Hazarlar


Tarih ve coğrafya metinlerinde Hazarlar ilk kez “Hun topraklarında”, Hazar kapısı Derbent’in (Babü’l­Ebvab) kuzeyinde yaşayan bir halk olarak zikredilmektedirler. Araştırmacıların çoğu “Hazar” adının “Kazar” örneğinde olduğu gibi göçebeyi ifade eden geleneksel Türk etnonimlerinden biri olduğu düşüncesindedirler (Çin kaynaklarının onlar için “ko­sa” terimini kullandıkları tahmin edilmektedir.) VI. yüzyıl müellifi Zahariya Ritor eserinde başta Kafkasya’nın beş Hristiyan halkını zikretmekte, bunların arasına Hunları da eklemekte ve daha sonra barbar­göçebelerin tasvirini yapmaktadır: “Anvar, Sebir (Sabirler), Burgar (Bulgarlar), Alan (Alanlar), Kurtagar (Kutrigurlar), Avar (Avarlar), Hasar (Hazarlar), Dirmar, Sirurgur, Bagrasik (Barsiller), Kulas, Abdel, Eftalit (Akhunlar). Bu 13 halk çadırlarda yaşıyor, evcil hayvan eti, balık, yabani hayvanlar ve silahları sayesinde ayakta kalıyorlar.” Hazarlar, muhtemelen Kuzey Karadeniz bozkırlarındaki göçebe halklar listesini tamamlamaktadırlar. Yukarıda adı geçen kabileler ise şunlardı: Sebir — Sabirler; Burgar — Bulgarlar; Alan — Alanlar; Kurtagar — Kutrigurlar; Avar — Avarlar; Hasar — Hazarlar. Tartarika Atlas


Ortaçağda, Avrasya'nın en önemli siyasal oluşumu ve Güney Rusya bozkır bölgesinin egemen gücü olan Hazar kağanlığının kökeni hakkında ayrıntılı bilgilerimiz azdır. Eldekilerden edinilen genel görünüm, Sabir, Ogur, Türk ve daha başka unsurlardan oluşan bu boylar birliğinin, Türk asıllı bir önder-karizmatik-klan tarafından örgütlenip yönetildiği yolundadır. Önder klan ise, 10. yüzyıl Iran coğrafya kitabı Hududü'l-Alem'den anlaşılabildiği kadar, Aşınalar olabilir.  Kökü ne olursa olsun, Hazar adı, her şeyden önce siyasal bir terim ve ancak ondan sonra bir etnonim olarak anlaşılmalıdır. Gerçekten de, Hazar tarihinin Türk dönemi (568-650) diye nitelenen ilk evrelerinde, Hazarı Türk'ten ayırmak çok zordur.

Hazar dili hakkındaki bilgilerimiz, hem azdır hem de çelişkili. Sözgelimi, el-lstahri bir yerde bu dilin Bulgar diline benzediğini yazarken, bir başka yerde de tüm öteki dillerden başka olduğunu belirtiyor. Bunlar da, Hazar halkının konuştuğu dilin Ogur dilinin bir türü mü, yoksa Ortak Türki dili mi olduğu hakkında öteden beri süregelen tartışmaya çözüm getirmiyor. Hazar dilinin izlerini, çok çeşitli doğu ve batı kaynaklarında geçen kişi ve yer adları ile unvanlarda buluyoruz. Ne var ki, kusurlu çevrimyazı sistemleri ve kimi yazar hataları bunların anlaşılmasını daha da zorlaştırıyor. Tartışmaya yol açmayacak kanıtların bulunmamasına karşın, eldeki örnekler, Hazar dilinin ağırlıklı olarak Türki, Ortak Türki ya da en azından "nötr" denilen türe ait olduğunu düşündürüyor.  Kısacası, karşı çıkılamayacak kanıtlar henüz yoktur.

Hazar kağanlığı, gücünün doruğunda iken, geniş bir alana egemendi. Hanlığın siyasal ve ekonomik merkezi, idil deltası ile Kuzey Kafkas bozkırlarıydı. Bu bölge , kuzeye doğru ldil'den Burtas ülkesine  ve idil Bulgarlarının yaşadığı idil-Kama bölgesine kadar uzanırdı. Doğudaki sınırlar kesin olarak belirlenememişse de, bunlar Harezmşahlar ülkesi civarındaki bozkırlara yakın olmalıydı

Buna karşılık Hazar egemenliğinin Ural Irmağı'na kadar ulaştığı kuşkuludur. Batıda, Hazarlar, Don-Donetz bölgesini sıkıca denetliyorlardı ve 9. yüzyılda ya da daha önce, bu denetimi, Kiev'in de içinde yer aldığı Doğu Slav ülkelerine kadar genişletmişlerdi. Güneyde ise iki imparatorlukla karşı karşıya idiler: Babü'l-Ebvab [Derbend] Kalesi'nin sorunlu bir ayrım noktası oluşturduğu Kafkaslar'daki Arap halifeliği ve Kırım'da egemenlik için kendileriyle yarışan Bizans imparatorluğu. Devleti oluşturan unsurlar ise, Hazarlar ve akraba Türki halklarının dışında, Magna Bulgaria'daki Ogur boylarına ait unsurlar, Harezm ve AralHazar bölgesinden gelen lranlılar, çeşitli Kuzey Kafkas boyları, "Kuzey Kafkas Hunları", ldil'deki Bulgar ve Fin-Ugor halklarına ait unsurlar ve Slavlardı.

Hazarlarda bir kağanlık kurumunun varolması, onların Türklerle olan genetik bağlarını gösteriyor. Müslüman yazarların betimledikleri Hazar kağanlığıyla ilgili törenler - sözgelimi tahta çıkma töreni; Çin yazarlarının Doğu Türkleriyle ilgili betimlemelerinin hemen hemen tıpatıp aynıdır. Bununla birlikte, Hazar kağanı, zamanla kutsallaşan törensel bir figüre dönüştü ve adeta devletin kısmetini koruyan bir tılsım niteliğini edindi. Kağan, hareminde yalıtılmış bir yaşam sürer, ender olarak ve sadece törenler için halkın karşısına çıkardı. Dahası, eğer talih ülkesine gülmemeye başlarsa, onun katledilmesi ve yerine başkasının getirilmesi uygun ve vacip sayılırdı.

Hazarlar, 630 dolaylarında, sınır bölgelerindeki Batı Türkleri ortadan silinmeye yüz tuttuğu sırada, gitgide belirginleşen bir kimlikle ortaya çıkarlar. En yakın komşuları ve başlıca rakipleri, daha önce de görüldüğü gibi, yeni oluşan Onogur-Bulgar devleti idi. Aralarında çıkan savaş, 670'te Magna Bulgaria'nın dağılmasına kadar sürmüştür. Hazarlarla Bulgarlar arasındaki düşmanlıklar -Batı Türklerinin her iki tarafın yönetici sınıfıyla olan ilişkisi nedeniyle- akraba, konfederasyon içindeki daha kapsamlı Tu-lu ve Nu-şı-bi çatışmasının bir yansıması olmalıydı.

Hazar Yanı bozkırları ile Kuzey Kafkasya’ya yerleşen Hazarlar, VII. yüzyılın ikinci yarısında Azak Yanı’na saldırarak Bulgarları bozguna uğrattılar. Yerleşik ve yarı yerleşik hayata geçenler dâhil olmak üzere Bulgarların bir kısmı Hazar Kağanlığı’nın hâkimiyeti altında kaldılar, Asparuh Han başkanlığındaki Bulgarların bir kısmı da Balkanlar’a Bizans’a göç ettiler (681). Burada bunlar Balkan Slavları ile birlikte Tuna Bulgar Devleti’ni kurdular. Bulgarların bir kısmı da İdil ile Kama nehirleri arasındaki bölgeye geçtiler. Burada IX. yüzyıla gelindiğinde İdil Bulgar Devleti kurulmuştu. Tartarica Atlas

Bulgarlarla savaşın orta yerinde yeni bir tehdit belirmiştir. Araplar, 642'den sonra ve Transkafkasya'da gerçekleştirdikleri fütuhatın ardından, Hazarların hakimiyetindeki Balancar'a akınlar düzenlemişlerdir. Bu da, zaman zaman silah bırakmalarla kesilen, uzatmalı ve 737 yılına kadar süren bir Arap-Hazar savaşına yol açmıştır. O yıl, (sonradan halife olan) Arap kumandanı Mervan bin Muhammed, Aşağı ldil'deki merkez Hazar bölgesine girmiş, önünden kaçan kağanı uyruk Burtas topraklarına kadar kovalamıştır. Gafil yakalanan ve yenilen Hazar kağanı, Müslümanlığı benimsemek ve halifeye uyruk olmak zorunda kalmıştır. Gene de, Arap tehlikesi kalkar kalkmaz inkar yoluna gitmiştir. Savaş 8. yüzyıla kadar sürmüş ancak hep aynı şiddeti korumamıştır. Çünkü artık açıkça belli olmuştu ki, tarafların hiçbiri ötekini tümüyle dize getiremeyecekti. Aslına bakılırsa, Hazarlar, Arapların Müslüman dünyasının sınır kalesi olan Babü'l-Ebvab'dan öteye ilerlemelerini önlemişler, bu nedenle, dünya tarihinde Frankların Fransa'da oynadıklarına benzer bir rol oynamışlardır.

Alanları, Bulgarları ve Doğu Avrupa’nın diğer halklarını hâkimiyet altına aldıktan sonra Hazarlar, Bizans ile bu devletin Kuzey Karadeniz bölgesinde karşı karşıya geldiler. VII. yüzyılın sonu — VIII. yüzyılda Hazarlar, Kerç ve Doğu Kırım’ı ele geçirdiler, hatta Güney­Batı Kırım’daki en önemli Yunan şehri Chersonesos’a da göz diktiler. Ancak çok geçmeden Hazarlarla Bizans’ın ortak düşmanı ortaya çıktı. Bu düşman, Arap fatihleri idi. Araplar, Orta Asya’ya hâkim olmuş, Hazarları Kafkasya Ötesi’nden çıkartmış ve 735’te Hazar Yanı bozkırlarına girmişlerdir. Hazar hükümdarı, Belencer ile Semender şehirlerini terk etti ve İdil’in zor ulaşılabilen deltasında yeni başkentini kurdu. Başkente nehir ile aynı isim verildi: İdil (İtil) veya Atil. Ancak Araplar bozkırlarda tutunamadılar ve Kafkasya Ötesi’ne çekildiler. Kağan da Kuzey Kafkasya ve diğer bölgelerde yeniden hâkimiyetini sağladı.

Hazarlar, Sabirlerle Türklerin Bizans imparatorluğu ile ittifaka girme geleneklerini devralmışlar, zaman zaman da imparatorluğun politikalarında başat rol üstlenmişlerdir. 732'de, Hazar kağanının kızı Çiçek, lsaurialı Leon'un (711-41) sonradan V. Konstantinos adıyla tahta çıkacak olan oğluyla evlendirilmiştir. Oğulları Leon da sonradan tahta çıkacak ve "Hazar" lakabıyla anılacaktır. Bizans hanedanına mensup ailelerin, barbarlarla -yani Bizanslı olmayanlarla- evlenmek konusundaki isteksizlikleri belgelenmiştir. Buna rağmen, yukarıdaki evliliğin yapılmış olması, Hazarların 8. yüzyılda dünya işleri açısından taşıdıkları önemi çok iyi anlatıyor. Hazarların ülkesi, Bizans'ı bozkırlardan gelecek tehlikelere karşı koruyacak savunma cephesini oluşturuyordu ve imparatorluğun güvenliği, Hazarların idil, Balkanlar ya da Kafkaslar'dan gelebilecek serkeş kabileleri durdurabilmesine bağlıydı. Gene de bütün bunlar, her iki tarafın başka alanlarda, sözgelimi, ikisinin de göz diktiği Kınm'da çatışmalarına engel değildi. Hazarların varlığı en çok Transkafkasya'da duyuluyordu. Nitekim, 786'da, Hazar kağanının torunu olan Aphazetili (burası ortaçağdaki Abhazya ve Batı Gürcistan' dır) II. Leon'a, toprakları üzerindeki Bizans egemenliğine son vermesi için yardım edenler Hazarlar olmuştur.

10. yüzyılda yaşamış olan Arap tarihçisi Mesudi'ye göre, Hazar kağanı, 780'lerle 9. yüzyılın ilk yılları arasındaki bir tarihte Yahudiliği benimsemiştir. Bu ihtidanın nedenleri çok tartışılmıştır ve kuşkusuz, daha da tartışılacaktır. Ne yazık ki, Mesudi'nin bu konuyu işleyen bir başka eseri bize kadar gelememiştir. Ayrıca, Yahudiliğin Hazarların "devlet dini" olduğunu gösteren bir kanıt da yoktur. Daha doğrusu, Hazar ülkesinde devlet dini diye bir kavramın olmadığı anlaşılıyor. Ama Hazarların Yahudiliğini hem çağdaşları, hem uzak İspanya ve Mısır'daki Yahudiler kabul ederlerdi. Yahudiliğin yanısıra Hıristiyanlık, İslam ve çeşitli putperest dinler de kabul edilmiştir. Ancak, kaynaklarımız bu konularda oldukça müphemdir ve yazarlarının kendi dinlerine göre yanlılık sergilerler, bu yüzden de Hazar halkı içinde her üç tektanrılı dini benimseyenlerin sayısını doğru yansıtmadıkları varsayılabilir. Yasal konuların çözüme bağlanmasında din yasalarına dayanıldığından, Hazar hükümeti bu işler için yedi yargıcı görevlendirmişti. Mesudi'ye göre, bunlardan ikisi Müslümanlar, ikisi Hıristiyanlar, ikisi Hazarlar -"bunlar Tevrat'a göre hükmederler"- ve biri de putperestler içindi. O dönemin göçebe devletlerinin çoğunda gözlemlenen geniş hoşgörü ya da ilgisizlik ortamının, bazılarının dediği gibi, ihtidalar nedeniyle etkilenmiş ya da değişmiş olduğunu gösteren herhangi bir kanıt yoktur. Ne var ki, ihtida olayından sonra, kağanlığa sadece Yahudi dinini benimsemiş hükümdar soyu mensuplarının getirildiğini görüyoruz. Buna karşılık, Yakındoğu ülkelerindeki vezirliğin Hazarlardaki karşılığı olan makamın, Müslüman Arsiyaların, yani Harezm'den gelen İranlı muhafızların tekeline geçtiği görülür. Tektanrılı dinlerin yayılışını ise, Hazar boy birliğinin gitgide yerleşik bir yaşama düzenini benimsemelerinin bir başka belirtisi olarak görülebilir.

Hazar Yahudiliğinin, Doğu Avrupa Yahudiliğinin -ve özellikle Rus Yahudiliğinin- şekillenmesi üzerindeki etkisi tartışmalara yol açmıştır. Çağdaş kaynaklar, Bizans ve İslam dünyalarından gelen Yahudilerden ve ayrıca, Hazar ihtidası öncesinde Kırım'a yerleşmiş olan Yahudi kolonilerinin varlığından sözederler. Bununla birlikte, ne göç etmiş olan Yahudilerin sayısını ne de bunların Yahudileşmiş Hazarlarla ne ölçüde karıştıklarını öğrenebiliyoruz. Buna karşılık, törenler açısından kusurlu olmasına rağmen, Hazar Yahudiliğinin Karai türünden olmadığını kaynaklardan açıkça anlayabiliyoruz. Dolayısıyla, Kuman ve Ermeni-Kuman dillerine yakın bir Türki lehçeyi konuşan Doğu Avrupa Karaimlerinin, sık sık iddia edildiği gibi Hazarlardan indikleri varsayımı da kanıtlanamamaktadır.

İhtidalar Hazar-Bizans ilişkilerini olumsuz yönde etkilememiştir. 838'de, bozkır işlerinde uzmanlaşmış olan Petronas Kamaretos, İstanbul tarafından Sarkel Kalesi'nin yapımını denetlemeye gönderilir. Tsimlyansk yakınlarında ve Don Irmağı'nın sol yakasındaki Sarkel, Hazar-Bizans savunma sisteminin bir parçasıydı ve o sıralarda Güney Rusya bozkırlarına girmeye başlayan Macar kabile birliği ile doğudan gelen Oğuz baskıları yüzünden "Pax Khazarica"yı -yani Hazar Barışını- bozmaya başlayan Peçeneklere karşı inşa ediliyordu. Bunu, 10. yüzyıl başlarında yazan İbn Rusta doğruluyor: bu zat, eskiden, Hazarların "Macaristan ve sınırboylarındaki öteki halkların korkusuyla çevrelerine hendekler kazdıklarını" yazmıştır.  Sarkel, tıpkı bölgedeki öteki kaleler gibi, derin bir su hendeğiyle çevriliydi. Bizans kaynaklan da, Sarkel'in "Peçenek saldırılarına karşı güçlü bir tabya" olduğunu yazıyorlardı.  Bir süre sonra, Macarlar Hazarların yörüngesine girecek , Peçenekler ise onların can düşmanı olacaktır.

Zaman zaman Kafkaslar'daki Araplarla savaşmayı sürdüren Hazarlar için başlıca tehlike, doğudaki bozkırlardan ve kuzeydoğuda beliren yeni bir güçten geliyordu. 861 baharının başında, -sonraları Slavların havarisi sayılacak olan- Konstantinos (Aziz Kyrillos) başkanlığındaki bir Bizans heyeti, Aşağı İdil'deki Hazar başkentine gelir. Görünürdeki amaçları, kağanın sarayında yapılacak din tartışmasına katılmaktır ve kuşkusuz, bu da, heyete verilen görevin bir parçasıydı. Ne var ki, Rusların Haziran 860'da İstanbul'a düzenledikleri saldırı, tartışmaların bir başka önemli konusu olmalıydı. Ruslar, ticaret ve yağma çevresinde örgütlenmiş ve İskandinav, Slav, Fin unsurlarının karışımı olan bir topluluktular. 830'larda Hazar dünyasında gözükmeye başlayan Rus unsurunun belki de Hazarların karizmatik/önder klanı ile bağlantısı vardı. Nitekim, Doğu Slavlarının ortak belleklerinde yer eden "Rus kağanı", İslam kaynaklarının da zikrettikleri bir figürdür.  885'te, durum değişir: Doğu Slav boylarını birleştiren Rusların yayılma gücü onları Hazarlarla bir çatışmaya sürüklemiştir. Rusların gelişi, Hazarların iç zorluklarla başetmeye çalıştıkları bir zamana rastlar ki, bunun en sağlam kanıtı, Kabarların 9. yüzyıl başlarında ayaklanarak kopmaları ve Macar birliğine katılarak onlarla Pannoniya'ya gitmeleridir. Kabar ayaklanmasını başlatan olaylar sır kalmıştır. Bazı araştırmacılar, bunu Hazarların arasında doğan Yahudi karşıtı bir eğilime bağlıyorlarsa da, bu sav, yanlı bir kaynak olan Hazar-lbrani Yazışmasının, biraz hayale dayalı yorumlanışından kaynaklanmıştır.

Ruslar, bundan sonra, lslam ülkelerine giden ldil yolu üzerinde ve Hazar Denizi boyunca bir dizi baskın düzenlerler. Bu baskınlar, Tabaristan emiri Hasan bin Zaid (864-84) zamanında başlamış, 910 ile onu izleyen yıllarda sürmüştür. Bu baskınların Hazarların onayıyla gerçekleştirilmiş olması, alınan ganimetin yarısının da kağana gitmiş olması gerekir. Kağan, H. 310 / M.922'de, yağmadan dönen Rusların, saldırılardan ötürü öfkelenen Hazarya'nın müslüman halkı tarafından katledilmesini önleyememiştir. Ayrıca, kağanın, kar getiren bir ticareti allak bullak eden, dolayısıyla kendi hazinesine giren geliri azaltan bu girişimlere neden izin verdiği tam anlaşılamamıştır. Belki de Babü'l-Ebvab'ın Müslüman yöneticisiyle Hazarlar arasında, 901'den beri süregelen savaş durumunun bunda payı vardı.

Ruslar, 943-44'te, Azerbaycan'daki Berza'a'yı (Pertev) ele geçirmeye kalktılar. Bunun benzeri büyük çaplı seferler, Hazarların siyaset değiştirmelerine neden olmuş olmalıdır. Hazar hükümdarı Yasef, Müslüman lspanya'da Yahudi bir saraylı olan Hasday bin Şaprut'a yazdığı bir mektupta şunlara yer vermiştir: "Onlarla savaşıyorum ... Onları bir saat kendi hallerine bıraksam, lsmaililerin ülkesini Bağdat'a kadar yakıp yıkarlar. " 960'larda yazıldığı sanılan bu mektup, Ruslar ile Hazarlar arasında varolan ve kağanlığın çökmesine yol açan düşmanlıklar hakkında çağdaş Rus ve lslam kaynaklarının yazdıklarını doğruluyor.

Rus yıllıkları, sadece 965 seferinden söz etmişlerdir: o yıl, Kiev hükümdarı Svyatoslav, Hazarlarla savaşmış, onları yenmiş, "şehirlerini ve Byela Veja'yı (Sarkel) almıştır. " Hazar Belgesi ise, Hazarların, bir süredir Alanlar, Oğuzlar ve başka komşularıyla savaştıklarını bildiriyor. Ibn Miskeveyh ile Ibnü'l-Esir, Oğuzların 965 seferinde oynadıkları role tanıklık ediyorlar. Hazarlar, o tarihlerde büsbütün ortadan kalkmamışlardı. Adamakıllı küçülmüş olarak, Harezm'e bağımlı bir şekilde varolmayı sürdürüyorlardı. Öteki Hazar bölgeleri ise çevredeki Müslüman hükümdarlarının eline geçti. Daha sonraları, Hazarların yaşadıkları "cep"ler hakkında bilgi veren dağınık atıflarla karşılaşıyoruz.

1016'da Hazar "Georgios Tzule", bir Rus Bizans ordusunun saldırısına uğramıştır, ama bu saldırının nerede yapıldığı belli değildir. 1023'te, Kiev tahtı için mücadele eden Rus prensi Mstislav'ın Hazar ve Kasog ( Çerkes) müttefikleri vardır. 1064'te, 3.000 kadar "Hazar hanesi", Kuzey Kafkasya'daki Kahtan'a yerleştirilir. Buraları, bugünkü Türki Kumukların yaşadıkları yerler olmalıdır. 1079 ve 1083'te, Tamatarhan'da Hazarların yaşadığını ve bunların yerel bir siyasal güçleri olduğunu öğreniyoruz. Bunlardan başka, Rusların hizmetindeki bazı Hazarlardan söz edilir. Kahire Genizasındaki belgelerde, 11. ve 12. yüzyıllarda, "Hazarya"daki bazı mesihçilik akımlarından söz edilir ki, bunlarla kastedilen, Kırım'daki Yahudi kolonileri olmalıdır: Bunlar belki de Hazar kökenliydi.

Hazar nüfusunun en büyük kısmı, çevrede yaşayan ve çoğu Türki olan halkların içinde erimiştir, göçebe unsurlar ise başka kabileler tarafından yutulmuştur. Kaynaklarımız, Hazarların kendi iç tarihinin anahatlarını belirlememize elvermeyecek kadar kıttır. Tıpkı öteki göçebe ya da yarı-göçebe devletlerde olduğu gibi, Hazarlarda da bazı klan ya da boyların merkezden kopması şeklinde somutlaşan iç çatışmaların yaşandığını varsayabiliriz. Bunun bir örneği de Kabarlardır. Hazarların gücü, belli bir ölçüde, bölgedeki bellibaşlı ticaret yollarını denetlemelerine dayanıyordu. Gerek içteki gerekse dıştaki engel ve parçalanmalar bütün organizmayı etkileyebilirdi. Şu halde, Hazarya, Kabar iç savaşı ve belki kayda geçmemiş başka felaketler yüzünden, ama aynı zamanda karşı koymakta gitgide daha çok zorlandıkları bozkır halklarının sürekli baskıları yüzünden yıkılmış olmalıdır.

Onların yerine geçenlerin tanıtımına geçmeden önce, Hazar devletinin kurumları hakkında kısa bilgiler vermeliyiz. Daha yukarıda da değindiğimiz gibi, kağanlık makamının kutsal olma özelliği, henüz belirleyemediğimiz bir tarihte doruk noktasına varmış olmalıdır. Devletin günlük işleri ise, Müslüman kaynaklarımızın "melik" diye adlandırdıkları, lşad [ llşad?], Kağan Bey ya da sadece Bey ünvanını taşıyan bir kişinin yükümlülüğündeydi. 921-3'de ldil Bulgarya'sını gezen lbn Fadlan'ın yazdıklarına bakılırsa, Kağan-Bey'in yardımcıları da vardı ve bunlara Kndr/Kündü (karş. Macarca Kündü/Kende) ve Cevş-ğ-r deniyordu.

Hükümdar ile halkı şehirlerde kışlıyorlardı, bahar gelince de bozkırlara dönüyorlardı; yani bunlar Avrasya'da yaygın olan göçebe yaşam tarzını benimsemişlerdi. Bazı kaynakların Etil (ya da ltil), başkalarının ise Sangşın diye adlandırdıkları başkentleri, ikili bir şehirdi: hükümdar, hükümet ve askeri muhafızlar bir kesiminde, ticaret erbabı ise başka bir kesimde otururdu. Konutların çoğu göçebelerin keçe çadırlarıydı, aralarında tek tük kilden evler olurdu. Tuğladan olan tek yapı kağanın sarayıydı. Bütün şehir sur duvarlarıyla çevriliydi, şehir kapıları ise bozkırlara ya da ırmaklara açılırdı. Gelir, şehre gelen çok sayıda ticaret malları üzerindeki rüsumdan ve daha başka vergilerden elde ediliyordu. Bu gelirlerle, kağan, sürekli ve ödenekli bir muvazzaf orduyu beslerdi (Arsiya). Hazar sikkelerinin olup olmadığı hala tartışılır. Ama ne olursa olsun, Hazarların ticarete olan ilgisi yaşamsal bir öncelik taşırdı. Sağlanan barış ortamı -"Pax Khazarica"- bunun gelişmesine yardımcı olurdu. Balıkçılık önemliydi -arkeoloji bu uğraşın birçok göçebe toplumu için önemini ortaya koymuştur-, balık ile pirinç onların temel besin maddeleriydi. Bu yüzden de, Hazarların dışsatıma sundukları mallar içinde kendi ürettikleri tek malın balık tutkalı olması şaşırtıcı değildir. İslam dünyasına giden bellibaşlı ticaret yollarını barındıran Hazar ülkesi kendi çağının ticaret devlerinden biriydi. Bu da, gerek Arapların, gerekse hanlıların coğrafya ve edebiyat kitaplarına onlarla ilgili ayrıntılı bilgilerin girmiş olmasını açıklıyor.

Güney Rusya Bozkırlarının Halkları, Peter B.Golden


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder