I.Abdülhamid

1768-1774 savaşı esnasında zaman zaman barış görüşmelerine teşebbüs edildiyse de bir netice alınamamıştı. Osmanlı İmparatorluğu, topraklarının önemli bir bölümü Rus işgali altına girince ve ordusunun savaşmaya mecali kalmayınca her türlü şartı kabul ederek antlaşma imzalamaya mecbur kaldı. Rus Mareşali Romanzov, bir mektup göndererek barış teklifi yaptığında, Osmanlılar bunu kabul etmemişlerdi. Ancak bu mektubun ardından Kozluca’da Osmanlı kuvvetleri büyük bir mağlubiyete uğradı ve Osmanlı ordusunun kalan kuvvetleri de serdar-ı ekrem ile birlikte Şumnu’da, Ruslar tarafından kuşatıldı. Osmanlılar, bu gelişmeler üzerine antlaşmadan başka çare kalmadığını anladılar. Büyük askerî başarılarına rağmen Ruslar da barış istiyorlardı. Veba salgını Rus ordusuna önemli zararlar vermişti. Ayrıca Rusya’da Pugaçev önderliğinde başlayan Kazak isyanı genişleyerek, tehlikeli bir hâl almıştı. Rusya’nın bu savaştaki en önemli komutanı olan Romanzov, bir an önce Petersburg’a dönmek istiyordu. Zira çariçenin etrafını saran Orloflar’ın kendi aleyhine bazı faaliyetlerde bulunduklarını haber almıştı. Avusturya ve Prusya gibi devletler de kendi siyasetleri açısından barış yapılması için uğraşıyorlardı. Bu yüzden Romanzov, Osmanlı Seraskeri Muhsinzâde Mehmed Paşa’nın kendi mektubuna karşılık yazdığı barış teklifini kabul etti. A.Ü.A.Ö.F.



Küçük Kaynarca Antlaşması

Bükreş barış görüşmelerinin sonuçsuz kalması üzerine Ruslar yeniden askerî harekâta başladılar. Çeşitli cephelerde Osmanlı ordusuna karşı üstünlük sağladılar. Fakat Rusya’daki Don Kazaklarının ayaklanması, veba salgını ve malî sıkıntı nedeniyle Rus hükümetinin de barışa razı olması üzerine Osmanlı temsilcileri, Küçük Kaynarca kasabasına gönderildi (Temmuz 1774). İki taraf heyetleri tarafından tespit ve kabul edilen maddelerin görüşülme önerisi, derhal kabul edildi ve iki gün boyunca yapılan iki oturumda, 28 maddeden oluşan ve Küçük Kaynarca Antlaşması adıyla tarihe geçen anlaşma, kabul edilip imzalandı (17 Temmuz 1774).

Küçük Kaynarca Antlaşması : Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusya’sı arasında imzalandı. Osmanlı Devletinin imzaladığı antlaşmaların en ağırlarından biridir. Bazı tarihçilere göre Osmanlı Devletinin parçalanma ve dağılma dönemi bu antlaşma ile başlar. Küçük Kaynarca Antlaşması. 28 madde, bir sonuç ve iki maddelik bir ek bölümden oluşmaktaydı. Başlıca şartları şunlardı:

1) Kırım, Kuban, Bucak bölgeleri ve bu bölgelerde oturan kabileler tümüyle bağımsız olacak. Çarlık Rusya’sı ve Osmanlı Devleti onların işlerine karışmayacaklardır. Kırımlılar kendi hanlarını kendileri seçecekler, yalnız din bakımından hilâfet makamına bağlı olacaklardır.

2) Osmanlı Devletinde yaşayan Ortodokslar, din işlerinde tamamen serbest olacaklar, Çarlık Rusyası elçisinin bu konularda Osmanlı Devletine yapacağı başvurular dikkate alınacaktır.

3) Karadeniz ve Akdeniz'de Çarlık Rusyası'na ait ticaret gemileri serbestçe dolaşacak. İngiliz ve Fransız gemilerine tanınan haklar, bu gemilere de verilecektir. Çarlık Rusyası, Osmanlı ülkelerinde istediği yerlerde konsolosluk uçabilecektir.

4) Osmanlı Devleti, Çarlık Rusyası’na üç taksitte ödenmek üzere 15 bin kese (4.500.000 ruble) savaş tazminatı ödeyecektir.

Ülkedeki Genel Durum

Osmanlı-Rus savaşı, 1768-1774 yılları arasında cereyan etmiştir. Ülkenin maddî ve manevî çöküşüne neden olmuş, dolayısıyla bir kısım topraklar kaybedildiği gibi, ülke içinde yer yer ayaklanmalar olmuş, Anadolu ve Rumeli'deki birçok yerde savaşın izleri çok ağır olmuştur.

Mora Ayaklanması

Mora’ya çok önceki yıllarda yerleşmiş bulunan Arnavutlar, bu dönemde buradaki Moralıları kovmaya kalktılar. Bunun üzerine Osmanlı hükümeti, Kaptan-ı Derya Cezayirli Haşan Paşa'yı isyanı bastırmakla görevlendirdi. Cezayirli Haşan Paşa, hemen harekete geçerek isyancı Arnavutlara ağır bir darbe indirdi.

Eyaletlerin Durumu

Vilâyet ileri gelenleri arasından halk tarafından seçilen ayanlar, hükümetle halk arasında işlerin düzenli bir biçimde yürütülmesinde aracı rolündeydiler. Uzun süren Osmanlı-Rus savaşı nedeniyle artan giderlerin karşılanabilmesi için, valilerin buyruklarıyla ayanlar, para karşılığında atanmaya başladılar. Verdikleri parayı çıkarma çabasına bulunan âyanlar, bu kez, halkı koruma yerine baskı yapıp ezmeye ve sömürmeye başladılar. Hükümet ise, herhangi bir ayaklanmaya meydan vermemek için, onların bu tutum ve davranışlarına ses çıkarmadı. Bütün yöresel yönetimleri ellerine alan bu âyanlar, devlet hâzinesine pek çok gelir elde ettikleri gibi, yine hâzineye ait vergilerle valilerin savaş ve barış dönemlerindeki maaşlarını bizzat tahsil etmekte, ancak bundan valilere çok az miktarda para göndermekteydiler. Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra bu âyanlara karşı hiçbir önlem alınmamış, böylece onlar, devlet içinde devlet gibi hareket etmekten geri kalmamışlardır.

Özellikle 1768 seferini izleyen yıllarda ülkedeki eyaletlerin esasen bozuk olan düzenleri iyiden iyiye bozulmuştu. Valilerin her yıl atamaları yenileniyordu. Bu nedenle vilâyetlere atanan bu valiler, başta veziriazam ve kethüdasına ve diğer gerekli kimselere para vermeleri gelenek hâline geldiği için, verdikleri paralan görevli bulunduktan vilâyetlerden sağlamayı ön plâna almışlardı.

Devletin merkezî yönetiminin zayıflaması sonucunda Arnavutluk’taki sancaklarında, XVIII. yüzyılın başlarından itibaren valilikler, babadan oğula geçer bir durum almıştı. Bunlar, Işkodra, Pizren, İlbasan, Yanya, Ohri ve Avlonya sancakları idiler. Bu durumu dikkate alan I. Abdülhamit, devletin bütünlüğüne ciddî zararlar verecek olan bu yöntemin üzerinde durulmasını ilgililere emretti.

Kırım Sorunu

Küçük Kaynarca Antlaşması sonucunda Kırım Hanlığı bağımsız bir duruma getirilmişti; hanlarını da Kırım halkı seçecekti. Rusların Kırım'ı istilâ ve işgalleri sırasında İstanbul’a kaçan III. Selim Giray’ın yerine Sahip Giray hanlığa seçilmişti. Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra Kırım bilginleri ve ileri gelenlerinden bir heyet, İstanbul’a - gelip yüzyıllarca sürmüş olan beraberlikten sonra ayrılmanın ıstırabından son derece etkilenmiş olarak "Osmanlı Devleti’nin kendilerini himaye etmesini,  hanlarının yine padişah tarafından atanmasını,  hutbe ve paraların padişah adına olmasını" istemişlerdi. Doğal olarak onların bu isteklerinin kabulüne. Küçük Kaynarca Antlaşması’na göre imkân yoktu.

Öte yandan Kırım işlerine müdahale fırsatı kollayan Ruslar, yeni Kırım Hanı Devlet Giray’a karşı bazı eylemler düzenlettikten sonra güya hanı koruma amacıyla Kırım’a asker sevketmişlerdi. Bunun üzerine kendisini güvencede hissetmeyip İstanbul’a kaçan Devlet Giray’ın yerine 1777 yılında Şahin Giray getirildi. Tatar ve Ruslardan oluşan bir heyetin İstanbul'a gelip Şahin Giray’ın hanlığının onaylanması" önerisini Osmanlı hükümeti reddederek, halkın istediği III. Selim Giray’ı Kırım hanı atayıp gönderdi. Kırım’da, biri Osmanlı ve halkın, diğeri de Rus yandaşı olmak üzere iki han oldu.

Bu olaylar üzerine Ruslar, Kırım’a kuvvet gönderdi, yapılan çarpışmalarda Ruslar galip geldi ve III. Selim Giray, Kırım’ı terk etmek zorunda kaldı. (1778). Buna rağmen Kırım’ın kurtarılması amacıyla askerî hazırlıklara devam edildi, siyasî girişimlerde de bulunularak İstanbul’daki Rus elçisiyle birçok kez görüşmeler yapıldı fakat olumlu bir sonuç elde edilemedi.

Osmanlı- İran illişkileri

Ruslarla olan anlaşmazlıklar, Küçük Kaynarca ve daha sonra da imzalanan Aynalıkavak antlaşmaları sonucunda giderildikten sonra bu kez doğuda İran’la yeni bir anlaşmazlık ortaya çıktı. İran’daki iç karışıklıkların yanısıra İran hükümdarı Kerim Han, 1778 yılında Osmanlı-Rus siyasî, askerî gerginliğinden faydalanarak Osmanlı Devleti aleyhine Ruslarla bir ittifak yapmaktan geri kalmadı. Bu ittifaka göre, Ruslar Rumeli, Kerim Han da Doğu Anadolu yönlerinden Osmanlılara karşı saldırıya geçeceklerdi. Fakat bununla birlikte Kerim Han'ın bir süre sonra ölümü üzerine İran’da iç karışıklıklar başladı. Daha önce çarpışmalar sırasında İranlılar tarafından tutsak alınıp daha sonra salıverilen Süleyman Paşa, vezirlik rütbesiyle Bağdat valiliğine atandı, onun adilâne yönetimi sayesinde Irak’ta güven ve sükûn sağlanabildi.

Askeri Islahat

Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra Sultan I. Abdülhamit, askerî bir ıslahatın kesinlikle yapılması gereğine inanmıştı. Bu nedenle, bozulmuş olan merkezdeki kalem teşkilâtını bir düzene sokarak bu daireye yetenekli kimseleri getirdi. Humbaracı Ahmet Paşa (Comte de Bonneval) ve Baron dö Tot döneminde yeni bir düzen getirilerek Humbaracı ve Topçu birliklerinin eğitimlerine son derece önem verildi.

Donanmanın takviyesi

Venedik Cumhuriyeti, bir denizci devlet olarak donanmasının kuvvet ve kudretini 18. yüzyıl ortalarına doğru büyük ölçüde yitirmişti. Akdeniz’de Osmanlı donanmasına karşı koyabilecek bir deniz gücü kalmamıştı. İngilizlerin ıslah ederek geliştirdikleri Rus donanması, onların öncülüğünde Akdeniz’e gelip Çeşme’de demirli bulunan Osmanlı donanmasını ateşe vererek yok etmişti.

Bu yüzden Akdeniz adaları, bütün kıyılar ve özellikle Çanakkale Boğazı’nda  ciddî bir tehlike oluşmuştu. Fakat bu sıralarda Kaptan-ı Deryalığa atanan Cezayirli Haşan Paşa, her türlü engellemeyi ortadan kaldırarak Çanakkale Boğazı’nı başarıyla savundu ve I. Abdülhamit’in kendisini desteklemesi sonucunda donanmayı ıslah etmek suretiyle kuvvetli bir duruma getirmeye çalıştı. Donanmanın ve personelinin modern ve çağdaş esaslara göre hazırlanmasının gerekli olduğu düşüncesinden hareketle eski ağır gemilerin yerine. İngiliz ve Fransız sistemine uygun gemilerin yapılması için her iki ülkeden gemi ustaları getirtti. 1775 yılında Denizcilik Okulu’nda yeni bir yapılanma başlatıldı. Bu dönemde Timarlı Sipahiler hakkında bir yasa çıkarıldı ve Yeniçeri ocağının yabancılardan arıtılması hususunda da ayrı bir yasa düzenlendi. Veziriazam Halil Hamit Paşa, bütün bunlardan başka donanma işleriyle de ilgilenerek

1784 yılında “donanma düzeni ve savaş hazırlığı" hakkında; bir yasa düzenledi.

Fransız hükümeti Osmanlılarla daha yakın ilişki kurmak için Baron dö Tott'u. Osmanlı ordusunun ıslahıyla görevlendirdi. Osmanlı hizmetine girdikten sonra topçu ocağının İslahı, İstanbul ve Çanakkale boğazlarının savunması, özellikle Boğaziçi’ndeki kalelerin düzenlenmesi, Haliç’te yeni bir top dökümhanesinin yapılması gibi faydalı ve önemli işler yapan Baron do Tot, bunlardan başka mühendishanenin çekirdeğini oluşturacak olan modern bir matematik okulunu da kurdu. Ordudaki bütün bu olumlu değişimler, hükümet tarafından değerlendirilerek, Fransa'nın başvurusunun yeniden ele alınmasına ve orduda yürütülen yeni düzenlemeler için Fransız hükümetinden yeni uzmanlar istenmesine karar verildi.

 Mühendishanenin açılışı

Mühendishane’nin açılması için Veziriazam Halil Hamit Paşa, Fransız hükümetine başvurmuştu. Göreve atanmasından kısa bir süre sonra, Prusyalı bir Müslüman olan istihkâm mühendisi Mehmet’i, maaşını kendisi ödeyerek devlet hizmetine aldı. 1776 yılında tersanedeki bir havuzu kaldırarak yerine bir hendese odası açtırarak 10 öğrenci ile eğitime başlandı. Veziriazamın bu başvurusu üzerine, Ruslara karşı doğudaki çıkarlarını korumayı amaç edinen Fransız hükümeti, Ruslarla olan dostça siyasetlerine rağmen Osmanlılara yeniden askerî uzmanlar göndermekten geri durmadı. Bir süre sonra Osmanlı kalelerinde nasıl savunma yapıldığını tespit etmek için İstanbul’a gönderilen istihkâm subayı Antuvan Şabo, Halil Hamit Paşa tarafından kabul edildi. Bu Fransız subayı, beraberindeki coğrafya uzmanı Poâre ve bir mühendisle birlikte Özi, Hotin, Çanakkale ve Soğacak kalelerinin savunmaları hakkında plân ve projeler hazırladı. Şabo’nun ülkesine geri dönmesinden sonra Veziriazam Halil Hamit Paşa. Fransa'dan

Jan de Laffîte Klave ve daha sonra da yüzbaşı Monniy gibi uzmanlar getirerek bir İstihkâm Okulu açtırdı.

Tersaneden başka bir yerde, ayrı bir Mühendishane bulunmadığı için bu uzmanlar. Tersane Mühendishanesi’nde çalışmalarına başladılar. Bu Mühendishane Okulu’nda Gelenbevî İsmail Efendi ile Kasapzade İbrahim Efendi matematik hocası olarak görev yaptılar. Bir ay süreyle uzmanlar, İstanbul surlarında araştırmalar yaparak İstanbul Boğazı’nın savunması hususunda rapor hazırladılar. Karadeniz kıyılarındaki kaleleri (Amasra, Zonguldak, Sinop, Gelincik ve Anapa kaleleri) incelemekle görevlendirilen Jan de Laffîte Klave, Türk heyetiyle beraber Kefe, Yalta, Sivastopol, Özi, Varna ve Burgaz liman ve kalelerini incelediler. Klave, İstihkâm Okulu’nun kurulmasında büyük hizmetlerde bulundu. Osmanlı ordusunun modernleşme çalışmalarında görev almak isteyen Fransız uzmanlar Türkiye’ye gelmek istiyorlardı. Türk askerlerinin savaşlarda yenilgiye uğramalarının en önemli nedeni olarak, çağdaş savaş tekniğini bilmemelerinden kaynaklandığını düşünen Lüksemburg dükü, Girit veya Rodos adasına bir birlik yerleştirmeyi istiyordu. Fransız hükümeti de, bir miktar yetişmiş Türk askerinin Fransa’ya gönderilerek top, havan ve humbara yapılmasının öğretilebileceğini ileri sürüyordu. Dükün, eğitim yerinin adalardan biri olması önerisini kuşkuyla karşılayan vezirizam, düke olumsuz cevap gönderdi. I. Abdülhamit’i devirme plânlan hazırladığı gerekçesiyle Veziriazam Halil Hamit Paşa görevinden alındıysa da onun yürütmekte olduğu ıslahat faaliyetleri bir süre daha sürdürüldü. Fransız hükümeti, Osmanlı hizmetindeki askerî uzmanlarını Eylül 1788’de geri çağırınca, bu okul hocalarından Gelenbevî İsmail Efendi ile derslere devam edildi. 

Kırım’ın işgali

Avrupa’daki siyasî olayları firsat bilen II. Katerina, bir beyanname ilân ederek isteyenlerin bütün mal ve eşyalarıyla Kırım'dan ayrılabileceklerini, hiç kimsenin din ve mezhebine karışılmayacağını, ancak Kırım’da kalacakların çariçeye bağlılık andı içmeleri gerektiğini belirtti. Bunun üzerine Avrupa’daki siyasî durumdan habersiz olan Osmanlı hükümeti, dost bildiği Fransa hükümetine “İngiltere ile birlikte aracı olmasını” bildirdi. Fakat Rus hükümeti, her iki devletin de sözkonusu aracılığını kabul etmedi. Böylece Ruslar, Küçük Kaynarca Antlaşması’nı izleyen yıllarda giriştiği plânlı ve sistemli siyasî faaliyetler sonucunda, önemli stratejik bir konumda bulunan Kırım’ın işgalini adım adım gerçekleştirerek ülkesine katmak suretiyle Karadeniz’e çıkmayı başardı. Esasen Rusların Kırım’ı işgal ve ilhakı, Küçük Kaynarca Antlaşması’nın tam anlamıyla bozulması demekti. Ayrıca Ruslar, sözkonusu antlaşmanın ilgili maddesine dayanarak Ege Denizi’ne geçirdikleri ticaret gemileriyle buradaki adalarda yaşayan Rumları ve Adriyatik Denizi kıyılarındaki Karadağlıları gizlice silahlandırarak Osmanlı Devleti’ne karşı isyana kışkırtmaktan geri kalmadılar.



Ruslara savaş ilanı

Küçük Kaynarca Antlaşması'nın imzalanmasını izleyen yıllarda Osmanlı-Rus anlaşmazlıktan sürüp gitmekteydi. Özellikle Osmanlı ordusunun tam anlamıyla düzensiz, başıbozuk bir duruma düşmesi sonucunda Ruslar, büyük kazançlar elde etmişlerdi. Osmanlı hükümeti, bir toplantı yaparak durumu müzakere etti ve Şeyhülislâm Müftizade Ahmet Efendi'den bir fetva alınıp “Rusya’ya savaş ilân edilmesi ve Rus elçisinin gözaltına alınmasına” karar verildi. Bu sırada toplantıya katılanlardan bir kısmı “barış yapılması için biraz daha beklenilmesini", bir kısmı da “derhal savaş ilân edilmesini" savunuyorlardı. Daha sonra Veziriazam Koca Yusuf Paşa, “Rusya’’ya savaş ilânı kararını" şeyhülislâmla birlikte saraya gidip I. Abdülhamit’e arzettiler. Padişah, derhal savaş hazırlıklarına başlanılması emrini verdi. Böylece Osmanlı-Rus ilişkileri resmen kesilip savaş durumu başlamış oldu.

Mısır sorunu

Cezayirli Hasan Paşa’nın Mısır’a atanması, Kölemen beylerinin birbirleriyle çatışması nedeniyle çok sıkıntılı durumlara düşmüş olan halkı son derece sevindirdi. Cezayirli Hasan Paşa, geniş yetkilerle Mısır’a gönderildi. Daha sonra Cezayirli Haşan Paşa, Kölemenlerin yarattığı sıkıntılara son verileceğini, ağır vergilerin kaldırılacağını, büyük hükümdar Kanuni Sultan Süleyman’ın yasalarının uygulanacağını, herkesin adaletle yönetileceğini, halka zulüm ve kötü davranışlarda bulunmuş olan İbrahim Bey ve Murat Bey’in kesinlikle cezalandırılacaklarını ilân etti; onun bu bildirisi, halkta büyük sevinç ve ferahlık yarattı. Öte yandan otoritelerinin sarsıldığını ve sonlarının iyi olmayacağını gören İbrahim Bey ve Murat Bey savaşa karar verdiler. Gerze’de yapılan şiddetli bir savaş sonunda, kesin bir yenilgiye uğratıldılar (1786). Savaşta büyük başarı göstermiş olan Abdi Paşa, Mısır valiliğine atandı. Böylece Mısır’da uzun süreden beri meydana gelen olaylar bastırıldı ve ülke doğrudan doğruya merkeze bağlanmak suretiyle huzur ve sükûna kavuşturuldu. Osmanlı Devleti, Rusya’ya savaş açma hazırlıklarının başladığı bu dönemde Mısır sorununun uzayıp gitmesini istemiyordu. Bu nedenle İbrahim ve Murat beyleri affetti.

Böylece Mısır sorununu başarıyla çözmeyi başaran Kaptan-ı Derya Cezayirli Haşan Paşa. İstanbul’a döndü. Fakat bununla birlikte 18. yüzyılın sonlarında Mısır, Osmanlı ülkesi sınırlan içinde bulunan ve stratejik konuma ve zengin doğal kaynaklara sahip olan bir yerdi. Bu nedenle İngiltere, Fransa ve Rusya, bu ülkeye sahip olma siyasetini uygulama evresine koydular.

Devletin mali durumu

1787 yılında Rusya’ya savaş ilân edildiği sırada devlet hâzinesi para bakımından oldukça sıkıntı içindeydi. Koca Sinan Paşa, devletin malî durumunu gözönüne almaksızın savaşa girmede acele etmişti. Bu malî sıkıntıyı giderebilmek amacıyla devlet adamlarının yardımda bulunmaları ve ülkede para temini yolları düşünüldü, fakat bu konularda kesin bir karara varılamadı. Bu arada nakit paranın bulunamaması nedeniyle süs eşyaları dışında altın ve gümüş eşyanın satışı yasaklandı. Devlet hâzinesinde para olmaması nedeniyle hükümet, bu kez, borç para sağlamak amacıyla Fas sultanına başvurduktan başka, Cezayir ve Tunus ocaklarıyla bile ilişki kurulmuşsa da olumlu bir sonuç alınamadı. Çok geçmeden “kadın süs eşyası ile altın ve gümüşlü silâhlar dışındaki eşyanın haram olduğu" hususunda şeyhülislâmdan bir fetva alındı; böylece bütün ülkedeki vilâyet ve sancaklardan toplanan altın ve gümüş eşyalar darphaneye getirilerek para basıldı. Bu girişim sonucunda ordunun gerekli ihtiyaçları sağlanabildi.

Ordunun durumu

Kapıkulu ocaklarına asker sağlayan Devşirme Yasası’nın kaldırılması üzerine, bu yoldan Yeniçeri ocağına eleman alınması da durmuş oldu. Bu nedenle savaşlarda kalelerde hizmette bulunduktan sonra ocağa, her sınıftan gelişi güzel asker alınmaya başlandı. Bu askerler, askerî eğitim görmeksizin savaşlara katılırlar, dönüşlerinde de yine ocağa kayıtlı olarak kendi sanatlarıyla meşgul olurlardı. İşte böylece ordunun yaya birliklerini oluşturan Yeniçeri ocağı, savaşlarda asker ihtiyacı nedeniyle dışardan alınan elemanlarla doldurulmuş, disiplin ve düzenden yoksun bu başıbozuk kitleler, savaşlarda çoğu kez çarpışmaktan çok esnaflık ve hattâ çapulculuktan başka bir iş yapmaz olmuşlardı. Ocakta disiplin ve düzen de bozulmuştu. Ancak onların faaliyetleri savaşlarda değil, şehir ve kasabalarda olmaktaydı.

XVIII. yüzyılın ikinci yansında defter kayıtlarına göre, Yeniçerilerin sayısı 70 binden fazlaydı. Fakat bunların çoğu sefere katılmadığı için orduya gerekli asker sağlanamıyordu. Merkez ordusunun topçu teşkilâtı askerleri, yaya birliklerine oranla çağdaş bir biçimde eğitilip yetiştirildikleri için bunlar, 1787 seferinde oldukça başarılıydı.

Donanmanın durumu

Amcazade Hüseyin Paşa ve Mezomorto Hüseyin Paşa’nın büyük çabalarıyla, Karlofça Antlaşmasından sonra ıslah edilen Osmanlı donanması, Akdeniz'in en güçlü donanmasına sahip olan Venedikliler karşısında üstün duruma geçmiş, böylece Osmanlı yönetiminde bulunan Akdeniz kıyı ve adaları güvence altına alınmıştı. Fakat Osmanlı-Rus savaşı sırasında Baltık Denizi’ndeki Rus donanmasının Akdeniz’e gelip Çeşme Umanında düzensiz bir şekilde bulunan Osmanlı donanmasını imha edercesine ateşe vermesi sonucunda durumu ciddileşti. Küçük Kaynarca Antlaşması’na kadar Karadeniz, Osmanlı ülkesinin bir iç denizi durumunda iken bu antlaşma sonunda Rusların Karadeniz’e inmeleri, Azak Denizi kıyılan ile Sivastopol’da büyük tersaneler inşa etmeleri. Osmanlı Devleti için Karadeniz’de de ciddî bir tehlike yaratıyordu.

Avusturya’nın Osmanlılara savaş ilanı

Rusya ve Avusturya, Petersburg’ta yaptıktan görüşmelerde (1760), Osmanlı ülkesini aralarında bölüşme konusunda bir anlaşma yapmışlardı. İşte bu antlaşmadan sonra Rusya, Kırım’ı işgal ve ilhak etti, Avusturya ise Kırım ilhakını onaylaması amacıyla Osmanlı hükûmetinin Rusya’ya savaş ilân etmesine rağmen Rusya’nın Avusturya, sessizliğini korumuş, elçisinin verdiği güvence sonunda Avusturya’nın Osmanlı devleti’ne savaş ilân etmeyeceği kanısına varılmıştı. Fakat işler, düşünüldüğü gibi olmadı, İstanbul'daki elçisi Herbert Rathkeal ile Osmanlı hükümetine bir nota göndererek “Avusturya’nın, Rusya’nın müttefiki olması nedeniyle onlarla birlikte savaşa katılacaklarını” bildirmek suretiyle Osmanlı Devleti’ne resmen savaş ilân etti (9 Şubat 1788). Bu olay, Osmanlı kamuoyunda, özellikle savaş yanlıları arasında büyük şaşkınlık yarattı. Bu nedenle Osmanlı hükümeti, Avrupa devletlerine gönderdiği beyannamelerde Avusturya’nın bu olumsuz davranış ve vefasızlığını dile getirdi. Bir süre sonra I.Abdülhamit’ten sancağı alan Veziriazam Koca Yusuf Paşa, Davutpaşa ordugâhından süratle Edirne’ye hareket etti (22 Mart 1788). Bu arada özellikle sınır kalelerine yiyecek maddeleri sevkedildi. Ordu, hareket hâlindeyken “Bosna Valisi Bekir Paşa, Bosna kuvvetlerinin Avusturya topraklarına başarılı akınlarda bulunup düşman kuvvetlerini bozguna uğrattıklarını ve tutsaklar aldıklarını, ayrıca Avusturyalıların kışkırtmaları sonucunda isyan ederek Belgrad-Bosna yolunu tutan Sırpların etkisiz duruma getirildiklerini” bildirdi. Bu haberden sonra Belgrad Muhafızı Abdi Paşa da “Semendire’ye iki kez saldıran Avusturya birliklerinin ağır kayıplar verdirilerek bozguna uğratıldıklarını ayrıca, Sava ırmağının karşı kıyısına çıkarılan başka bir Avusturya kuvvetinin âdeta yok edildiklerini” bildirdi.

Ordunun Sofya yörelerine ulaştığı sırada, yine bir kısım Avusturya kuvveti, Bosna’daki Osmanlı sınırını geçerek Dubiçe Kalesi'ne saldırıya girişmişti. Bunun üzerine onlara karşı sevkedilen kuvvetler, Avusturya kuvvetlerini kesin bir yenilgiye uğrattılar. Yine bu sırada Avusturyalıların kışkırtmaları sonucunda İpek, Niş, Semendire ve Pasarofça taraflarında Koçu adlı bir çete reisi, çevresine topladığı kuvvetlerle isyana başlayıp yolları tutmuştu. Bu nedenle harekete geçen Süleyman Fevzi Paşa, kısa sürede isyancılan bertaraf etmek suretiyle ordunun ilerleme yollarını güven altına aldı. İleri yürüyüşünü sürdüren ordu, Niş’e ulaştığı zaman, burada yapılan toplantıda kararlaştırıldığı üzere, Vidin’e hareket edildi ve sonunda şehir önlerine ulaşıldı (18 Temmuz 1788). Burada maaşı bahane ederek hâzineyi yağmalama girişimlerinde bulunmak isteyen Yeniçerilere, alınan önlemlerle bu fırsat verilmedi.

Muhadiye  ve Şebeş’in fethi

Kethüda Haşan Paşa, veziriazamdan aldığı takviye kuvvetiyle Tamışvar eyaletinin önemli konumdaki Muhadiye Boğazı'na karşı harekâta başladı ve Muhadiye’yi kolaylıkla ele geçirmeyi başardı (50 Ağustos 1788). Bunun üzerine Çerkez Haşan Paşa ve Kethüda Hasan Paşa, derhal düşman üzerine sevkedildi. Şebeş kasabası yörelerinde giriştikleri savaşta düşman yenilgiye uğratıldı. Daha sonra ordu erkânı, düzenlenen bir toplantıda kış mevsiminin yaklaşması dolayısıyla yeni bir askerî herakâta girişilmeyip geri dönülmesini kararlaştırdı.

Rus Cephesi

Osmanlı-Rus savaşı, Özi Kalesi muhafızının Kılburun Kalesi’ni geri almak amacıyla giriştiği saldırı harekâtıyla başlamış bulunuyordu. Esasen Osmanlı hükümeti, Rusya’ya savaş ilân ettiği sırada ordu, savaşa hazır değildi, hattâ altı ay geçmesine rağmen yine de tam anlamıyla bir savaş hazırlığı yapılamamıştı. Bununla birlikte Halil Hamit Paşa, Ruslarla bir savaşın kaçınılmaz bir duruma geldiğini anladığı için sınır kalelerini asker, yiyecek ve savaş malzemeleri bakımından oldukça güçlendirmişti. 

Bu arada Boğdan’ın işgali harekâtını sürdüren Ruslar, Avusturya kuvvetlerine yardım amacıyla Yaş kasabasını işgal etti. Bunun üzerine yolu kapanan Hotin, yine bu Rus ve Avusturya kuvvetleri tarafından kuşatıldıktan sonra istenilen yardımın gelmemesi sonucunda Rus kuvvetleri tarafından teslim alındı; kalede bulunanlar ise Bender ve İsmail’e gittiler (Kasım 1788). 

Kara savaşlarının başlaması üzerine, Osmanlı donanması, Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa’nın komutasında İstanbul'dan hareketle Karadeniz’e çıktı (1788). Donanma, önce Rusların kuşatmakta olduğu Özi Kalesi önlerine ulaştığı sırada, Rus donanmasıyla giriştiği birkaç çarpışmada oldukça kayıplar verdi. Bu nedenle kaptan-ı derya, karada kuşatılması ihtimaliyle bir kısım gemileri Özi limanında bıraktıktan sonra asıl Rus donanmasını arama harekâtına başladı. Bunu fırsat bilen Ruslar, bir kısım gemilerini Özi limanına sevkederek Osmanlı gemilerini buradan ayrılmak zorunda bıraktı (Temmuz 1788). Bu arada Cezayirli Hasan Paşa, Osmanlı donanmasına karşı saldırıya geçen Rus donanmasını Yılan adası açıklarında yenilgiye uğratmayı başardı. Bunun üzerine Rus donanması, Sivastopol’a geri çekilmek zorunda kaldı. 

Kuzeydeki Osmanlı sınırlarının kilit noktası konumunda bulunan Özi Kalesi, Rus kuvvetleri tarafından kuşatılmaktaydı. Bu kalenin hem denizden hem de karadan düzenlenecek birer harekâtla kuşatmadan kurtarılması gerçekleştirilebilirdi. Ancak burada denizin sığ olması nedeniyle ince donanma gerekliydi. Daha önceki deniz savaşlarında Osmanlı ince donanmasının büyük kayıplar vermesi nedeniyle Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa, hükümetten ince donanma ve askerî birlikler istedi.

Bu sırada Özi Kalesi’ni karadan kuşatan Ruslar, deniz yönünden de kaleyi kuşatmaya başladı. Rus kuvvetleri, kışa rağmen Özi Kalesi’ni hergün biraz daha sıkıştırmaktaydı. Çok geçmeden Potemkin Özi’yi zaptetmek amacıyla, önce kale önlerindeki siperleri ırmak yönünden ele geçirmek için saldırıya geçti. Kaledeki Türk muhafızları çarpışa çarpışa şehit oldular; ancak bundan sonradır ki Özi Kalesi, kale kadısının ihaneti sonucunda, düşman kuvvetlerinin eline geçebildi (17 Aralık 1788). Kuşatma savaşlarında 20 binden fazla zayiat veren Ruslar, üç gün üç gece yağmaya tâbi tuttuğu Özi’de halk ve asker olmak üzere 25 bin kişiyi öldürdü.

Osmanlı- İsveç antlaşması

Osmanlı hükümeti, Ruslara savaş ilân edince Ruslara karşı bir durum alan İngiltere ve Prusya, Baltık Denizi’ne bir donanma göndermek ve para vermek suretiyle İsveç’i Ruslara karşı savaşa kışkırtmışlardı. Bunun üzerine İsveç kralı, İstanbul’daki elçisi aracılığıyla Osmanlı hükümetine başvurarak "Ruslara karşı denizden ve karadan askerî harekâta başlayıp onları güç duruma düşüreceğini, böylece kuvvetlerinin bir bölümünü kendilerine karşı tutmak zorunda bırakacağını, böyle-Osmanlılara yardım edeceğini, buna karşılık kendilerine yıllık 3 bin kese akça verilmesi" önerisinde bulundu. Buna karşı Osmanlı hükümeti, Rusya’ya karşı savaş hazırlıklarını sürdürmekle birlikte krala “böyle bir yardımın yapılamayacağını, ancak savaşa girdikleri takdirde istenilen para yardımının yapılacağını" bildirdi. Daha sonra her iki devlet, dört maddeden oluşan bir antlaşma imzaladı.

 I.Abdülhamid’in ölümü

Özi Kalesi’nin Ruslar tarafından işgali sebebiyle üzüntüsünden hastalanan I. Abdülhamit, çok geçmeden felç olup yatağa düştü; buna rağmen yine de devlet işleriyle ilgilenmekten geri kalmadı. Niyahet I. Abdülhamit, 7 Nisan 1789’da hayata gözlerini yumdu. Bütün başarısızlıklarına karşılık, Osmanlı padişahları arasında iyi niyeti ve gayreti ile tanınan I. Abdülhamit, şehzadeliği döneminde sarayda kapalı bir yaşam sürmüştü, bu nedenle kendisinden büyük işler beklenmesi mümkün olamazdı.

Osmanlı Padişahlar Albümü, Boyut Yayıncılık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder