1947 yılının Şubat ayından Kasım ayına kadar geçen süre içinde UNSCOP (Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komitesi) 'un Filistin'in geleceğine yönelik kararların alması tam 9 ay sürdü. Etkin ve hazırlıklı Siyonist temsilciler tarafından hazır bir bölünme programının UNSCOP'a sunulmasına karşın, Arap tarafı yapıcı herhangi bir alternatif sunmadı. Buna rağmen, Filistinlilerin bir görüş birliği içinde bölünme önerisini reddettikleri, UNSCOP tarafından biliniyordu. Gerek Filistinli liderler, gerekse sıradan Filistinliler için bölünme, tıpkı Cezayir'in Fransız yerleşmeciler ve yerli halk arasında paylaştırılması gibi, kesinlikle kabul edilemez bir öneriydi. Filistinliler tarafından gelen güçlü itirazlar, bölünme konusunda oybirliğine dayalı bir kararın alınmasını engelledi. Modern Filistin Tarihi, İlan Pappe, Phoenix , 2007 |
1948-1949'da Arap nüfusun Filistin'in İsrail sınırları içinde kalan kısımlarından toplu göçü, çok büyük çaplı bir mülteci sorunu yaratmıştı. 1950'de Birleşmiş Milletler'den yardım almak için 960 bin Filistinlinin kaydı yapılırken, doğal nüfus artışı ve Haziran Savaşı'nın meydana getirdiği yer değiştirmeler sonunda mülteci sayısı 1.3 milyona yükseldi. Mülteciler Lübnan, Ürdün, Suriye ve Gazze Şeridi'nde bulunan derme çatma kamplarda kalıyorlardı.
Gazze'nin trajedisi, bu ilk savaşta başlar. Bu kıyı bölgesi(sadece 360m2 dir) manda altındaki Filistin’in yüzde birinden biraz
daha fazlasını temsil etse de, sonuçta Arap nüfusun dörtte birinden
daha fazlasını barındırır hâle gelir. Açlık, hastalık her gün onlarca çocuğun ölümüne neden olur. Filistin'in en acılı bölgesi olan Gazze, zaman içinde açık hava hapishanesine döner. B.Berksan
1948 ile 1967 arasındaki dönemde pek çok Filistinli mülteci geri dönüş umutlarını dış güçlere bağlamışlardı. Beyrut'taki Filistinli aydın grupları Marksizmi, Baasçılığı ve Pan-Arabizmi benimsemişlerdi ve bu doktrinlerin uygulanmasının Arap toplumunu tümden canlandırarak Filistin davasına yardımcı olacağına inanıyorlardı. Bir kısmı Filistin kurtuluşunu gerçekleştirecek kişi olarak Nasır'ı görmekteydi. Ancak bunlar Filistin sorununa Filistinli olmayan çözümlerdi; Filistin'in kurtuluşunu dış Arap rejimlerine ve dış ideolojilere dayandırıyorlardı. FKÖ, Arap Birliği'nin gözetiminde 1964'te kuruldu. Kuruluşu, Arap devletlerinin Filistin direniş faaliyetlerini kısıtlama ve Filistin hareketinin bağımsız olarak yürütülmesini önleme çabasıydı. FKÖ'nün merkezi Kahire'deydi ve burada Nasır'ın güvenlik örgütlerinin yakın gözetimi altındaydı.
Savaş sonrası Mısır'ın kontrolünde olan Gazze, İsrail'e karşı direnişin üssüdür. Mısır'ın da desteklediği eylemler, İsrail'in Gazze'deki misilleme saldırılarının gerekçesi olur. 1955 yılı, çatışmaların doruk noktasını oluşturur. Süreç Süveyş krizi ile sıcak çatışmayla sonuçlanır. B.Berksan
5 Mart 1962’de Mısır cumhurbaşkanı “Gazze Şeridi kurucu statüsünü” ilan ederek 1955’teki “temel yasayı” değiştirir. Burada “Gazze Şeridi’nin Filistin toprağının ayrılmaz bir parçası” olduğunu ilan eder; zaten Filistin halkı da geniş anlamda Arap milletinin (umma) bir parçasıdır. Kahire tarafından tanımlandığı hâliyle Filistin’in isteklerinin Arap milli yetçiliğine bağlanması, Gazze’de, Mısır’da zaten yürürlükte olan bir model uyarınca yürütme erkinin ana kısmını valiye bırakan “Millî Birliğin” (ittihâd-ı kavmî) kurulmasına yol açar. Askerî vali hem 10 üyeli bir “Yürütme Konseyi”ne hem de 42 üyeli ve sadece 22’sinin seçildiği bir “Yasama Meclisi”ne başkanlık eder. Mısır’ın himayesine girdikten on dört yıl sonra, nihayet Gazze halkına sadece belediye görevlerinden ibaret olmayan faaliyetleri gerçekleştirme imkânı veren açık bir iç özerklik söz konusudur. Gazze Tarihi, Jean Pierre Filiu, Bilge Kültür Sanat, 2016 |
1967 Arap yenilgisi FKÖ'nun Kahire temelli bir bürokratik eşraf grubundan, lsrail'e karşı silahlı mücadeleye adanmış bağımsız direniş örgütüne dönüşmesini sağlayan katalizör olmuştur. Haziran Savaşı'nın akabinde pek çok küçük Filistin gerilla örgütü, Gazze Şeridi ve Ürdün'de faaliyete koyuldular. Bunlardan en önemlisi, Yaser Arafat'ın liderliğindeki El-Fetih'ti.
Arafat 1969'da FKÖ icra komitesine seçildi. FKÖ bir tek birim değil, otoritesi altında çeşitli ve çoğunlukla da bölünmüş direniş örgütlerinin bir arada yaşadıkları şemsiye örgüttü. En büyük grubun başı olarak Arafat, 1969'dan şimdiye (2003) kadar başkanlığını onaylayan koalisyonlar kurabildi.
..
El-Fetih, kurulduğu günden başlayarak Filistin milliyetçiliğini her şeyin üstünde tutan bir ideoloji benimsemiştir. Örgütün kurucuları Filistin davasını komünizm, Baasçılık ya da Arapçılık gibi doktrinlere bağlamamaya dikkat etmişlerdir. Filistin anavatanını yeniden elde etme hedefini vurgulamışlar ve modern direniş hareketini 1936-1939 ayaklanması gibi tarihsel Filistin olaylarıyla ilişkilendirmişlerdir. Böylece El-Fetih/FKÖ liderliği, Filistin boyutunu Arap lsrail çatışmasına yerleştirmeyi ve bir Filistin milli kimliği oluşturmayı başarmıştır.
..
Yıllar boyunca İsrail'in güçlü olması gerçeği FKÖ'nün durumunda bazı değişiklikler oluşturdu. 1974'te Filistin'in tamamını kurtarma hedefi, yerini Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nden oluşan bir Filistin devletinin kurulması hedefine bıraktı. Bu yeni tutum İsrail'in var olma hakkını doğrudan doğruya değilse de, üstü kapalı olarak kabul ediyordu. Sonunda 1988'de FKÖ 242 sayılı kararı onayladı ve İsrail'i 1967 öncesi sınırlarıyla tanıdı.
…
El-Fetih, FKÖ içindeki tek grup değildi. Diğer gruplar arasında Filistin Kurtuluş Demokratik Cephesi (FKDC) ve Filistin Kurtuluşu Halk Cephesi (FKHC), El-Fetih/FKÖ'nün tutumuna karşıydılar. Bunlar El-Fetih'in siyasal hakimiyetini ciddi olarak tehdit etmemişlerse de, talimatlarına kulak asmamak ve bağımsız eylemler yapmakla FKÖ'yü zaman zaman güç duruma düşürüyorlardı. FKHC, 1950'lerin sonunda ve 1960'ların başında Beyrut'ta aktif olan Nasır yanlısı bir örgütten doğmuştu. Başında Filistinli Hıristiyan doktor George Habaş'ın bulunduğu örgüt, Filistin hareketini El-Fetih'den ziyade Arap dünyasındaki toplumsal devrim davasına bağlamıştı.
..
FKÖ 1970'lerde bir sürgün hükümeti nitelikleri kazandıkça Filistinlilere toplumsal hizmet sağlayan karmaşık bir komiteler ağı geliştirdi. FKÖ, mülteci kamplarında okul ve sağlık klinikleri işletiyor, Lübnan'da bir kuruluşta çeşitli üretim faaliyetleri yürütüyordu. Ayrıca, Filistin halkının meşru temsilcisi olarak kabul görmek için diplomatik girişimlerde bulunmaktaydı. Arap dünyasında bu hedefine 1974'te Rabat'ta toplanan bir Arap zirvesinde ulaştı ve Filistinlilerin tek temsilcisi olarak tanındı. Aynı yıl Arafat, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda konuştu ve FKÖ'ye gözlemci statüsü verildi. Fransa 1975'te Paris'te bir FKÖ istihbarat bürosunun açılmasına izin verdi, çok geçmeden diğer Batı Avrupa devletleri de onu izlediler. Avusturya 1980'de bu gelişmeyi bir adım ileri götürerek FKÖ'ye tam diplomatik tanımayı kabul etti. FKÖ başka yerlerdeki diplomatik başarılarına rağmen ABD tarafından 1988'e kadar tanınmamıştı.
…
FKHC, 1970 Eylül ayında dört sivil uçağı kaçırıp, üçünü Ürdün'ün 'kurtarılmış bölge' adını verdikleri yerine indirince gerginlik patlama noktasına geldi.
Ürdün ordusunun çaresizce bakışları altında FKHC, müdahale edildiği takdirde uçakları havaya uçuracağını ve rehineleri öldüreceğini bildirdi. FKHC'nin hükümetten bağımsız olduğunu böylece ilan etmesi, Kral Hüseyin'i iki tatsız seçenek karşısında bırakmıştı: Ya gerillalarının gücünü kıracak, ya da otoritesi aşınacak ve krallığı herhalde Filistinlilerin eline geçecekti. Kral daha önce de yaptığı gibi tahtını korumaya karar verdi. Ürdün ordusu 15 Eylül 1970'te asayişi sağlama emri aldı. Böylece Kara Eylül olarak adlandırılan on günlük harekat başladı ve Ürdün ordusunun tamamı ülkedeki Filistinlilerin üstüne sürüldü. Sivil ve silahlı gerilla ayrımı yapmayan Ürdün askerleri, Amman içindeki ve dışındaki mülteci kamplarını bombaladılar ve komando gruplarını ülke içinde insafsızca kovaladılar. 25 Eylül'de ateşkes imzalandığında 3 binden fazla Filistinli öldürülmüştü.
…
Kara Eylül'ü izleyen yıllarda Filistinli örgütleri, Ortadoğu'daki hedeflerini elde etmek amacıyla uluslararası terörizme başvururken FKÖ de merkezini Lübnan'a taşıdı. 1970'li yılların başında kimi FKÖ üyesi olan, kimi olmayan Filistinli gruplar, bir dizi uçak kaçırma, havaalanı katliamı ve İsrail'e intihar saldırıları düzenlediler. Bu eylemlerden en ünlüsü, 1972 Münih Olimpiyatları'nda İsrail olimpiyat ekibinin rehin alınması ve kurtarma girişimi sırasında öldürülmesiydi.
Filistinli mülteciler arasındaki eylemci gruplar silahlı
direnişi sürdürürler ve İsrail dışında yardım grupları kurarlarken, Batı Şeria
ve Gazze Şeridi'ndeki Filistinli halk, hayat tarzını kontrol altında tutan ve
gelişmesine yön veren İsrail işgal rejimi altında yaşamaktaydı. Batı Şeria
2.270 mil kareydi ve 1967'de 596 bin Filistinli Arabı barındırıyordu. Gazze
Şeridi sadece 140 mil kareydi ama çoğu mülteci olarak 350 bin Filistinli nüfusu
vardı
Yahudi dini örgütleri bu toprakları -özellikle de eski Tevrat adlarıyla andıkları Yahudiye ve Samariye olan Bati Şeria'yı- tarihi İsrail toprağı olarak görüyorlar ve İsrail'in bu bölgeleri Yahudi halkı adına ellerinde tutmaları gerektiğini iddia ediyorlardı.
…
İsrail hükümetleri bu konularda kesin bir karar vermek yerine, 1967'den 1977'ye kadar Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ni askeri işgal atında tuttular ve Şeria nehri boyunca stratejik önem taşıyan sınır bölgelerinde mütevazı bir yerleşme politikası uyguladılar. İsrail, Arap Doğu Kudüs'ü 1967'de ilhak etmişse de, İsrail hükümeti henüz işgal edilmiş topraklarının tamamının elde tutulması politikasını benimsemediğinden, bölgenin barışa karşı iade edilebileceğini iddia ediyordu. 1977'de Begin ve Likud blokunun seçilmesiyle bu taviz tartışmaları devreden çıkarıldı.
…
Begin'in stratejisinin temelinde Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin her yerinde Yahudi yerleşim birimleri kurulması politikası yatıyordu. O iktidara geldiğinde 3.200 nüfuslu 24 yerleşim birimi vardı; altı yıl sonra istifa ettiğinde yerleşim birimlerinin sayısı 106'ya, yerleşimci sayısı da 28.400'e çıkmıştı.
..
1977'den sonra benimsenen yerleşim politikası da, Arap nüfusun yoğun olarak bulunduğu yerleri bölüp tecrit etmekti. Bu taktiğin öncüsü, Guş Emunim (Sadıklar Bloku) adlı militan dini örgütün 1970'lerin ortasında Arapların sahip oldukları topraklarda yasadışı yerleşim birimleri kurmasıyla başladı. Begin hükümeti Guş Eminum'un faaliyetlerini destekleyip teşvik edince diğer gruplar da Arap merkezlerinde yerleşmeye başladılar. Yerleşim politikası böylece Arap toplumunu izole edilmiş parçalara bölmeyi ve kolektif bir Filistin kimliğinin ortaya çıkmasını önlemeyi hedef aldı.
…
Yerleşim birimleri için ihtiyaç duyulan arazi çeşitli yollardan elde ediliyordu. İşgal edilmiş topraklan yöneten askeri idare, yetkisini kullanarak özel Arap topraklarına güvenlik amacıyla el koyuyordu. Begin hükümeti 1980'de tapulu olmayan ve ekilmemiş arazilerin hükumetin uygun gördüğü şekilde kullanacağı devlet arazileri olarak sınıflandırıldığını ilan etti. Bu önlem Osmanlı, İngiliz ve Ürdün hakimiyetlerinin ardından Batı Şeria'da var olan karmaşık toprak kiracılığı sisteminden yararlanarak, lsrail hükumetine Batı Şeria'da toplam arazinin yüzde 40'ından fazla olan 500 bin dönüme el koyma imkanı tanıdı. Ayrıca, 1980'lerin başında Gazze Şeridi'nin yüzde 30'u İsrail devletine geçti.
İsrail’in Gazze’yi işgalinin ilk on yılı, çok net olarak
iki eşit döneme ayrılır; önce 1972’ye kadar FKÖ gerillalarının yükselişi ve
ortadan kaldırılması, ardından sivil direnişin bire bir mücadele ettiği Ürdün
seçeneğinin belirmesi ve sonuç olarak 1977’de ortadan kalkması. Fakat 1971’de
doruğa çıkan İsrail baskısının şiddeti daha sonrasında da devam ederek Gazze
Şeridi’nde kalıcı hasar bırakır: Milliyetçi akım böyle bir kan kaybını hiçbir
zaman tümüyle telafi edemez ve öncü karakterini, Batı Şeria’ya devreder.
Burada 1976 Nisan’ında seçilen belediye başkanları FKÖ lehinde
seferberliklerini yürütürler. Müslüman Kardeşler ise İsrail karşıtı
direnişine vurulan darbelerden, ağlarını örmek ve köklerini salmak için
ustaca yararlanırlar. Gazze Tarihi, Jean Pierre Filiu, Bilge Kültür Sanat, 2016 |
1970'lerin sonunda FKÖ ile işgal edilmiş topraklar sakinleri arasında bağlar kurulmuş ve Arafat, Arap ülkelerindeki mülteci ve sürgünler kadar Batı Şeria ve Gazze Şeridi Filistinlilerinin de sözcüsü haline gelmişti.
İsrailliler, 1972 ve 1976 yıllarında halka belediye
seçimlerinde oy kullanma hakkını tanıdılar. Bununla birlikte, 1976
seçimlerinde FKÖ adayının oyların büyük bir bölümünü kazanması üzerine, 1977
yılında iktidara gelen Likud Partisi seçimleri yasakladı ve böylece yerel
nüfusu kendileri ne tanınmış olan son haklarından da mahrum etti. Modern Filistin Tarihi, İlan Pappe, Phoenix , 2007 |
İntifada
Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin Filistinli sakinleri, İsrail
işgalini sona erdirmek ve bağımsız bir Filistin devleti kurmak amacıyla kitle
halinde ayaklandılar. İntifada adı verilen ayaklanma yaklaşık beş yıl sürdü ve
Israil'i işgalin Filistinliler üzerindeki etkisini anlamaya zorladı.
..
Filistin ayaklanması ya da intifada, 9 Aralık 1987'de
Gazze'de bir İsrail askeri aracının yaptığı kazada 4 Filistinlinin ölmesi ve
birçoğunun da yaralanmasıyla başladı. Binlerce Filistinli olayı protesto etmek
amacıyla toplandı, İsrail askerleri ateş edip de göstericilerden bazılarını
öldürünce bütün Gazze ayaklandı. Birkaç gün sonra Batı Şeria da ayaklandı;
binlerce gösterici sapanlar, taşlar ve molotof kokteylleriyle İsrail ordusunun
karşısına çıktılar.
…
İlk birkaç haftada İntifada, işgal edilmiş toprakların huzursuz gençlerinin öfkesiyle beslenen, kendiliğinden patlak vermiş bir isyandı. Ancak hareket ivme kazandıkça Filistin toplumunun bütün katmanlarına yayıldı ve ayaklanmayı koordine etmek üzere bir yeraltı yerel liderliği kuruldu. Birleşik Milli Liderlik (BML) adını alan örgüt, FKÖ'nün belli başlı yerel fraksiyonlarını temsil eden bireylerden oluşmuştu.
İntifada'nın hedefleri, bir grup ileri gelen Filistinlinin
hazırladığı ve BML tarafından onaylanan on dört maddelik programında
açıklanmıştı. Program, İsrail'in yerleşim birimi kurmasına ve Arap topraklarına
el koymasına son vermesini, sadece Filistinlilere uygulanan özel vergi ve
kısıtlamaların kaldırılmasını istiyordu. Ayrıca, İsrail FKÖ liderliğinde
bağımsız bir Filistin devletini tanıyacaktı. İntifada liderleri bu hedeflerine
erişmek için işgali İsrail payına mali yük bindirecek taktikler uyguladılar. Böylece,
ayaklanmanın ilk üç yılında Filistinliler genel grev, dükkan kapatma, İsrail
vergilerini ödememe gibi bir sivil itaatsizlik kampanyası yürüttüler.
Hamas
Ayaklanma ivme kazandıkça BML'nin rakibi olan yeni örgütler çıktı; bunların en önemlisi, Arapça kısaltılmış adı Hamas'la tanınan İslami Direniş Hareketi'ydi. Müslüman Kardeşler'in Gazze şubesinin bir kolu olan Hamas 1988'de kuruldu. Liderleri Filistin toplumunun yeni toplumsal katmanını oluşturan ve çoğunluğu kamp kökenli üniversiteli gençlerdi. Yerleşmiş eşraf ailelerini hala içinde barındıran Birleşik Milli Liderliği'ne karşı çıkıp, ayaklanmanın ve ona katılan Filistinlilerin kontrolünü almak istediler. Laik milliyetçiliğe sahip FKÖ'ye karşılık Hamas, programını ve eylem çağrısını İslami terimler çerçevesine oturtmuştu. 1988 kuruluş belgesinde Hamas, kendini İslami hayat tarzını benimseyen bir Filistin direniş örgütü olarak tanımlıyordu. Yine kuruluş belgesinde, Filistin toprağı İslami vakıf olarak belirtiliyor ve böylece hiçbir parçası terk edilemez ya da verilemez oluyordu.
…
Hamas yardım dernekleri, İslami ve laik eğitim kurumlan ve kontrolündeki camiler aracılığıyla çalışarak, 1990'ların başında yerel FKÖ'ye siyasal bir alternatif olarak ortaya çıktı. Gazze'de yoğun olan destek tabanı, on yılın ikinci yansında Batı Şeria'ya kadar yayıldı.
1990 sonuna kadar ayaklanma 1.025 Filistinlinin ve 56
İsraillinin ölümüne sebebiyet vermişti. 37 binden fazla Arap yaralanmış ve 35
ila 40 bin kişi tutuklanmıştı. Ayaklanmanın yoğunluğu 1990 sonlarında azalmaya
başladı. 1992 baharına kadar yer yer devam ettiyse de, ilk iki yıl Filistin toplumunun bütün kesimlerinde görülen işbirliği, lsrail'in karşı önlemleri ve
Filistinliler arasındaki iç bölünmeler sonucu sona eriyordu.
Altı yıllık ayaklanma bölgeyi güçsüz bırakır: Beş yüzden fazla Gaz zeli İsrail ordusu tarafından öldürülür, beş yüz kadar ev Tsahal (İsrail Silahlı Kuvvetleri) tarafından yıkılır ve işgal güçlerinin sebep olduğu yaralanmalardan ötürü 80.000’e yakın kişi hastane kayıtlarına geçer. Doğrudan kurban olanların iç karartıcı bilançosunun ötesinde bütün toplumsal dokunun bozulması, kentsel şiddetin sıradanlaşması ve öğretim ritminin sıkıntıya girmesi (hüsnütabir) Gazze Şeridi’nde çoğunlukta olan gençlerin üzerine ağır bir yük olarak çöker. Bu bitmek bilmeyen intifada boyunca, Gazze’deki çocukların % 85’i evlerine saldırı düzenlendiğini görür, % 42’si dövülür, % 55’i ise ebeveynlerinin dövüldüğüne tanık olur. Şaşaalı bir şekilde Şahin, Kartal
ya da Kassam olarak adlandırdıkları farklı Filistinli grupların “askerî
kolları” çoğunlukla gelecekten ve eğitimden yoksun bu umutsuz gençler
arasından seçerler üyelerini. Böylece militanlık yap mak ile suç işlemek
arasındaki sınır belirsizleşirken, “işbirlikçilere” karşı mücadele bu sınırı
pişmanlık duymadan aşmayı kolaylaştırır. İntifada yurtsever uzlaşmanın altın çağı değil de Filistin halkına topluca uygulanan boğucu bir şiddet dönemi olur ve aynı halkın bir kısmı tarafından kendisine karşı kullanılır. İntifada’ya silahsız giren sivil halk, derneklerini ve STK’larını geliştirerek bu dramatik çözülmeyi yönlendirerek harekete geçti*. Fakat yaralar yine de kapanmadı ve Oslo Anlaşmaları’nın hiçbir hükmü onları iyileştirmeyi öngörmedi. Gazze Tarihi, Jean Pierre Filiu, Bilge Kültür Sanat, 2016 |
Arafat, İntifada Filistinlileri adına hareket etme baskısı altında FKÖ'nün tutumunu değiştirmeyi başardı. 1988 sonbaharında şu noktaları içeren tarihi bir bildiri yayınladı: FKÖ, İsrail'in devlet olarak var olma hakkını kabul ediyordu; FKÖ terörizmden vazgeçiyor ve BM'nin 242 ve 338 sayılı kararlarının uluslararası bir barış konferansına temel oluşturmasını kabul ediyordu; FKÖ, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurulduğunu ilan ediyordu.
…
Arafat'ın İntifada'ya destek diplomasisi başarısız olmuştu.
Amerika'nın İsrail'i etkileyeceğine güvenerek karşılığında bir şey almadan
İsrail'in var olma hakkını tanımıştı. 1990 yazında Washington'ın terk ettiği
Arafat, hayati bir kararla FKÖ ile Saddam Hüseyin'in rejimi arasında bir temas
kurmaya karar verdi.
…
Krizin başlangıç aşamalarında FKÖ'nün lrak'ı desteklemesi, Arap Körfez devletlerinde ve özellikle Kuveyt'te yaşayan Filistinliler açısından ters tepkiler yaratmıştı. FKÖ'nün Kuveyt ve Suudi hükumetlerinden aldığı yardım kesilmiş, Filistinliler evlerini ve geçim imkanlarını kaybetmişlerdi. Irak işgalinden önce Kuveyt'te 400 bin civarında Filistinli yaşıyordu; savaş sona erdiğinde bunların 350 bini Kuveyt'i terk etmişlerdi.
..
Oslo 1, İsrail ile Arap komşuları arasında ilişkilerin
normalleştirilmesine ilave adımlar atılmasını sağladı ki, bunlardan en
önemlisi Ürdün ile İsrail arasında karşılıklı birbirlerini tanıma ve barış
anlaşmasıydı. Yaser Arafat tekrar Filistin'e döndü ve Batı Şeria ile Gazze
Şeridi'nin küçük bir parçasında tam yetkiyi eline aldı.
…
İsrail ve FKÖ: 1993 Hamlesi Arap ve İsrail heyetleri 1993 yazı sonlarında Washington'da, iki yıl önce Madrid'de başlayan barış görüşmelerinin on birincisinde bir araya geldiler.
..
Yaser Arafat'ın Irak'a yönelmesi örgüte çok pahalıya mal
olmuş ve liderliğinin eleştirisine yol açmıştı. İşgal altındaki topraklarda ve
özellikle Gazze Şeridi'nde FKÖ'nün siyasal öncelik iddiası yine Hamas'ın
tehdidi altındaydı. Hamas'ın üstün konuma geçmesinden korkan FKÖ liderleri,
hakimiyetlerini korumanın bir yolu olarak İsrail'le müzakereleri
görmekteydiler.
…
Oslo I
Oslo yakınlarındaki ormanlarda varılan iki anlaşmanın
geçmişte benzeri yoktu. Birincisinde, İsrail FKÖ'yü Filistin halkının meşru
temsilcisi olarak tanıyordu ve FKÖ de, İsrail'in barış ve güvenlik içinde var
olma hakkını tanıyor, şiddet ve terörü kınıyor, FKÖ kuruluş belgesindeki
İsrail devletinin ortadan kaldırılmasını isteyen maddeleri çıkartacağını
taahhüt ediyordu. Resmen Filistin Özerkliği Üzerine İlkeler Deklarasyonu adını
taşıyan, ama kısaca Oslo I bir diye anılan ikinci anlaşma, işgal altında ki topraklarda
geçici bir Filistin özerkliği için beş yıllık bir program öngörmekteydi.
…
İlk aşamada İsrail askerleri Gazze Şeridi'nden ve Batı
Şeria'da Eriha'dan çekileceklerdi ve Filistin yetkilileri iki bölgenin
kontrolünü hemen ele alacaklardı. Bundan sonraki aşamada seçilmiş bir Filistin
Meclisi, bütün Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde eğitim, sağlık, sosyal yardım,
turizm, kültür işleri ve doğrudan vergilendirme sorumluluğunu üstlenecekti.
Aynı zamanda İsrail silahlı kuvvetleri de Batı Şeria'nın meskun bölgelerinin
dışına çekilecekti;
…
Deklarasyon pek çok önemli konuyu ara müzakerelere bırakmıştı ki, bunların arasında Doğu Kudüs ve İsrail yerleşim birimleri, ülke
dışında yaşayan Filistinli mültecilerin gelecekteki statüleri ve Filistin
egemenliği sorunu vardı.
…
13 Eylül 1993 günü İsrail ve FKÖ liderleri, Beyaz Saray
bahçesin de birkaç hafta önce hayal bile edilemeyecek bir törene katıldılar.
…
İleri gelen İsrailli ve Filistinlilerin Oslo I'e şiddetli muhalefetleri ne rağmen, imza törenini izleyen iki yıl içinde bir anlaşmaya doğru ivme sağlandı. İki tarafın karşılaştığı güçlük, 1993 anlaşmalarının genel ilkeleri ve belirsiz yönlendirmesine bazı ayrıntılan yerleştirme gerekliliğiydi. Bu güçlüğe 1994'te ekonomik ilişkiler ve idari yetkinin Gazze Şeridi ve Eriha'da İsrail'den Filistinlilere devredilmesi konusunda imzalanan iki anlaşmayla kısmen çare bulunmuştu.
Yaser Arafat 1994 Temmuz ayında Gazze'ye yerleşerek idari bir yapı kurmaya başladı. 1994 sonbaharında Israil ile Ürdün bir barış ve karşılıklı tanıma anlaşması imzaladıklarında ve başkan Clinton, Hafız Esad'ı İsrail'le görüşmelere başlatma umuduyla Suriye'yi ziyaret ettiğinde, Oslo l'in geniş bölgesel etkisi iyice gözler önüne serildi. Arap-İsrail çatışmasının çözümü artık çok yakın görünüyordu.
Oslo II
Oslo l'in ardından geçen iki yılın son anlaşması 1995 Eylül
ayın da imzalandı. Anlaşma ondan önceki anlaşmaların mantıksal sonucu gibi
görünse de, aşağıda takip edilecek diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında
barış sürecine muhalefetin pekişmesinde kilit rolü oynamıştır. Resmen Ara
Anlaşması olarak bilinen ama daha çok Oslo ll diye adlandırılan 1995
belgesinde, gayet uzun ayrıntılarıyla (belge 350 sayfaydı) Israil'in Batı
Şeria'da askeri bakımdan yeniden konuşlanma aşamaları, iktidarın Filistin sivil
yönetimine nasıl geçeceği ve diğer uzun ve kısa vadeli konular yer almaktaydı.
Ancak en çok eleştiriyi alan, yeniden konuşlanma ve Filistin yönetimine getirilen kısıtlamalar oldu. Oslo ll, Batı
Şeria'yı üç bölgeye ayırıyor, her birinden Israil savunma güçlerinin nasıl
çekileceğini sıralıyordu.
Oslo Il, Filistin devletinin tanınmasından ziyade Batı Şeria'da Filistin bölgeleri yaratılmasına doğru bir adım gibi geliyor ve giderek daha fazla Filistinli muhalif gruplara yaklaşıyordu.
Oslo Anlaşmaları, Filistin topraklarında Filistin Ulusal Yönetimi (FUY)'nin kurulmasını ve sınırlı bir özerklik tanınmasını öngördü. Ancak bu anlaşmalar, toprakları tamamen birleştirmek yerine Gazze'yi ve Batı Şeriya'yı A, B ve C bölgeleri olarak ayırarak fiili bir parçalanmayı resmileştirdi. B.Berksan
İşgal altındaki topraklardaki Filistinliler 88 temsilci ve
FY başkanı için oylarını kullandılar. Yerel muhalif adaylardan bazıları seçildiyse de, Arafat taraftarları rahat bir çoğunluk sağladılar ve Arafat başkan
seçildi. Arafat ondan sonra gayet karmaşık bir güvenlik hiyerarşisi tarafından
desteklenen otoriter bir rejim kurmaya girişti. 40 bin kişiden oluşan ve
üniformalı başkanlık mu hafızlarından sıradan polislere kadar uzanan yedi ayn
güvenlik servisi rejimi destekliyordu.
…
1990'ların sonu geldiğinde Filistin'in ekonomik durumu,
İsrail işgalinde olduğundan çok daha kötüydü.
…
Hamas liderleri Oslo I imzalandığı anda ona karşı çıkmaya
yemin etmişlerdi. Muhalefetleri Hamas'ın kuruluş belgesinde yer almıştı. Eğer
Filistin bölünmez bir İslam toprağı olarak tanımlanıyorsa, o zaman onun bir
kısmı üzerinde İsrail egemenliğini kabul etmek, Hamas'ın ülkeyi İslami yönetim
altına sokma ilkesine ihanetti. İşgal altındaki topraklarda güç ve kaynak
mücadelesinin daha maddi bir düzeyindeyse Hamas liderliği, Arafat'ın Filistin
Yönetimi'ni almasından ve dışardan gelen FKÖ'lülerin yüksek mevkilere
atanmasından rahatsızdılar.
…
Hamas'ın Oslo barış sürecini tanımaması, en aşırı durumunda
büyük kentlerde İsrail sivillerine karşı intihar bombacılarının eylemlerinde
görülüyordu. 1994 sonlarıyla 1995 başlarında bir dizi eylemde onlarca İsrailli
öldürüldü. Bombalamaların amacı, lsrail kamuoyunu Rabin'e ve lşçi Partisi
hükümetine karşı çevirerek barış görüşmelerini sabote etmekti.
…
Gerginlik arttıkça Clinton yönetimi, barış sürecinde daha
doğrudan bir yol üstlendi. ABD baskısı sonunda Netanyahu ile Arafat'ı 1998
yılı sonbaharında Maryland'de Wye River malikanesinde bir araya getirdi. Başkan
Clinton'ın günlük müdahalesiyle günler boyu süren sert tartışmalardan sonra
Arafat ve Netanyahu, Wye Mutabakatları olarak bilinen bir dizi anlaşma
imzaladılar. Bu çok küçük bir başarıydı; Israil, Oslo anlaşmasıyla barış
karşılığında işgal altındaki toprakları verme ilkesini kabul etmişti, burada da
askerini Batı Şeria'da ilave yüzde 13'lük bir bölgeden çekmeyi kabul ediyordu
ve FKÖ de terörizmi kınıyordu.
II.İntifada
Seçim kampanyası yeni Filistinli ayaklanması ve sert İsrail misillemeleri arasında başladı. Ayaklanmayı başlatan sebepler, Oslo barış sürecinin İsrail'in işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ni kolonileştirme çabalarını durdurmaması ve Yaser Arafat ile Filistin Yönetimi'nin becerikli bir idare sağlayamamasındaki çifte başarısızlığıdır.
..
Likud'un başı olan Şaron, 2000 Eylül ayında, yanında 1000 kişilik bir güvenlik kuvvetiyle Müslümanların kutsal Harem ül-Şerif ya da Yahudi terminolojisine göre Dağ Tapınağı'nı ziyaret etti. Şaron'un amacı her Yahudinin Yahudi kutsal yerini ziyaret etmeye hakkı olduğunu göstermekti. Filistinliler bu ziyareti İslam'a hakaret olarak gördüler, gösteriler yapmaya ve taş atmaya başladılar. İsrail tepkisi hızlı ve öldürücü oldu; protestoların ilk iki gününde İsrail güvenlik güçleri 18 Filistinliyi öldürdüler ve gösterileri kısa sürede Arafat'ın kontrolünden çıkan bir halk ayaklanmasına döndürdüler.
…
Ayaklanma 2002'de de devam edince İsrail askeri operasyonlarını tırmandırdı ve Batı Şeria ile Gazze Şeridi'nin daha önce Filistin Yönetimi'ne teslim edilmiş bölgelerini yeniden işgal etti.
Sharon'un ziyaretini izleyen dönemdeki ölümlerin ardından, Filistinlilerin Yahudi toplumuna duyduğu hınç, yeni bir boyut kazandı. Filistin politikasının her grubunu ya da fraksiyonunu temsil eden genç ve yaşlı Filistinli milis kuvvetleri, tehditkar bir amaç ve eylem birliği içinde operasyonlara başladılar. Gerek El-Aksa Şehitleri ya da Iz. al-Din Taburları adı altında, gerekse komünist ya da İslamcı gruplar halinde, işgali sona erdirmenin tek yolu olarak gördükleri yönteme başvurdu ve intihar bombacılarından yararlandılar. İsrail'in bu tür eylemlere tepkisi geçmişte uyguladığı misilleme eylemlerinden daha sert oldu. Nisan 2002'de çok sayıda Filistinlinin katledildiği Jenin mülteci kampının imhasıyla doruk noktasına ulaştı. Bu eylemi, Netanya'da bir Hamursuz yemeğine katılan otuz Yahudi'nin öldürüldüğü saldırı izledi. Bu süreçte, Filistin toplumunun sosyal ve ekonomik dokusu parçalanırken, diğer yandan da İsraillilerin kişisel güvenlikleri ve göreceli olarak yüksek yaşam standartları, daha önce görülmemiş bir biçimde zarar gördü. Modern Filistin Tarihi, İlan Pappe, Phoenix , 2007 |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder