III.Osman, III.Mustafa




III.OsmanII. Mustafa’nın küçük oğludur; ağabeyi I. Mahmut’un ölümünden sonra tahta çıktı (13 Aralık 1754). Tahta çıktığında 56 yaşındaydı ve padişahlığı üç yıl sürdü.

III. Osman, padişahların tahta çıkışlarında yasa hükmü ile verilmekte olan "cülus"u bir fermanla kaldırdı. Ancak devlet hâzinesinin iyi durumda bulunması nedeniyle ordu mensuplarına büyük bir cülus bahşişi dağıttı, hattâ yasada olmadığı hâlde emekli askerlere bile verdi.

Sultan III. Osman döneminde pek önemli iç ve dış 
olaylar meydana gelmedi. Bu dönemde, Belgrad Antlaşması'ndan (1739) sonra başlayan barış evresi devam etti. Bu dönemde Kiev-Burg arasında kurulan Yeni Sırbiye eyaletine Romanya’dan gelen göçmenler yerleştirilerek bunlar vergiden muaf tutularak yaşam düzeyleri yükseltildi. 

Uzun yıllar sarayda kapalı bir yaşam sürmek durumunda kalan III. Osman, bunun etkisiyle çok sinirli, sert tabiatlı, aceleci, karamsar ve hırslı olup güvenilmez bir yapıya sahipti. Sultan I. Mahmut döneminde yapılmış olan birçok olumlu ve faydalı işleri hor görüp sürekli olarak eleştirdi; dengeli bir insan olmadığı için devlet yönetiminde daima zararlı oldu.

Haftada üç gün kıyafet değiştirerek geceleri İstan
bul'un çeşitli semtlerini gezmeyi kendine âdet edindi, böyle günlerde kadınlann sokağa çıkmasını ve süslenmelerini yasakladı. Rüşveti hiç sevmezdi, bu nedenle çok sevip takdir ettiği ve silâhtarlıktan sadrazamlığa getirdiği Ali Paşa’yı bile öldürtmekten çekinmedi. Sultan III. Osman, hastalanıp bir süre yattıktan sonra 30 Ekim 1757'de hayata gözlerini kapadı ve ağabeyi Sultan I. Mahmut’un mezarının yanına gömüldü.

III.Mustafa

Lâle Devri'ne girilirken doğan Mustafa, çocukluğunu bu kısa dönemin renkli ortamında geçirdi. Babası III. Ahmet ile eniştesi Damat İbrahim Paşa’nın İstanbul’a dönük çalışmalarını izledi. 1730 Patrona Halil Ayaklanması’nda tahttan indirilen babasıyla birlikte Topkapı Sarayı’nın Kafes Kasrı’na kapatıldı. Bu tarihten tahta geçişine kadarki 27 yıl boyunca dış dünya ile her türlü bağı kesilmiş olarak yaşadı.

III. Mustafa, tahta çıktıktan sonra devlet işlerini ciddî bir şekilde yö
netmeye ve gerekli emirleri vermeye başladı; özellikle malî konularda son derece hassas davrandı. Veziriazam Koca Ragıp Paşa, yeni padişahı sürekli etki altında tutmuştu, böylece hükümet işlerine gerekli gereksiz karışanları bertaraf etti.
Padişahlar Albümü, Boyut Yayıncılık

Kıbrıs Hadiseleri (1764-1766)

1764’te Kıbrıs Adası varidatını tahsil etmekle görevlendirilen Silahdar Çil Osman Ağa’nın ada halkından  rahatsızlığın giderek çoğalması üzerine önce ağa aleyhinde İstanbul’a arzuhaller gönderildi. Bâbıâli, neler olduğunu yerinde müşahede etmek ve davacılarla Çil Osman’ı biraraya getirmek üzere adaya bir mübaşir tayin etti fakat ağa mahkemeye çıkmayı reddetti ve mahkemenin, kendi konağında toplanmasını istedi. Ertesi gün mahkeme heyeti ve ada halkından oluşan temsilciler Osman’ın konağında toplandılar, ancak daha önceden alınan tertip sonucu halkın toplandığı yerin döşemeleri çöktü ve halktan birkaç kişi yaralandı. Zira Çil Osman, davanın görüleceği odanın döşemelerini destekleyen ayaklan önceden kestirmişti. Bunun üzerine halk Çil Osman’ı katletti ve Kıbrıs’da Bâbıâli’yi uzun bir süre meşgul edecek büyük bir isyan başladı. Adadaki karışıklıktan örtbas ettiği gerekçesiyle Sadrazam Bâhir Mustafa Paşa azledildi ve yerine Muhsinzâde Mehmed Paşa tayin edildi. Yeni sadrazamın ilk vazifelerinden biri Kıbrıs Adası’ ndaki isyanı bastırmak üzere tedbirler almak oldu fakat isyan 1766 Eylül'üne kadar bastırılamadı. Magosa’yı kuşatan Tabanlı Halil adlı asi, Eylül 1766’da Teke Sancağı Mutasarrıfı Ahmed Paşa’nın gayretleri sonucu Lefkoşe Kalesi’nde kıstırıldı ve 16 Eylül 1766’da yaklaşık bir senedir Bâbıâli’yi meşgul eden Kıbns isyanı, asilerin lideri olan Halil’in başı vurulmak suretiyle son buldu. Buna rağmen adadaki asayişsizlikler, Halil ile birlikte isyan edenlerin bir kısmının adanın kayalık bölgelerine, bir kısmının ise Arabistan ve Anadolu gibi farklı yerlere kaçmaları yüzünden, sonraki aylarda da devam etti.


Vehhâbilik’in Ortaya Çıkışı

Vehhâbilik, 18. yüzyılda Necip’de ortaya çıktı. Necip, daha İslamiyet’in ilk dönemlerinden itibaren farklı görüş ve akımların sıkça ortaya çıktığı bir bölge idi. Vehhâbilik’in kurucusu Teym kabilesinden Muhammed bin Abdulvahhab, 1703’te Riyad yakınlarındaki Uyayna kasabasında doğdu. İlk dinî tahsilini Hanbelî âlimi olan babasından aldı. Hac için gittiği Mekke ve Medine’de îbn Teymiye’nin görüşleri ile tanıştı ve bunlardan etkilendi. Daha sonra Basra, Bağdad, Kum, Hemedan, Isfahan, Şam ve Kahire’ye gitti. Sonra baba memleketi Uyayna’ya döndü ve burada bir süre kadılık yaptı. Bölgenin nüfuzlu emirlerinin himayesine girdikten sonra görüşlerini yaymaya başladı, ancak bu durum emirler arasında anlaşmazlıklara neden oldu ve Abdulvahhab, Uyayna’dan ayrılmak zorunda kaldı. 1744’te Muhammed bin Suud ile akraba oldu ve bundan sonra görüşleri siyasî bir hami de buldu. Muhammed bin Suud un 1766’da ölmesi üzerine yerine geçen oğlu Abdülaziz, Abdulvahhab’ın görüşlerini daha fazla benimsedi ve bunlan silah zoruyla da çevre bölgelere yaymaya başladı. Abdulvahhab 1792’de öldü, ancak görüşleri bölgede günümüze kadar geldi.

İmparatorluk tarihindeki en şiddetli depremlerden biri de 22 Mayıs 1766’da meydana geldi. 22 Mayıs Perşembe günü, güneş doğduktan yarım saat sonra vukubulan deprem Kurban Bayramı’nın üçüncü gününe rastlamıştı. Depremin sabah namazından sonraya rastlaması ve bayram olması, can kaybını azaltmıştı. Ancak yine de 4 bin civarında insan evlerin yıkıntıları arasında kalarak ölmüş, çok sayıda insan ise yaralanmışa. Şehirde oldukça geniş bir bölgede hasarlar meydana gelmiştir. Bilhassa Yedikule ve Edimekapı civarındaki binalarda yıkılmalar çoktu. Fatih Camii tamamen harap oldu, kubbesi çöktü, imaret, hastane ve medrese yıkıldı. Yüzden fazla öğrenci medresenin yıkıntıları altında kaldı. Fatih Camii adeta yeniden yapılarak, 5 Mayıs 1771’de tekrar ibadete açıldı. Fatih Camii nden başka birçok cami de kısmen yıkıldı veya hasar gördü. Kaynaklarda 173 cami ve hamamın hasar gördüğü zikredilir.

Gürcistan seferi

1765’te Çıldır Valisi Hasan Paşa, 1762’den beri Bâbıâli’ye isyan etmiş olan Gürcü Prensi Solomon’un isyanını bastırmak ve bölgeye çekidüzen vermek üzere görevlendirildi. Hasan Paşa’ya yardımcı olması için de Rumeli ve Anadolu’nun muhtelif bölgelerinden asker sevkedildi. Hasan Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu 1765’te önemli başarılara imza attı. Gürcü prenslerinden Dadyan Osmanlı askerine gerekli zahireyi temin etmediği gerekçesiyle rehin alındı. Sayançu Kalesi ele geçirildi ve buranın muhafız kumandanı olarak Prens Solomon’un yeğeni Taymuraz tayin edildi fakat Solomon, Tiflis’e kaçtığı için ele geçirilemedi.

1766 baharında Gürcistan seferi bir önceki seneye nazaran daha büyük hazırlıklar yapılarak yeniden başlatıldı, ancak bu seferden de istenen netice alınamadı. Bunun en önemli sebeplerinden biri Osmanlı ordusundaki disiplinsizlikti. Problemler, doğal engeller ve Gürcü ileri gelenlerinin Hasan Paşa’ya sulh teklif etmeleri 1766 harekâtının kesin bir başarı ile sonuçlanmasını engelledi. Gürcü ileri gelenlerinin barış teklifleri kabul edilmesine rağmen Hasan Paşa’ya Solomon’u en kısa sürede bulup katletmesi yönünde fermanlar gönderildi, ancak Gürcistan prensi ele geçirilemedi.

Solomon’u yakalamak üzere seferler 1768’e kadar devam etti. 1768’de Ahıska Valisi Ahmed Paşa’nın kethüdası Solomon’u yakalamak üzere Gürcistan topraklarına girdi. Kurtuluş yolu kalmayan Solomon ise bazı şartlar karşılığında kethüdaya teslim oldu. Buna göre prens, Ruslar’ın talimatı ile Gürcü halkını kışkırtan Kalinikos adlı Rum papazı Bâbıâli’ye teslim edeceğine, Suvir Kalesi’ni yıkacağına ve köle ticaretine izin vereceğine dair söz verdi, ancak 1768 Harbi ilan edildikten kısa bir süre sonra yine ihanet etti ve Rusya’ya iltica etti.

Osmanlı Tarihi, A.Ü.A.Ö.F

XVIII. yüzyılda Humbaracı Ahmed Paşa’dan sonra Osmanlı ordusundaki ıslahatlar için bir diğer önemli isim Baron François de Tott’tur. Fransız Elçisi Vergennes’in yanında görevlendirilen babasıyla birlikte 1755’te İstanbul’a geldi. Burada Türkçe öğrenmeye başladı ve Osmanlılar’ı tanımaya çalıştı. Babasının ölümünden sonra onun yerine Fransız elçisinin danışmanı oldu ve bu görevini 1763’e kadar sürdürdü. 1763’te Paris’e döndü, 1766’da İsviçre’ye temsilci olarak gönderildi. 1767’de Kırım’da konsolos olarak görevlendirildi. 1768 Rus Savaşı’nın çıkmasında önemli rol oynadı. 1769’da İstanbul’a gelerek, Boğaz’ın tahkiminde görev aldı. 1771-1776 yılları arasında toplar döktürdü ve Sürat Topçuları Ocağı’nı kurdu. Boğaz’da kaleler inşa ettirdi. 1773’te Mühendishane’yi kurdu. Erhan Afyoncu



Osmanlı Rus savaşı

Osmanlı İmparatorluğu, 1739’da imzalanan Belgrad Antlaşması ile uzun süreli bir barış dönemine girdi. Ancak antlaşmanın bitmesinden kısa bir süre sonra 1768’de, Osmanlı-Rus sulhu bozuldu ve Osmanlı’nın aleyhine ağır sonuçlar doğuracak bir savaşa girildi. Ruslar’ın Osmanlı sınır boylarına yeni kaleler yapmaları, serbestiyetleri kabul olunmuş kabilelerin işlerine müdahale etmeleri ve Lehistan topraklarını istilâ ile bu devleti hâkimiyetleri altına almak istemeleri, savaşın çıkmasının sebeplerinden sadece birkaçıydı. 

1768-1774 Savaşı’nın çıkmasında Avrupa’daki güç dengeleri de önemli bir etkendi. 1756-1763 yılları arasında devam eden Yedi Yıl Savaşları Avrupa’daki dengeleri alt üst etti. Hem Avrupa’da hem de Amerika’da büyük yenilgiler alan Fransa yönünü doğuya döndü ve Osmanlı Devleti ile ilişkilerini güçlendirmeye çalıştı. Ayrıca Rusya, Prusya ve İngiltere’nin Osmanlı üzerindeki nüfuzunu da kırmaya çalıştı. Fransa’nın aradığı fırsat 5 Kasım 1763’te Lehistan Kralı III. August’un vefatı ile doğdu. II. Katerina, sevgilisi Kont Poniatowski’yi destekledi ve Lehistan’a yaklaşık 30 bin kişilik bir birlik soktu. Lehistan seçimlerine Rusya’nın doğrudan müdahalesi üzerine Fransa Elçisi Vergennes, Osmanlı Devleti’ni Rusya aleyhine kışkırttı. Fransa elçisinin kışkırtmaları ve iç kamuoyunun baskıları sonucu Osmanlı devlet adamları savaş ilan ettiler. Savaş ilanında, Sadrazam Muhsinzade Mehmed Paşa gibi savaş karşıtlarının tasfiyesi de etkili oldu. 4 Ekim 1768’de padişahın huzurunda devlet ricalinin yaptığı toplantıda Ruslar’a, Lehistan’a karışmaması yönünde ültimatom verilmesi kararlaştırıldı. Rus elçisi Obreskov, ültimatomu aldıktan sonra oyalayıcı hareketlere girişince, 17 kişilik maiyeti ile birlikte tutuklanarak Yedikule’ye hapsedildi. Bu hadisenin ardından padişahın başkanlığında yapılan toplantıdan, 1769’un ilkbaharında Rusya’ya savaş açılması kararı çıktı. Sadrazam Hamza Paşa değiştirildi ve yerine Yağlıkçızade Mehmed Emin Paşa getirildi. Savaş kararı İstanbul’daki ahalinin arasında büyük bir sevinç uyandırdı. Herkes savaşın kesinlikle kazanılacağına inanıyordu.

31 Ocak 1769’da 100 bin kişilik bir süvari kuvveti ile Rusya’ya üç koldan giren Kırım  Giray Han karşısına çıkan kuvvetleri yendi ve ardından birçok kasaba ve köyü tahrip edip, yağmaladı. Bu saldırı karşısında dehşete düşen Ruslar, Kırım Giray’dan kurtulmaları gerektiğini anlamışlardı. Rus Çariçesi II. Katerina, Siropilo adlı bir Rum hekime para vererek Kırım hanını zehirletti. Ruslar sadrazam ve ordu ileri gelenlerini de, aynı şekilde zehirlemek istemişlerse de, bu planları haber alındığından muvaffak olamadılar. Ancak Osmanlı ordusu Edirne’ye geldiğinde içme sularına zehir katarak ve hekim kılığına giren casusları kullanarak askere zarar verdiler. 

Rusya savaş hazırlıklarını tamamlar tamamlamaz harekete geçerek, Osmanlı topraklarına girdi. Hotin’i kuşatan Prens Galçin idaresindeki Rus kuvvetleri, yardıma yetişen Osmanlı askerleriyle yaptığı savaşı kaybetti (1 Mayıs 1769). Galçin karşısında Hotin önlerinde kazanılan bu zafer üzerine Sultan III. Mustafa’ya hutbelerde “Gazi” denmeye başladı. Galçin’in 17 Temmuz’daki ikinci Hotin kuşatması da Osmanlılar’ın başarısıyla neticelendi. Savaşın başlangıcındaki ilk çarpışmalar Osmanlılar’ın lehine neticelenmişti. Ancak kısa bir süre sonra herşey korkunç bir şekilde aleyhlerine dönecekti. Osmanlı ordusu zahire temin edemediğinden perişan bir duruma düştü. Bu arada bürokratlıktan yetiştiği için savaştan anlamayan Sadrazam Mehmed Emin Paşa azledilerek, yerine Hotin Savaşı’nı kazanan Moldovancı Ali Paşa getirildi. 

Podolya’da toplanan Rus ordusunun üzerine yürüyen Osmanlı kuvvetlerinin bir kısmı köprü kurarak Turla (Dinyester) Nehri’ni geçip, Ruslar’a saldırdılar. Ancak şiddetli yağmurlardan ve Rus patlayıcılarından Turla’daki köprüler tahrip oldu. Karşıya geçen askerlere yardım edilemediği için, Ruslar 17 Eylül’deki çatışmalarda Turla’yı geçen Osmanlı kuvvetlerini rahatlıkla yok ettiler. Osmanlı ordusunun kalan kısımlarının geri çekilmesi üzerine Rus kuvvetleri Hotin’i 21 Eylül’de ele geçirip, ardından kolaylıkla Eflak ve Boğdan’ı istila ederek Tuna kıyılarına kadar ilerlediler.

Kont Panin komutasındaki yaklaşık 60 bin Rus askeri Bender Kalesi’ni muhasara ederken, Kont Romanzov komutasındaki 37.500 Rus askeri de Larga’da ordugâh kurmuştu. Bunu haber alan Sadrazam İvazzâde Halil Paşa, Kırım Hanı II. Kaplan Giray ve Boğdan Seraskeri Abdi Paşa’yı Larga’da bekleyen Rus askerini kuşatmak üzere görevlendirdi. Kırım hanı ve Abdi Paşa, kısa sürede Romanzov komutasındaki Rus askerini kuşattı. Türk ordugâhı ile Prut Nehri arasında sıkışan Romanzov kurtulmak için bir saldırı planı hazırladı. Plana göre Rus birlikleri Osmanlı ordugâhına sağ kol, sol kol ve arkadan aynı anda saldıracaktı. Saldırı ile birlikte yoğun bir topçu ateşi de başlatılacaktı. Daha önce planlandığı üzere 17 Haziran 1770 sabahı Rus birlikleri harekete geçti. Türk ordugâhı kısa sürede kuşatıldı ve yoğun top ateşi karşısında tutunamayan Tatar birlikleri dağılmaya başladı. Tatarlar arasındaki bozgun kısa sürede diğer Osmanlı askerine de yansıdı ve Türk ordugâhı dağıldı. Larga Muharebesi’nde Rusların başarılı olmasının en önemli nedeni topları etkili bir şekilde kullanabilmeleriydi. 

Temmuz ayında da Osmanlı birlikleri ile Romanzov komutasındaki Rus birlikleri arasında bazı çatışmalar yaşandı. Bu arada Osmanlı ordusunun ana kısmı ise Larga’nın karşısında İsakçı’da bulunuyordu. Larga Muharebesi’nden sonra dağılan Osmanlı ve Tatar birlikleri Kartal’da (Kagul) toplandı. Sadrazam İvazzâde Halil Paşa komutasındaki ana Osmanlı ordusu da onlara yardım etmek üzere İsakçı’dan Kartal’a doğru hareket etti. Tuna Nehri’nin sularının yüksek olmasına sadrazam komutasındaki Osmanlı ordusu Kartal tarafına geçirildi ve burada ordugâh kuruldu. Kartal’ın ordugâh olarak seçilmesi önemliydi. Çünkü Kartal’ın üç tarafı bataklıklarla çevriliydi ve düşman saldırısına kapalıydı. Ayrıca buraya İsakça tarafından geçiş ancak Tuna Nehri’ni geçerek mümkün oluyordu. Kartal’ın bu korunaklı konumu tersi sonuçlar da doğurabilirdi. Çünkü bir bozgun anında Osmanlı ordusunun geri çekilme şansı yoktu. Bunun için Sadrazam Halil Paşa, Kartal’daki Osmanlı ordugâhının etrafını hendeklerle çevirtti. Osmanlı ordusunun Kartal’da ordugâh kurduğunu haber alan Romanzov Temmuz 1770’de hemen harekete geçti. Kısa sürede Kartal yakınlarına ulaştı ve genel bir saldırı için hazırlıklarını yaptı. 1 Ağustos sabahı ise günün ilk ışıklarıyla birlikte Ruslar saldırıya geçti. Ruslar’ın ilk saldırıları Yeniçeriler tarafından geri püskürtüldü. Fakat savaşın sonucunu daha sonra devreye giren Rus topları belirlerdi. Yoğun top atışı karşısında da‐ yanamayan Osmanlı ordusunda bozgun baş gösterdi ve bu kısa sürede büyüdü. Fakat Tuna Nehri üzerine köprü kurulmadığı için kaçış büyük bir felakete döndü. Rus topçusundan kurtulan Türk askerleri Tuna Nehri’nin sularında can verdiler. Kartal Muharebesi’nde 30 binden fazla asker şehid düştü, 143 top ve binbir güçlükle elde edilen 7 bin araba zahire de Ruslar’ın eline geçti.

Çeşme

1770 başlarında Mora’daki Rumlar’ı ayaklandırmak için Rus donanması Cebelitarık’ı geçerek, Akdeniz’e girdi. Mora’ya yardıma giden Osmanlı donanması başarısızlığa uğrayınca geri çekildi. 5 Temmuz 1770’de Çeşme’nin kuzeyinde Koyunadaları önünde tekrar Rus donanması ile karşılaşan Osmanlı gemileri savaşa tutuştular. İki taraftan da bazı gemilerin yanmaya başlaması üzerine diğer Türk ve Rus gemileri savaş alanından uzaklaştılar. Rus donanması çevrede dolaşırken Osmanlı donanması dönemin önemli denizcilerinden Cezayirli Gazi Hasan Bey’in muhalefetine rağmen Kaptanıderya Hüsameddin Paşa tarafından manevra imkânı olmayan Çeşme Limanı’na sokuldu. Bu hatayı anında değerlendiren Ruslar 6 Temmuz günü Çeşme Limanı’nın ağzını kapatıp, içeriye ateş kayıkları göndererek birbirine çok yakın olarak demirlemiş Osmanlı gemilerini yaktılar. Bütün Osmanlı donanması yanmış, sadece Kaptanıderya Hüsameddin Paşa’nın gemisi Sakız’a kaçabilmişti. 

1768-1774 Savaşı aralıksız devam eden bir mücadele değildi. Birkaç defa savaşı sona erdirmek üzere barış görüşmeleri başlatıldı, ancak bu Rus istekleri ve Türk tarafının kararsızlığı yüzünden mümkün olmadı. Yergöğü, Bahr-i Sefid mütarekeleri yapıldı, ayrıca Fokşan ile Bükreş’de müzakereler oldu. Barış, Kozluca’da 1774’de kesin bir mağlubiyet yaşanması ve Şumnu’daki Türk ordugâhının Ruslar tarafından kuşatılmasından sonra yeniden gündeme geldi. 

A.Ü.A.Ö.F

Başarısızlıkla sürüp giden Osmanlı-Rus savaşının bütün acı ve huzursuzluğunu yaşayan III. Mustafa, bu savaşın Osmanlı Devleti bakımından son derece önemli bir dönüm noktası olduğunu anlamış, dolayısıyla bu savaştan en az zararla çıkılmasını benimsemiştir. Bu amaçla ülkenin her tarafına gönderdiği buyruklarla halkın dinî ve yurtseverlik duygularını harekete geçirdi; bunun sonucunda halk, her türlü fedakârlıkta bulundu ve cephelere büyük çapta malzeme ve asker şevkini yapmaktan geri kalmadı. Fakat bu kuvvetler, eğitimsiz oldukları için savaşlarda başarılı olunamadı. Fakat cephelerden gelen son acı yenilgi haberleri, kendisini büyük üzüntü ve ümitsizliğe düşürdü. Bunun ıstırabına dayanamayarak 21 Ocak 1774 günü hayata gözlerini yumdu. Padişahlar Albümü

1768 Osmanlı-Rus Savaşı'na kadar Osmanlı İmparatorluğu görece bir huzur ve refah dönemi yaşadı. Yine de o dönemde mutlakıyetçi devletlerin esas askeri varlığını oluşturan kalıcı ve düzenli talim yapan bir ordu oluşturmayı başaramadı. Daha merkeziyetçi bir ekonomik yaklaşım uygulanması halinde merkezi yönetimin bu tür bir modern orduyu finanse edip edemeyeceği hakkında tahmin yürütmek yararsızdır; sonuç itibariyle, 18. yüzyıl savaşlarının maliyeti, yeni savaş yöntemlerini benimseyen Fransa, Rusya ve diğer ülkelerde ortaya çıkan siyasi krizlere büyük katkıda bulunmuştu. 1768'den önceki yirmi yılda, askeri yeniliklerin Osmanlı'nın dönüşümüne çok da büyük bir etkisi olmadı. 1768-1774 Rus Savaşı'ndaki yenilgi Osmanlı tarihinde bir dönüm noktasıydı. Bu tarihten itibaren artık bir "Doğu Sorunu" vardı. Nispeten zayıf bir Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa'nın büyük güçlerinin hem siyasi hem toprak emellerinin hedefi haline geldi. Sultan 1700'lerdeki Avrupa devletlerinin oynadığı diplomatik ve askeri "güç dengesi" oyununun kenarında köşesinde de olsa önemli bir aktör olmaktan çıkınca, sahip olduğu topraklar Ruslar, Habsburglar, İngilizler ve Fransızlarca kapışılmaya çalışılan birer kemik haline geldi. Bu yenilginin ikinci bir sonucu, birtakım güç sahipleri veya toplumsal grupların Osmanlı'nın bünyesinden ayrılmayı tasarlamaya başlamasıydı. Yenilginin üçüncü bir sonucu ve yansıması olarak Osmanlılar zamanla daha da kapsamlı bir hal alan bir dönüşüm sürecine girdi. Bu üç eğilim 1774'ten 1838'e kadar meydana gelen siyasi gelişmeleri şekillendirdi. Osmanlıların gerek elit gerekse elit olmayan kesimleri, bu dönemi olağanüstü şiddette askeri ve siyasi krizler çağı olarak yaşamış olmalılar.   Cambridge Türkiye Tarihi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder