınağı da bu saldırılar sırasında yağmalanmıştır. Aynı yazgıyı paylaşan diğer bir İonia kenti de Magnesia’dır. Bu savaş sırasında Kimmerler’in Magnesialılar’ı tamamen yok ettiği söylenir. Kimmer saldırılarından payını alan öteki merkezler, Milet ve Klazomenai’dır. Daha sonra Lydia Kralı Alyattes tarafından yenilgiye uğratılan Kimmerler, Kızılırmak’ın doğusuna sürülmüşlerdir.

Özellikle Aiolis, MÖ 6. yüzyılın ortalarında tümüyle Lydia Kralı Kroisos’un egemenliğini tanımıştır. Bu tarihlerde İonia kentlerinin çoğu deniz aşırı ülkelerde kendilerine bağlı koloniler kurmuşlardır. MÖ 547/546 yılında, Lydia Krallığı’nın yıkılışının ardından tüm Batı Anadolu yavaş yavaş Pers hakimiyeti girmiş; İonia, Aiolis ve Lydia, Sardis Satraplığı kontrolüne geçmiştir. İon şehir devletleri MÖ 499 yılında Pers egemenliğine karşı girişilen Ionia Ayaklanması’nda bazı başarılar elde etmiş olsalar da, MÖ 494 yılında bu isyan tamamen bastırılmıştır. Pers egemenliğindeki bazı kıyı kentlerinin zaman zaman Pers kontrolünden çıkıp, Atina yanlısı bir tutum sergiledikleri görüldüyse de, kısa bir süre sonra yeniden Pers kontrolüne geçtiği anlaşılır.7

Son olarak Dorlar, Batı Anadolu’nun güneybatı köşesi ve karşısındaki adalara bir başka deyişle Karia Bölgesi’ne yerleşmişlerdir. Dorların gelişi ile bu bölge, adını değiştirmemiş; burada daha önce yaşayan Karlar’dan dolayı taşıdığı ismini devam ettirmiştir. Dorlar’ın yerleştiği adaların en önemlileri Rhodos (Rodos) ve Kos (İstanköy)’tur. Diğer önemli yerleşmeler arasında Halikarnasos (Bodrum) ve Knidos (Datça) sayılabilir. Tralleis, Nysa, Alabanda, Gerga, Lagina, Stratonikeia, Aphrodisias, Mylasa, Labraunda, Hydai gibi yerleşmeler, Karia Bölgesi’nde yer alan diğer merkezler olarak sıralanabilir. Dorlar da, İonlar gibi merkezi Knidos’ta olan ve 6 kent devletinin (Lindos, Ialysos, Kamiros, Kos, Knidos ve Halikarnasos) üye olduğu bir birlik kurmuşlardır. 

Ionia, Aiolis ve Karia bölgesindeki kentlerin çoğu, kıyıya dar bir kıstakla bağlı yarımadalar üzerinde kurulmuşlardı. Bu koşullar denizci halklar için elverişli olduğu gibi, kara tarafından gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı güçlü bir savunmaya da imkân veriyordu. Bu tür kentlere Lebedos ve Myonnesos örnek gösterilebilir. Batı Anadolu bölgesinde yer alan Yunan kökenli bu kent-devletleri hiçbir zaman bir araya gelip tek bir Hellen devlet çatısı altında toplanmamıştır. Söz konusu kent-devletlerini bir arada tutan dil, din ve kültür birliğiydi. Bu kentdevletleri Eski Yunanca'yı konuşuyorlar, Homeros'un anlattığı tanrılara (Zeus, Athena, Apollon, Artemis, Aphrodite gibi) inanıyorlardı. Sanat, mimarlık, giyim kuşam, gelenek ve görenekler açısından Eski Yunan dünyası ile benzeşen bir kültürü paylaşıyorlardı. Batı Anadolu bölgesindeki yerleşimlerin büyüyerek birer kent-devletine dönüşmeleri süreci kuşkusuz çok hızlı olmamıştır. Böyle bir büyüme en azından birkaç kuşak boyunca sürmüş olmalıdır. Ionia'nın en eski yerleşimlerinden biri olan Smyrna' nın bir kent-devleti olarak kuruluşunu Ekrem Akurgal MÖ 11. yüzyıla kadar götürmektedir. Keza Miletos da oldukça eski bir yerleşimdir. Ancak bölgedeki yerleşimlerin gelişkin bir kent-devleti olarak ortaya çıkmalarına ilişkin yaygın tarih MÖ 8. yüzyıldır.

Oğuz Tekin

Bölgenin MÖ 7. yüzyıl öncesindeki durumu hakkında fazla bilgi yoktur. 7. yüzyıl ve 6. yüzyılın ilk yarısı süresince zaman zaman, kısmen de olsa Aiolis ve İonia gibi, Lydia Krallığı’nın denetimi altına giren bölge, MÖ 545 tarihinden başlayarak Harpagos tarafından Pers egemenliğine kazandırılmıştır. Ionialıların MÖ 499 yılında başlayan ayaklanmasına katıldılarsa da sonuçta yenilgiden kurtulamamışlardır. Önceleri bölgenin başkenti olan Mylasa, Mausolos’un MÖ 4. yüzyıl ortalarında deniz kıyısındaki elverişli konumu nedeni ile Halikarnasos’a taşınmasıyla bu özel durumunu da yitirmiştir.8

Adını bölgenin en ünlü kentlerinden olan Troia’dan alan Troas Bölgesi’nin konumu için, genel bir tanımlamayla Biga Yarımadası’dır denilebilir. Bölgenin yerli halkının İllyria veya Thrakia kökenli Dardenler oldukları düşünülür. Bu ad, Troia’daki kral sülalesinin kurucusu olarak kabul edilen Dardanos’tan gelmektedir. Antandros, Lamponion (Lamponeia), Gargara, Assos, Polymedion, Hamaksitos, Khrysa, Larisa, Kolonai, Neandria, Akhilleion, Rhoeteion, Pioniai, Dardanos, Ophryneion, Abydos, Arisbe, Perkote ve Palai Perkote, Lampsakos, Paisos, Parion, Priapos, Palaiskepsis, Kebrene, Thymbra, Marpessos, Skepsis, Hisarlık / Troia (İlion), Sigeion, Rhoiteion , Tenedos bölgenin belli başlı kentleri olarak sayılabilir.

MÖ 3. binyıldan beri Troia’da oturan yerli beylerin yönetiminde kalan Troas, ilk kez, MÖ 13. yüzyılın ortalarına doğru Yunanistan’dan gelen Akalar tarafından ele geçirilmiştir. MÖ 1200 yıllarından başlayarak Trak boylarının göçlerine sahne olan ve MÖ 7. yüzyılın ilk yarısı içinde Lydia Krallığı’nın denetimi altına giren bölge, MÖ 6. yüzyılın ortalarından itibaren tüm Batı Anadolu gibi Pers egemenliğine geçmiş ve Daskyleion satraplık merkezinin kontrolü altında kalmıştır.9

Batı Anadolu Kentleri ve Lydia Krallığı 

O dönemde Ionia'nın hemen doğusunda Lydia Krallığı bulunuyordu. Bu nedenle Lydia Krallığı'nın Batı Anadolu'yu kontrol altında tuttuğunu söyleyebiliriz. Nitekim, Mermnadlar hanedanının kurucusu Gyges'in Miletoslulara Abydos'ta koloni kurmalarına izin vermesi, Lydialılann Batı Anadolu'nun kuzey kesimine kadar egemenliklerini yaymış olduklarını işaret eder. 

Lydialılar, Ionia kent-devletleriyle her zaman iyi ilişkiler içinde olmadılar. Herodotos'tan (L14) öğrendiğimize göre Kral Gyges, Smyrna ve Miletos'a saldırmış ve Kolophon'u ele geçirmiştir. Gyges'ten sonra tahta geçen Ardys ve Sadyattes dönemlerinde de Priene ele geçirilmiş, Miletos topraklarına akınlar yapılmıştır. 

Sadyattes'ten sonra Lydia tahtına geçen Alyattes de Miletos'a saldırılara devam etmiş ve beş yıl sonra bir barış antlaşmasıyla savaşa son vermiştir. Herodotos'un (I. 21-22) anlattığına göre Lydia Kralı Alyattes ile Miletos arasındaki barış şu şekilde tesis edilmişti. Alyattes, kuşatma altında tuttuğu Miletos' un artık dayanacak gücü kalmadığını, yiyecek-içecek stoklarının tükendiğini düşünüyordu Bu sırada Miletos tiranı Thrasybulos'un aklına bir fikir geldi ve halkın elindeki tüm buğday agoraya yığıldı ve içkili bir şenlik düzenlendi Miletos'ta kıtlıkla karşılaşmayı uman Alyattes'in elçisi buğday tepesini ve eğlenen halkı görünce bunu Alyattes'e anlattı Bunun üzerine kuşatmanın daha uzun süreceğini düşünen Alyattes daha fazla beklemek istemedi ve Miletos ile bir barış antlaşması imzaladı.

 Kral Smyrna'yı da yakıp yıktı ve ele geçirdi Klazomenai'a saldırısı ise başarısız oldu Daha sonra Ionia kentlerine saldırılara son vererek, onların barış içinde yaşamalarına izin verdi 

Alyattes'in oğlu ve son Lydia Kralı olan Kroisos (MÖ 561-546) önce Ephesos'a sonra da diğer lonia kentlerine yeniden saldırılara başladı. Alyattes'in ölümünden sonra yaşanan bir taht kavgasında Ephesos, Kroisos'a karşı bir politika izlediğinden, tahtı ele geçiren Kroisos, önce Ephesos üzerine yürüdü. Tiran Pindaros kaçmadan önce halkına bir öğüt vererek kenti (Ephesos'u) bir iple tapınağa bağlamalarını istedi Böylece kentin tapınağın koruması altında olduğu imajı verilecekti Neticede Pindaros Peloponnesos'a kaçtı, Kroisos Ephesos'u ele geçirdi Lydia egemenliğine girmiş olan Ephesoslular daha sonra Atina'dan Aristarkhos adlı birini çağırmışlardı ve bu kişi Ephesos'ta beş yıl kalarak sınırlı bir demokratik rejimin kurulmasına yardıma olmuştu Bu yeni rejim süresince Ephesos'un Lydia Krallığı ile ilişkileri gayet iyi idi. Hatta Kroisos, Artemis Tapınağı'nın yemden inşası için cömert bir bağışta da bulundu .

Kroisos zamanında Batı Anadolu kent-devletleri tam bir kontrol altına alındı. Nitekim, Herodotos (L 28) Kroisos'un egemenliğinin Kızılırmak'a kadar uzandığını söylemektedir. Ancak, her ne kadar Batı Anadolu kent-devletleri fiilen Lydia Krallığı'nın egemenliği altında olsalar da yine de kısmi otonomileri mevcuttu. Oğuz Tekin

TAY Projesi, Türkiye Demir Çağı Araştırmaları Üzerine Değerlendirmeler,Ege Bölgesi, Yasemin Polat



Yukarıdaki makalede, "Yunanistan’ın Attika, Attika önünde yer alan adalar ve Euboea Adası’nda yaşayan İonlar Batı Anadolu’ya geçmişlerdir." denmektedir. Yerleşik bilgi de bu doğrultudadır. Aşağıda İonlar konusunda Fahir Işık'ın görüşlerini yansıtan alıntıları paylaşıyorum. B.Berksan

İonlar

“Tanrı Kral III. Amenophis'in Ölü Tapınağı'nda ortaya çıkan yazıtlı blokta İonia adının varlığı sayesinde İonların yerli bir Anadolu halkı, İonia'nın ise Anadolu yaşam, inanç ve sanat biçimlerinin harmanlandığı bir yerli kültür toprağı olduğuna yönelik arkeolojik bulgular yazıyla belgelenmiş oldu.

Yine Klinkott’a göre, “Yeni Babil dilindeki lamanaya, yani İonlar, Anadolu’nun batı sınırındaki halkları tanımlar”. Ayrıca, “II. Sargon’un mektuplarında geçen lamanaya ; Que (Kilikialılar), Tabala (Kappadokialılar), Muşku (Phrygler) ile birlikte zikredilir ve tümü Anadolu’dadır”. Ve “II. Nebukadnezar (MÖ 605-562) yıllıklarında ‘İon olarak tanımlanan kişilerin adları Hellence değildir, Luvicedir”. Son olarak, P. Högemann’a göre “İon adının kökeni bilinmez, ancak Anadolu dilleriyle bağlantısı ön¬celiklidir”. Ve “İon” dramasında Euripides, “İonların soyatası İon’u -kökende Apaliunas adıyla bir Hitit/Luvi olan- Apollona oğul” yapar. Kom el-Hetan kazılarıyla gün yüzüne çıkan isim kartuşlu bu yeni buluntudan sonra artık, bir Doğu kavramı olarak Yavan/Yaman “hiç kuşku¬suz Hellenceden uyarlanmıştır” da denemez. Yani, İonları niteleyen bu tanım, Gander’in savladığı gibi, “MÖ 8. yüzyılda Euboialılar ile sürdürülen ticari ilişkiler sırasında Hellas’tan Yakın Doğuya geçmiş” olamaz.

Çünkü III. Amenophis yazıtıyla şimdi kesin olan, İonların en geç Geç Tunç Çağı içlerinde bir Anadolu halkı olarak Doğu halklarına yabancı olmadığıdır; onlar tarafından tanınıyor olduğudur. Ve de bu deyimin Doğu kaynaklarında Hellas Hellenleri ile hiçbir (ilişkisinin bulunmadığıdır; Luvilere akraba bir yerli Anadolu halkını tanımladığıdır. Mısır dilinde “îunia Ah”, tıpkı “Assurca Jamanaya gibi öncelikle Anado¬lu kıyı halklarının bütününü mü nitelemekteydi?”; imkânsız değildir. Çünkü “jwnn.w/İonlar da Orta Mısır yazınında Anadolu kıyısına yerleştirilmiştir”. Sanki konumlarında da Luvilerle ortak bir yanları vardır.

Tapınak mezardaki GN bloğu üzerindeki üçüncü ve son ismin konumuna gelince: m-d-w-n-[...] olarak korunabilen bu ismi Adrom, Hitit yer adı Mad¬dunassa ile aynılaştırmak istemiştir. Bu yer adının Anadolu’da konumlandırılışmda bana özellikle önemli gözüken, Maddunassa’nm, Erken Demir Çağı Lydia toprakları üzerindeki Maeonia bölge adıyla kurulan ilişkisidir. Çünkü Gander’in de de¬diği gibi, “maddu- köklü sözcüklerin ‘şarap’ ile ge¬leneksel bağlantısı hâlâ güçlü görünüyor” ise, bu durumda her iki isim arasındaki bu ilişki, tam da Luvice sözcük “şarap’ta, Maddunassa ile Maeoniayı anlam olarak “ayırmaz”, tam aksine birleştirir. Çün¬kü Euripides’e göre “Maenadler Dionysos’u Lydia Tmolosu’ndan ve Phryg dağlarından getirir Hellas’a”. Dionysos asma çubuğunun ve şarabın tanrısıdır ve Lydia bugün de bağcılığın ana yurdudur.

Sonuçta, “Büyük İonia’yı MÖ 14. yüzyıl başlarında, yani sözde “İon soylu Atinalıların” Anadolu’ya geliş-lerinden en az 200 yıl önce, bir Anadolu Ülkesi olarak gösteren Mısır yazıtı, 1986 yılından bu yana kar-şılaştırmalı arkeoloji yoluyla vardığım sonucun bir sağlaması önemindedir. Bu sonuçta E. Akurgal’dan ayrıldığım tek, fakat tam da belirleyici olan nokta, hocamın kültür ve sanatta büyük oranda Doğulu gördüğü İonları, Batılı bilimciler gibi, Atina bağla­mında “Doğu Hellenler” olarak adlandırmasıdır. Adına “Batı Uygarlığının Doğduğu Yer” dediği son kitabında tanı “on beş başarıda” Hellas Hellenlerinden ayırarak öne çıkardığı bu Anadolulu yaratıcıları, İonları, bu temel düşünsel farklılıklara karşın onlarla aynı halktan saymasıdır. “On beş fark”, kültürel kim­likte belirleyici çok farktır çünkü. Ege Göçlerinin bir “kolonizasyon eylemi” biçiminde savaşla seyretmesi ve sonuçta Batı Anadolu’nun Hellenlere “el değiştir­mesi” nedeniyle mi “Doğu Hellen” tanımlamasında ödünsüzdür eskiçağ bilimi? Bundan başlayalım; çünkü Anadolu kıyılarında şekillenen ve “Hellen” olarak tanıtılan “İon” özlü sanatın kimliği de, “Hellen” ya da “Anadoluluğu”, bu sorunun yanıtına bağlıdır:

Bir kez; Atinalı Kodrosoğulların’ın düzenli bir or­duyla İoniayı ele geçirmelerinin, “Miletos’un Neleus ve Ephesos’un Androklos önderliğinde fethinin”, tarihsel belgelere değil, Persleri yenmenin gururuyla ve propaganda amacıyla Atinada yazılan mitoslara dayandığını bilir eskiçağ bilimcileri. Dayandıkları kaynak, Atina sevdalısı Herodotos’tur (I, 47); za­man ve yer olarak olaylara daha yakın duran İonialı Homeros bir “Hellen Kolonizasyonu’ndan niye söz etmez? Geçiştirilir. Tüm Hellas ve Peloponnessos, güçlü kaleleriyle yerle bir edilirken yalnızca Atina’nın bir “dokunulmazlık” zırhı içinde Dor istilasından sıyrılışı, yıkıma uğramayışı mucizesi de sanki mito­sun inandırıcılığı adına hazırlanmış bir kılıftır; ken­dilerini tanımsız bir gururla “İon soyundan” sayışları gibi, “senaryonun” bir parçasıdır. O zamanlar Akha kent devletleri arasında, özellikle de kuzey komşuları Thebai ve Orchomenos yanında, sıradan bir beylik görüntüsü sergiler çünkü Akropol kayalığı üzerinde­ki Atina. Göçleri izleyen dönemlerde de “önder kent” gibi öne çıkarılması, H. Mattheus’un deyişiyle, “Alman Okulu’dan eskiçağ bilimcilerinin bir yanlış yönlendir­mesidir”. Mitosa göre bile sözde Kral Kodros çevresinde toplanan “ordu”, Atinalılar’dan oluşmaz; onların, Dor Hellenleri tarafından harabeye çevri­len ülkenin her yönünden iyi bir ya­şam umuduyla göçe çıkmış yoksul in­sanlar olduğu anlaşılır. J. Boardman’a göre onlar; “her şeylerini yitirmiş olan, evsiz-barksız Hellen halklarıdır”, P. Högemann’a göre “Hellas’ın gerileyen ve yoksullaşan birçok yöresinden yola çı­kanlardır”; bu nedenle de göç, “Atina’da İonia hedefti olarak önceden düşünülmüş, organize edilmiş bir askeri eylem olamaz”. J. Latacza göre ise “MÖ 1200 dolayları, özellikle sonrası on yıllar içerisinde, kuzeyden gelen yabancı halkların istilasına uğrar Hellas.

Savunma savaşlarından sağ çıkabilen derebey­leri ve soylular çoğunlukla uzak bölgelere ve adalara, öncellikle de Kıbrıs’a kaçmak­ta bulurlar kurtuluşu. Geride kalan halk ise yüzüstü yalnız bırakılmış ve kendi başının çaresine bakmaya zorlanmıştır. Sonuçta toplumsal ve kültürel bir geri­leme çıkmıştır ortaya... Ve tüm bunlar Doğuya çekilme eylemini başlatmıştır”.

Bu “bitik” halleriyle o göçmenler; savaşçı bir halk  oluşları bir yana, o zamanlar Batı Anadolu’da toprağı bile bulunmayan “Karialılara kar­şı utku kazanmış” da olamazlar. Çünkü Demir Çağ Karia’sında Lukka ve Millavanda; İonia toprağında ise, başkent Apasas odaklı Mira Büyük Krallığı vardır. Sonuçta bu savaş sefili insanlar birbirlerinden bağımsız olarak, küçük gruplar ha­linde Batı Anadolu’ya iyi bir yaşam  umuduyla yelken açmış olmalıdırlar; amaçları “fetih” olamaz, “sığınma” olma­lıdır. Öyledir ki Ephesos’a gelen göçmenler “ilkin Kaystros Irmağı üzerinde -belli ki çok az sayı­da insanla çok küçük- bir adaya yerleşmiş ve ancak 20 yıl sonra anakarada Koressos Limanına geçebil­me” cesaretini gösterebilmişlerdir. Kodros oğulların­dan Atinalı Androklos’un “Apasas fatihliği” yalnızca bir masaldır.

M. Finley’in onay bulan, “Hellenler, orga­nize ve gelişmiş topluluklar içerisinde yerli halkla bütünleşmişlerdir” saptanmasına göre de, onların Batı Anadolu toprağına ve kültürüne egemen olmaları mümkün gözükmez. Çünkü Mira, bir “Bü­yük Krallık” düzeyinde organize olmuştur, kültür ve sanatta ise bağlı olduğu Hitit’ten kopmamıştır. Ve o yüzyıllarda orada bir Luvi geleneği­nin sürmesi olasılığı güçlüdür: bu durum; Kaystros Vadisinde Metropolis ve Puranda’nın kuzeydoğu­suna düşen bir yassı höyük üzerindeki Karakuyu Köyünde saptanan kral kabartmasının biçeminde bulmuştur kanıtını. Onun, 15 km uzağındaki Karabel kabartmasında betimlenen Mira Büyük Kralı Tarkasnava’nın biçemini yozlaştırarak imparator­luğun yıkılışından az bir süre sonraya inen ve R. Oreshko’nun okuduğu hiyeroglif Luvicesi yazıtın biçemi ve içeriğiyle de tam tamına örtüşen tarihinde bulmuştur. Bu da Hitit sanatı ve kültürünün; geçmişte uydusu olan Mirada, diğer bir deyişle İonia’da, kendi kökünden kesintisizce sür­gün sürmesi anlamına gelir. Anadolu’da Hititlerin çöküşüyle eşzamanlı olarak Hellas’ta kuzeyden bastıran büyük Dor istilasının korkunç yıkımı ardın­dan, anayurtlarından kaçış arayışında­ki ilk dalga Akha Hellenlerinin Kaystros Vadisine de sığınmaya başladıkları zaman dilimiyle örtüşen bir süreçtir bu.”

......

MÖ 1200 öncesi Alişar/Hitit ve sonrası Samos/ İon yapıtları arasında pişmiş toprak örneklerle sergi­lenen ve aynı kaynaktan beslenen ortak biçimlerden; yalnızca ve hiç kuşkusuz, sığınmacı Hellenlerin yerli halkla birlikte yaşadıkları bir ortamda üretilen en er­ken İon resim biçim ve biçeminin ancak Hitit resim sanatının doğrudan etkisiyle anlaşılabileceği sonucu çıkar. Yontunun Hellas’tan îoniaya göçle birlikte gel­mediği gerçeği çıkar.

....

Çünkü sanattan öte, kültürel anlamda gelenekleri, \ inançları ve yaşam biçimlerini de içeren otuz yıllık tüm araştırmalarımda ulaştığım sonuç, Hellas’tan kalkan Ege Göçlerinin kesinlikle Anadoluda kolo­niler kurma amaçlı olmadığına götürmüştür; çünkü “koloni toprağında” bir “kültür göçünün” izi sürüle- memiştir. Bu izi, günlük yaşamın içinde de sürebil­mek mümkün gözükmez. J. Cobet’e göre, İonlarm Atinalılığı için hep öne sürülen “benzer soyadları, or­tak takvim ve bayramlar, iki yönden de gelmiş olabilir ve hatta etkinin İoniadan Atina’ya doğru olması daha olasıdır”. Ve ayrıca “îonların Atmalılar ile olan akra­balık bağı, soy ortaklığından daha çok, aralarındaki ilişkilerin sıkılığında aranmalıdır”. Soydaşlığın kayna­ğı “Herodotos’un îon kolonizasyonu hakkında söyle­dikleri üzerine” A. M. Greaves’in de kuşkuları vardır.

“Homeros’un İlias (îlyada)’ında Kariahlar Troia bağlaşığı halklar arasında görülür ve ozan onla­rı Miletos, Mykale ve yörenin diğer yerleşim­lerinde “barbar dili” konuşan halklardan sayar. Homeros’tan sonra Herodotos da Miletos, Myus ve Priene’yi Kariaya yerleştirir ve onların ortak bir dil konuştuklarını kaydeder; bu dil olasılıkla Karca- dır”; her durumda “Hellence” değildir ve Luviceye akraba kendi anadilidir. G.E. Beanden alıntılanan bu kayıt; Hipponaks’ın Anadolu ağırlıklı yazı dilin­den anlaşıldığı ve Metropolis mührüyle de belge­lendiği üzere, İoniahların da -komşu Lydia ve Karia halkları gibi- Luvi soylu olduklarını da düşündürür. Çünkü “II. Nebukadnezar (MÖ 605-562) vesikala- rında ‘îon olarak tanımlanan kişi adları Hellence j değil Luvicedir”. Göçlerden yüzlerce yıl sonra, “ced- lerinin Neleus kenti Pylos’tan geldiğini” yazan Ko- lophonlu Mimnermos ve babası Ligyrtyades’in bile ismen olası yerliliği; ihalesin babası Heksamyes’in, Miletoslu Hekataios ve Samoslu Cheramyes’in -tıp­kı Herodotos’un babası Lykses ve amcası Panyasis gibi- Karca adlar taşıması ve de “Eski Smyrna’da Karca yazılmış graffitilerin bulunması” akrabalık bağlarını pekiştirir. İon ve Luvi halklarının ortak­lığı, yukarıda gördük ki, Anadolu’nun güney ve batı kıyılarını işaret eden yerleşimlerinde de vardır. Ve Kom el-Hetan GN bloğunda “Büyük İonia” ile “Luvid’nm yanyanalığı belki bundandır. İon ana­yurdunun Anadolu olduğunu 1855 yılında E. Cur- tius yazmış; yine de halkını “Doğu Hellen” olarak nitelemeden edememiştir.

Yukarıda yazılanlardan çıkan bilimsel sonuç özet­le şudur: îon sanat ve kültürünü yaratan ve onları Ege’nin Altın Çağına taşıyan -yazı şekli de dahil- hiçbir şey; Hellas’tan göçle birlikte getirilen yabancı sanat biçimleri ve yabancı kültürel miras değildir; Anadolu’nun yerli değerleridir. Akurgal’ın bilimsel doğrulara dayalı bir ısrarlı duruşla bilimin günde­minde tuttuğu gibi, îonlar özde Doğu/Anadolu düşüncesinin ürünü olarak yaratmışlardır insanlık ta­rihi için dönüm noktası sayılabilecek bir benzersiz uygarlığı. Çağımız Batı Uygarlığının temelini bilim ve felsefe alanında da onlar atmışlardır. “Miletoslu doğa filozofları doğa olaylarını mitoloji içerikli din­sel inançlardan sıyrılarak özgür düşünce ve nesnel yöntemlerle araştıranlar ve böylece Mezopotamya ve Mısır’dan aldıkları ham bilgiyi bilime dönüştürenlerdir”. Bilimin öncüleri arasında “insan her şeyin ölçüsüdür” sözüyle çağımıza yol gösteren bir Protagoras vardır; Atina’da dinsizlikle suçlanır ve bedelini sürgünle öder. “Doğayı biçimlendiren akıldır” diyen ve her oluşumu bu yolla sorgulayan Anaksagoras da benzer düşünceleriyle gençleri yanlış yollara yönelttiği için aynı süreçte, aynı yer­de ve aynı suçlamayla yargılanacak; ölümden, paracezası ödeyerek ve de Atina’yı sürgünle terk ederek kurtulabilecektir. Zaman, 450-429 arası Perikles’le yaşanan Atina’nın Altın Çağıdır. Atinalı, mitosla- “çok tanrıcılık” bile Kolophonlu Ksenophanes ile sorgulanacaktı îonia’da. Demokrasinin ilk adım­ları da Anadolu Ege’sinde atılacaktı. Akurgal’ın deyişiyle, “soylulara karşı orta sınıf halkla birlikte lyrik ozanların sert ve öfkeli dizeleri daha MÖ 7. yüzyılın ilk yarısında demokrasiye doğru bir yöne­lişin gerçekleşmesini sağlamışlardır” çünkü. MÖ 7. yüzyıl sonlarında Mytilene’de, halkın isteğiyle yö­netime “şartlı” gelmeyi kabul eden bir Pittakos’un, aristokratların gücünü kırarak kenti “üç en büyük kötülükten; zorba iktidardan, parti kavgalarından ve savaştan kurtarması” sonrasında politikayı ken­diliğinden bırakmasının bir başka örneği yoktur. “Anavatan Hellas’a da öncülük etmiştir bu başarılı demokrasi girişimi”. Gerçekten de Hellas’ta ilk de­mokratik yönetime geçişi -Pittakos’tan hemen sonra, belli ki onun örnekliğinde- Solon Atina’da dener, fakat kızgın soylula­rı aşamaz. Ve bunlardan çıkarılan dersle ilk demokratik devlet M.Ö.508’te Atina’da Kleisthenes ile ku­rulur. Tüm zamanlardaki yönetim biçimlerinin “en iyisi” anlamında Montesquieu “Yasaların Ruhu” baş­yapıtında neden, “eğer mükemmel bir konfederasyon cumhuriyet örneği vermem gerekirse Lykia Birliğini göste­ririm” demiştir; “demokrasi” bağlamında da düşündürmelidir. Pers Savaşları, kültür ve sanatta önderliğin Ege’nin Doğusundan Batısına yön değiştirmesinde bir dönüm noktasıdır. Çünkü Perslere karşı Miletos kaybedince ve Atina kazanınca ve îonia yitirince özgürlüğünü; izleyen Klasik Çağda odak Atina’ya kaymıştır. Heykel biçim ve biçeminde yaratıcılar ve etkiyi verenler artık oradadır. Bu bağlamda özellik­le  önemsediğim, sanatta yüzeyden dışa vuran Atina etkisinin düşünceye işlemediğidir; bu nedenle de Anadolu halklarının “Hellenleştiği” savının, ön­yargılı “Hellen dostu” duygulardan öte bilimsel bir anlam taşımadığıdır. Felsefeyi Perikles Atina’sına taşıyan akılcı İon düşünürlerinin orada dinsizlik­le suçlanarak yargılanmaları, onların düşünce ve duygu birliği bağlamında “aynı halktan” olmadık­ları içindir; ancak yazılmaz. Bu köktenci fark, Milet Okulu özgürlüğünde sorgulansa; ünlü Homeros bilgini J. Latacz’ın, “Yunanların anotol’ sözcüğüyle “güneşin doğduğu yeri” yani Doğuyu tanımladık­larını bilen özellikle biz eskiçağ bilimcileri “Avrupa kültürünün en güçlü köklerinin Anadolu’dan sür­düğü” gerçeğiyle artık dost olmalıyız. Çünkü ger­çekte, Avrupa’nın ana kenti Atina değil Milet’tir”. Doğrusunda buluşulacak ve Atina’yı besle­yen o kökün; günümüze, -şimdilik- MÖ 10. binyıldan başlayarak hep yaratan ve veren aynı bitek toprağın derinlerinden sürgün sürdüğü görülecektir.

"Toplayıcı ve avcı" gibi dağınık bir halkın becerisi olduğunu düşünemediğim, ancak yerleşik ve organize toplumlardan beklenebilecek bir aklın tasarımı   mükemelliğinde şekillenmiş ve resimlenmiş olan “insanlığın ilk tapınağı’nın yaratıcısı Anadolu Neolitiği’ni M. Özdoğan, “devrimlerin atası” biçiminde tanımlamış; “devletin kökeni’ni Kalko­litik Anadolu’da bulmuştur. “İlk bürokrasi, yani ilk devlet, temeli MÖ 3300 dolaylarına oturan ilk sarayla birlikte Arslantepe’de filizlendi. Daha ön­celeri yerleşik sistemin odağında tapmak vardı; Arslantepe’de saray ile tapmak, yani devlet ile din, ayrıldı. İlk laik düzenin Arslantepe’de başladığını söyleyebiliriz” çıkarımı da M. Frangipane’nindir. Çağdaş kavramların bu güçteki yaratıcılığında bir akıl, “Batı Uygarlığının doğduğu yer: İonia” bağlamında da “mitos” odaklı “önyargıları par­çalayarak” Anadolu gerçeğiyle yüzleşecek güçte olmalıdır.

 Alıntı: Anadolu Yerlisi Bir Halk İonlar,Fahir Işık, Aktüel Arkeoloji, Ağustos 2018

Kaynaklar: 

TAY Projesi, Türkiye Demir Çağı Araştırmaları Üzerine Değerlendirmeler,Ege Bölgesi, Yasemin Polat

Eski Anadolu ve Trakya, Oğuz Tekin, İletişim Yayınları

Anadolu Yerlisi Bir Halk İonlar,Fahir Işık, Aktüel Arkeoloji, Ağustos 2018


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder