Anadolu Yarımadası’nın
bugün için bilinen en eski adı “Hatti Ülkesi” idi. İlk defa Mezopotamya
yazılı kaynaklarında Akkad sülalesi döneminde (M.Ö. 2350-2150) kullanılan bu
adlandırma, M.Ö. 7. yüzyıl Assur yıllıklarında görüldüğü üzere, M.Ö. 630
tarihlerine değin süregelmiştir. Böylece Anadolu, en aşağı 1500 yıl boyunca
Hatti Ülkesi olarak tanındı Bu ad o denli yerleşmişti ki M.Ö. 2200
tarihlerinden itibaren Anadolu’yu istila etmeye başlayan Hind-Avrupalı
Hititler bile yeni yurtlarından söz ederlerken, Hatti Ülkesi deyimini
kullanmışlardır. Hattuşa (Boğazköy) tabletlerini ilk okuyan filologlar hep bu
tabire rastladıkları için, bambaşka bir dil konuşan bu yeni kavme de Hatti
adını taktılar. Oysa sonradan yine tabletlerden öğrenildiğine göre söz konusu
Hind-Avrupalı halk kendini Nesice konuşan Nesililer olarak anıyordu. Ancak
Hitit biçimindeki adlandırma, Eskiçağ tarihi çevrelerinde yayıldığı için onu
değiştirmek güç olurdu. Kaldı ki kendilerini Nesili olarak adlandıranlar
Hind-Avrupalı boyların sadece Orta Anadolu’da oturan bölümü idi. Örneğin
Anadolu’daki diğer bazı Hind-Avrupalı boylar, Luviler ve Palalar adı ile
biliniyordu. Zaten filologlar söz konusu Hind-Avrupalı kavim için Hatti sözcüğünü olduğu gibi almayıp, onun Ahdi-Atik de zikredilen “Heth” ve “Hittim” şeklinden esinlenerek Almanca “die Hethiter”, İngilizce “The Hittites”, Fransızca “Les Hittites” ve İtalyanca “Gli Ittiti” deyimlerini ürettiler. Türkçede önceleri Eti sözcüğü kullanıldı (Etibank gibi). Şimdi ise Hitit deyimi yerleşti. Burada yanlış kullanılan bir adlandırmaya işaret etmek yerinde olacaktır. Birçok bilimadamı bir zamanlar doğru olduğu sanılan, ancak şimdi isabetsiz olduğu anlaşılan “Proto-Hitit” ya da “Proto-Hatti” deyimlerini alışkanlık sonucu hâlâ kullanmaktadırlar. Hatti yerine Proto-Hıtıt’ tabiri kullanıldığı takdirde, Hititlerin Hattilerden geldiği izlenimi yaratılmış olur. Oysa söz konusu iki halk birbirinden dil ve ırk bakımından tamamiyle ayrıdır. Hele adı Hatti olan kavmi “Proto-Hatti” diye anmak büsbütün anlamsızdır. Anadolu daki Hatti Beylikleri bir protohistorik (öntarih) uygarlığıdır. Başka bir deyişle onlar henüz yazı kullanmadıkları için tarihsel sürece ait değildirler. Ancak bu beyliklerin kounuştuğu dil, taptığı din, yaşattığı örf ve adetleri hakkında Hititler yolu ile birçok bilgiye sahip bulunmaktayız. Bu nedenle Hatti Beylikleri öntarih (protohistorya) uygarlığının güzel bir örneğidir. Anadolu Kültür Tarihi,
Ekrem Akurgal, Tübitak Yayınları, 1997 |
Yerli Anadolu
Kavimleri ve Hititler Yaklaşık M.Ö. 2000
yıllarında Hititler Anadolu'ya gelmeden çok önceleri, Anadolu' da köklü uygarlıklar
hüküm sürmekteydi. Anadolu, o zamanlar medeni dünya olarak kabul edilen Mezopotamya
ve Mısır' da bile olmadığı şekilde en eski Taş devri, Neolitik, Kalkolitik ve
Eski Tunç çağının tüm safhalarını kesintisiz olarak yaşamış; en önemlisi M.Ö.
8000 yıllarında, daha Neolitik çağda, Konya yakınlarındaki Çatalhöyük ve son
zamanlarda Ergani yakınlarındaki Çayönü, Urfa yakınlarındaki Göbekli Tepe ve
Aksaray yakınlarındakı Aşıklıhöyük ile simgelenen yüksek bir kent kültürüne
kavuşmuştu. M.Ö. 3. binyılın ortalarında ise, doğadan maden elde etmede ve
kısmen demir de dahil tüm maden çeşitlerini kapsayan maden işçiğinde yüksek
Mezopotamya uygarlığı ile boy ölçüşecek derecede idi. Bu uygarlıkların sahibi
olan insanların kim oldukları ismen bilinmemekle birlikte, sonradan Eski Asur ve Hitit metinlerinden Hitit göçleri sırasında Anadolu' da var olduklarını öğrendiğimiz ve uzun yüzyıllar Hititlerle birlikte yaşamış olup, Hititlere kadar hemen her uygarlığı etkilemiş olan Hattiler oldukları hiç kuşku götürmez. Bu kavim yerli Akdeniz ırkındandı ve Yunanistan'ın Minosları, İtalya'nın Etruskleri, Mezopotamya'nın Sümerleri, Hindistan'ın ljarappa/Mohenjo Daro kültürlerinin sahibi yerli kavimleri, İran'ın Elamları ve nihayet Amerika'nın Kızılderilileri gibiydiler ve Hint-Avrupa ve Samilerin gelmeleriyle aynı ortak kötü kaderi paylaştılar, yani yok edildiler. Hitit göçleri sırasında onları talihli kılan başka bir olgu da, Anadolu'nun, tek bir kültüre dayalı ve dolayısıyla aşırı tutucu, yabancı olanı reddeden, dışlayan Mezopotamya ve hele hele Mısırın aksine daha o çağlarda oldukça kozmopolit bir yapıya sahip olması, yerli halkların dışardan yeni gelen insanları asla dışlamaması, onlara karşı savaşıp, onları ülke toprakları içine sokmama çabası göstermemeleridir. Hititler Devrinde Anadolu Kitap I, Ahmet Ünal, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul |
Akkadların Sümer şehir beyliklerini ortadan kaldırdıkları zaman Anadolu’da da, tıpkı Sümerlerde olduğu gibi şehir beylikleri sistemi hâkimdi. Alaca Höyük, Alişar, Ahlatlıbel, Eskiyapar, Hattuşaş, Horoztepe, Mahmatlar, Kaniş, Pruşhanda bunlardan bazılarıydı. Akkad çivi yazılı belgelerinden öğrenildiğine göre, bu Eski Tunç Çağı şehirlerinin beyleri ile Mezopotamya arasında sıkı bir ticaret gelişmişti. Bu bağlamda 200, 250, 300 hatta 350 merkepten oluşan kervanlar, bu ticaretin yükünü taşıyarak, Mezopotamya ile Anadolu arasında gidip geliyorlardı. Anadolu’daki şehir beyleri, kervanların kendi bölgelerinden geçişlerinde, kervanın güvenliğini sağlıyorlardı. Bu güvenlik temini karşısında ise beyler, kervanlardan istedikleri eşyaları haraç olarak alıyorlardı. Doğal olarak bundan rahatsız olan kervan ya da mal sahipleri, kervanları gizli yollardan geçirmeye başlamışlardı. Kervanlar çağın en güzel mamul eşyalarını Mezopotamya’dan Anadolu’ya getirirken eşyaların güzelliğine kapılan eşkıyalar sık sık kervanları soymaya, yağmalamaya başlamışlardı. Ticaret durma noktasına gelince bu durumdan rahatsız olan yerli şehir beyleri çareyi, Ön Asya’yı bir imparatorluk haline getiren Akkad imparatoruna başvurmakta bulmuşlardı. Akkad imparatoru Naramsin’in yazdığına göre; Pruşhanda Beyi, kendisine haber yollayarak, bölgeyi, günümüzün Güneydoğu Anadolu’sunda türeyen eşkıyalar yüzünden ticaret yapamadıklarından şikâyetle işgal ederek çapulculardan temizlemesini istemişti. Pruşhanda Beyi’nin bu isteğini yazılı mı ya da elçi yollayarak mı yaptığı belli değildir. Akkadlının ifadesine göre bu daveti kabul eden imparator Anadolu’ya girerek bölgeyi eşkıyalardan temizlemiş ve ticaretin yeniden başlanmasını sağlamıştı. İmparator bununla da kalmayarak Anadolu’yu çok beğenmesinden dolayı Pruşhanda’da bir kış geçirmişti. Bu arada Naramsin’in Anadolu’ya girişine karşı çıkan on yedi bey, aralarında koalisyon kurarak Bey Pampa liderliğinde Naramsin’le savaşmışlar ve savaşı kaybetmişlerdi. Naramsin’in, bu olaydan sonra, Anadolu’yu “Hatti Ülkesi” ve Anadolu halkını da “Hatti insanları” olarak ifade etmesiyle Anadolu tarih sahnesine ilk kez çıkmış oldu. Bundan böyle Anadolu MÖ 2. binin sonu kadar “Hatti ülkesi” olarak anılacaktı. Hitit kralları dahi kendilerini “Hatti Ülkesi kralı” olarak tanımlamışlardı.
Anadolu’da
Hatti Dönemi yaşanırken, Mezopotamya’da Arkaik Sümer, Akkad ve Yeni Sümer
dönemlerinde çivi yazısı yaygın olduğu halde, bu kültürlerle çağdaş Anadolu’da
yazı henüz kullanılmamış ya da bulunamamıştı. Ancak ticaret söz konusu olduğu
halde bu döneme ait hiçbir yazılı belgenin ele geçmemesi de düşündürücüdür.
Orta Anadolu’da sistemli kazılar ilerleyip, çivi yazılı belgelerin sayısı
arttıkça MÖ 3. ve 2. bin Anadolu’sunun etnik yapısı hakkındaki bilgiler de
çoğalmış oldu. Bu bağlamda, özellikle Kültepe’de ele geçen tabletlerin
yorumundan, Hatti halkının dilinin Asyanik, yani bitişken dillerden olduğu
anlaşıldı. Bu da gösterdi ki, Anadolu’nun adı bilinen en eski budunun dili,
(lisanı) Türkçenin de içinde bulunduğu dil grubundan olduğu ve Sümerler,
Hurriler, Urartular ve Selçuklar gibi Asya kökenli olduklarının kanıtıydı. Akkad
imparatoru Naramsin’in MÖ 3. binin son çeyreğinde Anadolu’ya “Hatti Ülkesi” ve
halkına da “Hatti insanları” demesinden, Anadolu’nun Eski Tunç Çağının 2. ve 3.
safhalarının Hatti Dönemi olduğu açıktır. Bu da Alaca Höyük, Eskiyapar,
Horoztepe, Mahmatlar vb. çağdaş buluntuların Hatti Dönemine ait olduğunun
göstergesidir. Sosyo-kültürel yapıları bakımından Alişar - Kültepe, Alaca
Höyük-Horoztepe, Karaoğlan - Dündartepe, Mahmatlar, Resuloğlu birbirine çok
benzeyen küçük birer beylik ya da beyliğin merkezi olmalıydı. Bu merkezler
mimari açıdan Alişar’da kalenin, Eski Tunç Çağı yerleşimlerindeki Hatti Dönemi
eserlerinin buluntu durumları dikkate alınırsa, Alaca Höyük önemli bir konuma
sahiptir.
….
MÖ
2. binin ilk çeyreği sonlarında, Anadolu’ya gelen Hint-Avrupalı kavimler,
ağırlıklı olarak Hatti şehirlerini yerle bir ettiler. Dillerini ve bir çeşit
meclis olan “Pankuş” sistemini getirmişlerdir.
Hititler Orta Anadolu’ya ya da Hatti Ülkesine girdiklerinde, Orta
Anadolu’da, çok gelişmiş, demir ve kurşun dâhil her türlü madeni işlemeyi
bilen, döküm, döğüm ve kaplama tekniklerine hâkimdiler. Hiç şüphe yok ki, Hatti
beylerinin şanlarına uygun konakları, şatoları vardı. Ancak, Hititlerin
binalarını bu anıtsal yapıların üzerlerine kurdukları da bir gerçektir. Bu açıdan
hiçbir Hatti yerleşiminde henüz beylere ait anıtsal yapılar bulunmamıştır. Buna
karşın, Hatti yerleşimlerinde ele geçen küçük eserler, pişmiş toprak kap kacak
dâhil, Hatti bey ve beyçelerinin mezarlarında gün ışığına çıkartılanlarla eş
tutulamayacak derecede basit denebilir. Ancak bunlar arasında madeni kapların
taklidi gibi yapılmış olanları da ayrıca dikkate değerdir.
Assur
Ticaret Kolonileri Çağı olarak
bilinen dönemde Anadolu halkı Hattice dilini kullanıyor ve yazıyordu. MÖ 3.
binden 2. bine geçişte, Hatti ülkesinde hiçbir sosyal ya da etnik değişiklik
olmadığı bilinmektedir. Bu değişiklik MÖ 1750 yıllarında Hititlerin Hatti
Ülkesine girmeleriyle Hatti Ülkesinin bilinen ilk sosyal ve etnik değişikliği
gerçekleşmiş oldu. Bu değişikliğe kadar Hatti kültürünün kesintisiz devam
ettiği düşünüldüğünde, Assur Ticaret Kolonileri Dönemine de, Hatti demenin
yanlış olmayacağı çok açıktır. Hatti Dönemi, MÖ 2. binin ilk çeyreğine bir
başka söylemle, Hititlerin, Hatti Ülkesine gelişlerine kadar devam etmiştir.
Aktüel
arkeoloji, Aykut Çınaroğlu
Geçtiğimiz yıllarda,
bağımsız bir Hatti kültür tabakasını Hitit devlet kültünden ayırmaya yönelik
çalışmalar yürütüldüyse de, başlı başına bir Hatti devlet kültü veya Hatti
kültürel geleneğini belirleme ihtimaline ilişkin şüpheler varlığını
sürdürmektedir. Sözde ‘Hitit efsaneleri’ çoğunlukla Hatti tanrı isimleri, ibadetleri, kült kurumları ve kutsal yerleri gibi Hatti dünyasından referanslar içerirler. Aynı durum, çoğunlukla hatalı olarak Hitit ritüelleri olarak adlandırılan ve aslında Hurri, Luvi ve Hatti kültürlerine ait öğeler barındıran Anadolu ritüelleri için de geçerlidir. … ‘Hattice’ yazılı
belgeleme Hattice yazılı
belgelerinin bulunduğu belli başlı arkeolojik yerleşmeler arasında Ankara’nın
150 kilometre doğusunda yer alan Ḫattuša, bugünkü adıyla Boğazköy ile
Çorum’un 50 kilometre güneydoğusunda yer alan Šapinuwa, bugünkü adıyla
Ortaköy yer alır. Hattice üzerine derleyebildiğimiz bilgiler yabancı kaynaklardan (Hitit belgeleri) elde edildiğinden, Hattice pragmalinguistik (edimbilim/dilin kullanımı) özerkliğe sahip değildir. Bununla birlikte Hatticenin Hititçeye çevrilmesiyle ilgili problemler yakın zamanda yeniden ele alınmıştır. Hititler metinlerinde Hatti dilini, ḫattili yani “Ḫatti dilinde olan” olarak tanımlıyorlardı. Çok sayıda akademisyen, Hititli kopyalayıcıların yalnızca Hatti ritüelleri ve büyü metinleri değil (Hatti dilindeki başlıca iki metin kategorisi), ancak daha da önemlisi, Hatti dilinin kendisi üzerine sınırlı bir anlayışa sahip olduğu varsayımında birleşmektedir. Diğerleri ise, Hattice metinlerin yalnızca bilimsel bir uydurmadan ibaret olmadığını, dikte edilen bir yazıyı yansıttığını öne sürmektedirler. Hatti diliyle ilgili elimizde Hattice metinlerden parçalar, Hititçe metinlerde yer alan ve tercüme edilmemiş Hattice kelimeler veya cümleler ve Hattice-Hititçe çift dilli metinler bulunmaktadır. Hatticeye en çok, dilin liturjik (ritüelle ilişkili) işlevlere hizmet ettiği, Hititçe dini metinlerde rastlanmaktadır. Hattice yazılı belgeleri kapsamında üç önemli Hattice-Hititçe çift dilli metin bulunur: ‘temel taşını koyma’ ritüeli; bir tapınak temel atma ritüeli ve ‘Ay Tanrısının gökyüzünden düşme’ efsanesi. Hattiler Genelde dil ve etnik
köken önemli bir ilişki içerisinde olsa da, etnik yapıyı yalnızca dil bazında
yapılandırmak zordur. Bu nedenle Hattilere bir nüfus grubu veya dil topluluğu
demek daha doğru olacaktır Geçerli bir etno-linguistik (budun dilbilim)
teoriye göre, Hint-Avrupa kökenli (Ön-?) Hititler Anadolu’ya en erken MÖ
3. binyılda gelmiş (ancak akademisyenlerin tümü bu konuda hemfikir değildir)
ve burada Hatti ve Hurrilerin öncüleriyle karşılaşmışlardır. Bu teoriye göre
Hattiler, ‹Anadolu’nun yerlisi› ve dilleri ise ‹alt katman bir dil› olarak
görülmelidir. Yakın zamanda yürütülen çalışmalar, bu genel görüşün bir bakıma
değişmesine neden olmuştur. Dolayısıyla, Hattilerin Anadolu’da yaşayan
barışçıl, anaerkil bir toplum olup, daha önceden varsayıldığı gibi, MÖ
1800-1750 civarlarında bölgeye gelen Hititler tarafından saldırıya
uğradıklarını öngören senaryo şimdiki durumda kanıtlanamamaktadır. Geçtiğimiz yüzyılın ilk yarısında, arkeologlar Orta Anadolu’daki Erken Tunç Çağına ait maddi kültürün ‘kesin olarak yerel bir Anadolu karakterine sahip olduğunu öne sürdüler. Bu dönemde, Hattiler, Orta Anadolu’nun Erken Tunç Çağı krallıklarına bağlı bir halk olarak düşünülmekteydi. Uzun yıllar boyunca, tüm dikkat Alaca Höyük’te bulunan kraliyet mezarları üzerine yönlendirilmişti. Pek çok akademisyen, Alaca Höyük’te kullanılan gömü yöntemlerinin ve mezarlarda bulunan ‘kraliyet eserlerinin’ Hattiler adındaki yerel halka ait olduğuna inanmaktadır. Diğerleri ise güneş kursları ve hayvan biçimli sancaklar gibi ‘kraliyet objelerinin’ HintAvrupa soylularına ait semboller olduğunu öne sürmektedir ancak bu teoriler dünyaca kabul görmemektedir. Şimdiye dek öne sürülen tüm akademik teoriler sağlam bir bulguya dayanmadığından ve mevcut kaynaklar oldukça sınırlı olduğundan, herhangi bir somut etno-politik senaryonun oluşturulması için daha fazla araştırma yapılması gerekmektedir. Kayıp Bir Dil Hattice,
Aktüel Arkeoloji, Matteo Vigo |
Hattice, yerli Anadolu
dilleri arasında Hitit çivi yazısına geçirilen tek dildir ve yapısı Hititçeye
tamamen yabancıdır; daha ziyade Türkçe, Sümerce ve Kafkas dillerini
anımsatmaktadır. Hititçe metinlerin içine serpiştirilmiş olan Hattice
pasajlar dini metinlerde ilahiler şeklinde okunurdu. Hattiler maalesef kendi dillerini kendileri yazmamışlar, onların dil kalıntıları, din ve kültürdeki üstünlükleri sayesinde Hititçe metinlerin içine girmiştir. Hititler Hattice ilahiler, ayinler ve şarkıları, bazen tercüme ederek, bazen de tercümesiz metinleri içine almışlardır. Ayrıca Hatti kökenli efsaneler de vardır. Ama Hattice ile ilgili en önemli belgeleri, Hattice-Hititçe iki dilli yapı ayinleri oluşturur. Ne yazık ki, tüm bu dil malzemesi, Hatti dilini çözmek için yeterli değildir ve bugün dahi Hattice grameri ve kelime haznesiyle, karanlıklar içindedir. Hititler Devrinde Anadolu Kitap II, Ahmet Ünal |
Akkadların Sümer şehir beyliklerini ortadan kaldırdıkları zaman Anadolu’da da, tıpkı Sümerlerde olduğu gibi şehir beylikleri sistemi hâkimdi. Alaca Höyük, Alişar, Ahlatlıbel, Eskiyapar, Hattuşaş, Horoztepe, Mahmatlar, Kaniş, Pruşhanda bunlardan bazılarıydı. Akkad çivi yazılı belgelerinden öğrenildiğine göre, bu Eski Tunç Çağı şehirlerinin beyleri ile Mezopotamya arasında sıkı bir ticaret gelişmişti. Bu bağlamda 200, 250, 300 hatta 350 merkepten oluşan kervanlar, bu ticaretin yükünü taşıyarak, Mezopotamya ile Anadolu arasında gidip geliyorlardı. Anadolu’daki şehir beyleri, kervanların kendi bölgelerinden geçişlerinde, kervanın güvenliğini sağlıyorlardı. Bu güvenlik temini karşısında ise beyler, kervanlardan istedikleri eşyaları haraç olarak alıyorlardı. Doğal olarak bundan rahatsız olan kervan ya da mal sahipleri, kervanları gizli yollardan geçirmeye başlamışlardı.
Kervanlar
çağın en güzel mamul eşyalarını Mezopotamya’dan Anadolu’ya getirirken eşyaların
güzelliğine kapılan eşkıyalar sık sık kervanları soymaya, yağmalamaya
başlamışlardı. Ticaret durma noktasına gelince bu durumdan rahatsız olan yerli
şehir beyleri çareyi, Ön Asya’yı bir imparatorluk haline getiren Akkad
imparatoruna başvurmakta bulmuşlardı. Akkad imparatoru Naramsin’in yazdığına
göre; Pruşhanda Beyi, kendisine haber yollayarak, bölgeyi, günümüzün
Güneydoğu Anadolu’sunda türeyen eşkıyalar yüzünden ticaret yapamadıklarından
şikâyetle işgal ederek çapulculardan temizlemesini istemişti. Pruşhanda
Beyi’nin bu isteğini yazılı mı ya da elçi yollayarak mı yaptığı belli değildir.
Akkadlının ifadesine göre bu daveti kabul eden imparator Anadolu’ya girerek
bölgeyi eşkıyalardan temizlemiş ve ticaretin yeniden başlanmasını sağlamıştı.
İmparator bununla da kalmayarak Anadolu’yu çok beğenmesinden dolayı
Pruşhanda’da bir kış geçirmişti. Bu arada Naramsin’in Anadolu’ya girişine karşı
çıkan on yedi bey, aralarında koalisyon kurarak Bey Pampa liderliğinde
Naramsin’le savaşmışlar ve savaşı kaybetmişlerdi. Naramsin’in, bu olaydan
sonra, Anadolu’yu “Hatti Ülkesi” ve Anadolu halkını da “Hatti insanları” olarak
ifade etmesiyle Anadolu tarih sahnesine ilk kez çıkmış oldu. Bundan böyle
Anadolu MÖ 2. binin sonu kadar “Hatti
ülkesi” olarak anılacaktı. Hitit kralları dahi kendilerini “Hatti Ülkesi kralı”
olarak tanımlamışlardı.
…
Akkad
imparatoru Naramsin’in MÖ 3. binin son çeyreğinde Anadolu’ya “Hatti Ülkesi” ve
halkına da “Hatti insanları” demesinden, Anadolu’nun Eski Tunç Çağının 2. ve
3. safhalarının Hatti Dönemi olduğu açıktır. Bu da Alaca Höyük,
Eskiyapar, Horoztepe, Mahmatlar vb. çağdaş buluntuların
Hatti Dönemine ait olduğunun göstergesidir. Sosyo-kültürel yapıları bakımından Alişar -
Kültepe, Alaca Höyük-Horoztepe, Karaoğlan - Dündartepe, Mahmatlar, Resuloğlu birbirine
çok benzeyen küçük birer beylik ya da beyliğin merkezi olmalıydı. Bu merkezler
mimari açıdan Alişar’da kalenin, Eski Tunç Çağı yerleşimlerindeki Hatti Dönemi eserlerinin
buluntu durumları dikkate alınırsa, Alaca Höyük önemli bir konuma
sahiptir.
…
Assur
Ticaret Kolonileri Çağı olarak bilinen dönemde Anadolu halkı Hattice dilini
kullanıyor ve yazıyordu. MÖ 3. binden 2. bine geçişte, Hatti ülkesinde hiçbir
sosyal ya da etnik değişiklik olmadığı bilinmektedir. Bu değişiklik MÖ 1750
yıllarında Hititlerin Hatti Ülkesine girmeleriyle Hatti Ülkesinin bilinen ilk
sosyal ve etnik değişikliği gerçekleşmiş oldu. Bu değişikliğe kadar Hatti
kültürünün kesintisiz devam ettiği düşünüldüğünde, Assur Ticaret Kolonileri
Dönemine de, Hatti demenin yanlış olmayacağı çok açıktır. Hatti Dönemi, MÖ 2.
binin ilk çeyreğine bir başka söylemle, Hititlerin, Hatti Ülkesine gelişlerine
kadar devam etmiştir.
Hattiler,
Aykut Çınaroğlu, Aktüel Arkeoloji
Hatti- Hitit Beylikler Dönemi
Hind-Avrupa
Boylarının Anadolu’ya Gelişi (M.Ö. 2100-2000 sıralarında)
Anadolu
yerleşmelerinin Erken Tunç Çağı’ndan beri sürdürdüğü barış yaşamı M.Ö. 2000
yıllarına doğru korkunç bir saldırı ile son bulmuştur. Alacahöyük’te ve
Boğazköy’de Erken Tunç Çağı uygarlığı kalın bir yangın tabakası ile
örtülmüştür. Alişar’da Erken Bronz Çağı’ndan sonra oturma yalnız Akropol’de
sürdürülmüş, şehirde ise bütünüyle son bulmuştur. Orta Anadolu’daki Bitik,
Karaoğlan, Dündartepe ve Karahöyük gibi yerleşmelerde ise Erken Bronz Çağı
tabakası bir düşman saldırısının belirgin yangın izlerini gösterir. Ankara’daki
Ahlatlıbel’le Etiyokuşu yerleşmeleri de Erken Tunç Çağı’ndan sonra terk
edilmişlerdir. Böylece Erken Tunç Çağı’nın Orta Anadolu’da silah zoru ile
kapandığı anlaşılmaktadır. Söz konusu yangın tabakasının üzerine kurulmuş olan
yeni uygarlık aşağıda görüleceği üzere Hind-Avrupalı dil grubuna giren
Hititlere aittir.
.....
Avrupa’nın kuzeyinde oturan Hind-Avrupalılar pek iyi bilinmeyen nedenlerden ötürü M.Ö. 3. binin son çeyreğinde (M.Ö. 2250-2000) Atlantik kıyılarından Hindistan’a kadar uzanan bir mekân içinde güneye doğru göç etmişlerdir. Bu büyük göç sırasında çeşitli dönemlerde adlarını genellikle sonradan almış olan Germenler, Latinler ve Hellenler gibi kavimler aşağı yukarı bugünkü yerlerine gelmişler, İranlılar ve Hintliler gibi Hind-Avrupalı kavimler de yine değişik dönemlerde olmak üzere şimdiki ülkelerine göç etmişlerdir. Bu arada Anadolu’ya gelen Hind-Avrupalıların bazı bölükleri Balkanlar’dan, bazı bölükleri de Kafkasya üzerinden gelmişlerdir. Balkanlar’dan gelenler arasında Troialıları ve Thrakialıları zikredebiliriz. Phrygler ve daha başka Balkan kavimleri bunların 1200 sıralarında olagelen son göç dalgasıdırlar Hititler ve onlarla gelen daha birçok Hind-Avrupa boyları ise yukarıda anlatmaya çalıştığımız nedenlerden ötürü doğudan Kafkasya üzerinden inmişler ve ilk önce uzunca bir süre Güney-Doğu Anadolu’da kaldıktan sonra Orta Anadolu’daki yerlerini almaya başlamışlardır. İkinci binin ortalarına doğru Hurrilerin ülkesini istila eden Mitanniler de bu akınlar sırasında Anadolu’ya yerleşmiş Hind-Avrupalı boydur.
Anadolu’nun aşağıda incelediğimiz küçük krallıklarına toptan bakılınca M.O. 2000-1600 süreci içinde Hatti ve Hurri gibi yerli beyliklerin yanı başında çeşitli Hind-Avrupa kökenli beyliklerin de yer aldığını görürüz. Öyle ki Anadolu’nun Hind-Avrupalı göçmenlerce birden yapılan bir saldırı ile değil, tersine çok uzun süren bir tür sızma yolu ile ele geçirilmiş olduğu anlaşılacaktır. Birçok Hind-Avrupalı prenslerin, sonraki dönemlerde olduğu gibi bu süreç içinde de politik nedenlerle kendilerine Hattice ve Hurrice ad takmaları kimin yerli kimin göçmen olduğunu ayırt etmemizi zorlaştırmaktadır. Ancak en geç 1600 yıllarında kurulan Eski Hitit Krallığı’nın Hititlerden oluşması, aşağı yukarı 250 yıl süregelen egemenlik savaşlarında Hind-Avrupa prenslerinin yerli beyleri alt ettiklerini ve Anadolu’yu ellerine geçirmiş olduklarını anlatmaktadır.
İlk Hitit izleri (M.Ö. 1800-1700)
Hititlerin izlerine ilk önce Neşa’da, yani bugünkü Kültepe’de
rastlamaktayız. Sedat Alp, Kültepe’nin Assurca metinlerindeki Anadolulu şahıs
adlarındaki “ala”, “ili” ve “ula” biçimindeki takıların, Hattice “al”, “il” ve
“ul” eklerinin Hitit diline uygulanmış şekilleri olduğunu belirtmiş ve böylece
Hititlerin Kül tepe II tabakasında, yani 19. yüzyılda yaşadıklarını ortaya
koymuştur. Sedat Alp bundan başka daha önce Güterbock tarafından öne sürülen
Neşa=Kaniş varsayımını yeni delillerle pekiştirmiştir. Böylece Assurlu
tüccarların tabletlerinde Kaniş olarak bilinen kentin, Boğazköy’de ele geçen
yazılı belgelerde Neşa olarak adlandırılan yerleşme ile bir olduğunu
saptamıştır. Nitekim yeni bulunan bir Boğazköy metninde Sedat Alp’in bu görüşü
doğrulanmıştır. Heinrich Otten’e göre bu takdirde Kaniş’in başındaki Kanın
Hattice bir ön ek olması gerekmektedir. Bununla birlikte Güterbock’un önerdiği
üzere belki de Kaneş ya da Kneş sözcüğündeki “Kn” İngilizce’de knee, knife’ta
olduğu gibi K harfi okunmuyordu. Nitekim Latincedeki nosca sözcüğünün gnosco
kökünden gelişi de bu okunuş önerisine uyan bir örnektir. Neşa’nın bir Hitit
kenti olduğunu açıklayan daha başka belirtiler vardır. Örneğin Kültepe’de
bulunan Assurca bir metinde görülen iki sözcük EIind-Avrupa kökenlidir. Bunlar
otel, gece kalınacak yer anlamına gelen ispatalu (Hititçe is- pant=gece) ve
anlaşma, mukavele demek olan ishiuli (Hititçe ishiul=anlaşma) sözcükleridir.
Aşağıda inceleyeceğimiz Anitta metninde bulunan şiuşummi, yani “bizim tanrımız”
anlamına gelen sözcük Kaniş’teki bir tanrının adıdır. Oysa bu sözcük Hititçe
bir appellativum olan
Hititçenin Anadolu’da en geç
M.Ö. 18. yüzyılda kullanılmaya başlandığına Mari’deki bir belge de tanıklık
etmektedir. Mari Kralı Zimrilim’in babası Kral Jahdunlim’e yazdığı anlaşılan
bir mektupta Hitit Devleti’nin başkenti, Hattice şekli “Hattuş” olarak değil,
Hitit eki “a" ile, yani “Hattuşa” biçiminde gözükmektedir. Böylece
Hattuşa’nm en geç Kültepe Ib katma rastlayan dönemde Hititlerin idaresinde
olduğu açığa çıkmaktadır.
Kültepe Höyüğü’nde bulunan ve Kral Anitta’ya ait olan bronz kamacık üzerindeki yazıt, bugün için Hitit siyasal tarihinin en eski yazılı belgesidir.
Boğazköy’de bulunan bir metin paleografi
yönünden, yani yazısının şekli yönünden belki de daha geç döneme ait bir kopyadır.
Ancak belge Heinrich Otten’in belirttiğine göre dil bakımından Hattuşili I’in
aşağıda inceleyeceğimiz vasiyetnamesinden de eski olup bugün için Hitit
dilinde yazılmış en eski yazılı belgedir. Hitit Devleti’nin kuruluşundan
önceki Anadolu’nun tarihi hakkında ilginç bilgiler veren bu metin şöyledir:
Pitha’mn
oğlu, Kusarra Kralı Anitta! O göğün fırtına tanrısının katında sevilirdi. Kusarra
Kralı güçlü birliklerle kentten inerek Neşa kentini geceleyin yaptığı bir
saldın ile aldı. Neşa Kralını yakaladı, ancak Neşa ’nın hiçbir kentlisine
kötülük yapmadı, tersine onlara annelere ve babalara yapılması gereken
davranışta bulundu. Babamdan sonra, (krallığının) ikinci yılında savaşa
savaş yaptım. Güneş’in yardımı ile karşı gelen her ülkeyi, hepsini yendim ...
İkinci kez olarak yine Hatti Kralı Pijusti geldi ve yardımcılarından hangisini
bana karşı yolladı ise onu Şalampa Kenti yanında yendim ... Daha önce Zalpuva
Kralı Uhna, Neşa’nın Şiuşummi heykelini Zalpuva’ya götürdü. Arkasından ben
Büyük Kral Anitta, Şiuşummi’yi Zalpuva’dan Neşa’ya götürdüm ve Huzziya’yı,
Zalpuva kralını, canlı olarak Neşa’ya götürdüm... Nihayet Hattuşa’da büyük
açlık olunca Şiuşummi onu tanrı Halmaşuitta’ya teslim etti ve ben onu
(yani Hattuşa’yı) geceleyin yaptığım bir saldın ile aldım. Onun yerine
yaban otu ektim. Benim ardımdan kim kral olur ve onu bir daha iskân ederse göğün
fırtına tannsı onu çarpsın...
Metnin ikinci
bölümünde Anitta daha başka başarılı işlerinden söz eder, özellikle Neşa’da
diktiği yapıları anlatır:
... ve Neşa
’da şehir duvarını inşa ettim. Ve şehir duvannın arkasında göğün fırtına tanrısının
evini ve Şiuşummi ’nin tapınağını inşa ettim. Onlan savaştan elde ettiğim
ganimetlerle süsledim. Aynı gün iki aslan, yetmiş yaban domuzu, yüz yirmi ayı,
ayrıca leoparlar, büyük ve küçük baş, yabani koyun, Neşa’ya, tanrılarıma
getirdim.
Daha sonra
Anitta’nm kendisine egemenlik simgelerini veren Puruşhanda’nm büyük prensine
çok iyi muamele ettiğini öğreniyoruz:
... bana
demirden bir taht ve bir asa getirdi. Neşa’ya geri gittiğimde Puruşhandalı ada
mı yanımda
götürdüm. Odanın içine girince o benim önümde sağ tarafta oturacaktır...”
Metinde belirgin olduğuna göre
Anitta’nın en büyük rakibi Hattuşa Krallığı’dır. Bu nedenle orasını yerle bir
etmiştir. Metinde kendisini Kusarra kralı diye tanıtan Anitta, artık hükümet
merkezini Neşa kentindeki höyüğe nakletmiştir. Şimdi Louvre Müzesi’nde bulunan
bir Kültepe-Karum tabletinde “Prens Pithana ve merdiven büyüğü Anitta” (yani
Kral Pithana ve veliaht Anitta) ifadesi geçmektedir. Böyle olduğuna göre ya
Kültepe’deki Karum II yerleşmesinin yakılıp yıkılmasından sonra boş kaldığı
kabul edilen 30-40 yıllık dönem ya da Karum Ib, Anitta yerleşmesi ile çağdaştı
ve o Karum’un bitişiğindeki höyükte oturuyordu.
Bir kral yıllığı biçiminde
yazılmış olan metin Anitta’nm başarılarını, “res gestae”sini anlatmaktadır.
Onun geniş tutulmuş planları ve iddialı “Büyük Prens” sıfatı Orta Anadolu’ya
tek başına egemen olmaya çalıştığını açığa vuruyor. Onun Alişar’da bulunan iki
tablette de, yukarıda işaret ettiğimiz gibi adı geçer. Bunlardan birinde “Prens
Anitta”, ötekisinde de “Büyük Prens Anitta” ve “merdiven büyüğü Beruva”dan
yani veliahtından söz edilmektedir. Daha önce söz konusu olan Louvre
Müzesi’ndeki Kültepe metninde ise “Pithana ve merdiven büyüğü Anitta” sözleri
geçtiğine göre karşımızda Pithana-Anitta-Beruva’dan oluşan bir dinasti
buluyoruz demektir. Ancak başarıların arkası gelmedi. Anadolu’nun siyasal
yapısı bir süre daha küçük krallık ve prenslikler biçiminde sürüp gidecektir.
Kültepe Karumu’nu, yani Assur
tüccarlarının yerleşmesini büyük bir başarı ile kazan Tahsin Özgüç son yıllarda
o yerleşmeye bitişik höyükte yaptığı araştırmalarda önemli sonuçlar elde
etmiştir. Özgüç bu tepede büyük bir saray ve bu arada yukarıda sözü edilen ve
üzerinde Anitta adını taşıyan bir kamacık ile tablet üzerine eski Assur
dilinde yazılmış bir mektup bulmuştur. Kamada “e.gal A-ni-ta ru-ba-im”
(Kral Anitta’nın sarayı) sözcükleri yazılıdır. Kemal Balkan tarafından örnek
biçimde yayınlanan ve çok önemli bir belge olan mektup, Beylikler Dönemi’nin
siyasal durumu üzerine ilginç bilgiler vermektedir. Mektup Doğu Anadolu’da
egemen olan Mama (Ma’ama) Kralı Aııum Hirbi’den Neşa Kralı Varşama’ya yazılmıştır.
Mektubu Kemal Balkan’ın kaleminden okuyalım:
Mektupta Neşa
kralı olarak anılan Varşama ve babası înar, Kemal Balkan’ın önerdiği gibi
Anitta’dan önce Neşa kralı olmuşlardır. Böylece înar ve Varşama, Kültepe’deki
Kartım II yerleşmesinin yıkılmasından sonra bu kentin boş kaldığı kabul edilen
30-40 yıllık döneminde, Anitta ise ya bu dönemin sonunda ya da Kartım Ib
süresinde olmak üzere Kültepe Höyüğü üzerinde kurulu olan kentte, yani Neşa’da
krallık etmişlerdir.
Yukarıda ele alınan yazılı belgelerden Beylikler Dönemi’nin yarım düzineden çok krallığını öğrenmiş bulunuyoruz: Kusarra, Neşa, Hattuşa, Zalpa, Purtışhanda, Mama, Taişama, Şibuha. Bunların ve daha bildiğimiz ve bilmediğimiz düzinelerce krallığın birçokları Hatti Dönemi’nden kalmadır, Purtışhanda ve Hattuş kentleri gibi. Bazıları, sözgelimi Mama Krallığı bir Hurri prensliğidir. Bir bölüğü de, örneğin yukarıda gördüğümüz Hattuşa ve Neşa krallıkları, belirli bir dönemden sonra, Kültepe Ib döneminde artık Hititleşmiş kentlerdir. Orta Anadolu’daki diğer krallıkların da giderek Hitit prenslerinin eline geçmeye başladığı şüphesizdir. Ancak idare edilen halkın çoğunluğunu Orta Anadolu’da Hattiler, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ise Hurriler oluşturuyordu. Şu var ki Hititler uyguladıkları yerlilerle uzlaşma tutumlarından dolayı hem kentlerin eski adlarını olduğu gibi kullanmakta hem de kendilerine Hatti ya da Hurri adları aldıklarından birçok durumda hangi prensliğin gerçekten Hatti yahut Hurri ya da Hitit olduğunu saptayabilmekten yoksunuz. Üstelik bazı kent ya da şahıs adlarının hangi topluluğa ait olduğunu kesin olarak söylemekten de uzağız.
Filologlar
bazı sözcüklerin kökeni üzerinde anlaşamamaktadırlar. Sözgelimi Anitta’yı
Kammenhuber bir Hatti, Garelli ve Schuler ise bir Hitit Kralı olarak kabul etmektedir. Bunlara karşılık Laroche kökenin kesin olarak belirtilemeyceğini ifade ederken, Otten Anita adına Nuzi'de bulunan Hurri kişi kişi adları arasında rastlandığı hususuna dikkat çekmektedir. Ancak Laroche yine bir Neşa kralı olan Varşama adının Hititçe olduğunu kabul eder. Böyle olmakla beraber siyasal gelişme, Eski Hitit Krallığı'nın kuruluşuna ulaştığı için Beylikler Dönemi'nde olagelen savaşmanın genellikle yeni gelenlerle yerliler arasında yapılmış olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek.
Anadolu Kültür Tarihi, Ekrem Akurgal, Tübitak Yayınları.1997
Hititler Devrinde Anadolu Kitap II, Ahmet Ünal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder