Germanya Krallığı'ndan İmparatorluğa



Germen Krallığı ve Saksonya Düklerinin Kendilerini Kabul Ettirmesi
Şişman Karl'dan sonra Germen tahtına, Karintiyalı Amulf (y. 850-899), oğlu Çocuk Ludwig (893-911), Frankonyalı Konrad (?-918) ve Saksonyalı Heinrich (y. 876-936) gibi, belli başlı aristokrat ailelerin temsilcileri çıkar.

Heinrich, sürekli saldırılar ve yağmalamalarla krallığa azap çektiren Macarlara karşı gösterdiği gayret sayesinde de kendini kabul ettirir: Macarlardan hem vergi hem de ateşkes elde eder (bu sırada Elbe Nehri'nin doğusundaki bazı Slav topraklarını buyruğu altına alır), ardından Macarları yeniden yenilgiye uğratır (Unstrut, 933) ve Danimarkalı'lardan toprak elde ederek imparatorluğu genişletmeye devam eder.

Milliyetçilik yönelimli tarihyazımı, Heinrich'in rolünü vurgular ve onu Almanya'nın babası olarak görür: Macar saldırılarına asıl son veren (Lechfeld, 855) I. Otto'dur (912-973), ancak Heinrich'in gücü hanedanı pekiştirmekte ve tahtın oğluna geçmesini garantilemekte gösterdiği başarıda yatar.


İmparator Olunan Yer: İtalya Bölgesi
X. yüzyılda İtalya'nın durumu son derece karmaşıktır: Kuzey kısmı Venedik Cumhuriyeti (daha önceden Bizans yönetimi altında) ile İtalya Krallığı arasında bölünmüştür; daha güneyde Papalık toprakları ile Montecassino ve San Vincenzo al Volturno manastırlarının toprakları bulunur. Bizans yönetimindeki Napoli, Gaeta ve Amalfi, Benevento ile Salemo'nun Longobard prenslerinin saldırılarına maruz kalmaktadır; Benevento ve Salerno ile Bizans yönetimindeki Puglia, Basilicata ve Calabria bölgeleri ise Sarazenler, Bizanslılar, İtalya kralları ve Saksonya imparatorları arasındaki çarpışmalara sahne olurlar. Sicilya da Arapların yönetimindedir.

İtalya tacı, Spoleto ve Toscana dükleriyle Ivrea ve Friuli markileri arasında çekişme konusudur, ama daha güçlü rakipler de çekişmeye dahil olur. Friulili Berengarius'tan (850/853-924) sonra taç sırasıyla Burgonyalı Rudolf (880-937), Hugue (y. 880-947) ve Provencelı Lothar'ın (?-950) eline geçer. Lothar'ın ölümünden sonra krallığı ele geçiren Ivrealı II. Berengarius (y. 900-966) Lothar'ın dul karısı Adelaide'yi hapsettirir. Ancak vasallarından biri onu serbest bırakarak Germen kralını yardıma çağırır; 951'de İtalya'ya ulaşan Otto, Berengarius'a bağlılık yemini ettirme koşuluyla tahtta kalmasına izin verir ve Adelaide'yle evlenerek İtalya ile Germen Krallığı arasındaki ilişkilerde hanedan bağlantılarının önemini vurgular. Berengarius kendi egemenliğini geliştirme konusunda fazla girişimci davranınca, XII. Johannes'in (y. 937-964, > 955) yardım çağrısı üzerine Otto İtalya'ya döner, Berengarius'u tahttan indirir ve tacını giyerek (961) buna imparatorluk tacını da ekler. Büyük Otto ve renovatio imperii

Otto, Germen kralı olarak kararlılıkla hareket eder: Aile üyelerinin de dahil olduğu isyanları bastırır, sağlam bir destekçi kitlesi oluşturmak için büyük mülkiyet sahibi derebeyi özelliğinden yararlanır, topraklarını kontrol altında tutmak için piskoposluk sisteminden güç alır ve hanedanının konumunu pekiştirip henüz Hıristiyanlığı kabul etmemiş olan Slavların üzerindeki etkisini artırmak için kiliseyle ittifakını yoğunlaştırır.

Kilisenin savunucusu olarak rolü, Otto'yu Papalık makamı için çekişme konusu haline gelmiş olan Roma'daki duruma sık sık müdahale etmeye iter: Taç giyme töreninden kısa bir süre sonra Otto XII. Johannes'i Papalık görevinden alır ve Papalık seçimlerinde imparatorluk onayını zorunlu hale getirir (Privilegium Othonis, 962). Bu ayrıcalık, Şarlman (742-814) döneminde gelişmeye başlayan siyasi-dini bir plan olan ve ana özelliği evrenselci bir hırsla siyasi iktidar ve dini emeller arasındaki bağın, renovatio imperii'nin [imparatorluğun yenilenme süreci] parçası haline gelir.

Germen ve İtalya topraklarındaki olaylar arasındaki bağlantılar, Otto'yu İtalya'nın güneyine de müdahale etmeye iter: Benevento ve Capua prenslerini buyruğu altına aldıktan sonra Bizans yönetimindeki toprakları da almaya çalışır. Ancak bu yöndeki başarısızlığını, bölgeyi imparator Johannes Tzimiskes'in (y. 925-976) kızı Teophano'yla evlendirdiği oğlu II. Otto (955-983) için çeyiz olarak alma sözüyle telafi eder.

II. Otto ile III. Otto: Bir Yanda Pragmatik Güç, Diğer Yanda Doğunun Etkileri

Büyük Otto'nun planlarının ne kadar zayıf olduğu, özellikle ölümünden sonra (973) oğlunun ve torununun saltanatı sırasında ortaya çıkar. Germen imparatorunun Almanya'daki uzun süre bulunmayışı Alman aristokrasisinin özerklik arzusunu harekete geçirir; Roma aristokrasisi ise bu sıkıntı verici olaylara zor katlanır: Capua ve Benevento prensleri bağımsızlıklarını ilan eder ve II. Otto'nun Stilo'daki Sakson hanedan yenilgisinden (983) anlaşıldığı üzere, Sarazenler kontrol altında 
planlarının zayıflığı tutulamaz. Teophano'yla olan evlilik de istenilen etkiyi yaratmaz; prenses tahtı gasp etmiş birinin kızıdır ve Tzimiskes ölünce yeni imparator İtalya'dan vazgeçmeyi reddeder.

II. Otto bu zorluklarla katı bir şekilde mücadele eder, ama 983 yılında aniden ölür. Oğlu III. Otto (980-1002) üç yaşında Germen kralı ilan edilir ve ancak Teophano ile Adelaide'nin güçlü naipliği sayesinde imparator olarak taç giyene kadar (996) hakları korunur. Rolünün kutsallığının inancıyla yetiştirilmiş olan III. Otto, yönetiminin her düzeyinde bu rolü vurgulayarak sarayına Bizans ritüellerini getirir, İtalya ile kilise topraklarına büyük önem verir. İtalya'da uzun süre kalarak Papalığa sık sık müdahale eder ve 997'de V. Gregorius'u (y. 972- 999), 999'da da Gerbert d'Aurillac'ı (y. 950-1003) II. Silvester adıyla papa ilan eder.

III. Otto'nun göz önünde bulundurmayı unuttuğu bir şey vardır; o da imparatorluğun içindeki fiili güçlerdir. İlk Saksonlar köklü, güçlü ve şiddet yanlısı olan bu yerel güçleri bastırmaya çalışmamış, onları faydacı bir şekilde kontrol altına almaya çalışmıştı. III. Otto kimseyi hoşnut etmez: Germenler için bir yabancıdır, çünkü hem Doğuyla kültürel bir bağ hem de İtalya'yla siyasi bir bağ oluşturmuştur; İtalyanlar yerel bir kralı ona tercih ederler; Papalık seçimi üzerindeki etkisi elinden alınmış olan Roma aristokrasisi de benzeri bir hoşnutsuzluk içindedir. İtalya feodalitesi Ivrealı Arduin (955-1015) liderliğinde isyan eder; Romalıların arasında defalarca baş gösteren bu isyanların sonucunda Otto 1001 yılında Roma'dan ayrılmak zorunda kalır. Kısa bir süre sonra da varissiz olarak ölür.

Saksonların Sonuncusu: II. Heinrich
1002'den itibaren Germen kralı olan Bavyera dükü Saksonyalı II. Heinrich (973-1024), Kilise'yle güçlü bağlantılar kurar ve piskoposların temsil ettiği siyasi-idari bölünmeye önem verir; İtalya'yı da ihmal etmez ve 1002'de İtalya kralı ilan edilen Ivrealı Arduin'i defalarca yenilgiye uğratır. 1004'te İtalya kralı unvanını alır, 1014'de de imparator olarak taç giyer. Ancak Heinrich'le birlikte imparatorluk, aristokrasinin bağımsızlığını ilan etmeye çalıştığı ve Doğu sınırlarının Slavların saldırılarına maruz kaldığı Germen bölgesine odaklanır. II. Heinrich'in mühründe, III. Otto'nun evrenselci planlarını yansıtan Rerıovatio Imperii Romanorum [Roma İmparatorluğu'nun Yenilenmesi] yerine Renovatio Regni Francorum [Frank Krallığı'nın Yenilenmesi] teriminin yer alması, Heinrich'in 1024'teki ölümüyle sona eren hanedanın çöküşüne iyi bir örnek teşkil eder.
Catia Di Girolamo

II. Heinrich’in ölümünden sonra II. Konrad’ın seçilmesiyle 1024’te başlayan Sal hanedanı da Otto hanedanı politikalarını genel olarak sürdürdü: (Bamberg gibi) piskoposluklar kurdu, (Goslar, Magdeburg, Aachen, Regensburg gibi) saraylar inşa etti, Speyer gibi katedraller yaptırdı. Ama imparatorluk monarşisi, yani Kilise ve devlet arasındaki birliğin görünüşteki uzlaşması çok geçmeden sarsılacaktı. Yaklaşık 1050’den sonraki iki yüzyıl boyunca yaşanan dönüşümlerle “ileri ortaçağ” denen döneme giriyoruz.

XI. yüzyılın ortasından XII. yüzyılın ortasına uzanan dönem siyasal ve dinsel mücadelelerle doluydu. Krallar soyluları kontrol edemiyordu; 1073-75 Sakson ayaklanması, 1077’de Schwaben Dükü Rudolfun “kral karşıtı” seçilmesini içeren bir dizi ayaklanma ve iç savaş yaşandı. 

Sonraki yüzyıllarda Alman tarihine damgasını vuracak olan büyük hanedanlar bu dönemde doğdular: Saksonyalı Welf, Bavyeralı Wittelsbach, 1079’da kendilerine Schwaben dükalığı bağışlanan Hohenstaufen (isimlerini Göppingen yakınlarındaki Stauf kalesinden almışlardı) gibi. Bu siyasal güvensizlik ve iç savaşlar dönemi, Sal hanedanının son kralı V. Heinrich’in 1125’teki ölümünden sonra (herhangi bir kan hakkı olmaksızın) kral seçilen Supplinburglu Dük Lothar’ın hükümranlığı boyunca sürdü.

Yaşanan siyasal kargaşayla etkili bir şekilde ancak 1138’den 1254’e dek süren yeni Hohenstaufen (veya Staufer) hanedanı döneminde, özellikle de onun en parlak temsilcisi olup 1152’den 1190’a dek tahtta oturan I. Friedrich (kızıl sakalı nedeniyle “Barbarossa” diye anılır) döneminde mücadele edildi. Bu arada, Kiliseyle devlet arasında doğan eşzamanlı bir kriz, son Sal hanedanı kralları IV. Heinrich (1056-1106) ve V. Heinrich dönemlerinde, imparatorluğun sorunlarına bir yenisini eklemişti. 

XI. yüzyıl ortası ve sonrasındaki Kilise reformları -bunlar arasında rahiplerin evlenme yasağı, dinsel görev alışverişinin kaldırılması girişimi ve dünyevi denetimden özgür kalma vardı- ruhban sınıfına özel ve ayrıcalıklı bir konum vermişti. Papalar özgüven kazanırken, eskiden Otto hanedanının iman dolu müttefikleri olan Alman üst düzey rahipleri de kendilerine has siyasal ve bölgesel ihtiraslar geliştirmeye başladılar. özellikle Hildebrand’ın VII. Grigorius (1073-85) adıyla papa oluşuyla birlikte, papayla imparator arasında büyüyen çekişmeler, Ocak 1077’de Canossa’da IV. Heinrich’in küçük düşürücü bir şekilde boyun eğmesiyle sona erdi. Ama mevki atamaları (Kilisedeki önemli konumlara adayların belirlenmesi) konusunda papalıkla arasındaki çekişme devam edecekti. “Atama Yarışması” denen şeyin sonucunda 1122 tarihli Worms Konkordatosu yapıldı: Buna göre V. Heinrich, Almanya’daki üst düzey rahiplerin seçilmesinde etkin olacak, ama İtalya özelinde bu haktan mahrum olacaktı. Bu durum kraldan çok Kilise için bir başarıydı: böylece üst düzey Alman rahipleri, büyük seküler soyluların yanı sıra bağımsız feodal nüfuz sahipleri olarak öne çıkmayı sürdürdü. Bu zenginleştirilmiş dünyevi konum, dinsel münzeviliği, dünyadan el etek çekip yoksulluk ve kefaretin erdemlerini vurgulayan dinsel cemaatler ve yeni manastır düzeniyle belirginleşen bir dinsel yeniden canlanmayla eşzamanlı olarak ortaya çıkıyordu.

İleri ortaçağ birçok açıdan önemli bir geçiş dönemini temsil eder. Siyasal karışıklıklar, eski kabile dükalıklarının yerine yeni feodal beylerin etkili bir şekilde geçirilip birçok prensliğin kurulmasına yol açtı; aynca imparatorluğun saygınlık ve otoritesinin eksilmesi söz konusuydu. I. Friedrich döneminde, nüfuz sahiplerine, saraydaki o güçlü imparatorluk retoriğine rağmen, geniş ayrıcalıklar verildi. Friedrich’in “aşırı güçlü kullarî’nın en büyüğü, kendisine Bavyera düklüğü verilmesinin yanı sıra Almanya’nın kuzey ve kuzeydoğusundaki birtakım toprakları da ele geçiren kuzeni Saksonya Dükü Aslan Heinrich’ti. Zamanla bazı soylular ve başrahiplerden gelen baskılar, Friedrich’in bu en güçlü prensine yüz çevirmesine yol açtı. 1180’de Aslan Heinrich’in yenilmesinden sonra, toprakların yeniden dağıtılmasıyla birlikte, kabile dükalıklarının çözülmesi ve onların yerini imparatorluk prenslerinin fief biçiminde sahip oldukları daha küçük ve miras yoluyla devredilebilen eyaletlerin almasına müsade edilmişti. Siyasal parçalanma Barbarossa’nın halefleri döneminde de devam etti: Örneğin Barbarossa’nın torunu II. Friedrich 1250’de öldüğünde, prenslerin bölgesel iktidarları da onaylanmıştı.

Ekonomik açıdan bu dönem büyüyüp genişleme dönemiydi. Daha yavaş olan öküzler yerine bir at tarafından çekilen dört tekerlekli arabalar sayesinde ve ekilecek ürünlerin üçlü rotasyona tabi tutulmasıyla ekilebilir alan genişlemiş, bu da tarımsal üretimin artmasına yol açmıştı. İnsanlar dağınık küçük yerleşimler yerine daha büyük köylerde yaşamaya başlamış; aynca ticaret ve zanaatkârlığa dayalı üretimde artış olmuştu. Ticaretin artışı aynı zamanda paranın öneminin artması ve Yahudilerin tefeci olarak ünlenmesi anlamına da geliyordu (çünkü onlar için faiz konusunda dinsel bir yasak söz konusu değildi). Yahudiler ayrı semtlerde yaşamaya meyilliydiler; kayıtlarda yer alan ve surla çevrilmiş ilk getto örneklerinden biri 1084’te Speyer’de yapılmış olanıdır. 

XII. yüzyıldan itibaren Alman tüccarları artık Avrupa’nın her yerinde görünüyordu. Zanaatkârlar lonca ve dernek benzeri yapılar halinde örgütlenirken, kentler de erkenden büyümeye başlamışlardı. Güneydekiler çoğunlukla zanaatkâr şehriyken kuzeyde tüccar şehirler oluşuyordu. Artan üretim artan nüfusla bağlantılıydı: XII. yüzyıl sonunda Almanya’nın nüfusu 7 veya 8 milyona dek varmıştı ve Saksonya gibi bazı bölgelerde diğerlerinden daha hızlı artış gözleniyordu. Almanya’nın güney ve batısındaki nüfus artışına tarım arazilerinin -orman ve fundalık-ların aleyhine- genişlemesi de eşlik ediyordu; bu durum doğuda yeni bir sömürgeleştirme dalgasına yol açtı. Elbe Nehri’nin doğusundaki Slav topraklan 1150 ila 1300 yılları arasında sömürgeleştirildi; Silezya gibi doğudaki yeni topraklarda yeni yeni köyler kurulurken sömürgeci köylüler görece iyi koşullar ve kişisel özgürlük içinde yaşayabiliyorlardı. Doğuya yönelik bu göç ve sömürgeleştirme, ortaçağın sonları ve sonrasındaki Alman tarihi için temel bir öneme sahip olacaktı.

Mary Fulbrook, Kısa Alman tarihi, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder