Karlofça Barış Antlaşması Güneydoğu Avrupa'daki anlaşmazlıkları çözmemişti. Mevzii savaşların dış politikanın ayrılmaz parçası olduğu bir çağda, muhtemelen çözüm getirmesi de amaçlanmamıştı. Aynı şekilde, savaş Osmanlıların askeri üstünlüğünün geçmişte kaldığını gösteriyor, ancak artık ciddi bir askeri güç olmadığı anlamına gelmiyordu.
Bununla birlikte, III. Ahmed'in saltanatında (1703-1730), Macaristan'da 1703’te başlayan ayaklanma başarısızlığa uğrayıp liderleri II. Rakôczi Ferenc 1711'de Osmanlılara sığındığında, Habsburglara karşı yeni bir savaş açmak göze alınamadı. O tarihte Osmanlılar zaten başka bir ünlü kişiliğe, İsveç Kralı XII. Karl'a ev sahipliği yapıyordu. Kral, yanlış bir hesapla Kuzey Savaşı'na girişip Poltava Muharebesi'nde yenilince Osmanlılara sığınmıştı.
Prut Seferi İsveç Kralı Demirbaş Şarl ve Kazak lideri Mazepa’nın
Osmanlı topraklarına sığınması, Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya’nın arasını
açmıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun şahinleri Karlofça’nın rövanşını almak
için ilk fırsatın doğduğuna inanıyorlardı. Bu niyetlerini gerçekleştirmek
için 1710’da sadrazamlığa Halep Valisi Baltacı Mehmed Paşa’yı getirttiler. Rus Çarı Petro da Osmanlılar’a saldırma zamanının geldiğine inanıyordu. Osmanlı İmparatorluğundaki Hristiyanlar’ın ayaklanacağını umuyordu. Petro, İsveç kralının Osmanlı topraklarında bulunmasını savaş sebebi olarak gösterdi ve Osmanlı ülkesine karşı saldırıya geçti. Petro’nun planı Boğdan’a girip Yaş yoluyla Tuna’yı tutmak, Osmanlı’ya tâbi Eflak ve Boğdan’ı ve Balkanlardaki Hristiyan Osmanlı tebaasını isyan ettirmekti. Ancak Rus çarı planını uygulayamadı. İsveç ile süren savaş sebebiyle ordularının sadece bir kısmını Osmanlılar’a karşı harekete geçirebilmişti. Osmanlı ordusunun süratle hareket edip, Ruslar’dan önce Tuna’yı geçmesi bütün planını bozdu. Petro ve 60 bin kişilik ordusu Prut’ta karşılarında 100 bin kişiden kalabalık Osmanlı ordusunu bulmuştu. Osmanlı kuvvetlerinin manevraları ile Rus ordusu her taraftan çevrildi. Geri çekilme yollarını da Kırım kuvvetleri tutmuştu. 20 Temmuz 1711’de Rus ordusu Prut Nehri’nin daire çizen kolu üzerinde üç kilometrekarelik bir sahada sıkışıp kalmıştı. Bir tarafı tamamen bataklıktı, diğer tarafları ise Osmanlı kuvvetleri tarafından kuşatılmıştı. Kırım hanının toplar gelmeden taarruza geçilmemesi yönündeki uyarısını dinlemeyen yeniçeriler hücuma geçtiler. Ancak Rus top ve tüfek atışları karşısında açıktan, yalınkılıç saldırma bir netice vermedi. Bunun üzerine Osmanlı kuvvetleri de siperler kazdılar. Daha sonra da Rus ordusuna yapılan saldırılarda bir başarı sağlanamadığı gibi yedi bin asker de şehid düştü. Ancak Ruslar’ın kuşatmayı kaldıracak gücü yoktu. Osmanlı toplarının ateşi altında bulunan Ruslar, yiyecekleri olmadığı için ağaç kabuklarını yemeye başlamışlardı. Ruslar bu ümitsiz durumdayken son bir kez toplandılar. Toplantıda Çariçe Katerina da vardı. Ümitsiz de olsa, yapılacak bir taarruz ile Osmanlı ordusunu yarıp geçmeye çalışmaktan başka çarelerinin olmadığı konuşuldu. Baştan beri soğukkanlılığını koruyan Katerina ise, ne olursa olsun çarı kurtarmaları gerektiğini söyledi ve Osmanlılar’a barış teklifi yapma fikrini ortaya attı. Çarı kurtarmak için her şartı kabul edeceklerdi. Osmanlılar boyun eğene kılıç çekmezlerdi. Petro bu fikri kabul etti ve Rus ordusu başkomutanı Şeremetev’in ağzından Baltacı Mehmed Paşa’ya hitaben barış isteyen bir mektup yazıldı. Baltacı
Mehmed Paşa, Ruslar’ın barış isteğini kabul etti. Bu durumda Osmanlılar’ın,
Viyana sendromunu daha atlatamamalarının önemli bir rolü vardı. Sadrazam,
Viyana önlerindeki gibi bir yenilgi alındığı takdirde birkaç devlete karşı
savaşacakları ve tekrar bozgun yıllarının yaşanacağından korkmuştu. |
Osmanlılar kısa bir süre bu savaşa katılıp Azak Kalesi'ni geri aldılar (1711). Bu olaydan sonra, Habsburglar ve İran'la zaman zaman yapılan savaşların dışında, Rusya'yla çok uzun süren bir düşmanlık başladı. 1736'da Karadeniz' de tek başına ticaret yapma ayrıcalığının yanı sıra Azak Kalesi bir kez daha kaybedildi. İmparatorluk 1746'ya kadar değişik sonuçlar getiren savaşlara girdi. Osmanlılar 1715'te Mora Yarımadası'nı Venediklilerden geri alarak bu devletin Akdeniz siyasetindeki rolüne son verdi. İki yıl sonra Petrovaradin'deki [Peterwardein] ağır yenilgiden sonra Osmanlılar Pasarofça Barış Antlaşması'yla Belgrad'ı kaybetti.
Bütün bunlar göz önüne alındığında, 1710-1746 arasındaki savaşlar pek bir yarar sağlamamıştı; ancak Petrovaradin Muharebesi gibi önemli bir istisna haricinde zafer kazanılmadığı gibi felaketle de karşılaşılmadı. Oysa 18. yüzyılda yapılan savaşlar hem masraflıydı hem de halk tarafından desteklenmiyordu. 1730'da İran cephesinden gelen kötü haberlerin, uzun zamandan beri işbirliği yapan yeniçerilerle zanaatkarların İstanbul'da ayaklanmasına yol açmasıyla III. Ahmed tahttan indirildi.
Osmanlı elitinin çeşitli grupları 1700'ler boyunca Avrupa'ya önceki iki yüzyıl boyunca gösterilenden çok farklı bir tepki verdiler. Avrupa teknolojisi ve saray kültürü bir dereceye kadar rağbet gördü. Bu gelişmenin yansımaları o dönemin Katolik ve Protestan Avrupa elitleri arasında yaygınlaşan turquerie* tutkusunda görülür. Elitlerin ilgisi sayesinde açılan kanallar, l727'de İstanbul'da bir matbaanın açılmasını sağladı: Bu matbaa esasen Osmanlıca tarih ve coğrafya metinlerinin yayınlanması için kullanılan, devlet tekelinde bir kuruluş olarak iş gördü. Benzer şekilde, Avrupalı aristokrat Claude Alexandre Comte de Bonneval (1675-1747) orduyu seri ateş etmeye olanak sağlayan hafif sahra toplarıyla tanıştırdı. Comte de Bonneval, XIV. Louis ve Eugene de Savoie'nın hizmetinde başarılı ancak çalkantılı bir subaylık kariyerinin ardından Osmanlı kuvvetlerine katılmıştı. Humbaraacı Ahmed Paşa adını alan Comte de Bonneval ile matbaayı getiren Macar Üniteryen mezhebi üyesi Müslüman oldu. Bu önemliydi; zira 15. yüzyılın sonundan beri din değiştirip Osmanlı elitine katılan yabancı kökenlilere çok seyrek rastlanıyordu. Öte yandan Fenerli Rumlar gibi gayrimüslim elitler Avrupa bilimini ve ihtiyatla olmakla birlikte yaşam biçimini benimsemişlerdi. Rum alimler ve eğitimciler bu yüz· yıl boyunca modern bilimsel görüş ile Aristotelesçi dünya görüşü arasında bir uyum sağlamaya çalıştılar. Batı' dan gelen bilginin benimsenmesinin toplumu ne kadar derinden etkilediği hala tartışmaya açık bir konudur.
…….1716-1718 kısa Venedik-Avusturya-Osmanlı savaşı büyük bir yenilgiyle sonuçlandı. Muhtemelen Osmanlılara karşı savaşan komutanların en başarılısı olan Savoie Prensi Eugene, Habsburg imparatorluk kuvvetlerinin üç katı büyüklükteki bir orduyu bozguna uğratmayı başardı. Ağustos 1717'de Osmanlı devletinin Avrupa'daki kalelerinin temel taşı olan Belgrad'ı ele geçirdi. Bütün yüzyıl boyunca olduğu gibi bu savaşta da Osmanlı ağır kayıplar verdi. 5400 Habsburg askerine karşılık tahminen. 20.000 Osmanlı askeri can verdi. 1718'deki Pasarofça Antlaşması'yla Belgrad ile Sırbistan ve Boğdan'ın bir kısmı Habsburg topraklarına katılırken, Osmanlılar Mora'yı Venediklilerden geri aldı.
1730 isyanı bir kelimeyle, bir taraftan halk ile zevk u
sefa için pervasızca servetler harcayan saray arasındaki çatışmayı gösterdiği
gibi, meclis-i işrete, sanatlara, şiir ve musikiye revaç veren İrani geleneğe
karşı İslami Şeriatçıların ayaklanması şeklinde açıklanabilir. Gemi levendi
patrona, yeniçerilikle ilişkili, gözü pek bir Arnavut maceracı Patrona Halil
20, 30 kişiden ibaret bir avuç kafadarıyla Kapalıçarşı'ya gidip gayri-memnun
esnafı arkalarına almayı başardı. İlk başta istedikleri, İbrahim Paşa'nın
idamı idi. Çarşı kahyası onlara katıldı (28 Eylül 1 730). Bir taraftan
ulemadan bir vaiz ve kadıyı, öbür taraftan yeniçeri ocağını, Osmanlı
tarihinde tüm ayaklanmalarda sultana karşı "huruc"u meşru kılan bu
iki grubu yanlarına aldılar. İsyan safha safha gelişti ve başarıya erişti…. Osmanlı toplumunda cami kürsülerinde cumaları halka hitap eden vaizler, hutbeleriyle halk üzerinde daima etkili olmuş; ayaklanmalara önayak olmuşlardı. Vaizlerin en önemlisi Ayasofya vaizi müderris İspiri-zade Ahmed Efendi isyancılara katılanların başındaydı; Patrona Halil onu İstanbul kadılığına getirdi ve ihtilal kararları için ondan fetvalar aldı. Rumeli kadıaskeri Başmakcızade, asileri destekliyordu. İsyanın parolası, şeriatı ihya idi. Devleti Aliye, Halil İnalcık |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder